HERKES İÇİN SİYER - 28. BÖLÜM (ZORLUK SEFERİ TEBÛK)





 HERKES İÇİN SİYER - 28. BÖLÜM (ZORLUK SEFERİ TEBÛK)


Bismillahirrahmanirrahim.


İLME DAİR BİRKAÇ SÖZ


İlim nazlı bir gelindir, onu elde etmek ve muhafaza etmek konusunda fedakârlık yapmazsak

küser gider. Allah’ın bir kuluna vereceği en güzel mükâfattır. Sırf başkasına anlatmak için ilim

öğrenen, sonra da öğrendiğini unutup hayatına ikmal etmeyen kişi azaptadır. O yüzden ilmi

öğreneceğiz, içselleştireceğiz, kavrayacağız, önce kendimiz yaşayacağız ve sonra başkalarına yaşatmak

için gayret içerisinde olacağız.


“Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.”

(Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur’ân 10, İlim 19; İbni

Mâce, Mukaddime 17)


“İlmi, âlimlere karşı övünmek, cahillerle münakaşa etmek ve insanların teveccühünü

kazanmak için öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa, o kimse ateştedir.” (İbn Mace, Sünnet, 23. Tirmizi)

“İki günü birbirine eşit olan zarardadır.” (Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2/276. İmam Gazali, İhya,

4/335.)


HUCURÂT SURESİ


Hucurat suresini güzel bir biçimde anlayan birisi ahlaki anlamda birçok zafiyetini çözebilir.

Sure kısa olmasına rağmen çok önemli mesajlar ihtiva etmektedir. Sureyi ayet ayet kendimizi de içine

koyarak okumamız lazım çünkü bu sure bize peygamberimizle ve birbirimizle olan hukukumuzu

anlamamız açısından önemli bir suredir. Başvurabileceğimiz bazı tefsir kaynakları: Elmalılı tefsiri,

Muhammed Ali Es-Sabuni’nin Safvetü-t Tefasir’i, Vehbe Zuhayli tefsiri, Kurtubî’ tefsiri.


• TEBÛK’Ü DİĞER GAZVELERDEN AYIRAN EN ÖNEMLİ ÖZELLİK


∗ Tebûk, Allah Resulü (s.a.v.)’nün katıldığı 28 gazvenin sonuncusudur.

∗ Kur’an’ın en fazla ayet indirdiği gazvedir.

∗ Diğer gazvelere nazaran Kur’an’da daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Tevbe suresinin

2/3’ü bu gazve ile alakalıdır.

∗ Başından sonuna kadar yaşanan her hadise insanlıkla ilgilidir.

İçerdiği mesajlar:

→ Direk Müslümanlara verilen mesajlar: Müslümanlara uyarılar yapılmış, iyilikleri takdir

edilmiş, eksikleri nazara verilmiş ve neyle imtihan edileceklerinin hakikati bildirilmiştir.

Bugün bizler kasayla (para), masayla (makam) ve nisa (kadınlar, şehvet imtihanı) ile imtihan

edilmekteyiz. O günün Müslümanlarında da problem aynıydı. Allah (c.c.) bu problemlerin çözüm

yolunu ve yöntemini onlar üzerinden göstermektedir.

→ Münafıklara verilen mesajlar: En ciddi mücadele vereceğimiz zümredir. O yüzden bu

zümreyi iyi tanımamız gerekir. En az 80 tane münafığı Tebûk ile tanımışızdır.

→ Münkirlere (inkârcılara) verilen mesajlar: Araplar, münafıklar, bedeviler Bizans’ın adını

duydukları zaman kıpırdayamazlardı, çok korkarlardı. Efendimiz (s.a.v.) de zamanın güçlü devleti olan

Bizans’ın üzerine gitmişti. (Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder; sizin

kalbinizden korkuyu alır, düşmanınızın kalbine yerleştirir!. )


• TEBÛK SEFERİ’NİN NEDENLERİ


Temel olarak iki sebebi vardı: Müslümanların gücü Bizans’a yaklaşmıştı.

Bizanslılar Mûte’de de İslam ordusunun gücünü gördükleri için

korkmuşlar ve yavaş yavaş harekete geçmişlerdi. Medine’de de Gassaniler’in geleceği konusunda

haberler dolaşıyordu. Allah Resulü (s.a.v.) de onlar gelmeden biz gidelim dedi.


• ZORLUK ORDUSUNU DONATMAK


Neden zorluk ordusu?


* Çünkü çok zor bir sefer olmuştu. Düşman çok güçlüydü. Bizans Müslümanlarla konuşmaya

bile tenezzül etmezdi.

* Dost zayıftı.

* İmtihanları çok ağırdı. Mevsim mahsul mevsimi idi ve sıcaktı (hicri Recep/miladi Kasım).

Mahsulü bırakıp gitmek kolay değildi çünkü Medine’de kalan münafıklar vardı. Aralarında sefere

gelenler de vardı ancak fitne için gelmişlerdi. Allah Resulü (s.a.v.) hepsine önlem almaya çalıştı.

* Yol güzergâhında susuzluk ile imtihan edildiler.

* Giderken, orduyu donatırken, ordunun geride bıraktıkları ile pek çok zorluk geçirmişlerdi ve

ordunun dönmesi de başka bir zorlukla olmuştu. Zorluk üstüne zorluk olduğu için “Ceyşü’l Usre”

(zorluk ordusu) ve “Gazvetü’l usre” (zorluk gazvesi) olarak adlandırılmıştır.

Allah Resulü (s.a.v.) tüm bu imtihanlara rağmen ilk kez sahabeye nereye gideceklerini haber

etti. Hedef belli olduğu için hazırlığa girişildi. Güçlü bir ordu kurulması için infaklara ihtiyaç doğdu.

Resulullah (s.a.v.) önce kendisi elinde ne varsa hepsini vererek infak etti, sonra sahabeyi infaka teşvik

etti.

İnfak etmeden infak istemek infak ahlakına uymaz!. Eğer infak ahlakını anlamışsanız ilk

olmanın ayrıcalığını kimseye kaptırmazsınız. Kur’an’da Allah yolunda vermeyi sadaka (en geneli),

zekât (mali yükümlülük) ve infak (zekât dışında gönüllü vermek) kavramları ile görmekteyiz.

Allah Resulü (s.a.v.) sahabeyi teşvik eder etmez ilk gelen Hz. Ömer oldu ve malının yarısını

infak etti. Bunu yaparak Hz. Ebubekir’i geçeceğini düşünüyordu ama Hz. Ebubekir elinde kalan son

4.000 dirhemi infak etti. Yani elinde olan malının tamamını vermiş oldu. Başka da bir şeyi kalmamıştı.

Hz. Ömer onun için “Geçilmez adamsın sen Ebubekir.” demiştir. Ondan sonra da onunla yarışmayı

bırakmıştır.

Hz. Ömer’in hilafeti döneminde huzuruna bir sandık getirildi. Hz. Ebubekir 2,5 yıllık hilafeti

döneminde 6-7 ay kadar Sünuh bölgesinde ensara ait bir yerde onların hayvanlara bakarak nafakasını

temin ediyordu. Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah buna itiraz edip ona bir maaş bağlamışlardı (İlk

kez bir halifeye beytülmâlden maaş bağlanmıştı). Hz. Ebubekir aldığı bu maaşla ailesinin geçimini

sağlamış, arta kalanları da o sandığa koymuştu. Bir mektupla da aldığını ve harcadığını yazmış, kalanı

da beytülmale bıraktığını bildirmişti. Hz. Ömer mektubu okuduğunda “Ey EbûBekir! Arkanda

kalanlara yaşanamaz, yapılması güç bir hayat bıraktın.” (İbn Sa’d, Tabakât, III, 195.) demiş ve sonra

kendisi de aynen Hz. Ebubekir gibi yaşamıştır.

Sahabe infaklarını yaparken kenarda onları izleyen bir grup insan az getirene laf ediyorlar, çok

getireni de riyakârlıkla nitelendiriyorlardı. Abdurrahman b. Avf infakını getirdiğinde onun

Peygamberin gözüne girmeye çalıştığını söylediler. Abdurrahman b. Avf da onlara “Ne derseniz deyin

ben kalbimi biliyorum.” dedi. (İyilik herkes tarafından takdir edilmez. Hasetçileri de olur düşmanları

da. Onun için insan kalbinden eminse başkalarının sözlerine itibar etmemelidir.)

Getirilen infaklar ordunun ihtiyaçları için yetmedi. Hz. Osman da 30.000 kişilik ordunun

10.000’inin ihtiyacını donattı.

Allah Resulü (s.a.v.) Müslümanlar vereceklerini verdikten sonra mescitte ara ara infaktan

konuşmaya devam etti. Birinci sebep halen ordu için ihtiyaç vardı. İkinci sebep olarak infakla kalpleri

iyileşebilsin diye münafıkların da vermesini bekliyordu. Çünkü infak nifakın ilacıdır.

İnfak ve nifak kelime itibariyle ne-fe-ka kökünden gelmektedir. Ne-fe-ka ise köstebek yolu

demektir. Köstebek nasıl ki kendisine bir yol açar; eğer o yol iman ile açılırsa varacağı yer bellidir,

imanla açılmazsa kalacağı yer de bellidir. Gerçek infak kalbi acıtır ve daha sonra tatlı bir lezzete

dönüşür. İnsan onu verdiği anda kalbindeki nifak iyileşmeye başlar. Allah Resulü (s.a.v.) onların

kalplerindeki hastalığı verdirterek iyileştirmeyi amaçladı ama birçok bahane öne sürerek vermediler.

Efendimiz (s.a.v.) bir şey söylemedi ve teşvik etmeye devam etti: “Ey Müslümanlar! Allah

yolunda ve cennet karşılığında zorluk ordusunu kim donatacak?” dediğinde Hz. Osman atıldı ve bütün

askerlerin masraflarıyla birlikte 100 deve verdiğini söyledi. Efendimiz bir daha sordu, yine kimseden

ses çıkmazken Hz. Osman yine atıldı ve bir 100 deve daha verdi. Efendimiz üçüncü kez sorunca Hz.

Osman bir 100 deve daha verdi. Sonra eve gidip altın gümüş ne varsa doldurup -neredeyse bir çuval

kadar- getirdi ve Resulullah’a verdi. Allah Resulü (s.a.v.) “Osman’a bundan sonra hiçbir sorumluluk

yoktur.” dedi. İnfak günahın kefaretidir ve Hz. Osman tüm günahlarının kefaretini ödedi. (“Ceyşü’l

Usre” “Ceyşü’l Osman” oldu.)

İnfak için bir şeyler getirmek isteyip de getiremeyenler de vardı. Bazıları ise sadece bir avuç

hurma getirebildi. Bazıları da kendilerine ahdetti; iki gün çalışıp kazandıkları ile ailesinin nafakasını

karşılayacak ve üstünü ordu için getireceklerdi. Münafıklar buna da laf ettiler ancak Efendimiz (s.a.v.)

Hz. Osman’ın infakından duyduğu memnuniyetin aynısını onlar için de duydu.

İnfak sadece maldan ibaret değildi. Urve b. Zeyd Resulullah’a sefere gelmek istediğini ama

elinde bir şey olmadığını söylemişti. Gece evine döndüğünde de halini Allah’a arz etti. Sabaha yakın

bir zamanda secdeye kapanarak Allah’a, fakir olduğu için onurunu ve izzetini çiğneyen kardeşlerinden

dolayı oluşan hakkını infak ettiğini beyan etti. Sabah mescide geldiğinde Allah Resulü (s.a.v) gece

kimin infakta bulunduğunu sordu, kimseden ses çıkmadı. Efendimiz iki üç kez sorusunu yineledi ve en

son Hz. Urve (r.a.)’ye bakarak söyleyince Urve b. Zeyd gece hakkını infak ettiğini söyledi. Bunun

üzerine Allah Resulü (s.a.v.) ona, yaptığı infakın Allah katında kabul olunmuş infaklardan yazıldığını

müjdeledi. (Aslolan elde ne varsa ya da elden ne gelirse bunu Allah için vermektir.)

Şeytan bu hayrın büyük düşmanıdır. İnsanı hileleriyle kandırabilir, infakından vazgeçirebilir,

yapılan infaktan karşılık bekletebilir ya da başkalarına teşvik olsun hilesiyle ifşa ettirebilir. Burada

gerçekten başkalarına teşvik olsun diye yapılan bir infak varsa göstererek verilenlerin göstermeyerek

verilenlerden fazla olmaması gerekir!. Her şeyin açık edilmesine gerek yoktur. Onun için infak ahlakını

çok iyi öğrenmeliyiz. Allah Resulü (s.a.v.) de bunun için bazen aleni bazense gizli bir biçimde infak

yapmıştır. (İnsan, yaptığı infakın hangisine girdiğini kalbine bakarak anlayabilir.)


• YOLCULUK


Efendimiz (s.a.v.) yerine vali olarak Muhammed b. Mesleme’yi bırakmıştı. Münafıklar için de

Hz. Ali’den kalmasını istedi ki kalmak Hz. Ali çok zor bir şeydi. Münafıklar sefer zor olduğu için

peygamberin damadını götürmediğini ileri sürdü ve kadınlarla kaldığını söyleyerek Hz. Ali’yi 

kışkırtılar.

Hz. Ali de dayanamayıp yolun bir yerinde Resulullah’a geldi ve sefere katılmak için müsaade etmesini

istedi. Allah Resulü (s.a.v.) ona kalması gerektiğini söyleyerek “İstemez misin Harun Musa’nın yanında

ne ise sen de bana öyle olasın. Ama benden sonra peygamberlik yoktur.” buyurdu.


• MEDÂİN-İ SALİH


Salih peygamberin ve Semûd kavimin yaşadığı yerdir. Şu anda canlı olarak varlığını

korumaktadır.

Burası sahabenin sekizinci durağı idi ve burada Allah Semûd kavmini helak etmişti. Sahabe

biraz rahat davranınca Efendimiz (s.a.v) bundan rahatsız oldu ve “Buralar ibret alınacak yerlerdir. Ya

ibret alın ya da hızlıca buradan yürüyün.” dedi.

İslam ordusu bu uyarıdan sonra yoluna devam etti. Bizans ordusu ise Müslümanların 30.000

kişilik bir ordu ile geldiğini duyunca onlarla karşılaşmaya korktular ve Tebûk’e doğru gelip yoldan geri

döndüler.

Allah Resulü (s.a.v.) Tebûk’e geldi ve ilerleyelim mi yoksa geri mi dönelim diye sahabe ile

istişare etti. Sahabe Allah’ın emri ne ise emrini yerine getireceklerini söylediler. Efendimiz (s.a.v.) ayet

olsaydı onlarla istişare etmeyeceğini söyledi. O günlerde de Şam bölgesinde veba salgını çıkmıştı.

Resulullah (s.a.v.) : "Taun (veba), bir azaptır. Beni İsrail'den bir kavme, yahut sizden önce geçen bir

ümmete gönderilmiştir. Siz bir yerde o(nun çıktığı)nı duydunuz mu, o taunlu yere gitmeyiniz! İçinde

bulunduğunuz bir yerde de taun zuhur ederse, ondan kaçarak oradan çıkmayınız!"

(Buhari, C.9, H.no: 1417, s. 206, 207.) hadisini orada buyurdu ve Tebûk’te 19-20 gün kaldılar.

Bölgedeki bütün kabileler ile antlaşmalar yaptı ve hepsi İslam hâkimiyetine girmiş oldu. Sıcak çatışma

olmadan büyük bir galibiyetle dönülmüş oldu.

Sahabeden bazıları sefere gelememişlerdi. Bazıları bineği güçlü olduğu için nasıl olsa yetişirim

düşüncesi ile gitmeyi erteledi. Bazıları da binekleri zayıf olduğu için ordudan geri kaldı. Efendimiz

(s.a.v.) münafıkları ve mazeretleri olan Müslümanları fazla sorgulamadı ama Ebu’l Heysem’i ve Ebu

Zer’i ara ara sahabeye soruyordu. Bu isimler Müslümanların içinde olmaları gereken isimlerdi.

Efendimiz “Umuyorum ki onlar size kavuşacaklar.” buyurdu. Ka’b b. Malik’in bu noktada duyarlı

olacağını söyleyip onun neden olmadığını sorduğunda ensardan birisi onun arkasından olumsuz bir

şekilde konuştu. Bunun üzerine Muaz b. Cebel onun muhakkak geçerli bir sebebi olacağını söyledi ve

gıyabında kardeşinin şerefini korudu. Efendimiz de Hz.Muaz’ın yaptığı bu davranışı takdir etti.

Ebu’l Heysem’i hanımının hazırladığı sofranın başında Allah Resulü ve sahabenin sıcak havada

cihat için yollara düştüklerini düşününce kendisi için yazıklar olsun dedi ve evinde hanımı ve

çocuklarıyla vakit geçirmeyi kendisine yediremedi. Hemen atına atlayıp İslam ordusuna yetişti.

Efendimiz (s.a.v.) uzaktan gelen karartıyı görür görmez “Keşke gelen Ebu’l Heysem olsa.” dedi çünkü

onun geri kalması Efendimiz’i üzerdi. Ebu’l Heysem gelip mazeretini söyledi ve Resulullah (s.a.v.) de

bunu kabul etti. Arkasından Umeyr b. Vehb de geldi.

Ebu Zer bineği yaşlı olduğu için geri kalmıştı. Sonra yürüyerek gitmeye karar verdi. Allah

Resulü onu yayan görünce “Allah Ebû Zer’e rahmet eylesin. O tek başına yürür, tek başına ölür ve tek

başına hasredilir.” (Hâkim, el-Müstedrek, 4373) buyurdu.


• YAŞANANLAR


Allah resulü (s.a.v.) Tebûk’te kaldığı süre içerisinde bazı hadiseler meydana gelmişti.

Bunlardan birisi Abdullah Zülbicâdeyn isimli sahabinin vefatı idi. Tebûk’te şehit olan tek kişidir,

hastalığı dolayısı ile vefat etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) onu kabre koyarken “Allah’ım ben ondan razıyım

sen de ondan razı ol.” diyerek dua ettiğinde Abdullah b. Mes’ud “Keşke ölen ben olsaydım” demiştir.

Bicâdeyn iki örtü, çul (iki parça) demektir. Abdullah Zülbicâdeyn yetimdi ve amcasının yanında

kalıyordu. Müslüman olmaya karar verince amcası eğer Müslüman olursa üzerindeki elbiseyi alıp onu

çıplak olarak dışarı atmakla tehdit etti. Ondaki her şeyin kendisine ait olduğunu söylüyordu. Bunun

üzerine Abdullah Zülbicâdeyn kararını verdi ve çırılçıplak bir halde annesinin yanına gitti. Annesi de 

iki örtüyü üzerine geçirip Resulullah’a gönderdi. Efendimiz onu mescitte görünce kim olduğunu sordu.

Adı Abdul Lât idi (Lât’ın kulu). Allah Resulü (s.a.v.) orada ismini değiştirerek ona Abdullah 

Zülbicâdeyn ismini verdi. Abdullah Zülbicâdeyn (r.a.) iman üzere yaşadı ve öyle vefat etti.

Sefer sırasında yüksek bir ses meydana geldi ve sahabe korkarak bir tarafa kaçıştı. Abdullah b.

Amr –ya da Abdullah b. Ömer– dışarı çıktı ve herkesin bir tarafa koştuğunu gördü. Bedir ashabından

Salim Mevla Ebu Huzeyfe ortada kılıcına yaslanmış bir halde duruyordu. Abdullah b. Amr onu görünce

yanına gitmeye karar verdi. Tam o esnada Efendimiz (s.a.v.) çıktı ve sahabeye neden bir ses duyunca

koşuştuklarını sorup “Şu iki salih zat gibi olsaydınız, Allah’a tevekkül edip yerinizde dursaydınız olmaz

mıydı?” buyurdu. Abdullah b. Amr “Salim’e sığınarak Resulullah’tan bu övgüyü kazandım. Demek ki

kurtuluş sahabeye sığınmakta.” dedi. (Sahabeye sığınırsak Allah’ın izni ile Resulullah’ın orada

söylemiş olduğu söz bizim için de geçerlidir.)

Dönüş yolunda Efendimiz (s.a.v.) sabah namazı için abdest almaya gitmişti. Su ararken vakit

geçti ve cemaate biraz gecikti. Vakit geçmek üzere olunca Abdurrahman b. Avf imamete geçip namazı

kıldırmaya başladı. Efendimiz (s.a.v.) ikinci rekâta yetişmişti. O’nun geldiğini fark eden sahabe

“Subhanallah” diyerek Abdurrahman b. Avf’ı uyarmaya çalıştı ancak Resulullah buna müsaade etmedi

ve gelip hemen Abdurrahman b. Avf’ın arkasında namaza durdu. Sonra “Hiçbir peygamber yoktur ki

kavminden salih bir insanın arkasında namaz kılmamış olsun.” buyurdu. Böylece Abdurrahman b.

Avf’ın Efendimiz’in dili ile salih kullardan olduğu tasdiklenmiş oldu. (Efendimiz (s.a.v.) Hz. 

Ebubekir’in arkasında da namaz kılmıştır.)

Dönüş yolunda Hz. Bilal’i sabah namazına uyandırması için nöbetçi olarak koymuşlardı ancak

herkes uyudu ve sabah namazını kaçırdılar. Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Bilal’e neden kaldırmadığını

sorunca Hz. Bilal “Vallahi ya Resulullah, seni uykuda bırakan beni de uykuda bıraktı.” dedi. Efendimiz

(s.a.v.) bunun üzerine herkese hemen abdest almalarını emretti ve başka bir namaz vakti gelmeden

sabah namazını sünneti ile beraber kaza ettiler.


• TEVBESİ KUR’AN’A GİREN ÜÇ SAHABE


Allah resulü (s.a.v.) her sefer dönüşü Medine’ye gelince önce mescide girip iki rekât şükür

namaz kılar, ardından oturup sefere katılmayanların mazeretlerini dinlerdi. Yine böyle bir anda

huzura dört grup insan geldi:

- Mazeret uyduran münafıklar. (Efendimiz onları öylesine dinleyip hiçbir şey söylemedi.)

- Bedevilerin münafıkları.

- Mazereti olan Müslümanlar.

- Geçerli mazereti olmayan Müslümanlar. Bunlar üç kişiydiler: Kâ‘b b. Mâlik, Mürâre b.

Rebî‘ ve Hilâl b. Ümeyye.

Kâ‘b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî‘ ve Hilâl b. Ümeyye ha bugün ha yarın derken sefere katılmayı

ertelemişlerdi. Efendimiz (s.a.v.) geride kalmalarının sebebini sorduğunda hiçbir sebepleri olmadığını

söylediler. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) “Madem öyle, gidin, Allah’ın sizin hakkında verdiği

hüküm gelene kadar bekleyin.” buyurdu. Hükmün gelmesi tam 50 gün sürdü.

Bir hafta sonra Efendimiz (s.a.v.) bir genelde yayınlayarak hiç kimsenin onlarla

konuşmayacağını bildirdi. Sahabe selamlarını bile almadı.

Kâ‘b b. Mâlik ensarın en önemli şairi idi. Bu olay hemen yayınlınca Gassan meliki birisi ile Ka’b

b. Malik’e mektup gönderdi. Mektupta eğer yanlarına gelirse itibar göreceği yazılıydı. Kâ‘b b. Mâlik

yaptığı yanlışı başka bir yanlışla desteklememek için anında mektubu yırtıp attı. Yaptığı hatanın

kefaretini ödemeye hazırdı.

40 gün böyle sürdü. 41. gün Efendimiz (s.a.v.) hanımlarını evden ayırmalarını istedi. Hilâl b.

Ümeyye’nin hanımı Resulullah’ın huzuruna gelip eşi yaşlı olduğu için kendisi olmadan işlerini

göremeyeceğini söyledi ve Efendimiz de ona müsaade etti.

Son 10 gün de bu şekilde geçmişti. 10 gün sonunda Kâ‘b b. Mâlik evinin damındayken birisi

gelip tövbelerinin kabul olunduğunu müjdeledi. Kâ‘b b. Mâlik sevincinden hediye olsun diye

üzerindeki elbiseyi çıkarıp haber veren sahabiye verdi. Yolda kim onu gördüyse tebrik etti. Allah

Resulü’nün huzuruna geldiğinde affedildiklerini bizzat O’nun ağzından duydu ve “Ya Resulullah! Şahit

ol, bütün malımı bu müjdenin karşılığında infak ediyorum.” dedi ancak Resulullah bunu kabul etmedi.

Kâ‘b b. Mâlik yarısını teklif etti, Allah Resulü yine kabul etmedi. “Evlatlarını fakir bırakmaktansa 

böyle bırakman daha iyidir.” diyerek malının çeyreğini kabul etti.

Ve bu üç sahabenin tövbesi Kur’an’a girdi:

Bismillahirrahmanirrahim.

“ (117.) Andolsun Allah; Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan

sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan muhacirlerle ensarın tövbelerini kabul etmiştir. Evet, onların

tövbelerini kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve çok merhametlidir. (118.) Savaştan geri

kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş,

vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka

çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti.

Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir. (119.) Ey iman edenler! Allah’a

karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”


• MESCİD-İ DIRÂR


Münafıklar İslâm’ın güçlenerek yayılmasından rahatsız olup bu gelişmeyi önleyebilmek için

çareler arıyorlardı. Allah resulü (s.a.v.) birçok yerde mescitlerin açılmasına müsaade ettiği için

kendileri de bir mescit açmaya karar verdiler. Başlarında Ebû Âmir er-Râhib vardı (Hanzale b. Ebû

Âmir’in babası). Nifak çetesinin başı olduğu için Resulullah ona el-Fâsık demiştir.

Mescitlerine meşruiyet kazandırmak için Allah Resulü’nün (s.a.v.) orada namaz kılması

gerekiyordu. Bu sebeple Efendimiz sefere giderken namaz kılması için davet etmişler ancak Allah

Resulü dönerken kılacağını söylemişti. Dönüp geldiğinde de oraya gitmemesi konusunda ayetler nazil

oldu:


Bismillahirrahmanirrahim.


“ (107.) Bir de Müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve Müslümanların arasına ayrılık

sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescid yapanlar var.

"İyilikten başka bir maksadımız yoktu." diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı

olduklarına Allah şahittir. (108.) O mescit içinde sen kesinlikle namaza durma. Ta ilk gününde temeli

takva üzerine kurulan mescit elbette içinde namaz kılmana daha layıktır. Onun içinde günahlarından

arınmayı seven kişiler vardır. Allah da arınmış, ak pak olmuş olanları sever. (109.) O halde binasını

Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır, yoksa binasını yıkılmak üzere olan bir

uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvarlanan mı daha hayırlı? Allah, zalimler

güruhunu hidayete erdirmez. (110.) Onların kurmuş oldukları bu türlü binalar, kalpleri parça parça

olmadıkça, kalplerinde bir nifak düğümü olup kalacaktır. Allah, alîmdir, hakîmdir.” (Tevbe suresi)

Allah Resulü (s.a.v.) ayetlerle uyarılınca onları çıkarıp mescidi kullanmak isteyebilirdi ancak

yapmadı çünkü o binanın temelinde fitne vardı. Bu bile oradaki ibadetleri etkilerdi. Onun için

Efendimiz (s.a.v.) oranın ateşe verilmesini istedi. Önce yakıldı sonra yıkıldı ve asla orası bir mescid

olarak kullanılmadı.

Allah Resulü (s.a.v.) bu münafıkları, çok tanınmış ve toplumda itibar sahibi insanlar oldukları

için onları bir şey zanneden insanların hatırına cezalandırmadı çünkü eğer cezalandırsaydı onlara

itibar edenler rencide olmuş olacaklardı. Bu yüzden onlara karşı tedbirli olmayı sağladı ve ümmetinin

bu konuda duyarlılık göstermesi için münafıkların kim olduğu sırrını Huzeyfetü’l-Yemânî (r.a.)’ye

vermişti. (S.A.V. ♥)

Hiç yorum yok: