HERKES İÇİN SİYER - 30. BÖLÜM (MEDİNE’NİN EN HÜZÜNLÜ GÜNÜ RESÛLULLAH’IN (S.A.V.) VEFATI)




 HERKES İÇİN SİYER - 30. BÖLÜM (MEDİNE’NİN EN HÜZÜNLÜ GÜNÜ RESÛLULLAH’IN (S.A.V.) VEFATI)


Bismillahirrahmanirrahim.


Allah Resulü’nün (s.a.v.) veda haccı dönüşü ile vefatı arasında 81 gün vardır. Medine’ye

vardığı gün miladi 19 Mart, vefat ettiği tarih ise 7 Haziran’dı. Vefatı sahabe için en hüzünlü gündü.

Enes b. Malik o günü anlatırken “Sevgili Peygamberimizin Medine’ye geldikleri günü de, vefat

ettikleri günü de gördüm. Müslümanlar birincisi kadar sevinçli; ikincisi kadar elemli gün

yaşamadılar.” demiştir. Hz. Enes (r.a.) 10 yıl fasılasız Efendimiz’in terbiyesinde yetişen birisi idi ve her

şeye şahitti. Efendimiz (s.a.v.) bu özelliğini bildiği için ona “iki kulaklı” demiştir.

Efendimiz’in vefat tarihi hicri olarak doğum tarihi ile aynıdır (12 Rebiülevvel Pazartesi).

Ümmet Allah Resulü’nün doğumunu ihya eder ama vefatını gündeme taşımaz. Bu bilinçli yapılan bir

eylemdir çünkü O’nun mirası bizim için ilk günkü gibi canlıdır. Allah Resulü (s.a.v.) ile bağımızı hiçbir

zaman vefat etmiş tarihi bir şahsiyet olarak kurmuyoruz. O (s.a.v.) her zaman için bize rehberdir. O

yüzden vefatını değil; doğumunu, mirasını ve mesajını hatırlamak gerekir.


RESÛLULLAH’IN (S.A.V.) FARKLI RUH HALLERİ


Allah Resulü’nün son 81 günü vasiyet niteliğindedir çünkü Efendimiz (s.a.v.) ölümünün

yaklaştığını biliyordu ve bir yıl önceden ötelere vurgu yapmaya başlamıştı. Mesela Muaz b. Cebel’i

Yemen’e gönderirken “Bir daha görüşemeyebiliriz.” demişti. Veda haccında ashabına “Sizlerle bu

yerimde bir kere daha buluşabilecek miyim bilmiyorum.” demişti. Medine’ye geldikten sonra amcası

Hz. Abbas yeğenindeki durgunluğu fark etti ve sahabeden birileri de sebebini sorunca ‘ben anlarım’

diyerek Efendimiz’e “Ya Resulullah! İnsanlar sana çok eziyet ediyorlar. Sana yüksekçe bir yer yapsak,

sana ulaşmak artık kolay olmasa, bazı insanlar birkaç kapı geçtikten sonra sana gelse.” dedi.

Efendimiz (s.a.v.) “Ne gerek var bunlara...” dedi. Amcası Abbas (r.a.) huzurdan ayrıldığında halini

anlamış “Yeğenim Resulullah (s.a.v.) ötelere kapıları açmış” demişti.

Bunun içindir ki Allah Resulü (s.a.v.) o 81 günde bugüne kadar getirdiği ve öğrettiği her şeyde

en önemli olan meselelerin altını çizdi:

♦ Cihadın sürekliliğine dikkat çekti. Cihad sadece savaşı (kıtal) değil, tebliği, iyiliği emredip

kötülükten men etmeyi de (emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker) kapsar. Cihad Müslümanlığın en

önemli meselesidir. Son anlarında Üsâme ordusunu çıkarmak istemesi bundandır.

♦ İtaatin önemini vurguladı. Üsame b. Zeyd çok genç biriydi ve üstelik bir kölenin oğluydu.

Onu ordunun başına komutan getirdiğinde bazıları daha kıdemliler ve tecrübeliler dururken onun

komutan olmasına razı olmadılar ancak Resulullah “Başınızda kim olursa olsun eğer o Allah’ın kitabına

ve benim yoluma itaat ediyorsa siz de ona itaat edin.” buyurdu.

♦ Kadınların haklarına riayet edilmesi üzerinde defalarca durdu.

♦ Elimizin altındakilerin (o gün köleler, cariyeler idi, bugün işçi, evlat, memur vs.) haklarına

riayet etmeyi ve buna hassasiyet göstermek gerektiğini vurguladı.

♦ Namazın önemine dikkat çekti. Allah Resulü (s.a.v.) hastalık günlerinde gözlerini biraz

açınca hemen insanların namaz kılıp kılmadığını soruyordu. Vefat yolunda bile ümmetinin namaz kılar

halini görmek istedi.

♦ Özelde Ensarın genelde ashabın hukukunu korumanın önemini vurguladı çünkü sahabe din

binasının kolonlarıdır. Bizimle köprü olan anahtar nesildir. Eğer sahabe hak ettiği ilgiye mazhar

olmazsa bu bina yıkılır. Mu’tezile, Mürcie, Harici ve Şia mezhepleri hep bu sebepten dolayı sapmıştır.

Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye gelir gelmez Arapların içerisinde Yemâme’den Müseylimet’ül

Kezzab ve Yemen’deki Evs/Ans kabilesinden Esvedül Evsî/Ansi isminde iki kişi peygamberlik 

iddiasında bulundu. (Yalancı peygamber ifadesi doğru değildir, peygamberin yalancısı olmaz. Bunun 

yerine peygamberlik iddiasında bulunan yalancı demek gerekir. Efendimiz (s.a.v.) yalancı olduğu için

Müseylime’ye kezzab lakabını vermiştir.) Allah Resulü (s.a.v.) bu konuda da uyarılarda bulundu. Son

anlarında Esved’in ölüm haberini de verdi. Müseylimet’ül Kezzab’ı da Yemame savaşı sırasında Hz.

Vahşi, Hz. Hamza’yı öldürdüğü mızrakla öldürdü ve Hz. Hamza’nın kefaretini ödemiş oldu.

Bir rivayete göre Müseylimet’ül Kezzab’ı öldürünce secdeye kapandı ve “Artık görünebilir

miyim ya Resulullah?” dedi çünkü Efendimiz (s.a.v.) Hz. Hamza’yı öldürdüğünde ona gözüne fazla

görünmemesini “Eğer çok görürsem seni amcam Hamza’yı hatırlarım ve sana karşı görevimi

yapamam.” buyurmuştu. Bunu istemesi merhametinden kaynaklanıyordu. ♥


• BAKÎ KABRİSTANLIĞINI VE UHUD ŞEHİTLERİNİ ZİYARETİ


Allah Resulü (s.a.v.) gün geçtikçe kabir ziyaretlerini çoğalttı. Bu ölümün tefekkürüdür ve

ölüme ait bazı şeyleri ümmete hatırlatmaktır.

Enes b. Malik’in rivayetine göre (vefatına 23 gün vardı); Hücre-i Saadetin önünde sohbet

etmesi için Resulullah’ın çıkmasını bekliyorlardı. Bir müddet sonra Efendimiz (s.a.v.) dışarı çıktı ve

ashabı ile hiçbir şey konuşmadan doğruca Bâki Kabristanlığına gitti. Oradakilere "Esselâmu aleyküm

dâre kavmin mü'minîn. Ve Innâ inşaallâhu biküm lahikûn. Es'elûllâhe lenâ ve lekümü'l âfiyeh."

(“Selâm size, ey bu diyârın mü'min ve müslim halkı! İnşallah yakında biz de aranıza katılacağız.

Allah'ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.") diyerek selam verdi. O güne kadar birçok kez oraya

gitmişti ve ne zaman gitse bir kenarda oturur ve oradakiler için dua ve istiğfarda bulunurdu. O gün

kabirleri tek tek dolaştı. En son annemden sonra annem dediği Hz. Ali’nin annesi olan Fatıma binti

Esed’in kabrinin başında oturdu ve bakışlarını semaya kaldırıp durdu.

Nice sonra Efendimiz (s.a.v.) “Kardeşlerimi çok özledim.” dedi. Yanında oldukları halde

Peygamber Efendimizin böyle söylemesine bir anlam veremeyen sahabe şaşkınlıkla “Ey Allah’ın

Resulü, biz senin kardeşlerin değil miyiz” diye sordular. Efendimiz de “Hayır, aksine siz benim

ashabımsınız, dostlarımsınız. Kardeşlerimse benden sonra gelecekler, beni görmedikleri hâlde bana

inanacaklar. Ümmetimden en çok sevdiğim topluluk, benden sonra gelip de ailesini ve malını feda

etme pahasına beni görmeyi arzulayanlardır. Hepinizden önce Kevser Havuzu’nun başına varıp

bekleyeceğim.” buyurdu. Bu sefer sahabe “Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın

ey Allah’ın Resulü” diye sordular. Peygamber Efendimiz: “Bir adamın, alnı ve ayakları beyaz bir atı

olduğunu düşünün. Adam atını, tamamı simsiyah bir at sürüsü içinde bulamaz mı?” diye sordu.

Sahabe bulacağını söyleyince Efendimiz (s.a.v.) “İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri, el ve ayakları

parlıyor olarak gelecekler. Ben önceden gidip havuzumun başında ikram etmek için onları

bekleyeceğim.” buyurdu. (Müslim 1/150, 151, Malik 1/49, 50, Nesei 1/35, İbni Mace 2/580, Beyhaki

4/78, Ahmed 2/300, 408)

Efendimiz (s.a.v) yine orada “Allah’ım! Beni görmedikleri halde bana iman eden

kardeşlerimin yaptıkları bir iyiliği on katı ile sevaplandır.” diyerek dua etti. Sahabe de bu duaya

âmin dedi.

Arkamızda sahabenin de âmin dediği böyle bir dua var ve bizler O’nun ifadesi ile Peygamberin

kardeşleriyiz. Yaptığımız iyilikler on katı ile sevaplandırılacaktır. O halde bize düşen de ‘o ben

olmalıyım’ diye kendimize hedef koymaktır. Bu hediyeyi büyük bir müjde olarak algılamayız.

Ebu Tavît isminde yaşı yüzü aşkın çok yaşlı bir sahabi bastonuna yaslanarak Efendimizin

huzuruna geldi. “Benim gibi bir adama da af var mı?” diye sordu. Efendimiz ona “Sen Müslüman

oldun mu?” dedi. Ebu Tavît evet deyince “Tamam o zaman, sana da var.” dedi. Ebu Tavît yine de

üsteledi ve günahını anlatmaya başlayınca Efendimiz (s.a.v.) hemen onu susturdu. “Eğer sen

Müslüman oldun ve tevbe ettinse Allah seni affedecektir.” dedi. Bu durum üçüncü kez tekrarlandıktan

sonra Efendimiz “Tevbe ettinse Allah sana affedeceğinin müjdesini veriyor.” dedi. Sahabenin tabiri ile

o yaşlı adam bir anda sanki gençleşti ve “Allahu ekber!” nidalarıyla çocuklar gibi sevinerek gitti.

(Allah’ın mağfiretinin ve affının bir sınırı yoktur. Önemli olan içten gelen samimi bir tövbedir!.)

Allah Resulü (s.a.v.) sürekli olarak ya bir gün Bakî’de ya bir gün Uhud’da idi. Bazen sahabeyi

de yanına alıyordu bazense yalnız gidiyordu.

Aişe annemizin anlattığına göre; henüz hastalanmadığı bir zaman Efendimiz (s.a.v.) gece

yatarken terliklerini ve elbisesini kalkacakmış gibi başucuna koymuştu. Aişe annemiz de kendisi

uyuduktan sonra başka bir hanımının yanına gideceğini zannetti. Bir süre sonra Efendimiz yanından

kalkınca o da kalktı ve Efendimiz’i adım adım takip etti. Allah Resulü (s.a.v.) de bunun farkındaydı.

Daha sonra Resulullah kabristana giderek orada ağladı ve dualar etti. Geri geleceği sırada Aişe

annemiz hızlıca Resulullah görmesin diye O’ndan önce odasına döndü ve yerine yattı. Nefes nefese

kaldığı için yatağı hareket ediyordu. Efendimiz gelince annemize neden bu halde olduğunu sordu.

Aişe annemiz geçiştirmeye çalışınca “Söyleyecek misin yoksa Cebrail o haberi latif ve habir olan

Allah’tan mı getirsin?” dedi. Aişe annemiz daha sonra yaptığını itiraf etti ve helallik istedi.


• EFENDİMİZ’İN (S.A.V.) HASTALANIŞI


Allah Resulü (s.a.v.) vefatına son 13 gün kalana kadar kabristanlığa gitmeye devam etti.

Ondan sonra humma denilen ateşli bir hastalık nüksetmeye başladı. Son dört gününde tamamen

yatalak vaziyetteydi. Efendimiz (s.a.v.) ara ara “Hayber’de yediğim zehirli etin tezahürlerini şu anda

görüyorum.” dedi. (Hayber’de Yahudi bir kadın tarafından zehirli bir et ikram edilmişti ve Efendimiz

de bir parça almış, sonra Cebrail (a.s.) haber edince atmıştı.)


• ÜSÂME ORDUSUNUN HAZIRLIKLARI


Resulullah (s.a.v.) o günlerde Üsame’nin ordusunu hazırlattı ve hareket emri verdi. Sahabenin

büyükleri ile Hz. Ali dışındaki herkes Hz. Üsame’nin emrinin altına idi. Hz. Ali’yi yanında tutmuştu.

Aralarından bazıları Hz. EbuBekir ile Hz. Ömer gibi sahâbilerin bulunduğu bir orduya âzatlı bir kölenin

genç ve tecrübesiz oğlunu kumandan tayin edilmesini eleştirmeye başlamıştı. Bunu duyan Efendimiz

(s.a.v.) o günlerde baş ağrısı fazlalaştığı için başını sarmış bir vaziyette hutbeye çıktı ve neden

Üsame’ye itiraz ettiklerini sordu. Zeyd b. Hârise’yi Mûte Savaşı için kumandan tayin ettiği günleri

hatırlatarak, “Daha önce onun babasını kumandan tayin etmeme de karşı çıkmıştınız. Babası

kumandanlığa nasıl lâyıksa oğlu da lâyıktır.” diyerek itirazların yersizliğini belirtti (İbn Sa‘d, II, 190).

“Başınızda kim olursa olsun itaat etmezseniz vazifenizi yapmamış olursunuz.” diyerek Üsame’nin

başta olmasının bir terbiye olduğunu beyan etmiş oldu.


• YAŞANANLAR


Efendimiz (s.a.v.) o günlerde yine bir hutbe irat ederken “Allah bir kulunu dünya ile ahiret

arasında muhayyer bıraktı. O kul da ahireti seçti.” dedi. Bu söz bittiği anda Hz. Ebubekir’den gelen

bir hıçkırık duyuldu, ağlıyordu. Sahabe neden ağladığını sorunca, o kulun Resulullah olduğunu ve

O’nun vefat yolunda olduğunu söyledi. Ancak sahabe çok sevdikleri için ölümü Resulullah’a

konduramadı.

Efendimiz (s.a.v.) hanımlarının hukukunu koruyarak her gece bir hanımının yanında kalıyordu.

Hastalığı artınca sıranın kimde olduğunu sormaya başladı. Hanımları Resulullah’ın sırayı sormasından

Hz. Aişe annemizin yanında kalmak istediğini anladılar ve aralarında anlaşarak sıralarını Hz. Aişe’ye

verdiler. Allah Resulü (s.a.v.) bundan çok memnun oldu çünkü Aişe annemizin odasında vefat

etmeliydi. (Son dört gününü orada geçirmiş ve başını Hz. Aişe’nin göğsüne yaslamış vaziyette ruhunu

teslim etmiştir.)

Günler Perşembe olduğunda Efendimiz (s.a.v.) kıldıracağı son namazı olan akşam namazını

kıldırdı ve Mürselat suresini okudu. Sahabe bunu bilmediği için yatsı vakti geldiğinde Resulullah’ın

namaza çıkmasını beklediler ama Resulullah’ın namaz kıldırmaya takati yoktu, o günden sonra da

olmayacaktı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) biraz kendine gelince insanların namaz kılıp kılmadığını sordu ve

henüz kılmadıklarını öğrenince kalkıp abdest almaya çalıştı. Abdest aldı ama ayağa kalkınca bayıldı. 

Bu durum üç kez tekrar edince Efendimiz (s.a.v.) cemaate çıkamayacağını anladı ve namazı Hz.

Ebubekir’in kıldırmasını istedi. Aişe annemiz babasının çok yufka yürekli olduğunu bildiği için

Resulullah hasta iken babasının namaz kıldıramayacağını söyledi. Babası yerine namazı Hz. Ömer’in

kıldırmasını teklif etti ama Allah Resulü (s.a.v.) bunu kabul etmedi. Yeniden bayılmıştı ve kendine

geldiğinde Hz. Ebubekir’in namazı kıldırıp kıldırmadığını sordu. Aişe annemiz babasının

kıldıramayacağını düşündüğü için biraz ağırdan almıştı ve düşündüğü gibi de oldu. Efendimiz (s.a.v.)

ısrarlı davranınca Aişe annemiz birini haberci olarak babasına gönderdi ve Hz. Ebubekir istemeyerek

imamete geçti. Tekbiri ağlamaktan defalarca alamadı ve namaza başlayamadı. Süreç uzadıkça insanlar

sıkıntılı bir hale girdiler. Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Ömer’in tekbir sesini duyunca “Ben size Ebubekir

kıldırsın demedim mi...” diyerek namazı Hz. Ebubekir’in kıldırmasını yeniden istedi. Aişe annemiz

babasının kıldıramadığını söylediyse de Efendimiz ısrarında devam etti. Ertesi gün sabah namazından

itibaren de namazları Hz. Ebubekir kıldırdı ve Efendimiz (s.a.v.) hayattayken 17 vakit namaz

kıldırmıştır. O yatsı namazını da Hz. Ebubekir’in kıldırdığını kabul ederiz. Efendimiz onun sesini

duyunca memnun olmuştur.

O günlerin birinde Allah Resulü (s.a.v.) biraz iyileşmişti ve ümmetin Hz. Ebubekir’in arkasında

saf tuttuğunu görünce çok sevindi. (Allah Resulü (s.a.v.) ümmetinin saf tutmasından ve namaza

durmasından oldukça memnun olmaktaydı. Şunu anlayabiliriz ki biz namaz kılarken bir nevi O’na

tebessüm ettirmiş oluyoruz.) Namaza dâhil olmak için ashaba doğru yürüdü. İnsanlar O’nun geldiğini

fark edince mescit bir anda yeniden canlanmış gibi oldu. Birbirlerine Resulullah’ın geldiğini haber

ettiler. O’nun arkasında yeniden namaza durmak için neredeyse namazlarını bozacaklardı ancak

Efendimiz onlara müsaade etmedi ve Hz. Ebubekir’in arkasında bir vakit namaz kıldı. (Tebûk’te

Abdurrahman b. Avf’ın arkasında da namaz kılmıştı ve “Hiçbir peygamber yoktur ki kavminden salih

bir insanın arkasında namaz kılmamış olsun.” demişti. Böylece Hz. Ebubekir’in sıddıkîyetine salihlik 

de eklenmiş oldu.)

Efendimiz (s.a.v.) namazdan sonra yine odasına geldi. (Biraz kendisine geldiğinde sürekli

olarak iki şeyi soruyordu: namaz ve cihat.) Üsâme ordusunun çıkıp çıkmadığını sordu. Ümmü Eymen

annemiz oğlu Üsâme’nin Resulullah bu halde iken sefere çıkmak istemediğini söyledi ve oğlunun aklı

Resulullah’ta iken faydalı olamayacağını ileri sürerek müsaade etmesini istedi ama Allah Resulü ısrarla

ordunun bir an evvel sefere çıkmasını istiyordu. (Cihadın durmaması gerektiği konusundaki

hassasiyetini gözlerden kaçırmamak gerek.)

Ordu Mûte tarafına gidecekti çünkü Bizans tarafından yine bir hareketlilik oluştuğuna dair

haber almışlardı. Bu yüzden Efendimiz (s.a.v.) Üsâme’den babasını şehit edenlerin üzerine yürümesini

ve onları durdurmasını istemişti. Daha sonra Üsâme b. Zeyd zafer elde etmiş ve babasının atını da

almış bir vaziyette gelecekti.

Allah Resulü (s.a.v.) biraz iyileşip tekrar ağırlaşıyordu. Biraz normal olduğu bir zamanda kızı

Fatıma (r.a.) yanına geldi. Efendimiz kızını ayağa kalkarak karşılardı ama o an kalkamadı. Hz. Fatıma

yanına oturduğunda Efendimiz (s.a.v.) kulağına eğilip bir şey söyledi. Fatıma annemiz farklı bir hale

bürünüp çığlık atmışken Efendimiz ikinci kere kulağına eğilip bir şey daha söyledi ve bu sefer annemiz

gülümsemeye başladı. Hz. Aişe annemiz ne olduğunu, neden ilk seferinde mutsuz olup ikinci seferde

sevindiğini sordu. Ancak Fatıma annemiz bunu o anda değil, babası vefat ettikten sonra açıkladı.

Efendimiz ilkinde ona refîk-i a’la’ya (yüce dosta) gideceğini; ikincisinde ise kendisinden sonra ehl-i

beytten kavuşacak ilk kişinin Hz. Fatıma olacağı müjdesini vermişti.

O ara Hz. Ali (r.a.) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i getirmişti. Allah Resulü (s.a.v.) onları görünce

çok sevindi ve amcası Hz. Abbas’a onları sevip sevmediğini sordu. Hz Abbas da “Nasıl sevmem ya

Resulullah” diye cevap verdi. Efendimiz (s.a.v.) “Ben de bunları çok seviyorum ve bunları sevenleri de

seviyorum.” dedi.

Hastalığının ağırlaştığı gün Hz. Fatıma yeniden babasının yanına geldi. Efendimiz’i öyle

görünce “Ah babacığım” diye bir feryat kopardı. Efendimiz (s.a.v.) de ona “Sabret kızım, baban artık

acı çekmeyecek.” dedi.

Üsâme b. Zeyd vedalaşmak için Efendimiz’in yanına gittiğinde Efendimiz’in konuşacak takati

bile kalmamıştı. Sahabenin anladığına göre işaretleriyle ona “Gidiyor musun?” diye sordu. Üsame

(r.a.) de yola çıktıklarını söyleyince Allah Resulü (s.a.v.) ellerini kaldırdı ve onun için dua etti.


• RESÛLULLAH’IN (S.A.V.) VEFATI VE DEFNEDİLMESİ


Pazartesi günü sabah namazı vaktinde Efendimiz’de bir iyileşme emaresi oldu. Sahabe Hz.

Ebubekir’in arkasında namaz kılarken Aişe annemizden kendisini yatağın üzerine oturtmasını ve

perdeyi açmasını istedi. Son anlarında bile ümmetinin namazdaki hallerini görmek istiyordu. Sahabe

bunu fark edince Resulullah iyileşti diye birbirlerine haber verdiler. Medine’de iyileştiğine dair farklı

bir hava oluşmuştu. Namaz bittikten sonra Hz. Ebubekir Allah Resulü’nün yanında gitti ve O’nu

gerçekten iyi görünce çok sevindi. Evi Medine’nin dışarısında Sünuh denilen bir yerdeydi. Günlerdir

evine gidemediği için Resulullah’tan müsaade istedi.

Efendimiz (s.a.v.) Aişe annemizin göğsüne yaslanmış bir vaziyette iken içeriye Aişe annemizin

kardeşi Abdurrahman (r.a.) elinde bir misvak ile içeriye girdi. Aişe annemiz Resulullah’a dişlerini

misvaklamak isteyip istemediğini sordu. Efendimiz ima ile evet deyince misvağı dişleri ile biraz ıslattı

ve Efendimiz kendisi yapamadığı için misvağı Resulullah’ın dişlerine sürdü. Efendimiz (s.a.v.) tam o

anda üç kez “La ilahe illallah” dedikten sonra “Ne kadar ağırmış sekerat anı...” dedi. Aişe annemiz

“Ben Resulullah’ta bile onu görünce artık hiç kimsenin ölümü hakkında konuşmadım.” demişti.

Âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimiz (s.a.v.) üç kez bunu dedikten sonra şehadet parmağını

kaldırıp “ile’l refîk-i a’la’” dedi ve annemizin göğsünde ruhunu Rahman’a teslim etti.

Aişe annemiz önce bayıldığını zannetti sonra hareket etmediğini görünce bir feryat koydu ve

onun feryadı ile sahabe de Resulullah’ın vefatını öğrendi.

Hz. Ebubekir bu haberi alınca hemen mescide geldi ve sahabenin kendinden geçtiğini gördü.

Hz. Ömer kılıcını çekip "Resûlullah ölmemiştir ve sağdır! Ona sadece Hz. Musa'ya ârız olan saika gibi

bir saika ârız olmuştur. Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla iki parça ederim." dedi (Tabakât,

2:266). Hz. Osman tir tir titriyordu. Hz. Ebubekir onlarla hiç konuşmadan Hz. Aişe’nin odasına gitti ve

kapıyı çaldı. Aişe annemiz babasını görünce “Artık izne yok, Resulullah vefat etti.” dedi. Hz. Ebubekir

içeriye girerek Efendimizin üzerindeki örtüyü kaldırıp alnından öptü. "Ölümün de hayatın gibi temiz

ve lâtif, yâ Resûlallah!” dedi (Tabakât, 2:268).

Hz. Ebubekir Aişe annemizin odasından çıktıktan sonra gözündeki yaşları silip mescide geri

döndü. Oradakilere “Kim ki Muhammed’e (a.s.m.) tapıyorsa, bilsin ki Muhammed (a.s.m.) ölmüştür.

Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.” dedi (Tabakât, 2:268;

Buharî, 3:95). Sonra Âl-i İmran suresinin 144. ayetini okudu: “Muhammed ancak bir peygamberdir.

Ondan önce birçok peygamber gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ardınıza

dönüverecek misiniz? (Dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?) Kim ardına dönerse, el-

bette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil; fakat şükredip sabredenlere, Allah muhakkak

mükâfat verecektir!”

Sahabe Hz. Ebubekir’in sözleri ile artık Kâinatın Efendisinin bu dünyadan göçmüş olduğunu

kabul ettikleri gibi, Hz. Ömer de “Resûlullah ölmemiştir!” sözünü söylemekten vazgeçerek kendine

geldi.

O gün içerisinde olan her şeyde Hz. Ebubekir’i (r.a.) görürüz çünkü insanlar ne yapacaklarını

bilmiyorlardı. Resulullah’tan öğrendiği üzere Allah Resulü’nün nasıl yıkanacağını, nereye

defnedileceğini, cenaze namazının nasıl kılınacağını, her şeyi söyleyerek sahabeyi yönlendirdi. Ehl-i

beyt yıkama ile ilgilendi. Hz. Ali, Resulullah’ın (s.a.v.) kendisine “Vefat ettiğim zaman beni sen yıka”

dediğini hatırladı. Resulullah’a nasıl yapılacağını bilmediğini söylediğinde Efendimiz “Öğretecekler”

diye cevap vermişti ve Hz. Ali ilk kez Allah Resulü’nü yıkadı.

Sıra Resulullah’ın nereye defnedileceğine geldiğinde Hz. Ebubekir (r.a.) Allah Resulün’nden

peygamberlerin vefat ettikleri yere defnedildiklerini duyduğunu söyledi ve Hz. Aişe annemizin

odasında karar kılındı. Medine’nin iki türlü mezar kazıcısı vardı; muhacirler lahd sisteminde, ensar

şakk usulünde kazıyordu. Hz. Ebubekir hangisi önce gelirse onun kazmasını söyledi ve muhacir birisi

gelince Efendimiz’in kabri lahd usulü ile kazıldı. Efendimiz ehl-i beytin yardımı ile defnedildi.

Definden dönerlerden Hz. Fatıma Enes b. Malik’e “Ey Enes! Resulullah’ın (s.a.v.) üzerine

toprak saçmaya gönlünüz nasıl razı oldu?” diye sordu. Hz. Enes sadece ağlıyordu.

Sahabe, Efendimiz (s.a.v.) daha defnedilmeden Beni Sa’d Sakîfesi’nde Hz. Ebubekir’i imam

olarak seçmişti. Böyle yapmalarındaki amaç ise mihrabın boş bırakılmaması ve herhangi bir zafiyete

kapı aralanmasını engellemekti.

Allah Resulü’nün cenaze namazının nasıl kılınacağı da merak konusu olmuştu. Hz. Ebubekir

Efendimiz’in mübarek naaşının dışarıya taşınmasına razı olmadı. Oda küçük olduğu için odanın aldığı

kadar insanları içeriye aldı ve “İmam O’dur. O varken kimse O’na imam olamaz.” dedi ve

Medine’deki tüm erkekler, kadınlar ve çocuklar odanın aldığı kadar girip bireysel olarak namazı kıldı.

Allah Resulü (s.a.v.) Medine’de, şu anki yerinde halen meskûndur ve biz selam verdiğimizde

“Ve aleyke selam” diyerek selamımıza icabet ettiğine inanırız.

Aişe annemiz Resulullah (s.a.v.) defnedildikten sonra kabrin yanında yaşamaya devam etti.

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer vefat edilince de oraya defnedildi. Ancak Aişe annemiz hayatının sonuna

kadar orada yaşadı. Orada bir kişilik daha yer vardı, orayı kendisi için ayırmıştı ama vefatına yakın 

Baki kabristanlığına defnedilmek istedi.


• ALMAMIZ GEREKEN MESAJLAR


Hayat devam ediyor ve biz hayatımızın sonuna kadar Peygamberimizin (s.a.v.) rehberliğinde

yürümek zorundayız.

Bu dersleri en baştan başlayarak tekrar edelim ve daha iyi öğrenmek için yazarak not alalım.

★ Efendimiz ve sahabe için de en önemli mesele imandı. İman yoksa hiçbir şey yok demektir.

Peki, imanımız Hz. Peygamber’in bize öğrettiği gibi mi ve Allah’ın razı olacağı bir iman mı?

İmanlarımızı güçlendirecek ve kemal çizgisine taşıyacak vesileleri zorlamamız gerekir.

★ İmandan sonraki en büyük hakikat namazdır. Namaz bize Allah’ın huzurunda değer

kazandırır, kulluk işaretimizdir. Namaza özen göstermeliyiz ve namazımızı korumalıyız.

★ Allah Resulü’nün ve sahabenin hayatında boşluk yoktu. Bir nizam vardı. Hayatın hakkını

vermiştiler. Dinlenme bile bir işte yorulurken başka bir işle uğraşmaktadır. Âleme nizam verme gibi

bir hedefimiz olmalı çünkü Müslümanız (elhamdülillah) ve o nizamı önce kendi bedenimize

vermeliyiz. Zamanı doğru kullanmalı ve disiplinli yaşamalıyız.

★ Sahabenin büyük hedefleri ve o hedeflere uygun büyük adımları vardı. Hayatlarında gıybet

yoktu. Makam mevki, şan şöhret gibi küçük şeylerle uğraşmadılar. Hedeflerimizi sahabenin bize

öğrettiği gibi güncelleştirmeliyiz. Eğer buna selim bir şekilde niyet edersek Allah yardım edecektir.

★ Herkes her işi yapamaz ama herkesin yapacağı bir iş vardır. Hz. Ömer’in (r.a.) “Ben bugün

Allah için ne yaptım?” sorusunu her zaman için kendimize sormak zorundayız çünkü her birimizin

mutlaka yapacağı bir iş vardır. Resulullah’ı doğru bir biçimde anladığımızda Resulullah (s.a.v.) bize yol

gösterecek ve bu yolda bize imam olarak bu yolu tamamlamamızda yardım edecektir.

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?” {N.F.K.}


“Esselatü vesselamü aleyke Ya Resûlullah!”

Hiç yorum yok: