HERKES İÇİN SİYER - 27. BÖLÜM (BİTMEK BİLMEYEN DAVET HIRSI: HEYETLER YILI)

 





HERKES İÇİN SİYER - 27. BÖLÜM (BİTMEK BİLMEYEN DAVET HIRSI: HEYETLER YILI)


Bismillahirrahmanirrahim.


• HIRS


Hırs açgözlülük, doymak bilmeyen nefis, kanaatsizlik demektir ancak iki alanda hırs caizdir:

İlim ve davet. İlim bir okyanustur, eğer aldığımız ilmi yeterli görürsek zarardayız demektir. Davet de

cihattır, emr-i bil maruf neyh-i anil münker’dir (iyiliği tavsiye etmek, kötülükten sakındırmak).

Allah Resulü’nde ve sahabenin her birinde bu davet hırsı vardı. Allah Resulü (s.a.v.) hastalanıp

yatağa düştüğünde bile iki özel derdi vardı: Üsâme ordusu ve Müslümanların namazı.

“Lekad câekum rasûlun min enfusikum ‘azîzun ‘aleyhi mâ ‘anittum harîsun ‘aleykum bilmu/minîne

raûfun rahîm(un). / Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya

düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün (hırslı), mü’minlere karşı da çok şefkatli ve

merhametlidir.” (Tevbe 8/128)

(ǃ) Hırsı terbiye edip doğru yerde kullanmak gerekir.


• EFENDİMİZ (S.A.V.) HUNEYND’DEN SONRA MEDİNE’YE DÖNÜNCE NE OLDU?


Allah Resulü’nün (s.a.v.) 23 yıllık nübüvvet hayatı kıyamete kadar gelecek bütün

Müslümanlara temel ilkeler olacak niteliktedir.

Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye döndüğünde Zilkade ayının sonlarıydı. O günlerde iki tane

önemli olay yaşandı; oğlu Hz. İbrahim’in gelişi ve meşhur şair Ka’b b. Züheyr’in gelişi idi.


• HZ. İBRAHİM’İN DOĞUMU


Hz. İbrahim’in annesi Mısırlı Hz. Mâriye annemizdir.

Resulullah (s.a.v.) Hatib b. Ebi Beltâ’yı bir davet mektubu ile İskenderiye kralı Mukavkıs’a

göndermişti. Mukavkıs Müslüman olmadı ama bu davetten çok memnun oldu. Allah Resulü ile

dostluk nişanesi kurmak için bir mektup yazdı ve çeşitli hediyelerle Hatib b. Ebi Beltâ’yı uğurladı. O

hediyeler arasında Hz. Mâriye ve kız kardeşi Sirin de vardı. Allah Resulü (s.a.v.) Mâriye ile evlendi,

Sirin’i de Hassan b. Sâbit ile evlendirdi (İfk hadisesinde adı karışan Hassan (r.a.)’ı hem teselli etmek

için hem de Safvan b. Muattal ile arasında yaşananların bir telafisi olsun diye Sirin’i vermiştir).

Allah (c.c.) Efendimiz’e Mâriye annemizden bir evlat ile ikramda bulunmuştu. Hz. Aişe

annemiz “Allah hepimizi ondan mahrum etti, bir Mâriye’yi nasiplendirdi.” dedi. Efendimiz (s.a.v.) de

O’na “Sen Ümmü Abdullah’sın.” diyerek annemizi yeğeni Abdullah b. Zübeyr’in (Hz. Esma’nın oğlu)

annesi kılarak bu künyeyi verdi.

Resulullah (s.a.v.) oğlu doğduğunda yaşı 60’a yaklaşmıştı. Yıllardır kaybettiği evlatlarının

hasretini çektiği için Hz. İbrahim’in gelişi Resulullah’a güzel bir teselli olmuştu. O günden sonra 

Cebrail(a.s.) getirdiği vahyi Resulullah’a iletirken “Ey Ebu İbrahim” diyerek iletti.

Ancak Hz. İbrahim’im ömrü 18 ay kadar sürdü. Efendimiz (s.a.v.) oğlunu ellerindeyken

kaybetti. Sahabeden Abdurrahman b. Avf “Ya Resulallah siz de mi ağlıyorsunuz?” dediğinde Allah

Resulü (s.a.v.) "Göz yaşarır, gönül mahzun olur. Ama biz -bu halde de- sadece Rabbimizin razı

olacağı şeyleri söyleriz. Vallahi Yâ İbrahim! Biz sana çok üzüldük." buyurdu. Sonra Uhud’a dönüp

“Ey Uhud! Eğer bana inen bu hüzün bugün sana inseydi sen bile dayanamaz bu hüzünle

darmadağın olurdun.” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Allah Resulü (s.a.v.) oğlu İbrahim’i defnettiği gün Medine’de bir güneş tutulması oldu.

Münafıklarda eğer peygamber olsaydı oğlu ölmezdi şeklinde laf yaymaya başladılar. Sahabe de bunu

Hz. İbrahim’in vefatı ile ilişkilendirince Allah Resulü (s.a.v.) insanları topladı ve bir hutbe irat etti.

“Güneş de ay da Allah’ın ayetlerindendir. Allah onlara bir kader, bir yasa çizmiştir. Onun için onlar

birinin ölümü ya da doğumuyla o yasaya aykırı davranmaz.” buyurdu ve böyle şeyler söylemenin

yanlış olduğunu beyan etti.


• KA’B B. ZÜHEYR’İN GELİŞİ


Ka’b b. Züheyr Arap’ın en meşhur şairi idi. Babası Züheyr b. Ebî Sülma da aynı şekilde meşhur

şair ve âlimdi. Züheyr b. Ebî Sülma rüyasında elindeki ipi ikide bir kaçırdığını gördü ve bunu gelecek

son nebiyi kaçıracağına yordu. Oğulları Büceyr ve Ka’b’a son nebinin geldiğini duyarlarsa gidip O’na

tâbi olmalarını vasiyet etti.

Büceyr (r.a.) bir vesile ile iman etti ama bu abisi Ka’b’ı çileden çıkardı ve Allah Resulü

aleyhine şiirler yazmaya başladı. Her şiir de bir şekilde Medine’ye ulaştı. Her bir sözü hançer gibi

yaralıyordu. Büceyr abisinin yazdığı şiirlerden haberdar oldu ve Resulullah’ın da haberdar olması için

O’na okudu. Efendimiz’in çok canı sıkıldı ve hiçbir şey söylemedi.

Daha sonra Ka’b b. Züheyr’in kalbine de iman düştü ve kılık değiştirerek Medine’ye geldi.

Mescid-i Nebevi’de Resulullah’ın yanına oturdu. Kendisini tanıtmadı ve Allah Resulü’ne Ka’b b. 

Züheyr diye bir şairi tanıyıp tanımadığını sordu. Allah Resulü (s.a.v) tanıdığını söyleyince “Şimdi çıkıp 

gelse,sana iman etse, seni o kadar kötülemiş birisine kapını açar mısın?” diye sordu. Resulullah da 

“Yeter ki gelsin.” diye cevapladı. Bunun üzerine Ka’b b. Züheyr orada şehadet getirdi ve kendisini 

tanıttı. Efendimiz (s.a.v.) buna çok sevindi. Ka’b b. Züheyr müsaade isteyerek övgü dolu sözlerle 

Efendimiz’e şiir okudu ve Efendimiz de hırkasını çıkararak ona giydirdi. O günden sonra o şiirin başka 

bir adı olmasına rağmen adına “Kaside-i Bürde” denildi.

Tarihte iki tane Kaside-i Bürde vardır; birisi ve asıl olanı budur, diğeri ise İmam Bûsirî’ye ait

olanıdır. İmam Bûsirî bir cilt hastalığına tutulmuştu, dışarıya bile çıkacak halde değildi. Allah 

Resulü’ne hitaben bir kaside yazdı ve yazdığı gece Efendimiz’i rüyasında gördü. Kasideyi Efendimiz’e 

rüyasında okudu ve Efendimiz de ona hırkasını hediye etti. Bunun için yazdığı kaside “Kaside-i 

Bürde” olarakanılmış ve Ka’b b. Züheyr’inkinden daha meşhur olmuştur.


“Gün olur bir olay gelirse başa 

Kesip ümidi düşme telaşa

Kereminden mahrum eder mi hâşâ

Resûl'ün yaktığı meş'ale sönmez

O kapıyı çalan eli boş dönmez.”



• HEYETLER YILI VE GELEN HEYETLER, YAPILAN GÖRÜŞMELER


Hicretin 9. Yılında beş tane önemli alan vardı:

- Seriyyeler

- Davetler

- Âmiller

- Emirler

- Heyetler

Arap Yarımadası’nda İbn Sa’d’a göre 72 heyet, Dımeşkî’nin tespitine göre 101 tane heyet

vardı. Dikkatle incelendiğince bu sayının daha fazla olduğu görülmektedir.

Müslüman olanların zekât vermesi gerekiyordu ve Allah Resulü (s.a.v.) 12 bölgeye 12 tane

zekât memuru gönderdi.


* Seriyyeler: Nerede İslam ile insan arasında bir engel oluşmuşsa Allah Resulü (s.a.v.) oraya

seriyyeler düzenledi.

Resulullah (s.a.v) Alkame b. Mücezziz ile bir yere seriyye gönderdi. Alkame b. Mücezziz

seriyyenin içerisinden bir grup seçti ve Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî’yi başlarına komutan tayin

ederek görev icabı onları bir yere gönderdi. Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî şakacı bir sahabi idi ve

akşamüzeri ateş yakıldığında komutanları olarak sahabeden ateşe atlamalarını istedi. Sahabe

Resulullah’tan öğrendikleri itaat ahlakı ile denileni yapma konusunda tereddüt ettiler. Aralarında ilim

noktasında iyi olan bazı sahabiler böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını söylediler. Döndüklerinde

bu olayı Resulullah’a anlattılar ve Resulullah (s.a.v.) onlara eğer o ateşe atlasalardı ebediyyen

cehennemlik olacaklarını bildirdi çünkü itaat Allah ve Resulü’nün sınırları çerçevesinde idi.

Kayıtsız ve şartsız itaat yoktur. Nisa suresinde Allah’a, Resulü’ne ve emir sahiplerine (Allah ve

Resulüne itaat eden emir sahipleri) itaat edileceği beyan edilmektedir. Ve günahta –Allah’ın

istemediği şeylerde– itaat yoktur. (!)

* Davetler: Allah Resulü (s.a.v.) davet mektuplarını göndermeye devam etmişti.

* Âmiller: Zekât âmilleri Müslüman olanlardan topladıkları zekâtı ilk olarak toplandığı yerde

bulunan ihtiyaç sahiplerine dağıtırlardı. (Aslolan zekâtın yakın olandan uzak olana doğru

dağıtılmasıdır.)

* Emirler: Allah Resulü (s.a.v.) gelip Müslüman olan heyetlere ya da seriyyeler ile fethederek

elde ettikleri yerlere valiler ya da kadılar yolladı.

* Heyetler: Gelen heyetlerin sayısı oldukça fazla idi. Allah Resulü (s.a.v) vefat ettiğinde hepsi

Müslüman olmuş durumdaydı. Eskiden insanlar birer birer Müslüman oluyorlardı. Nasr suresi,

Medine’ye gelen heyetlerin fevç fevç gelip Müslüman oluşu üzerine nâzil oldu.


► TEMİMOĞULLARI


Bir bedevi ailesidir. Yaptıkları Hucûrat suresi ile Kur’an’da konu oldu.

Öğle vakti Allah Resulü (s.a.v.) istirahatteyken Medine’ye gelip Resulullah’ın nerede olduğunu

sordular. Sahabe O’nun evinde istirahatte olduğunu söyleyince bekleyemediler ve Resulullah’ın

hücresinin kapısına gidip çok kaba bir biçimde Resullah’a seslendiler. Allah Resulü (s.a.v.) bundan çok

rahatsız ve rencide oldu ancak bir şey demedi. Bunun üzerine Hucûrat suresi nazil oldu.

Surenin ilk beş ayeti Resulullah ile sahabe arasındaki ve Resulullah ile ümmeti arasındaki

hukuku ortaya koymaktadır. O hukukun dört tane alanı vardır: Hz. Peygamber’e itaat durumu

(getirdiği her şeye teslim olmak) , ittiba durumu (getirdikleri ile amel etmek), ikram durumu

(Resulullah ile en güzel sözlerle konuşmak) ve ihsan durumu (getirdiklerini içimizde hiçbir sıkıntı

duymadan kabul etmek ve O’nun arkasında durmak).

Surenin 6. ve 18. Ayetleri arasında 11 farklı alanın ahlakı öğretilmektedir. Onun için Hucûrat

suresinin bir diğer adı da “Ahlak Suresi” dir.

Hucûrat suresini iyi anlayan bir insan, Peygamber (s.a.v.) ile kuracağı hukuku ve bir başka

Müslüman ile kuracağı hukuku doğru kurar. Hucûrat suresi bizi medeniyetleştirir. (!)

Ayetler “Seslerinizi Peygamber’in sesinin üzerine çıkarmayın! Adımlarınızı Peygamber’in

adımın üzerine atmayın! O’na karşı saygılı ve edepli olun yoksa amelleriniz boşa gider.” demektedir.


Bismillâhirrahmânirrahîm.

“ (1.) Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasülünün önüne geçmeyin, Allah’a karşı gelmekten

sakının. Şüphesiz Allah, işitir, bilir. (2.) Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne

çıkarmayın, birbirinizle bağırır tarzda konuştuğunuz gibi ona sözü bağırırcasına söylemeyin, haberiniz

olmadan amelleriniz yok oluverir. (3.) Muhakkak ki Allah Rasülünün yanında seslerini kısanlar, işte

onlar, Allah’ın kalplerini takvaya (ulaşması) için imtihan ettiği kimselerdir. Onlara, hem bir

bağışlanma, hem de büyük bir sevap vardır. (4.) (Peygamberin hanımlarının) odalarının (önlerinden

ve) arkalarından seni çağıranlar var ya, bunların çoğu aklı ermeyen (dolayısıyla görgü kurallarını

bilmeyen) kimselerdir. (5.) Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi elbette bu, onlar

için daha hayırlı olurdu. Bununla birlikte Allah, çok bağışlayan, çok acıyandır. ”

Bugün bizim “Allah Resulü burada olsaydı şöyle yapardı” gibi söylemlerimiz de O’nun sözünün

üstüne söz söyleme kapsamına girmektedir. Dikkatli olmak gerekir. (!)

Münafıklar bir konuda Hz. Ömer’e gelip “Resulullah böyle bir şey söyledi, sen ne söylersin?”

diye fikrini sorduklarında Hz. Ömer kılıcını çekmiş ve onlara O’nun üzerine sözün söylenemeyeceğini

izah ederek kızmıştır.

Abdullah b. Ömer, hanımını mescide göndermek istemeyen Bilal’e Resulullah’ın buna

müsaade ettiğini, hanımları mescitlerden men etmeyin dediğini iletmiş ve oğlu “Ey babacığım, ama...”

dediği bir anda hemen onu susturmuştur. (Resulullah hayatta değildi ama Hucûrat suresi ortadaydı.)

Din “bana göre”yi kabul etmez!


► NECRAN HEYETİ


Bunlar Hristiyan bir heyetti. Allah Resulü’nün bu heyet ile yaptığı görüşme Âl-i İmrân

suresindeki birçok ayetin naziline sebep oldu.

Efendimiz (s.a.v.) onları mescide götürdü ve onlar orada kendi ibadetlerini yaptılar. Efendimiz

onlara bu imkânı vermişti.

Allah Resulü ile Hz. İsa’nın babası konusunda tartışmaya girdiler. Efendimiz meselenin aslını

anlattığında itiraz ettiler ve ailelerini getirip beraber kimin yalan söylediğini ortaya çıkarmak için

lanetleşmeye (mübâhele) karar verdiler. Aralarındaki yaşlılar, bir Peygamber ile lanetleşenin asla iflah

olmayacağı konusunda onları uyardılar fakat onlar aralarındaki büyükleri dinlemediler.

Ertesi gün Allah Resulü (s.a.v.) ehl-i beytini alarak geldi. (Âl-i Âba (örtünün altındakiler)

buradan çıkmıştır.) Yanında Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bulunmaktaydı. Ümmü

Seleme annemiz “Ya Resullah! Biz de senin ehl-i beytin değil miyiz?” dediğinde Efendimiz ona “Sen

yerindesin.” buyurdu çünkü bu konu ayrıydı ve Efendimiz (s.a.v.) “Her peygamberin nesli

kendindendir, benim soyum ise Fatıma’dandır.” demişti. Allah onlara özel bir konum vermiş, onları

her türlü riskten ve manevi kirlilikten arındırmıştır. Onlar kıyamete kadar sürecek olan bu dinin

muhafaza ve intikalinde önemli bir rol oynamışlardır.

Necran heyeti lanetleşmeden vazgeçip geri döndü ve bir müddet sonra da Müslüman oldu.


► TAİ KABİLESİ


Adî b. Hâtim’in babası Hâtim et-Tâî cömertliği ile meşhur bir adamdı. Allah Resulü (s.a.v.) de

cömertleri çok severdi ve bu sebeple Adî ile kız kardeşine çok ciddi ikramlarda bulundu. Bunun

üzerine Adî b. Hâtim de Müslüman oldu.

Adî b. Hâtim Hristiyan olduğu için Allah Resulü’nün huzuruna boynunda bir haç ile gelmişti.

Allah Resulü (s.a.v.) de Tevbe suresindeki ayeti okumaktaydı: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, 

hahamlarını;

(Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan

Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları

her şeyden uzaktır.” (Tevbe 9/31)

Adî b. Hâtim buna itiraz etti ve onları Rab edinmediklerini belirtti. Efendimiz (s.a.v.) de ona

“Din adamlarınız bir hüküm koyduğunda o hükmü Allah’ın hükmünün üzerine çıkarmıyor musunuz?”

diye sordu. Adî b. Hâtim bunu onayladığında Resulullah kim Allah’ın hükümleri dururken o hükümlere

tabi olursa bunun Rab edinmek olduğunu belirtti.

Senin hayatına kim müdahale ediyorsa senin Rabbin O’dur. Hayatı şekillendirenin adıdır Rab.

• Develerle gelen zekâtlar Efendimiz’in ve sahabenin hayatında bir değişikliğe vesile oldu

mu?

Allah Resulü’nün hayatında hiçbir değişiklik olmadı çünkü zenginliğin ahlakını ve geleni nasıl

yönlendireceğini çok iyi biliyordu. Ancak Efendimiz’in eşleri annelerimiz onlardan daha fakir olanların

şimdi daha iyi bir seviyede olduklarını düşünerek bir heyet oluşturmaya ve taleplerini yazmaya kadar

verdiler. biri sözcü olacak ve bu taleplerini Allah Resulü’ne bildirecekti. Her birinin 

istediği de sadece birer elbise idi. Bunu ortaya atan Aişe annemiz olmasına rağmen sonra kendisi bu 

iştenvazgeçti.

Diğer annelerimiz taleplerini Resulullah’a ilettiklerinde Efendimiz (s.a.v.) çok üzüldü ve hiçbir

şey demedi. Mescid-i Nebevi’ye bir çadır kurdurdu ve eşlerine küserek 1 ay evine gitmedi. (Buna Îlâ

hadisesi denmektedir.)

Hz. Ömer o günlerde Âvâli bölgesinde idi. Bu olayı gecenin bir vakti ensar kardeşi İtban b.

Malik’ten öğrendi. Medine’yi Gassanilerin bastığını zannetti. İtban b. Malik daha büyük bir felaket

olduğunu ve Resulullah’ın bütün eşlerini boşamış olabileceğini söyledi. Hz. Ömer bunu duyunca

dünyası başına yıkıldı çünkü o eşlerden birisi de kendi kızı idi. Hemen mescidin yolunu tuttu ve

Resulullah’ın hizmetlisi Rebâh’a Allah Resulü ile görüşmek istediğini söyledi. Rebâh çadıra girip

çıktıktan sonra Resulullah’ın hiçbir şey söylemediğini, yani görüşmek istemediğini bildirdi. Hz. Ömer,

üçüncü kez görüşmek istediğini ve kızı Hafsa ile alakalı görüşmeye gelmediğini bildirince Allah Resulü

(s.a.v.) onu huzuruna kabul etti. Efendimiz çadırındaki hasırında yattığı için yüzünde hasırın izleri

çıkmıştı. Hz. Ömer onları görünce ağlamaya başladı. Kisra, Kayser, krallar, melikler bu kadar rahat

içerisinde iken Allah Resulü’nün yatacak bir yatağı olmadığına ağladığını söylediğinde Allah Resulü

(s.a.v.) “Ya Ömer! İstemez misin dünya onların olsun, ahirette bizim olsun.” dedi.

Hz. Ömer havayı yumuşatıp konuya girmek için “Ya Resullah! Zeyd’in kızı (kendi hanımı Atîke

binti Zeyd’i kastediyor) geçenlerde benden bir şeyler istedi. Ben de yok dedim. Bir müddet sonra bir

daha istedi, bir daha yok dedim. Üçüncü kez isteyince öyle bir yok dedim ki bir daha benim karşımda

konuşamadı.” deyince Allah Resulü tebessüm etti. Hz. Ömer bu fırsattan yararlanarak eşlerini boşayıp

boşamadığını sordu. Efendimiz (s.a.v.) boşamadığını söyleyince bu habere çok sevindi ve sahabeyi de

müjdeledi.

O günlerde içinde bulundukları ay 29 çekiyordu ve süre bitince Resulullah (s.a.v.) evine döndü

ve ilk olarak Aişe annemizin odasına gitti. Nazil olan Ahzab suresinin ayetlerini okudu: “Ey 

peygamber, zevcelerine de ki: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînet ve ihtişamını arzu ediyorsanız 

gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allâhı, peygamberini 

ve âhiret yurdunu diliyorsanız şüphe yok ki Allah, içinizden güzel hareket edenler için büyük bir 

mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 33/28,29)

Efendimiz (s.a.v.) ayetleri okuduktan sonra Aişe annemize ne düşündüğünü sordu ve isterse

annesi ile babasına gidip danışabileceğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Aişe annemiz, bir tarafta Allah ve

Resulü dururken diğer tarafta dünyalık nimetleri tercih etmeyeceğini söyledi. Diğer hanımlar için de

“Ya Resullah! Zannetmiyorum ki hiçbir hanımın benim söylediğimin dışında bir söz söylesin.” dedi.

Bu adaletti ve Allah Resulü (s.a.v.) bu adaleti insafı ile sağlamıştır. İnsafı ortaya çıkaran şey ise

kanaattir. Kanaat bozulursa insaf bozulur, insaf bozulursa adalet bozulur. (!)

İnsaf kelimesi Arapça nısf’tan gelir ve yarı demektir; yani bu %50 ben haklı olabilirim, %50 sen

haklı olabilirsin demektir. Bugün adaletsizliğin temelinde yatan da budur çünkü herkes kendisini haklı

görmektedir.

• Allah Resulü (s.a.v.) eşlerinin bir elbise istemelerine neden böyle bir tepki verdi?

Allah Resulü (s.a.v.) bu ümmetin en önündeki insandı ve öndeki insanın en arkadaki insanın

halinden anlayabilmesi için o seviyede olması gerekir. Hulefa-i Râşidin de bu şekildeydi. Toplumun

önünde olan bir insan mecburen bu noktalara dikkat etmek durumundadır. Bu, imamet çizgisinin bir

gereğidir. Burada aslında bizden istenen ise kanaattir.


• MUAZ B. CEBEL’İN YEMEN’E GÖNDERİLİŞİ


Muaz b. Cebel Yemen’e birkaç kez gitti. Bu gidip gelmelerin birinde Allah Resulü (s.a.v.) Hz.

Muaz (r.a.)’ın parmağında bir yüzük gördü ve bu yüzüğün nereden geldiğini, üzerinde ne yazdığını

sordu. Hz. Muaz, insanlara mektup gönderdiğinde bazı şeylerin çıkarılmasından ya da ilave

edilmesinden endişe ederek bu yüzüğü mühür olarak yaptırdığını ve üzerinde de “Muhammedün

Reesulullah” yazdığını belirtti. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) “Muaz’ın yüzüğü bile iman

etmiştir.” duyurdu.

Allah Resulü’nün gözünde Muaz b. Cebel’in büyük bir değeri vardı. O âlimlerin imamıdır.

Efendimiz ona birçok olaylara şahit olabileceği bir yere gideceğini ve o olaylarla karşılaştığında neyle

hüküm vereceğini sordu. Muaz b. Cebel önce Allah’ın kitabı ile, orada bulamazsa Resulullah’ın sünneti

ile hüküm vereceğini, orada da bulamazsa kendi içtihadına başvuracağını söyledi. Allah Resulü (s.a.v.)

bundan memnuniyet duydu ve “Allah’ın Resulü’nün resulünden O’nu memnun edecek cümleler

duyduğum için hamdolsun.” demiştir.

İçtihat herkesin yapabileceği basit bir şey değildir. İçtihat, Allah’ın kitabı ve Peygamberin

sünneti Muaz b. Cebel gibi biliniyorsa yapılacak bir iştir. Muaz b. Cebel gibi ilme muvafık ve hâkim

olmak lazımdır. İlme hâkim değilsek had bilmemiz gerekir. (!)

*



KENDİMİZE NOT:


Sahabeden Sabit b. Kays sesi oldukça gür birisiydi. Hucûrat suresinin buyruğu üzerine

Resulullah’ın sesini bastırırım endişesi ile kendisini eve kapatmıştı çünkü gelen ayetleri üzerine almış

ve sesi ile Resulullah’ın önüne geçmekten korkmuştu. Bu sebeple bizler de Hucûrat suresinin meal ve

tefsirini üzerimize alarak okuyalım.

Efendimiz (s.a.v.) sahabelerine dönerek; “Allah’a günahsız dillerle dua edin” buyurdu.

Efendimizin bu sözünü işiten sahabeler: “Ey Allah’ın Resulü, bu nasıl mümkün olabilir?” diye sordular.

Bunun üzerine efendimiz şöyle buyurdu: “Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin

dilinle günah işlemiştir”

“Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse

din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘Duan kabul olsun, aynı

şeyler sana da verilsin.’ diye dua eder.” (Müslim, Zikir 87, 88; İbni Mâce, Menâsik 5)


Yapılacak en güzel dua da “ALLAH RAZI OLSUN.” demektir.

Hiç yorum yok: