HERKES İÇİN SİYER - 26. BÖLÜM (BİR MEKTEP OLARAK HUNEYN)





HERKES İÇİN SİYER - 26. BÖLÜM (BİR MEKTEP OLARAK HUNEYN)


Bismillahirrahmanirrahim.


• KADİR GECESİ NEDEN ÖNEMLİ?


Kadir gecesi değer ve kıymeti Kur’an’da anlatılan çok önemli bir gecedir. Allah’ın rahmeti ve

mağfireti her ayda ve her andadır. Ancak bu rahmet ve mağfiret farklı sürprizlerle, farklı mükâfatlarla

gelir. Allah, kulları ile Rahman ve Rahim isimleri ile bağ kurar. Bu gecelerdeki rahmete ve mağfirete

ulaşma adına Allah’ın bize sundurduğu özel ikramlara muhatap oluyoruz.

Bu gecenin en önemli ameli duadır. Bunu Âişe annemizin sorduğu sorudan öğreniyoruz. Hz.

Aişe Resulullah’a “Nasıl dua edeyim?” diye sordu çünkü Efendimizin Kadir gecelerini nasıl ihya ettiğini

biliyordu. Allah Resulü (s.a.v.) de “Allahümme inneke afüvvün kerimün tuhibbül afve fa’fü anni.

(Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!” diye dua etmesini buyurdu. Bu

duada Afuvv isminin zikredilmesi ile Kadir gecesi arasında çok ciddi bir münasebet vardır. Bu gece tan

yeri ağarana kadar duaları bırakmamak gerekir çünkü bu gece duamızla yüceliriz, duamızla esen

rahmet rüzgârlarına denk geliriz ve o rüzgârın getirdiği müjdeye erişiriz. (inşallah)


• HUNEYN’E GİDEN SÜREÇ


Allah Resulü (s.a.v.) fetihten sonra Mekke’yi Medineleştirdi çünkü Medine bir modeldi,

Mekke de aslında Yesrib’di. Orada günah ve küfür hâkimdi. (Kalpler, evler, toplum, şehirler ve âlem

Medineleşmelidir. Uhud’dan aldığımız ilhamla Medineleştirmenin çabasını vermeliyiz.) Allah Resulü

(s.a.v.) de Medine’de kurduğu modeli her anlamda Mekke’ye taşıdı. Bu sebeple de Mekke’de bir süre

kaldı. Resulullah artık Mekke’de kalacak diye ensarı fetihten itibaren bir endişe sarmıştı. Bazıları

Medine’ye dönemeyeceğini düşünerek ağlamıştı bile ama Allah Resulü (s.a.v.) ensara olan vefası ile

“Hayatım da sizinle, ölümüm de sizinle.” diyerek onlara müjdeyi verdi.

Resulullah (s.a.v.) Mekke’deki putları temizledikten sonra Halid b. Velid’i Uzza putunu kırması

için görevlendirdi çünkü Halid b. Velid putu kırarken kendisini izleyen insanlara kimliği ile de bir 

mesaj verecekti. Amr b. Âs’ı Süvâ putunu yıkmaya, Sa’d b. Zeyd el-Eşhelî’yi Menat putunu yıkmak 

için gönderdi. Bunlar üç büyük puttu ama başka putlar da vardı. Hevâzin’de de putlar vardı ve kırılan

putlar hala putperest olanların korkularını arttırdı.

Allah Resulü (s.a.v.) bazı seferler düzenlemeyi düşünüyordu ama ilk seferi Hevâzin’e yapmak

aklında yoktu. Hevâzinliler Hz. Peygamber putları kıra kıra geldiği için sıra kendilerine de geleceğini

düşündüler ve O gelmeden biz gidelim dediler ve bu sebeple 20.000 bin kişilik ordu hazırladılar.

Kabile reisleri 30 yaşlarında olan Mâlik b. Avf isimli biriydi. Mâlik, Efendimize karşı büyük bir kin

besliyordu (sonrasında Müslüman oldu).

Efendimiz (s.a.v.) Abdullah b. Ebî Hadrad isimli bir sahabiyi bilgi alması için gönderdi. Abdullah

b. Ebî Hadrad gözlemlerinde bir hazırlık, bir hareketlilik olduğunu gördü ama detaylı bir bilgi

getiremedi.

Huneyn’in oluşum şartlarına baktığımızda Efendimizin diğer seferlerinde olduğu gibi çok ciddi

hazırlıklar olduğunu göremiyoruz çünkü Huneyn ani gelişen bir sefer oldu ve Efendimiz de büyük bir

sefer olacağını kestiremedi.


Allah Resulü (s.a.v.) 12.000 (10 bini ile Mekke’ye gelmişti, 2 bini sonradan Müslüman oldu)

kişi ile yola çıktı. Mekke’ye vali olarak Attab b. Esid’i atamıştı, sefer için çıkacağında da dini meseleler

ile ilgilenmesi için Muaz b. Cebel’i bıraktı. Ordunun içerisinde halen imanlarını oturtamamış insanlar

da vardı, ganimet arzusu ile gelenler de vardı çünkü Resulullah hangi savaşa girse galip gelecekti,

Hevâzin de zengin bir kabile idi. Bu sebeple en öne geçenler olmuştu.

Kur’an’da 28 gazve ve 55 seriyye ile alakalı birçok ayet vardır ancak sadece Bedir ve Huneyn

gazvelerini isim olarak anar çünkü ikisinin üzerinden inanılmaz mesajlar verilmektedir. Birbirleri ile

mukayeseleri vardır: Bedir’de Müslümanların sayıları az, düşmanı güçlü idi ama sayılarının azlığına

takılmadan Allah’a tevekkül edip zafere ulaşmışlardı. Huneyn’de ise Müslümanlar sayıca kalabalıktı ve

sayılarına güvenip Allah’ın verdiği zafer unutulduğu için işin bidayetinde yaşanmış bir imtihan ortaya

çıktı. (Asla bir Müslüman gücü ve kuvveti ne kendine ne bir başkasına bağlayamaz. Allah’a inanıyorsa

tedbirden sonra tevekkülü zedeleyecek hiçbir şey olmamalıdır. Şu iki ilkeyi asla unutmamalıyız: “Ve la

kuvvete illa billah (Güç ve kuvvet sadece Allah’tadır). Hasbünallahü ve nimel vekil (Allah bize yeter,

O ne güzel vekildir.)” Müslümanlardan bazıları kim durur artık bizim önümüzde diye düşündü ve

Allah da “Sizin gücünüz bendendir.” diye onlara hatırlatma da bulundu.


• YAŞANANLAR


Mekke’de fetih ezanının okunduğu tarih 19 Ramazan’dı. Huneyn’e giriş tarihi de 8 Şevval idi.

Yani arada 20 günlük gibi kısa bir zaman dilimi var. (Huneyn Mekke’ye 30 km kadar uzaklıkta bir

yerdir.)

Efendimiz (s.a.v.) sahabeye savaşa ait birçok şey söyledi. Sabah namazından sonra Huneyn

vadisine doğru gelinecekti. Düşmanın orada olduğuna dair de bilgi alınmıştı. Malik b. Avf, bu bizim

için bir ölüm kalım savaşı diyerek 20.000 savaşçıyı toplamış, üstelik herkesin kadınlarını, çocuklarını 

ve hayvanlarını da savaş meydanına getirmişti. Bu Arapların asla yapmadığı bir şeydi. Malik b. Avf 

bunu iki amaçla yapmıştı:

- Askerler düşmanla karşı karşıya kaldığında bilsin ki bu kendileri için bir ölüm kalım savaşı idi.

Tam anlamıyla savaşmazlarsa aileleri ve çocukları Müslümanların eline esir düşebilirdi. Mallarını

kaybedebilirlerdi. Bunun için askerlerinin heyecana gelmesini amaçladı.

- Müslümanların gözüne çok görünmek istedi. Bunun için de öne mızraklıları, arkasına

okçuları, arkasına süvarileri, arkasına develeri ve onların arkasına da hayvanlar ile çocukları

yerleştirdi. Büyük bir gürültü oluşmuştu. Vadinin iki tarafına da okçular yerleştirdi.


• DAĞILAN İSLAM ORDUSU


Müslümanlar sayılarının çokluğuna güvenerek savaş meydanına geldiğinde büyük bir şok

yaşadılar. Gürültüyü anlamaya çalıştıkları bir anda ok yağmuruna tutuldular ve İslam ordusu

darmadağın oldu. Öyle bir an geldi ki Efendimiz’in (s.a.v.) yanında bir avuç insan kaldı. Sağ yanında

amcası Hz. Abbas, sol yanında da diğer amcasının oğlu Ebu Süfyan b. Hâris vardı. Hz. Ali, Hz. Ömer 

ve Hz. Ebubekir de oradaydı. O ilk anda Allah Resulü’nün yanında sadece 100 kişi kaldı ve “Ben 

Nebi’yim, bunda yalan yok! Ben Abdulmuttalib’in oğluyum.” diyerek seslenmeye başladı. İnsanlarda 

yeniden bir coşku oluşması için kendisini dedesinin adı ile anmıştı. Müslümanları toparlaması için 

amcası Hz.Abbas’a da bağırmasını buyurdu. Orada Hz. Abbas’a üç çağrı yaptırdı:

“Ey ensar topluluğu!” diye bağırmasını istedi → Ensarı ayağa kaldırmaya çalıştı.

“Ey Semûre biatının ashabı!” → Hudeybiye’de Semûre ağacının altında biatleşmişlerdi. Bu

hatırlatıldı.

“Ey Bakara suresinin ashabı!” diye seslendirdi. → Bakara suresinde İsrailoğulları anlatılıyor.

İsrailoğulları Hz. Musa’yı yüzüstü bırakmışlardı, “Siz de mi beni yüzüstü bırakacaksınız?” demekti bu.

Ebu Vakid el-Leysi (r.a.) rivayet ediyor ki: “Allah Resulü (s.a.v.) ile birlikte Huneyn seferine

çıktık. Biz küfür ve şirk âleminden az bir süre önce ayrılmıştık. Müşriklerin "Zat-ı Envat" dedikleri ve

kutsal saydıkları bir ağaçları vardı. Silahlarını o ağacın altında kuşanırlar, ona ibadet ederlerdi. Yine

böyle ulu bir ağacın altından geçiyorduk. Rasulullah (s.a.v.)' e ; "Ey Allah'ın Rasulü! Bize de onların 

Zatı Envat'ı gibi bir ağaç tayin et." dedik. Rasulullah (s.a.v.) sinirlendi ve “Allahu Ekber! Yine aynı yol.

Yemin ederim ki, İsrailoğullarının Musa'ya ‘Ey Musa! Bunların ilahları gibi bize de bir ilah yap.’

dedikleri gibi diyorsunuz. Şüphe yok ki siz, sizden önceki kavimlerin yolundan yürüyeceksiniz."

cevabını verdi. (Ahmed: 5/218, Tirmizi Fiten: 18)

Sahabe, Bakara ashabı ile kastedileni anlayıp bir anda Allah Resulü’nün etrafına toplandılar.

Hz. Abbas onların halini annelerine koşan çocuklara benzetmiştir ve “Ben yeğenimin cesaretini

biliyordum ama Huneyn’de tam olarak öğrendim.” dedi. Gitmesin diye Resulullah’ın bineğinin ipini

tutuyordu ancak Resulullah (s.a.v.) korkusuzca düşmanın içine daldı. Sahabe toplanıncaya kadar da

mücadelesinden geri dönmedi. Tam bu anlarda önemli üç hadise vardır:

- Daha iman kalplerine oturmamış insanlar “Muhammed (s.a.v.) bizi kandırdı, büyü bozuldu.”

dediler.

- Bazıları “Artık bundan sonra bu ordu mümkün değil ayağa kalkamaz.” dediler.

- Bazıları ise “Hevazin bizim öcümüzü aldı.” dedi.


• ALINMASI GEREKEN DERSLER


* Cihadın fıkhını, mücadelenin fıkhını bilmeyen bir adam Müslümanlarının başının belasıdır.

En kritik anlarda kaçar gider, sana ihanet eder. Fıkıh bilmediği için iyilik yapayım derken zararlar verir.

* Müslüman görünen Şeybe b. Osman b. Ebî Talha’nın tek derdi Allah Resulü’nü öldürmek idi

çünkü babası Osman b. Ebî Talha Uhud’da Müslümanlar tarafından öldürülmüştü. Bu yüzden içinde

iman yoktu. Efendimizi (s.a.v.) buldu ve sağdan yaklaşayım diye düşündü ancak sağında Hz. Abbas

vardı. Sola geçti, solunda Ebu Süfyan b. Hâris olunca yaklaşamadı. En son önüne geçti ve o anda

Resulullahla göz göze geldiler. Efendimiz (s.a.v.) tebessüm etti ve yanına çağırdı. “Ne yapıyorsun?”

deyince Şeybe hiçbir şey söyleyemedi. Resulullah “Allah’ım! Kalbindeki şeytanı çıkar, onu iyi bir

mümin eyle.” diye dua etti. Şeybe (r.a.) o anda kalbindeki kinin dağılıp sevgi ile dolduğunu

söylemiştir. Resulullah eline kılıcı verdi ve Allah için cihada yürümesini emretti. Şeybe (r.a.) “Vallahi o

anda ölmüş babam dirilip karşıma çıksaydı onu da öldürürdüm. O günden sonra imandan başka bir

şey düşünmedim.” demiştir. Allah Resulü (s.a.v.) taşlaşmış bir kalbi yumuşatmıştır.

* Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym, hamile haliyle Resulullah’ı korumak için göğsüne bir

hançer koyarak savaşa gelmişti. Efendimizin önüne geldi ve kendisini geçmeden kimsenin O’na

dokunamayacağını söyledi. Bir yandan da eşi Ebu Talha’yı arıyordu. Eğer kaçmışsa hançerini ilk onun

tadacağını söyledi. Ebu Talha da o sırada oradaydı ve kaçmadığını belirtti. Efendimiz (s.a.v.) Ümmü

Süleym’in iman coşkusunu takdir etti ama kaçan Müslümanlara kızıp laf ettiği için işine bakmasını

söyledi. (Bazen başkalarının kusurlarıyla uğraştığımız için işlerimizi aksatabiliyoruz!)

Allah Resulü (s.a.v.)’nün çağrısı ile İslam ordusu yeniden ayağa kalktı. Huneyn’in birinci

safhası Uhud’dur, ikinci safhası Bedir’dir. Efendimiz (s.a.v.) yerden bir avuç toprak alıp düşmanların

üzerine fırlattı ve düşmanlar ne olduğunu anlayamadılar. Allah’ın yardımı ile de Müslümanlar zafer

elde ettiler. "Andolsun ki. Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir

faydası olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanızı

döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti." (et-Tevbe 9/25).


• GANİMETLER VE İMTİHANLAR


Savaştan sonra 6000 tane esir, 24.000 deve, 40.000 koyun, 4.000 ukıyye (ağırlık) gümüş,

elbiseler, kılıçlar, kalkanlar vs. birçok ganimet elde edildi. Allah Resulü (s.a.v.) ganimetleri

Cirâne’ye taşıttı.

Efendimiz (s.a.v.) ganimetleri gönderdikten sonra kendisi de Cirâne’ye uğradı. Baktı ki

esirlerin üzerinde elbise yok, gidip Mekke’den elbise getirmeleri için birilerini görevlendirdi.

Ayrıca âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.v.) esirlerin gölgelik bir yere

alınmasını buyurdu.


• TAİF KUŞATMASI VE CİRÂNE UMRESİ


Askerlerden bazıları kaçıp Taif’e sığınmıştı. Resulullah (s.a.v.) de Taif’e gitti. Taif’teki insanlar

güçlü kalelerine sığınmıştılar ve kuşatma bir rivayete göre 20 gün, bir rivayete göre 1 ay sürdü.

Efendimiz daha fazla eziyet olmasın diye dönmeyi istedi ama sahabeden bazıları devam ettirmeyi

teklif etti ve kuşatmaya birkaç gün daha devam edildi ancak netice değişmeyince dönüp gelmek

zorunda kaldılar.

Dönüş yolunda sahabeden birisi kendilerini perişan etmelerinden dolayı Resulullah’tan

Sakifliler’e beddua etmesini istedi. Allah Resulü (s.a.v.) ellerini açtı ve “Allah’ım! Sakif’e sen hidayet

ver ve onları kendi ayakları ile bana getir.” şeklinde dua etti. Öyle de oldu.

Taif kuşatmasında şehit olanlar vardı. Onlardan bir tanesi de Hz. Ebubekir’in oğlu Abdullah idi.

Hz. Ebubekir’in hilafeti döneminde Taif’ten bir heyet huzuruna geldi. Aralarında meşhur ok ustası Sa’d

b. Ubeyd de vardı. Hz. Ebubekir o ustayı görünce beklemelerini söyledi ve elinde bir okla geri döndü.

Taifliler elinde oku görünce kan davası ile ilgili bir şey söyleyeceğini düşünüp endişelendiler. Hz.

Ebubekir “Bu okun ustası aranızda mı?” diye sordu. Sa’d b. Ubeyd de çekinerek kendisini tanıtınca Hz.

Ebubekir : “Rabbime hamd ediyorum ki o gün bu okla oğlum şehadet şerbetine erişti. Rabbime hamd

ediyorum ki o gün öldürülen benim oğlumdu, öldüren ise sendin çünkü benim oğlum Müslüman, sen

ise o gün küfür üzereydin. Yine Rabbime hamd ediyorum ki bu oku atan şu anda karşımda Müslüman

olarak duruyor.” dedi. (İman ne güzel nimet ♥)

Cirâne’de günlerdir ganimet dağıtılmadığı için insanların bazıları öfkeliydiler. Allah Resulü

(s.a.v.) Taif’ten döndüğünde Hevâzinliler gelir belki düşüncesiyle dağıtımı biraz ağırdan alıyordu.

Sonunda Efendimiz (s.a.v.) ganimeti asker arasında dağıttı. Kalplerinde imana dair sıkıntıları olanların

kalplerini imana ısındırmak için devlete ve kendisine ait olan paylardan da fazla fazla verdi. (Buna

zekâtta müellefe-i kulûb denir). Örneğin Safvan b. Ümeyye Efendimizin yanında duran develere

iştahla bakmıştı. “Ya Resulullah bunların hepsi senin mi?” diye sorunca Resulullah (s.a.v.) “Al hepsi

senin olsun.” dedi ve ona 100 deve verdi. Safvan b. Ümeyye bundan çok etkilenmiş ve kavmine gidip

“Koşun kavmim koşun! Muhammed’in (s.a.v.) getirdiği dine tabi olun. Vallahi Muhammed öyle

veriyor ki ancak bir peygamber böyle verebilir.” demiştir.

Ancak bu durum Ensarın bazı gençleri arasında hoşnutsuzluk oluşturdu. Allah Resulü (s.a.v.)

için “Adam kendi adamlarını buldu, bizi unuttu.” dediler. Efendimiz (s.a.v.) bunu duyunca çok üzüldü

ve Ensarın liderlerinden Sa’d b. Ubade’yi çağırdı. Duyduklarının doğru olup olmadığını ve kendisini ne

düşündüğünü sordu. Sa’d b. Ubade onlar gibi düşündüğünü söyleyince Allah Resulü daha çok üzüldü.

Bunun üzerine Ensarın bir yerde toplanmasını istedi ama sadece onların olmasını, aralarına

başkalarını almamalarını emretti. Konuşmasında önce Ensara kazandırdıklarını hatırlattı. “Siz birbiriniz

arasında kavga ederken (Evs-Hazrec kavgası) Allah benim vesilemle kalplerinizi ısındırdı. İmanla sizi

zenginleştirdi ama siz şimdi benim hakkımda konuşurken O adam diye konuşuyorsunuz, öyle mi?”

deyince Ensar ağlamaya başladı. Efendimiz (s.a.v.) bundan sonraki süreçte Ensarın faziletlerini anlattı.

“Hiç kimse el uzatmazken siz bana el uzattınız. Evinizi yurdunuzu açtınız. Allah sizin vesilenizle bu

iman davasını bu noktaya getirdi. Vallahi insanların hepsi bir vadiye, Ensar bir vadiye yürüsün, ben

ensarla beraber yürürüm. Benim hayatım da sizinle ölümümle sizinle.” dedi ve Mekke’de

kalmayacağının, kabrinin de Medine’de olacağının müjdesini verdi. Son olarak da “Siz Akabe’de bana

ne için söz verdiniz?” deyince Ensar cennet üzerine biat ettiklerini hatırladı ve ağlaştılar. Sonra Allah

Resulü’nden özür dilediler ve Resulullah’ın verdiği her hükme itaat edeceklerini beyan ettiler.

Esirler ve ganimetler dağıtıldıktan sonra Hevâzinliler Müslüman olmak için geldiklerini

söylediler. Efendimiz onlara üzüntüyle beklediğini ama sonra ganimetleri dağıttığını beyan etti. Sonra

da ganimetlerden kendisine ve Abdulmuttalib’in çocuklarına ait ne varsa hepsini onlara geri

vereceğini beyan etti. Allah Resulü’nün vermesi ile sahabeden bazıları da aldıklarını geri verdi, bazıları

ise vermedi (mesela Uyeyne b. Hısn, Akra’ b. Hâbis). Efendimiz (s.a.v.) borçla onlardan ganimetleri

aldı ve kendi sırtına borç yüklemiş oldu. (Vefat ederken zırhı bir Yahudideydi.) Cirâne’deki en büyük

pay Allah Resulü’ne aitti ancak elinde hiçbir şey kalmamıştı.

Bir bedevi Efendimizin (s.a.v.) cübbesinden çekti ve O’na “Adil ol Ya Muhammed!” dedi. Öyle

çekmişti ki Efendimizin boğazında iz oluştu. Allah Resulü (s.a.v.) de dönüp “Ben adil olmazsam kim

olacak?” demiştir. Yeryüzünün en adil insanı adaletsizlikle suçlanmıştı. Allah Resulü (s.a.v.) o şahsın

ileride Hariciler fırkasının lideri olacağı bilgisine sahipti.

Resulullah (s.a.v.) Cirâne’de her şeyi yaptıktan sonra umre için bugünkü Cirâne mescidinde

ihrama girdi ve sahabe ile beraber Mekke’ye geldi. (Ahbaru Mekke kitabında 300 peygamberin umre

yapmak için Cirâne’den ihrama girdikleri söylenmektedir.) O günlerde aylardan Zilkade ayı idi.

Efendimiz 10 gün daha kalsa hac zamanı gelmişti ama umreden sonra kalmadı çünkü Allah tarafından

izni yoktu. 24 Zilkade’de Medine’ye varmış oldu.

Allah Resulü (s.a.v.) Cirâne’den çıkıp Mekke’ye geleceği zaman Hz. Bilal ezan okurken birkaç

delikanlının ezan ile dalga geçtiğini gördü. Gençleri yanına çağırdı ve onlara ezan okuttu. Gençlerin

başında olan Ebu Mahzûra da okuyunca ona “Sen müezzin olacaksın.” dedi ve birkaç sahabiden ona

ezanı ve kameti öğretmesini istedi. Ebu Mahzûra daha sonra Mekke’nin müezzini oldu.

Allah Resulü (s.a.v.) kömürden elmas çıkaran birisi idi. Eğer nübüvveti hakkıyla anlarsak biz de

elmaslar çıkarabiliriz ama anlamazsak Allah korusun elmasları bile kömüre çevirebiliriz. (!)


* Efendimiz (s.a.v.) okuma yazma bilmiyordu, daha sonra öğrendi mi?


Allah Resulü (s.a.v.) fetâneti üst düzeyde olan birisiydi ve okuma yazma bilmeme gibi bir

durumu olamazdı. Ancak Allah (c.c.) birileri vahye şüphe karıştırmasın diye O’nu bundan mahrum etti.

Bu yüzden Efendimiz (s.a.v.) hayatı boyunca eline kalem almamıştır.

Aişe annemiz okuma biliyordu ama yazmayı bilmiyordu. Efendimiz (s.a.v.) Şifa binti

Abdillah’tan Hz. Aişe’ye ve Hz. Hafsa’ya yazmayı öğretmesini istedi. Kendisi istese pekâlâ 

öğrenebilirdi ancak öğrenmemesi ilahi bir mahrumiyetti.


* Kadir gecesi;


- Değer ve kıymetini nazil olmaya başlamış olan Kur’an’dan alır.

- Bin aydan daha hayırlıdır. Bir gece bir geceye değil, bir gece bin aya kıyasla hayırlıdır,


bir ömre bedeldir.


- Tenezzelü’l melâike, o gece melekler yeryüzüne inmektedir.

- Ruhu’l Emin, Cebrail (a.s.) de yeryüzüne inmektedir. Meleklerin komutanı olarak ve


vahiy getirmek için değil, vahyin sadıklarını tespit etmek için dolaşmaktadır.


- Bu sadece bir anda değil, sabah fecrin aydınlığına kadar devam etmektedir.

* Neden Afuvv ismi?

Afvvv ismi günahları mahvedendir. Allah günahları bağışlayan ve günahları örtendir. Ancak

afuvv ismi daha başkadır. Allah (c.c.) günahları affedip örttüğü gibi afuvv ismi ile sana yaptığını

unutturuyor ve kendisi de hatırlatmıyor. Hiç olmamış gibi günahların kayıtlarını defterinden de

senden de sildiriyor.


“Allahümme inneke afüvvün kerimün tuhibbül afve fa’fü anna.“

“Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Bizleri bağışla!”


Âmin.

Hiç yorum yok: