HERKES İÇİN SİYER - 24. BÖLÜM (BİR BÜYÜK DESTANIN ADI: MÛTE)
Bismillahirrahmanirrahim.
• MESCİD-İ NEBEVÎ’NİN GENİŞLETİLMESİ VE MİNBER’İN YAPIMI
Allah Resulü (s.a.v.) hicretin ilk yılında nüfus sayımı yaptırmıştı. İlk aylarda yapılan bu sayıma
göre muhacir ve ensar toplam 1500 kişiydi. Yahudiler’in şehirden çıkması ve yeni Müslüman olanların
da şehre gelmesi gibi sebeplerle Medine’de hızlı bir değişim meydana geldi ve şehir genişledi.
7. Yılda bir nüfus sayımı daha yapıldı. Sayım sonucu neredeyse ilkinin 10 katı durumda idi. Hz.
Ömer, halifelik döneminde şehir iyice kalabalıklaşınca “Medine ziyaret yurdudur, ikamet yurdu
değildir.” diyerek gelenlerin bir müddet kalıp dönmesini sağlamıştır.
Yahudilerin şehirden çıkması ile pazarları tamamen Müslümanlara kaldı. Büyük bir ticaret
oluştu çünkü ticareti çok iyi bilen muhacirler vardı. Dolayısıyla çok geçmeden büyük bir zenginlik
oluştu. Örneğin, Hz. Osman’ın defalarca malını Allah yolunda harcamasına rağmen vefat ettiğinde
yine birçok malı vardı. Aynı şekilde ensar da böyleydi.
Şehir genişleyip nüfus artınca ilk ihtiyaç mescitte oldu, insanlar artık mescide sığmamaya
başladı. Allah Resulü (s.a.v.) Hayber sonrasında Mescid-i Nebevi’yi ilk yapıldığı oranlardan neredeyse
iki katı oranında büyüttü. Mescid genişleyince hutbe vermek için bir minbere ihtiyaç duyuldu.
Efendimiz o günlerde bir kütük üzerine çıkıyordu, daha sonra marangoz bir sahabî üç basamaklı bir
minber yaptı ve Efendimiz (s.a.v.) hutbe irat etmek için ona çıkmaya başladı.
Allah Resulü (s.a.v.) minbere çıktı ama kütükten inleme veya ağlama sesine benzer bir ses
duyuldu. Efendimiz (s.a.v.) minberden inip o kütüğü teskin etti ve minbere çıkıp hutbesine devam
etti.
Bugün bizim yaptığımız gibi varlığı canlı cansız diye isimlendirmek İslam’ın mantığı ile
örtüşmez. İslam’da varlıklar şuurlu ve şuursuz olarak ayrılır. Cansız diye adlandırdığımız her şeyin bile
kendine özgü bir canı vardır ve bizim aleyhimize ya da lehimize şahitlik yapacaklardır. Allah Resulü
(s.a.v.) elbisesi ile konuşmuştur, kullandığı eşyalara isimler koymuş ve onlara o isimlerle hitap
etmiştir. Uhud’la konuşmuş, onu kendisine sırdaş edinmiştir. Yağan yağmura cüppesini tutup “Senin
ahdin benimle daha taze.” demiştir. Devesi Kusva yarıştan mağlup olup geldiğinde ellerini açıp onu bir
anne şefkati ile karşılamıştır. Varlığa bu nazarla bakmayı öğrendiğimiz zaman yeryüzünün imarı
açısından bizden bekleneni yapmış oluruz.
Tâbiîn devri âlimlerinden Basralı İbn Yesâr mescitte hadis okuturken kütük hadisesinin geçtiği
bir rivayete gelmiş ve okuyup okuyup ağlamış, sonunda da bayılmıştır. Talebeleri onu ayılttıktan sonra
ne olduğunu sormuşlar, o da : “Bir kütük bile Resulullah’ın (s.a.v.) ayrılığına dayanamadı, biz nasıl
dayanalım?” demiştir. Hadisi okuduğu her seferde de aynı tavrı göstermiştir.
Kalple akıl beraberce hareket eder. Kalbimizi tatmin, aklımızı ikna ederek kendimizi imar
etmeliyiz.
Mescid genişleyince kadınlar Resulullah’ın yanına gelip iyice arkalara düştüklerini, Efendimiz’e
sorularını soramadıklarını söylediler ve Resulullah’tan kendilerine bir gün ayırmasını talep ettiler.
Efendimiz (s.a.v.) onların bu teklifini kabul etti ve haftada bir gün –bir rivayete göre Çarşamba
öğleden ikindiye kadar, diğer bir rivayete göre Perşembe öğleden ikindiye kadar- onlara ders verdi ve
onları yetiştirdi. Efendimiz (s.a.v.) kadınlar için Suffatu’n-nisâ da oluşturmuştu.
• HZ. ZEYNEB’İN VEFATI
Hicretin 8. Yılında Allah Resulü (s.a.v.)’nün büyük kızı Zeynep (r.a.) vefat etti. Hastaydı ve
sebebi hicret yolunda yaşadıkları idi.
Hz. Zeynep teyzesinin oğlu Ebü’l Âs ile evliydi ve Ebü’l Âs müşrikti. Bedir’de Müslümanlara
esir düştü. Zeynep annemiz o günlerde Mekke’deydi. Kocasının fidyesi olarak bir gerdanlık gönderdi.
O gerdanlık Hz. Hatice annemizin doğumu için babası Huveylid’in eşine aldığı bir hediyeydi.
Efendimiz (s.a.v.) gerdanlığı görünce duygulandı ve ağladı. Sahabeden gerdanlığın kızı Zeynep’e geri
gönderilmesini istedi.
Ebü’l Âs Mekke’ye gönderilirken Efendimiz (s.a.v.) ona kızı Müslüman ve kendisi müşrik
olduğu için nikâhlarını sürdürmelerinin doğru olmadığını izah etti ve ondan kızını Medine’ye
göndermesini istedi. Ebü’l Âs bunu kabul etti ve denileni yaptı. Sözünde sadık birisiydi. Zeynep
annemizi bir kafile ile Medine’ye gönderdi. O günlerde Zeynep annemiz hamile idi. Kafiledeki kötü
kalpli adamlar yolda ona el uzattılar, deveyi ürküttüler ve Zeynep annemizin deveden düşmesine
sebep oldular. O sırada bebeğini de kaybetti ve o günden sonra da tam anlamıyla iyileşemedi.
Ebü’l Âs daha sonra iman etti ve o da Medine’ye yerleşti. Hicretin 8. yılında iken Efendimiz’e
kızının çok rahatsız olduğu bildirildi. Kızının evine doğru koştuğu anda da vefat haberini aldı.
Allah Resulü (s.a.v.) dört hanım sahabeden (üçü muhacir, biri ensardı) kızını yıkamalarını
istedi ve kapıda durup onlara hanım cenazesinin nasıl yıkanıp kefenleneceğini öğretti.
Sahabenin anlattığına göre Efendimiz (s.a.v.) cenaze Bâki kabristanlığına taşınırken çok zor
yürüdü. Kabristanlığına kadar da kimseyle konuşmadı. Kabir kazıldı ve kabre kendisi indi. Kabirden
çıkarken tebessüm etti. Sahabeden birisi ne olduğunu sorunca ona Allah’a kızının kabrini genişletmesi
ve sorgusunu kolaylaştırması için dua ettiğini, Allah’ın da onun affedildiğinin haberini verdiğini
söyledi.
Efendimiz (s.a.v.) evlat acısını 6 kez yaşadı. Kızı Zeynep’in acısını onun oğlu Ali ile giderdi.
• HALİD B. VELİD’İN GELİŞİ
Halid b. Velid büyük savaş dehasıydı ve hiç mağlubiyeti olmayan biriydi. Bedir’e katılmamıştı.
Eğer katılsa Bedir’i farklı bir biçimde algılayabilirdi. Şöyle ki; bazı âlimler Uhud’u anlatırken
Müslümanların tattığı mağlubiyetin gelecekteki sahabenin ortaya çıkmasına vesilesi olarak
görmüşlerdir. Eğer Müslümanlar Bedir’de olduğu gibi Uhud’da da galip gelselerdi müşriklerden
bazıları Müslümanlara karşı kin besleyip bir daha iman etmeyebilirlerdi. Bu da isabetli bir görüştür.
Müşriklerin içlerindeki nefret ve kin biraz olsun Uhud’da dışarıya çıkmıştı.
Halid b. Velid’in içinde de bir kin vardı ama Hudeybiye’de zihnine ve kalbine bir şeyler
düşmüştü ve olanları sorgulamaya başladı. Yapılan her girişimde, olan her olayda Allah resulü (s.a.v.)
kazançlı çıkmıştı.
Halid b. Velid, kaza umresi sırasında Müslümanlarla karşılaşmamak için kaçıp gitmişti.
Efendimiz (s.a.v.) onun nerede olduğunu kardeşi Velid b. Velid’e sordu. O Müslümandı. Velid’den
gittiğini duyunca Halid gibi birisinin imanı inkâr etmesini anlayamadığını ve bir gün onun aklıyla
doğruyu bulacağına inandığını beyan etti. Velid b. Velid de Allah Resulü’nün bu dediklerini bir
mektupla kardeşi Halid’e bildirdi. Halid b. Velid Efendimiz’in kendisi hakkındaki görüşleri karşısında
şaşırdı ve bu gönlünde bir şeylerin harekete geçmesine vesile oldu.
Medine’ye gitmeye karar verdi ve kendisine bir yol arkadaşı aradı. Bir rivayete göre gideceğini
Osman b. Talha’ya söyledi ve onunla gitti.
Amr b. Âs o sırada kininden Habeşistan’a gitmişti. Necaşi onu kendine gelmesi için uyardı.
Allah’ın kendilerine böyle bir fırsat verdiğini ama onların bu fırsata karşı hala düşmanlık ettiklerini dile
getirdi. Amr b. Âs’ın yüreğine de orada imana ait bir şeyler düştü ve o da Medine’ye gitmeye karar
verdi.
Osman b. Talha ile Halid b. Velid Mekke’den, Amr b. Âs da Habeşistan’dan yola çıktı. Yolları
Mekke’ye yakın bir yerde kesişince üçü birlikte Allah Resulü’nün huzuruna gittiler. Efendimiz (s.a.v.)
onları huzuruna birer birer aldı. Önce, Uhud’da Hz. Hamza gibi, Mu’sab b. Umeyr gibi büyük
sahabilerin şehit düşmesinde en büyük rolü oynamış birisi olan Halid b. Velid’i aldı. Efendimiz (s.a.v.)
mesele tebliğ olunca şahsi hesapları bir kenara bırakmıştı. Asla bir intikam duygusuna sahip değildi.
Halid b. Velid, Efendimiz’in önüne oturdu ve şehadet getirdikten sonra eli hala Resulullah’ın
elinin üzerindenken O’ndan yaptığı günahları affetmesi için Allah’a dua etmesini istedi. Efendimiz
(s.a.v.) İslam’ın önceye bakmayacağını dile getirdi ama Halid b. Velid yine de O’ndan dua etmesini
istedi. Kılıcını Efendimizin aleyhine kullandığı için bir daha kullanmayacağını söylediğinde Allah
Resulü (s.a.v.) ona kılıcını şimdi İslam’ın lehine kullanacağını dile getirdi ve ona “Seyfullah (Allah’ın
kılıcı)” lakabını verdi.
Halid b. Velid, savaşlara katılmaktan tedrisat görmeye fırsat bulamayan birisidir. Kendisinden
namaz kıldırmasını isteyen ve kıraatine gülen cemaate, Allah Resulü’ne kılıcını bırakacağını
söylediğini ama O’nun buna izin vermediğini söylemiştir. 35 tane savaşın kahramanıdır. Yattığı yerde
vefat edeceği zaman gözyaşları içerisinde kalmıştır. Yakın arkadaşı Said b. Zeyd ona ölüm korkusundan
ağladığını söyleyip o anda şakalaşırken o; bedeninde bir okun ve bir kılıcın isabet etmediği bir yer
olmadığını, oysa şimdi develer gibi yatakta öldüğünü söyleyerek üzüntüsünü bildirmiş, şehadet için bu
kadar arzuluyken Allah’ın bunu nasip etmediği için ağladığını söylemiştir. Said b. Zeyd (r.a.) de ona
Allah Resulü’nün gönülden şehadeti isteyen bir insanın yatağında ölse bile şehit sevabı alacağını
söylediğini hatırlatmıştır.
Kabrine götürülürken çocuklarından kılıcını ve atını da getirmelerini, mezarı kazılırken kılıcının
taşa vurulmasını vasiyet etmiştir çünkü kahramanların kılıç sesini duymaktan hoşlandığını söylemiştir.
Defnedildikten sonra da atının ve kılıcının Hz. Ömer’e gönderilmesini istemiştir. Hz. Ömer emanetleri
aldığında Halid b. Velid için “Bir hamîd (hamd eden kul) olarak yaşadı ve bir kahraman olarak öldü.
Dünya onun gibisini görmedi ve analar da onun gibisini doğurmadı.” demiştir.
Her sahabiyi seviyoruz ama bazı isimler bizim için çok önemlidir çünkü biz onların eli ile
hidayet şerbetini içmişizdir. Halid b. Velid, İyad b. Ğanem, Safvan b. Muattal, Ebu Ubeyde b. Cerrah
bize hidayeti ulaştıran sahabelerdir. Bu yüzden onlarla aramızda farklı bir bağ olmalı.
Efendimiz Halid b. Velid’e Mecsid-i Nebevi’ye yakın bir yerde ev verdi. Üç ay sonra Halid b.
Velid Mûte’ye giderken ordunun içerisinde asker olarak yerini aldı. (Bu Efendimizin (s.a.v.) terbiye
etme biçimi idi. Her zaman bir insanı hep aynı görevde tutmaz idi. Sıradan bir insanı ya da
başkalarının itiraz edeceği sosyal konuma sahip birisini de komutan olarak tayin ediyordu.)
Allah resulü (s.a.v.) Hayber’den dönerken Habeşistan’daki muhacirler de dönmüşlerdi ve
yolda karşılaştılar. Aralarında Yemenliler, Eş’ariler (Ebu Musa el-Eş’ari, Ebu Hureyre de oradaydı) de
vardı. Efendimiz (s.a.v.) karşısında Ca’fer b. Ebî Talib’i görünce: "Bilmem bu iki şeyden hangisi ile
sevineyim? Fethi Hayber'e mi, yoksa Câfer'in gelişine mi?" dedi. (Tabakât, 4:35) Ca’fer b. Ebî Talib
bunu duyunca sevincinden oynadı. Gelişi Medine’ye bambaşka bir sevinç oldu. Efendimiz (s.a.v.) ona
da kendisine yakın bir ev ayarlanmasını istedi ve sürekli onlara ziyarete giderek Ca’fer b. Ebî Talib’in
oğulları Abdullah, Muhammed ve Avn ile hasret giderdi.
• SAHÂBE MÛTE YOLLARINDA...
Neden İhtiyaç Duyuldu?
Efendimiz (s.a.v.)’in mektuplar gönderdiği kişilerden birisi de Bizans’a bağlı Gassan meliki
Şürahbil bin Amrü’l-Gassanî idi. Elçi olarak Hâris b. Ümeyye gitmişti. Şürahbil bin Amr, Resulullah’ın
elçisini karşısında görünce çıldırdı ve ellerini bağlatarak onu öldürttü.
Allah Resulü (s.a.v.) bunu duyunca hemen harekete geçti. (Recî ve Bi’r-i Mâune olaylarında
sabretmişti ama şimdi durum farklıydı. Eğer hemen cevap verilmezse bu zillet olurdu. O günkü doğru
tavır sabretmekti ve bu izzetti. (Recî vakasının cezası sonra Lihyânoğulları gazvesi ile verildi.) Hemen
orduyu topladı ve Gassan melikinden hesap sorulmak üzere yola çıkardı.
Cüruf denilen yer ordugâh olarak kullanılıyordu. Orada 3000 kişilik bir ordu hazırlandı.
Hazırlıklar devam ederken Efendimiz (s.a.v.) komutan olarak Zeyd b. Hârise’yi tayin etti. Eğer o şehit
olursa yerine Ca’fer b. Ebî Talib’in, eğer o da şehit olursa yerine Abdullah b. Revaha’nın geçeceğini,
eğer o da şehit olursa ordu ashabının kendi içlerinden birini kendilerine komutan seçeceklerini
bildirdi. Az sözden çok şey anlayan Hz. Ebubekir “Ya Resulullah, keşke sağ kalsalardı da onlardan
biraz faydalansaydık. Ca’fer’e doyamadan onu şehadete gönderiyoruz.” dedi ama Efendimiz (s.a.v.)
hiç bir şey söylemedi.
O günlerde Medine’de bulunan Numan b. Funhus isimli Yahudi bir âlim Efendimiz (s.a.v.)’e
gelerek “Ebû’l Kasım, eğer gerçekten sen bir peygamber isen söylediğin üç isim de ölürler. Çünkü Benî
İsrail’in peygamberlerinden biri bir komutanın yerine başka bir komutan atamışlarsa asla o komutan
sağ olarak savaştan geri dönmemiştir.” dedi. Efendimiz ona da bir şey söylemedi. Bu sefer Numan,
Zeyd b. Hârise’ye, Ca’fer b. Ebî Talib’e ve Abdullah b. Revaha’ya da gidip aynı şeyi onlara da söyledi
ve onlar da zaten şehadet için gittiklerini söylediler.
Hazırlıklar devam ederken Zeyd b. Hârise mevâlî olduğu için (azat edilmiş köle) komutanlığı
hakkında ileri geri konuşuldu. Efendimiz (s.a.v.) yıllar sonra babasının hesabını sormak için oğlu
Usame b. Zeyd’i komutan olarak tayin ettiğinde “Siz onun babası için de itiraz etmiştiniz.” demiştir.
Efendimiz (s.a.v.) orduya Cuma günü sabahtan itibaren hazır olup Cüruf’da yerlerini almalarını
ve kendisinin de Cuma namazından sonra geleceğini söyledi. Abdullah b. Revaha son bir Cuma namazı
kılmak için gidip mescitte Efendimiz’i görebileceği bir yere oturdu. Allah Resulü (s.a.v.) onu görünce
onu uyardı ve sabahın erken vakitlerinde gidip arkadaşları ile Cüruf’ta beklemesinin Cuma namazı
kılmasından daha hayırlı olduğunu söyledi çünkü Allah yolunda gazaya gidiyordu. (Doğru işi doğru
zamanda yapmak anın vacibidir!)
Allah Resulü (s.a.v.) Cuma’dan sonra gelip sahabe ile vedalaştı. Âdeti gereği ayakları Allah
yolunda tozlansın diye mücahitlerle beraber yürüdü. Yürürken Abdullah b. Revaha yanına geldi ve
Efendimiz (s.a.v.)’den kendisine tavsiyelerde bulunmasını istedi. Efendimiz (s.a.v.), secde izi az olan
topraklara gittikleri için orada secdelerini çoğaltmasını söyledi. (Toprağın hakkı secdedir. Bir
Müslüman dünyanın her tarafında secde etmeyi hedeflemelidir!) Abdullah b. Revaha bir tavsiye
daha istedi. Allah Resulü (s.a.v.) Allah’ı zikretmekten hiçbir an geri durmamasını söyledi. Abdullah b.
Revaha bi tavsiye daha istedi. Efendimiz (s.a.v.) bu ikisinin ona yeteceğini söyledi, aslında üçüncü
olarak diğer ikisini teyit etmiş oldu.
Ordu, konakladığı bir yerde Gassan melikinin 100 bin, bir başka rivayete göre 200 bin kişilik
bir ordu çıkardığı haberini aldı. Zeyd b. Harise ordu ashabı ile ne yapacakları konusunda istişare etti.
Kimi bekleyelim dedi, kimi Resulullah’a mektup yazalım dedi. En son Abdullah b. Revaha sözü alarak
dönüşü olmayan bir yola çıktıklarını hatırlatarak iki güzelden birine talip olduklarını söyledi: Ya
şehadet ya zafer (gazilik). ( sahabenin işaretidir.) Bedir’de teçhizatları az ve yine
düşmanları sayıca fazla olmasına rağmen nasıl galip geldiklerini hatırlattı. “Allah için yola çıkıldığında
Allah kendisi için yola çıkanı yarı yolda bırakmaz!” dedi ve arkadaşlarını yüreklendirdi.
• MÛTE’DE YAŞANANLAR
Savaş Mûte denilen yerde başladı. Mûte Kudüs’e 50 km uzaklıktadır. Şu an Ürdün toprakları
içerisinde yer almaktadır.
Gassan ordusu en az 100 bin kişi olarak gelmelerine rağmen Müslümanlar çok az zayiat verdi.
Savaşın ilk günlerinde Zeyd b. Hârise, sonrasında Ca’fer b. Ebî Talib şehit düştü. Abdullah b.
Revaha da şehit olduktan sonra bayrağı Sabit b. Akram aldı, Bedir gazisi idi. Bir Bedir gazisi ortaya
çıkınca insanlar hemen etrafında toplandı ve komutan olması için onu destekledi. Ama o komutanlık
hakkının kendisinde olmadığını ileri sürerek hak eden birine vereceğini söyledi ve Halid b. Velid’i
çağırdı. Halid b. Velid onun komutan olması gerektiğini söylese de Sabit b. Akram onu komutan ilan
etti ve herkes de bu rıza gösterdi. Halid b. Velid sancağı aldı ve komutan oldu. Dehası ile bir anda
savaşın ortamını değiştirdi. Günlerdir aynı yerde savaşan askerlerin yerlerini değiştirdi; ön taraftakileri
arkaya, arka taraftakileri öne aldı. Orduda bir değişim olunca düşman askerler takviye geldiğini
zannetti ve moralleri bozuldu. Yorulmuşlardı da. Halid b. Velid onların çöküşü ile ordusunu kademeli
bir biçimde geri çekti. Netice itibariyle savaş bu şekilde sonuçlanmış oldu.
Efendimiz (s.a.v.) savaşı mescitte bir ekranda izlermiş gibi izledi ve çevresinde olanlara da
anlattı. Zeyd b. Hârise’nin şehit düştüğünü, komutanın sonra Ca’fer b. Ebî Talib’e geçtiğini söyledi. Hz.
Ca’fer aldığı darbe sonucu kollarını kaybetti. Efendimiz (s.a.v.) ona kanatlı manasına gelen tayyar ismi
ile “Cafer-i Tayyar” lakabını verdi. Cennette ona kanatlar verileceğini müjdeledi ve yanındakilerden
onun için mağfiret dilemesini istedi. Sıra Abdullah b. Revaha’ya gelince Efendimiz biraz durakladı.
Resulullah duraklayınca sahabe meraklandı ve ne olduğunu sordu. Efendimiz onun da şehit olduğunu
ama nefsi ile mücadele verdiğini bildirdi. Ondan sonra komutanlık Halid b. Velid’e geçince savaşın
daha yeni başladığını söyledi. Sonra da galibiyetin müjdesini verdi.
Ordu dönmekte iken Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Cafer’in evine gitti ve hanımı Esma’ya şehadet
haberini verdi. Hz. Esma (r.a.), Resulullah’ın yetimlerin başını okşar gibi çocukları sevmesinden eşinin
şehit olduğunu anlamıştı. Efendimiz (s.a.v.) onu teskin etmeye çalıştı ve Medine’dekilere üç gün o eve
yemek yapıp göndermesini emretti. Üç gün ev halkına yemek yedirildi ve bu sünnet oldu (!).
Halid b. Velid savaşta olanları anlatması için Ya’la b. Ümeyye’yi önden gönderdi. Efendimiz Hz.
Ya’la geldiğinde ona savaşı sen mi anlatırsın ben mi anlatayım dedi. Hz. Ya’la da Resulullah’ın
anlatmasını istedi. Allah Resulü (s.a.v.) anlatmasını bitirince Hz. Ya’la her şeyin aynen dediği gibi
olduğunu ve kendisinin böyle anlatamayacağını söyledi.
Orduyu karşılayanlardan bazıları onlar tam bir galibiyet ile gelemedikleri için kızgındı. Onun
için onlara “Ya firrâr (firar edenler)” dediler ve üzerlerine toprak attılar. Bunu yapanlar sahabenin
çocukları idi. Allah Resulü (s.a.v.) bunu gördüğü zaman onların firrar değil karrar (kerrar’ın çoğulu:
döne döne savaşanlar, galibiyet elde edenler) olduğunu söyledi. Ama insanlar öyle kızgındı ki bir
sahabi eve gittiğinde hanımı ondan yüz çevirdi çünkü bu İslam’ın izzeti ile alakalı bir durumdu. Bir
sahabi efendimiz komşuları firrar dediğini için evinden üç gün çıkamadı. Efendimiz (s.a.v.) sonunda
insanları toplayıp onları böyle davranmamaları hususunda uyardı ve bunun bir zafer olduğunu
söyledi.
Mûte’de sahabenin kahramanca savaşması Bizans’ın yüreğine korku düşmesine sebep oldu.
• NECAŞİ’’YE KILINAN CENAZE NAMAZI
Allah Resulü (s.a.v.) Necaşi’nin vefat haberini Cebrail (a.s.)’den öğrendi. Ashabına “salih insan
Necaşi vefat etti.” diyerek haber verdi.
Cenaze namazıyla ilgili iki rivayet vardır: Allah Resulü (s.a.v.) ya Mescid-i Nebevi’de musallada
ya da Bâki kabristanlığında onun için gıyabi cenaze namazı kıldırdı. Cabir b. Abdullah Resulullah’ın
namazı nasıl kıldırdığına, neler söylediğine dair bilgiler vermiştir.
O günlerde münafıklar Necaşi’nin Müslüman olmadığına dair dedikodu yaydılar. Ancak
Efendimiz (s.a.v.)’in beyanı ile Necaşi adil bir Müslüman olarak dünyasını değiştirmiş ve Müslüman
olarak vefat etmiştir. Resulullah’ı görmediği için tabiîn olarak vefat eden birisidir.
Allah Resulü (s.a.v.) mescidin temizliğini yapan Ümmü Mihcen isimli hanım sahabi için de
gıyabi namaz kıldırmıştır. Gece vakti vefat ettiği için sahabe Resulullah’a haber vermeden defnetmişti.
Efendimiz haberini alınca hemen kabrinin başında namazının kıldırdı.
Allah Resulü (s.a.v.) Berâ b. Ma’rûr için de gıyabi cenaze namazı kıldırmıştır.
*
BİR ANEKDOT:
“İslam’da varlıklar şuurlu ve şuursuz olarak ayrılır. Cansız diye adlandırdığımız her şeyin bile
kendine özgü bir canı vardır ve bizim aleyhimize ya da lehimize şahitlik yapacaklardır.”
Ağacın altında dinlenen ihtiyar bir adam kalkarken ağaçtan helallik istedi, elindeki suyu ağaca
döküp gitti. Sahi, neydi vefa?
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.