HERKES İÇİN SİYER - 25. BÖLÜM (BÜYÜK FETİH VE SONA EREN HASRET: MEKKE’NİN FETHİ)

 





HERKES İÇİN SİYER - 25. BÖLÜM (BÜYÜK FETİH VE SONA EREN HASRET: MEKKE’NİN FETHİ)


Bismillahirrahmanirrahim.


• MEKKE’NİN FETHİ MİLADİ OLARAK 31 ARALIK MI?


Allah Resulü (s.a.v.) fetih için 10 Ramazan’da Medine’den çıktı ve o gün miladi 1 Ocak’a

tekabül etmektedir. 19 Ramazan’da Mekke’ye girdi ve fetih gerçekleşti. O gün de miladi 10 Ocak’a

tekabül etmektedir. 31 Aralık, yılbaşı gecesinde insanları yanlış eylemlerden sakındırmak ve fetih

şuurunu insanlara aşılamak maksadıyla yapılan bir gündür ve bize has bir şeydir.

Bidat, sünnetin ortadan kaldırıp yerine başka bir şeyin getirilmesi demektir. Dolayısıyla bu tür

özel geceleri anmak ve kutlamak bidat kapsamına girmez.

Sünnet bir şeye karşı çıkarken önce alternatifini oluşturur. İnsanları yılbaşı gecesinde

günahlardan alıkoymaya vesile olduğu için 31 Aralık gecesini Mekke’nin fethi olarak kutlamamızda bir

sakınca yoktur.


• MEKKE TARAFININ ANTLAŞMAYI İHLAL ETMESİ


Hudeybiye’de yapılan barış antlaşması ile barış ortamı sağlanmıştı. Antlaşmanın üzerinden iki

yıl geçtikten sonra Mekkeliler antlaşmayı ihlal ettiler.

Bunu Müslümanların bozması söz konusu dahi olmadı, olamazdı çünkü Müslümanlar

sözlerine ve ahitlerine sadıktırlar. Bir Müslüman bir Müslümana söz verdiği zaman bu sözdür diye

teyit etmesine bile gerek yoktur. Söz senettir. Bir Müslüman, arkasında ölüm olsa bile verdiği sözden

asla dönmez!

Allah Resulü (s.a.v.) hayatı boyunca birçok sözleşme yaptı ama bir tanesini bile O bozmadı.

Mekke tarafı antlaşmayı bozunda Hz. Aişe annemiz Resulullah’a antlaşmayı neden bozduklarını

sormuş ve Efendimiz (s.a.v.) de “Allah öyle istedi Aişe” demiştir. Aişe annemiz bunun kendileri için

hayır mı yoksa şer mi olacağını sormuş, Efendimiz (s.a.v.) de elbette hayır olacağını buyurmuştur.

Antlaşma gereği diğer Arap kabileleri, iki taraftan biriyle ittifak kurabileceklerdi. Huzâalılar

Medine ile, Beni Bekir kabilesi de Mekkeliler ile ittifak kurmuştu. Aradan bir müddet geçtikten sonra

Beni Bekir kabilesi aralarında kan davası bulunan Huzâalılara saldırdı. Huzâalılardan bazıları kaçıp

Kâbe’ye sığındı. Beni Bekir’den bazıları da kaçanların peşlerinden gelip Mekkeliler ile yardımlaşarak

bir rivayete göre 20, başka bir rivayete göre 23 ya da 24 Huzâalıyı öldürdüler. Ertesi gün Mekkeliler

yaptıklarından dolayı pişman oldu. Antlaşmaya aykırı davrandıklarını anladılar. Ebu Süfyan o sırada

ticari bir seferdeydi. Meseleden haberdar olunca ne yapacakları konusunda telaşlandı. O arada

Huzâalılardan bir heyet Medine’ye gitti ve olanları Resulullah’a anlattı. Efendimiz (s.a.v.) o gün

Meymûne annemizin odasındaydı ve heyet dışarıdan seslenince annemiz de endişelenerek dinlemeye

koyuldu. Resulullah üç kere şunları söyledi: “Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (duyduk, işittik). Nasirte!

Nasirte! Nasirte! (siz yardım olunacaksınız)”. Sonra bir heyet daha geldi, Allah Resulü (s.a.v.) onlara

da aynı şeyi söyledi.

Bunlar olurken Mekke tarafındaki kargaşa devam etti. Ebu Süfyan bir heyetle Medine’ye

geldi, Resulullah’ın olayı bilip bilmediğinden habersizdi. Efendimiz (s.a.v.) haberi yokmuş gibi

davrandı. Ebu Süfyan antlaşmayı yenileme talebinde bulununca Resulullah (s.a.v.) “Biz antlaşmamızın

arkasındayız.” dedi. Sonra Ebu Süfyan ne sorduysa cevap vermedi. Ebu Süfyan Allah Resulü’nden

cevap alamayınca Hz. Ebubekir’in (r.a.) yanına gitti. Hz. Ebubekir “Resulullah ne derse o’dur.” dedi.

Hz. Ömer’e gitti, o da Ebu Süfyan’a kızdı. Başkalarına da gitti ama hiçbirinden netice alamadı. Hepsi

aynı şekilde karşılık verip Resulullah ne derse onun olacağını söylemişti. Ebu Süfyan Hz. Ali’ye, Hz.

Fatıma’ya, hatta çaresizliğinden o günlerde ufacık bir çocuk olan Hz. Hasan’a bile gitti. Ebu Süfyan 

çok ısrar edince Hz. Ali, Resulullah’ın icabet edeceğine ihtimal vermemesine rağmen ona mescide 

giderek insanların içerisinde bağırıp antlaşmayı yenileme adına ahdini söylemesini tavsiye etti. Ebu 

Süfyan onun yanından düşünceli bir halde ayrılırken Nuaymân b. Amr (r.a.) isimli şakacı bir sahabi ile

karşılaştı. Nuayman (r.a.) onunla dalga geçti ve Ebu Süfyan’ın korkusunu iyice artırdı. Ebu Süfyan

mescide giderek Hz. Ali’nin tavsiyesini yaptı ama kimse onu dinlemedi. Büyük bir zilletle Mekke’ye

geri döndü.

Ebu Süfyan Medine’ye geldiğinde ilk olarak kızı Ümmü Habibe’ye gitmişti. 15 yıldır

görüşmüyorlardı. Ümmü Habibe (r.a.) babasının oturacağı bir minderi Resulullah’ın minderi olduğu

için hızlıca çekip aldı. Ebu Süfyan "Kızım anlayamadım, sen minderi mi benden, beni mi minderden

esirgiyorsun?" dediğinde Ümmü Habibe (r.a.) babasına "Bu, Resûlullahın (a.s.m.) minderidir. Sen ise

şirk içindesin? Senin gibi birisinin Resûlullahın minderine oturmasına gönlüm asla razı olmaz." diyerek

karşılık verdi. Allah resulü (s.a.v.) eşinin bu davranışını takdirle karşıladı ancak bu, Ebu Süfyan küfrün

başı olduğu için ortaya koyulan bir tavırdı. Yoksa bir evladın babasına bu şekilde davranması hoş

karşılanmazdı.


• MÜŞRİKLERE VERİLEN ÜLTİMATOM


Ebu Süfyan eli boş bir halde Mekke’ye döndü ve etrafında toplanan Mekkelilere Allah

Resulü’nün hiçbir şekilde antlaşmayı yenilemeyi kabul etmediğini söyledi. Arkasından Efendimiz

(s.a.v.) bir elçisini yolladı. Gelen elçi onlara üç şey söyledi:

- Mekkelilerin, Müslümanların ittifak halinde olduğu Huzaa kabilesinden özür dileyeceklerini

ve öldürülen insanların diyetini ödeyecekleri söyledi. (24 insan x 100 deve = 2400 deve ediyordu.

Mekke bunu ödeyecek durumda değildi. Allah Resulü (s.a.v.) de bunu çok iyi biliyordu.)

- Mekkelilerin Beni Bekir ile olan ittifakını bozacaklarını ve bu işte parmaklarının olmadığını

Araplara ilan edeceklerini söyledi. (Mekkeliler bunu da yapamazlardı.)

- Bu ikisini yapamazlarsa savaşacaklarını söyledi.

"Ya Huzâalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz! Yahut Benî Bekir Kabilesi ile olan

ittifakınızdan vazgeçiniz! Bunlardan birini yapmazsanız, Hudeybiye Anlaşmasını bozduğunuz ve

bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz." (Megazî, 2:786.)

Allah Resulü (s.a.v.) Mekke’nin bunları yapamayacağını bildiği için elçiyi gönderirken bir

taraftan da sefer hazırlıklarına başlamıştı.


• BAŞLAYAN SEFER HAZIRLIKLARI


* Allah Resulü (s.a.v.) sahabeye nereye gideceklerini söylemeden hazırlanmalarını emretti.

Aişe annemiz merak etmişti ama Efendimiz ona bile söylemedi. İlerleyen günlerde sadece birkaç

sahabe ile paylaştı.

* Medine’nin bütün çıkışlarına gözcüler yerleştirdi ve Mekke’ye haber uçurulmasın diye ikinci

bir emre kadar çıkışı yasakladı. Gözcülerden biri de Hz. Ömer idi. Hiç kimse izinsiz dışarı çıkamadı.

* Civar Arap kabilelerinden Müslüman olanlara haber gönderdi ve büyük ordu ile sefere

çıkacaklarını bildirdi. Ancak onlara da nereye gidecekleri konusunda bir bilgi vermedi.

* 200 kişilik bir askeri birliği öncü birlik olarak Şam’a gönderdi ki çoğu insan Şam’a sefere

gidileceğini zannetti.

Bunların hepsi bir beşerin yapacağı işler idi. Sonra Allah’a Mekke’nin kulaklarını ve gözlerini

kapatması, onların geldiklerinden haberdar olmaması için dua etti. "Allah'ım! Yurtlarına ansızın varıp

kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hale getir! Beni,

birdenbire görüp işitsinler!" (Sîre, 4:39-40)

Mesele ganimet elde etmek değil, karşıda 21 yıl boyunca Müslümanlara işkenceler yapan,

evlerine ve mallarına el koyan bir kavim olmasına rağmen kimsenin burnu bile kanamadan fethi

gerçekleştirmek idi. Mekke fethi insanlık tarihinin en kansız fethidir.

• Mekke fethinde 5 şey yoktu:

X Ganimet yok.

X Esir almak yok.

X İntikam almak yok.

X Saygınlığı zedelemek yok.

X Büyüklenmek yok.


• Mekke fethinde 5 şey vardı:

 Tevazu var.

 İzzet var.

 Adalet var.

 İkram var.

 Tebliğ var.


♣ Tevazu → Allah Resulü (s.a.v.) gözünde yaş, dilinde istiğfar ile Mekke’ye girdi.

♣ İzzet → Bu izzet Hz. Bilal’in Kâbe’nin damına çıkmasıdır, kimsenin kimseye eski hesapları

sormamasıdır.

♣ İkram → Allah Resulü (s.a.v.) Mekke’nin fakirlerine ikramda bulunmak istedi ve Mekke’nin

daha Müslüman olmamış zenginlerinden borç aldı ve fakirlere dağıttı. O borcu da Huneyn’de ödedi.

♣Tebliğ → Allah Resulü (s.a.v.)’nde kazanma noktasında bir arzu vardı ve gönülleri

kazanmaya çalıştı. İnat eden küffarın bile kalbini eritti. Gönül sandıklarının üzerindeki kilitleri tek tek

sabırla açtı çünkü asıl amacı öldürmek değil diriltmekti.


• 10.000 SAHÂBİ YOLLARDA


Allah Resulü (s.a.v.) civar Arap kabilelerin de toplanmasıyla tam 10.000 kişilik bir ordu ile yola

çıktı. Müslüman ordusu ilk kez bu sayıya ermişti ama müthiş bir tevazuları vardı. Günlerden

ramazandı ve oruçtular. Efendimiz (s.a.v.) bir yere gelince sahabeye oruçlarını açmalarını emretti ama

sahabe Resulullah’ın açmadığını görünce oruçlarını açmadılar. Efendimiz (s.a.v.) bir başka yere

geldiğinde sahabenin oruç açmadığından haberdar oldu ve onların gözünün önünde, ikindi vaktinde

orucunu açtı ve sahabe de O’na uyarak oruçlarını açmış oldu. (Cihada giden zayıf düşmemeliydi,

bunun için ikindi vakti açıldı.)


Yolda gelirken birçok olay yaşanmıştı. Gelirken Müslüman olan kabileler ve orduya katılanlar

bile oldu. Ordu yürürken Efendimiz (s.a.v.) bir köpeğin yavruladığını gördü ve zarar verilmesin diye

oraya bir nöbetçi asker koydu ve ordunun yönünü değiştirdi. ♥


• EBÛ SÜFYAN’IN İSLAM’A GELİŞİ


Ordu Merrüzzahrân’da konakladığında Allah Resulü (s.a.v.) gece ateş yakmalarını emretti. 10

bin kişi birer ikişer ateş yaktı. Mekke’nin hala hiçbir şeyden habersizdi. Ebu Süfyan adamları ile 

birlikte Mekke dışında dolaşırken gözcü birliklerine yakalandı ve tutuklandı. O anda Hz. Abbas (r.a.) 

oradan geçiyordu ve Ebu Süfyan’ı himayesine aldığını söyledi ve Ebu Süfyan Hz. Abbas’ın himayesi 

altında Resulullah’ın huzuruna getirildi. Hz. Ömer onu yolda görünce eline düştüğü için sevindi. 

Efendimiz’in önüne getirildiğinde birtakım konuşmalar oldu ve Efendimiz Ebu Süfyan’ı iman etmesi 

için zorlamadı.

Hz. Abbas’tan onu evine götürüp misafir etmesini ve ertesi gün sabah getirmesini istedi.

Ertesi sabah Ebu Süfyan ve Âiz b. Amr, Resulullah ile görüşmek için beraber gelmişlerdi. Âiz b.

Amr Hudeybiye’nin arkasından yani Ebu Süfyan’dan önce iman eden biriydi. Çadırın görevlisi de Hz.

Bilal idi ve onların geldiğini Resulullah’a bildirirken önce Ebu Süfyan’ın adını zikretti. Bunun üzerine

Efendimiz (s.a.v.) Hz. Bilal’i uyardı ve öyle dememesini, önce Âiz b. Amr’ı zikretmesini istedi. Çünkü

Müslüman asla kâfirin arkasına bırakılmamalıdır. Müslüman iman ettiği için yücedir. ♥

Hz. Ömer’in hilafet döneminde hizmetli yine Hz. Bilal idi. Huzura gelen Ebu Süfyan, Süheyl b.

Amr, Ammâr b. Yâsir ve Süheyb-i Rûmî’den hangisini öncelikli olarak içeriye alacağını sordu. O 

zaman dördü de Müslümandı. Resulullah’tan bunu öğrenen ve unutmayan Hz. Ömer sırasıyla Ammâr 

b. Yâsir’in, Süheyb-i Rûmî’nin, Süheyl b. Amr’ın ve en son Ebu Süfyan’ın gelmesini istedi. Hz. Bilal

dışarıya çıkıp bekleyenlere durumu izah edince Ebu Süfyan Süheyl b. Amr’a hiç bu kadar alçalmadığını

söylemiş ve Süheyl b. Amr da ona diğerlerinin Hz. Muhammed’in getirdiği dine girmek için

yarışırlarken kendilerinin onlara karşı mücadele ettiklerini hatırlatmıştır.

Ebu Süfyan, Allah Resulü’nün huzuruna geldiğinde Efendimiz (s.a.v.) “Ey Ebu Süfyan! Artık

iman edeceğin vakit gelmedi mi?” diye sordu. Ebu Süfyan O’na inandığını, kendi inandıkları putlardan

hiç yardım görmediklerini ama hala kafasına yatmayan şeylerin olduğunu dile getirince Hz. Ömer

“Uçurayım o kafanı her şey yatsın.” diyerek karşılık verdi. ♥ Ebu Süfyan orada kerhen (içten

gelmeksizin) iman etti ama Allah resulü (s.a.v.) onun ileride çok iyi bir Müslüman olacağını biliyordu.

Ebu Süfyan ilerleyen dönemlerde Yermük’e katılacak, insanların kaçtığı bir anda mücadele

edecek ve gözüne ok saplandığında şimdiye kadar hakikati görmedin ki diyerek oku çıkaracaktı. Büyük

bir pişmanlıkla iman üzere yaşayıp iman üzere vefat edecekti. Şu an mesele onun için kolay değildi

çünkü Mekke’nin lideri idi ve saltanatını bırakması gerekiyordu.

Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Abbas’tan Ebu Süfyan’ı Merrüzzahrân’a götürmesini istedi. Orada dar

bir boğaz vardı ve ordu oradan geçerken insanlar azalıyor ve ordunun geçiş süresi uzuyordu. Yani

Efendimiz (s.a.v.) Ebu Süfyan’ın iman edenleri tek tek görmesini istemişti.

Hz. Abbas, Ebu Süfyan övülmeyi çok sevdiği için Resulullah’tan ona bir ayrıcalık tanımasını

istedi. Allah Resulü (s.a.v.) de halka emân verdiğini ilan ederken "Kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa,

ona emân verilmiştir. Kim, elinden silahını bırakırsa ona emân verilmiştir. Kim, evine girer, kapısını

kapatırsa ona da emân verilmiştir." buyurdu.


Allah Resulü (s.a.v.)

komutasındaki bölük

Halid b. Velid (r.a.)

komutasındaki bölük


Kays b. Sa’d b. Ubâde (r.a.)

komutasındaki bölük


Zübeyr b. Avvâm (r.a.)

komutasındaki bölük

Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.)

komutasındaki bölük


Hz. Abbas Ebu Süfyan’ı alıp herkesi görebileceği bir tepeye götürdü. Ebu Süfyan Müslüman

olanları gördükçe hayreti arttı. Yüzleri gözleri kapalı olan bir grup gelince arlarından birini sordu. Hz.

Abbas da onun Halid b. Velid olduğunu söylediğinde daha çok şaşırdı. En sonunda da “Kardeşinin

oğlunun saltanatı ne kadar büyümüş.” deyince Hz. Abbas onu düzeltti ve bunun bir saltanat değil,

nübüvvet olduğunu açıkladı. Çünkü saltanat insanın güçle elde edebileceği bir şeydir ama nübüvvet

Allah vergisidir. Allah seçtiğine ikramda bulunur. Peygamberlerin getirdiği nübüvvet, miras bıraktıkları

da imamettir. İmamet ile saltanat aynı şey değildir; imamet değerleri yüceltir, saltanat şahısları

yüceltir. Aslolan değerlerin yücelmesidir.

Bunun içindir ki Hz. Ömer Yermük savaşının öncesinde Halid b. Velid’i yazdığı bir mektupla

azletmiş ve mektup ulaşır ulaşmaz komutayı Ebu Ubeyde b. Cerrah’a devretmesini istemişti. Halid b.

Velid bunun sebebini iki sene sonra öğrendi. Hz. Ömer, insanların zaferi ona bağladıklarını oysa zaferi

verenin ancak Allah olduğunu ve bunun için azlettiğini açıklamıştı.


• MEKKE’YE GİRİŞ


Ordu’nun giriş güzergâhı kaza umresinde kullandıkları güzergâh idi. Allah Resulü (s.a.v.)

orduyu beş kola ayırmıştı:


Bu kollar Mekke’ye gittiklerini Ebu Süfyan yakalandıktan sonra anladılar. Hint dağına gelince

birkaç kol birleşti ve Mekke’ye beraber girdiler. Normalde dümdüz Mekke’ye gideceklerken Allah

Resulü (s.a.v.)’nün arkasından Hacûn’a, Hz. Hatice’nin kabrine doğru gitmişlerdir. Sahabe Resulullah’a

çadırını nereye kuracaklarını, evine mi gideceğini sorduğunda Efendimiz (s.a.v.) “Akil bize ev mi

bıraktı...” sözünü burada söylemiştir. (Tavsiye kitap: Hz. Hatice (r.a.) – M. Emin Yıldırım)

Allah Resulü (s.a.v.) burada gidip evini almalarını söyleyebilirdi ama yapmadı. Eşi Zeynep binti

Cahş’ın ve Abdullah b. Cahş’ın kardeşi Ebu Ahmed’in de evlerine el konulmuştu. Gidip Resulullah’a

evleri alalım mı diye sordu. Allah Resulü ise “Bırakın onların olsun” buyurdu çünkü müşrikler zaten

menfaatleri için İslam’ı yok saymışlardı. Eğer evler alınmaya kalkışılsa bu onları iyice tahrik edecek ve

küfrün artmasına sebebiyet verilmiş olacaktı.


• YIKILAN PUTLAR VE YAŞANANLAR


Efendimiz (s.a.v.) Hacûn’da bir müddet konakladıktan sonra Mekke’ye girdi. Kâbe’ye

geldiğinde yanına Hz. Ali’yi de alarak Kâbe’yi asliyetine kavuşturmak için içerisindeki putları birer 

birer devirdi. Bu sırada müşrikler çaresiz onları izliyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) putları devirirken şu 

ayeti okumuştur:

"Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir." (İsrâ Sûresi, 81)


• FETİH VE YÜKSELEN EZAN


Sahabe de dışarıdaki putları devirdi. Putlar devrildikten sonra Hz. Bilal Kâbe’ye çıkıp fetih

ezanı okudu. O, ezanı okuduğunda oturup onları izleyen Mekkelilerden bazıları çılgına döndü. Attâb b.

Esîd ve kardeşi Halid b. Esîd babalarının iyi ki ölü bu günleri görmediklerini dile getirdiler. Herkes f

arklı farklı şeyler söyledi.

Ebu Süfyan artık ikrar etmiş ama imanı tam yerleşmemişti. Neden bir şey söylemediği

sorulduğunda "Ben, korkarım, bir şey demeyeceğim. Kimse olmasa bile, şu ayağımızın altındaki

kumlar ve taşlar O’na haber verir, O da bilir.” dedi (Sîre, 4:58; Zâdü'l-Mead, 2:184). Efendimiz

(s.a.v.) ezandan sonra yanlarına gelip kim ne dediyse hepsini teker teker söylemiştir. Ebu Süfyan ters

bir şey söylemediğine şükretti. Efendimiz’in orada girip onların söylediklerini söylemesi hesap sormak

için değil, küfrün kararttığı gözlerini açmak içindi.

Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Bilal ezanı okuduktan sonra orada bir hutbe irat etti. Hutbe bittikten

sonra karşısında endişe ile duran Mekkelilere "Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne

yapacağımı tahmin edersiniz?" diye sordu. Kureyşliler, "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin!

Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız." dediler.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle konuştu: "Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'la

(a.s.) kardeşlerinin hâli gibidir. Yusuf un (a.s.) kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:

‘Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.'

(Yusuf Sûresi, 92). Gidiniz, sizler serbestsiniz." (Sîre, 4:55; Tabakât, 2:142; Taberî, 3:120)

Yusuf suresi Efendimiz (s.a.v.) Taif’ten gelirken nazil oldu ve Efendimiz de Taif’te bir nevi

Yusuf (a.s.) gibi kuyudaydı. O ayetler O’na sabretmesini ve sonunda iktidara kavuşacağını söylemişti.

Ve o ayetler aslında “Nasıl ki Yusuf (.a.s)’un kardeşleri onun etrafında pervane oldular, senin

kardeşlerin de senin etrafında pervane olacaklar. O gün geldiğinde sen de Yusuf gibi davran!”

demekti. Allah Resulü (s.a.v.) bu yüzden orada Hz. Yusuf’u hatırladı.

Allah Resulü (s.a.v.) kendi şahsına yapılan her şeyi affetti ama İslam’ın izzetini tehdit edecek

her şeyin hesabını sordu ve onları ortadan kaldırdı.

"Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, câhillerden de yüz çevir." A'raf Sûresi, 199.

Resulullah (s.a.v.) umumi bir af çıkardı. Sadece bazı isimler için Kâbe’nin örtüsünde bulsanız

dahi öldürün.” dedi. O isimleri vermesinin nedeninde de yine şahsi bir mesele yoktu. Örneğin;

Abdullah b. Ebi Serh Müslüman olduğunu söyleyip Efendimiz’i kandırmıştı. Okuma yazma bildiği için

vahiy kâtibiydi. Sonra irtidat etti (dinden çıkma) ve vahye şüphe uyandıracak şeyler söyledi. Hz.

Osman’ın sütkardeşiydi. Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Osman’ın hatırına Abdullah b. Ebi Serh’i bağışladı 

ve sonra Abdullah b. Ebi Serh yine iman etti.

Efendimiz (s.a.v.) fetihten sonra Mekke’de kalmaya başladı ve orada çok büyük adımlar attı.

Emanetleri ehline veriniz ayeti gereği Kâbe’nin anahtarını Osman b. Talha’ya verdi.

Mahzûmoğulları kabilesine mensup soylu bir kadın hırsızlık yaptı ve Mahzûmoğulları cezası

olarak ellerinin kesilmesini şereflerine yediremediler. Üsame b. Zeyd’den bu ceza haddini kaldırması

için Efendimiz ile konuşmasını istediler. Üsame (r.a.) Resulullah’tan bu cezanın kaldırılmasını talep

ettiğinde Allah Resulü (s.a.v.)’nün yüzünün rengi değişti ve Üsame’ye “Allah’ın koyduğu cezalardan

birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?!” dedi. Üsame (r.a.) yaptığından bin pişman oldu.

Mevzu çok büyük olduğu için insanları hemen topladı ve bir hutbe irat etti. Hutbesinde “Sizden

önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf

ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fâtıma

bile hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12;

Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce,

Hudûd 6)


• HATİB B. EBÎ BELTÂ OLAYI


Medine’nin bütün çıkışlarına gözcüler yerleştirildiği sırada Hatib b. Ebî Beltâ, Mekke’nin ileri

gelenlerine haber vermek için bir mektup yazdı ve o mektubu da Ebu Leheb’in kölesi olan bir kadına

verdi. Gözcüler arayacağı için mektubu iyi saklaması konusunda kadını tembihledi. Mektubunda

Resulullahın çok büyük bir ordu ile gecenin bir vaktinde geleceğini yazmıştı çünkü fakir bir

Müslümandı ve kendi ailesini Mekke’den getirememişti. Niyeti bir şey olmasına karşı ailesini

korumaktı.

Efendimiz de Cebrail (a.s.) vasıtası ile bu mektuptan haberdar oldu. Hemen mektubu almaları

için Hz. Ali’yi, Zübeyr b. Avvam’ı ve Mikdad b. Esved’i gönderdiler. Mektup kadının saç örgüsünün

arasından çıktı.

Kendisini zapt edemeyen Hz. Ömer Hz. Hatib’e cezasını vermek isteyince Efendimiz (s.a.v.)

onu durdurdu ve dinlemeden yargılamamaları gerektiğini söyledi. Hz. Hatib huzura getirildiğinde "Yâ

Resûlallah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme! Ben, Kureyşlilerden olmayan bir

kimseyim. Muhacir Müslümanlar gibi, Mekke'de âilem ve mallarımı koruyacak kimsem de yok. Ben,

bunu Kureyş ileri gelenlerini bir minnet altında bırakayım da âilemi korusunlar diye yaptım. Yoksa,

bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm için yapmış değilim! Vallahi, ben Allah ve Resûlüne

olan îmânımda sabitim." dedi (Sîre, 4:41; Müsned, 1:80; Müslim, 4:1941; Taberî, 3:114).

Bu suçun hükmü ölümdü ancak Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Hatib’i bağışladı. Onun Bedir

ashabından olduğunu, Allah ve Resulü’nü sevdiğini ve sevgisinden dolayı da bağışlandığını beyan etti.

(Biz buradan nübüvvet mektebinin insan harcamadığını görüyoruz. İnsana hürmetin insanı yeniden

insaniyete taşıdığını görmekteyiz.) Hatib b. Ebî Beltâ ileriki dönemlerde çok önemli işler gerçekleştirdi.

Allah Resulü (s.a.v.) Ümeyye oğullarından Attab b. Esid’i (18 yaşındaydı) Mekke’nin ilk

Müslüman valisi olarak tayin etti. Bu Müslümanlar için çok zor bir şeydi çünkü bedeli ödeyen onlardı

ama Efendimiz (s.a.v.) Ümeyye oğullarından birisini vali atamıştı çünkü bu işi aile üstünlüğü için değil,

Allah (c.c.) için yapmıştı.

Mekke'nin fethi ile böylece hem Mekke'nin içi ve dışı putlardan temizlendi hem de Kureyş’in

gönlü şirkten arındı. Tevhid nuruyla tertemiz hale geldi. Müslümanların sayısı çoğaldı.


*


ÖNCEKİ BÖLÜME AİT MERAK EDİLENLER:


• Efendimiz (s.a.v.) üzerine bir daha çıkmayacağını anlayan ve ağlayan kütüğe ne dedi?

Cennette buluşacaklarını söyledi.

• Bir sahabi vakıf malını üzerine aldığı için Efendimiz onun için cehennem ehlindendir

demişti. Vakıf malının alınmasının o denli büyük bir cezaya neden olacağını diğer sahabeler

yeni öğrenmişti. Vefat eden sahabe böyle bir bilgiden haberdar değilken neden cehennem

ehlinden sayıldı?

Böyle bir şeyin günah olduğunu biliniyor ama şiddetli bir düzeyde olduğu bilinmiyordu.

Hassasiyet zayıfladığı için Efendimiz (s.a.v.) onu söyledi. Birçok kişi meselenin hükmünü

biliyordu ama bu denli ciddi olduğunu yeni öğrenmişlerdi.

• Efendimiz (s.a.v.) Mute’ye neden katılmadı?

Çünkü Medine’de kalınması gerekiyordu. Davet mektupları ve faaliyetleri devam ediyordu.

Yürüttüğü başka işler de vardı. Olması gereken Medine’de kalmasıydı.

• Efendimiz damadına kızı Müslüman kendisi müşrik olduğu için artık evli kalamayacaklarını

ve kızını Medine’ye göndermesini söylemişti. Günümüzde bir kadının Müslüman olmayan

biriyle evlenmesi ne derece doğrudur?

Atılan her adım ciddi bir sorumluluktur. Bir kadının Müslüman olmayan bir erkekle evlenmesi

haramdır. Gelecek nesillerin ifsadı adına hepimiz üzerine bir vebal yükler.

*

Cihana sultan olmaya değil, rahle başında talebe olmaya talib olmak dileği ile...



Hiç yorum yok: