HERKES İÇİN SİYER - 25. BÖLÜM (BÜYÜK FETİH VE SONA EREN HASRET: MEKKE’NİN FETHİ)
Bismillahirrahmanirrahim.
• MEKKE’NİN FETHİ MİLADİ OLARAK 31 ARALIK MI?
Allah Resulü (s.a.v.) fetih için 10 Ramazan’da Medine’den çıktı ve o gün miladi 1 Ocak’a
tekabül etmektedir. 19 Ramazan’da Mekke’ye girdi ve fetih gerçekleşti. O gün de miladi 10 Ocak’a
tekabül etmektedir. 31 Aralık, yılbaşı gecesinde insanları yanlış eylemlerden sakındırmak ve fetih
şuurunu insanlara aşılamak maksadıyla yapılan bir gündür ve bize has bir şeydir.
Bidat, sünnetin ortadan kaldırıp yerine başka bir şeyin getirilmesi demektir. Dolayısıyla bu tür
özel geceleri anmak ve kutlamak bidat kapsamına girmez.
Sünnet bir şeye karşı çıkarken önce alternatifini oluşturur. İnsanları yılbaşı gecesinde
günahlardan alıkoymaya vesile olduğu için 31 Aralık gecesini Mekke’nin fethi olarak kutlamamızda bir
sakınca yoktur.
• MEKKE TARAFININ ANTLAŞMAYI İHLAL ETMESİ
Hudeybiye’de yapılan barış antlaşması ile barış ortamı sağlanmıştı. Antlaşmanın üzerinden iki
yıl geçtikten sonra Mekkeliler antlaşmayı ihlal ettiler.
Bunu Müslümanların bozması söz konusu dahi olmadı, olamazdı çünkü Müslümanlar
sözlerine ve ahitlerine sadıktırlar. Bir Müslüman bir Müslümana söz verdiği zaman bu sözdür diye
teyit etmesine bile gerek yoktur. Söz senettir. Bir Müslüman, arkasında ölüm olsa bile verdiği sözden
asla dönmez!
Allah Resulü (s.a.v.) hayatı boyunca birçok sözleşme yaptı ama bir tanesini bile O bozmadı.
Mekke tarafı antlaşmayı bozunda Hz. Aişe annemiz Resulullah’a antlaşmayı neden bozduklarını
sormuş ve Efendimiz (s.a.v.) de “Allah öyle istedi Aişe” demiştir. Aişe annemiz bunun kendileri için
hayır mı yoksa şer mi olacağını sormuş, Efendimiz (s.a.v.) de elbette hayır olacağını buyurmuştur.
Antlaşma gereği diğer Arap kabileleri, iki taraftan biriyle ittifak kurabileceklerdi. Huzâalılar
Medine ile, Beni Bekir kabilesi de Mekkeliler ile ittifak kurmuştu. Aradan bir müddet geçtikten sonra
Beni Bekir kabilesi aralarında kan davası bulunan Huzâalılara saldırdı. Huzâalılardan bazıları kaçıp
Kâbe’ye sığındı. Beni Bekir’den bazıları da kaçanların peşlerinden gelip Mekkeliler ile yardımlaşarak
bir rivayete göre 20, başka bir rivayete göre 23 ya da 24 Huzâalıyı öldürdüler. Ertesi gün Mekkeliler
yaptıklarından dolayı pişman oldu. Antlaşmaya aykırı davrandıklarını anladılar. Ebu Süfyan o sırada
ticari bir seferdeydi. Meseleden haberdar olunca ne yapacakları konusunda telaşlandı. O arada
Huzâalılardan bir heyet Medine’ye gitti ve olanları Resulullah’a anlattı. Efendimiz (s.a.v.) o gün
Meymûne annemizin odasındaydı ve heyet dışarıdan seslenince annemiz de endişelenerek dinlemeye
koyuldu. Resulullah üç kere şunları söyledi: “Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (duyduk, işittik). Nasirte!
Nasirte! Nasirte! (siz yardım olunacaksınız)”. Sonra bir heyet daha geldi, Allah Resulü (s.a.v.) onlara
da aynı şeyi söyledi.
Bunlar olurken Mekke tarafındaki kargaşa devam etti. Ebu Süfyan bir heyetle Medine’ye
geldi, Resulullah’ın olayı bilip bilmediğinden habersizdi. Efendimiz (s.a.v.) haberi yokmuş gibi
davrandı. Ebu Süfyan antlaşmayı yenileme talebinde bulununca Resulullah (s.a.v.) “Biz antlaşmamızın
arkasındayız.” dedi. Sonra Ebu Süfyan ne sorduysa cevap vermedi. Ebu Süfyan Allah Resulü’nden
cevap alamayınca Hz. Ebubekir’in (r.a.) yanına gitti. Hz. Ebubekir “Resulullah ne derse o’dur.” dedi.
Hz. Ömer’e gitti, o da Ebu Süfyan’a kızdı. Başkalarına da gitti ama hiçbirinden netice alamadı. Hepsi
aynı şekilde karşılık verip Resulullah ne derse onun olacağını söylemişti. Ebu Süfyan Hz. Ali’ye, Hz.
Fatıma’ya, hatta çaresizliğinden o günlerde ufacık bir çocuk olan Hz. Hasan’a bile gitti. Ebu Süfyan
çok ısrar edince Hz. Ali, Resulullah’ın icabet edeceğine ihtimal vermemesine rağmen ona mescide
giderek insanların içerisinde bağırıp antlaşmayı yenileme adına ahdini söylemesini tavsiye etti. Ebu
Süfyan onun yanından düşünceli bir halde ayrılırken Nuaymân b. Amr (r.a.) isimli şakacı bir sahabi ile
karşılaştı. Nuayman (r.a.) onunla dalga geçti ve Ebu Süfyan’ın korkusunu iyice artırdı. Ebu Süfyan
mescide giderek Hz. Ali’nin tavsiyesini yaptı ama kimse onu dinlemedi. Büyük bir zilletle Mekke’ye
geri döndü.
Ebu Süfyan Medine’ye geldiğinde ilk olarak kızı Ümmü Habibe’ye gitmişti. 15 yıldır
görüşmüyorlardı. Ümmü Habibe (r.a.) babasının oturacağı bir minderi Resulullah’ın minderi olduğu
için hızlıca çekip aldı. Ebu Süfyan "Kızım anlayamadım, sen minderi mi benden, beni mi minderden
esirgiyorsun?" dediğinde Ümmü Habibe (r.a.) babasına "Bu, Resûlullahın (a.s.m.) minderidir. Sen ise
şirk içindesin? Senin gibi birisinin Resûlullahın minderine oturmasına gönlüm asla razı olmaz." diyerek
karşılık verdi. Allah resulü (s.a.v.) eşinin bu davranışını takdirle karşıladı ancak bu, Ebu Süfyan küfrün
başı olduğu için ortaya koyulan bir tavırdı. Yoksa bir evladın babasına bu şekilde davranması hoş
karşılanmazdı.
• MÜŞRİKLERE VERİLEN ÜLTİMATOM
Ebu Süfyan eli boş bir halde Mekke’ye döndü ve etrafında toplanan Mekkelilere Allah
Resulü’nün hiçbir şekilde antlaşmayı yenilemeyi kabul etmediğini söyledi. Arkasından Efendimiz
(s.a.v.) bir elçisini yolladı. Gelen elçi onlara üç şey söyledi:
- Mekkelilerin, Müslümanların ittifak halinde olduğu Huzaa kabilesinden özür dileyeceklerini
ve öldürülen insanların diyetini ödeyecekleri söyledi. (24 insan x 100 deve = 2400 deve ediyordu.
Mekke bunu ödeyecek durumda değildi. Allah Resulü (s.a.v.) de bunu çok iyi biliyordu.)
- Mekkelilerin Beni Bekir ile olan ittifakını bozacaklarını ve bu işte parmaklarının olmadığını
Araplara ilan edeceklerini söyledi. (Mekkeliler bunu da yapamazlardı.)
- Bu ikisini yapamazlarsa savaşacaklarını söyledi.
"Ya Huzâalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz! Yahut Benî Bekir Kabilesi ile olan
ittifakınızdan vazgeçiniz! Bunlardan birini yapmazsanız, Hudeybiye Anlaşmasını bozduğunuz ve
bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz." (Megazî, 2:786.)
Allah Resulü (s.a.v.) Mekke’nin bunları yapamayacağını bildiği için elçiyi gönderirken bir
taraftan da sefer hazırlıklarına başlamıştı.
• BAŞLAYAN SEFER HAZIRLIKLARI
* Allah Resulü (s.a.v.) sahabeye nereye gideceklerini söylemeden hazırlanmalarını emretti.
Aişe annemiz merak etmişti ama Efendimiz ona bile söylemedi. İlerleyen günlerde sadece birkaç
sahabe ile paylaştı.
* Medine’nin bütün çıkışlarına gözcüler yerleştirdi ve Mekke’ye haber uçurulmasın diye ikinci
bir emre kadar çıkışı yasakladı. Gözcülerden biri de Hz. Ömer idi. Hiç kimse izinsiz dışarı çıkamadı.
* Civar Arap kabilelerinden Müslüman olanlara haber gönderdi ve büyük ordu ile sefere
çıkacaklarını bildirdi. Ancak onlara da nereye gidecekleri konusunda bir bilgi vermedi.
* 200 kişilik bir askeri birliği öncü birlik olarak Şam’a gönderdi ki çoğu insan Şam’a sefere
gidileceğini zannetti.
Bunların hepsi bir beşerin yapacağı işler idi. Sonra Allah’a Mekke’nin kulaklarını ve gözlerini
kapatması, onların geldiklerinden haberdar olmaması için dua etti. "Allah'ım! Yurtlarına ansızın varıp
kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hale getir! Beni,
birdenbire görüp işitsinler!" (Sîre, 4:39-40)
Mesele ganimet elde etmek değil, karşıda 21 yıl boyunca Müslümanlara işkenceler yapan,
evlerine ve mallarına el koyan bir kavim olmasına rağmen kimsenin burnu bile kanamadan fethi
gerçekleştirmek idi. Mekke fethi insanlık tarihinin en kansız fethidir.
• Mekke fethinde 5 şey yoktu:
X Ganimet yok.
X Esir almak yok.
X İntikam almak yok.
X Saygınlığı zedelemek yok.
X Büyüklenmek yok.
• Mekke fethinde 5 şey vardı:
Tevazu var.
İzzet var.
Adalet var.
İkram var.
Tebliğ var.
♣ Tevazu → Allah Resulü (s.a.v.) gözünde yaş, dilinde istiğfar ile Mekke’ye girdi.
♣ İzzet → Bu izzet Hz. Bilal’in Kâbe’nin damına çıkmasıdır, kimsenin kimseye eski hesapları
sormamasıdır.
♣ İkram → Allah Resulü (s.a.v.) Mekke’nin fakirlerine ikramda bulunmak istedi ve Mekke’nin
daha Müslüman olmamış zenginlerinden borç aldı ve fakirlere dağıttı. O borcu da Huneyn’de ödedi.
♣Tebliğ → Allah Resulü (s.a.v.)’nde kazanma noktasında bir arzu vardı ve gönülleri
kazanmaya çalıştı. İnat eden küffarın bile kalbini eritti. Gönül sandıklarının üzerindeki kilitleri tek tek
sabırla açtı çünkü asıl amacı öldürmek değil diriltmekti.
• 10.000 SAHÂBİ YOLLARDA
Allah Resulü (s.a.v.) civar Arap kabilelerin de toplanmasıyla tam 10.000 kişilik bir ordu ile yola
çıktı. Müslüman ordusu ilk kez bu sayıya ermişti ama müthiş bir tevazuları vardı. Günlerden
ramazandı ve oruçtular. Efendimiz (s.a.v.) bir yere gelince sahabeye oruçlarını açmalarını emretti ama
sahabe Resulullah’ın açmadığını görünce oruçlarını açmadılar. Efendimiz (s.a.v.) bir başka yere
geldiğinde sahabenin oruç açmadığından haberdar oldu ve onların gözünün önünde, ikindi vaktinde
orucunu açtı ve sahabe de O’na uyarak oruçlarını açmış oldu. (Cihada giden zayıf düşmemeliydi,
bunun için ikindi vakti açıldı.)
Yolda gelirken birçok olay yaşanmıştı. Gelirken Müslüman olan kabileler ve orduya katılanlar
bile oldu. Ordu yürürken Efendimiz (s.a.v.) bir köpeğin yavruladığını gördü ve zarar verilmesin diye
oraya bir nöbetçi asker koydu ve ordunun yönünü değiştirdi. ♥
• EBÛ SÜFYAN’IN İSLAM’A GELİŞİ
Ordu Merrüzzahrân’da konakladığında Allah Resulü (s.a.v.) gece ateş yakmalarını emretti. 10
bin kişi birer ikişer ateş yaktı. Mekke’nin hala hiçbir şeyden habersizdi. Ebu Süfyan adamları ile
birlikte Mekke dışında dolaşırken gözcü birliklerine yakalandı ve tutuklandı. O anda Hz. Abbas (r.a.)
oradan geçiyordu ve Ebu Süfyan’ı himayesine aldığını söyledi ve Ebu Süfyan Hz. Abbas’ın himayesi
altında Resulullah’ın huzuruna getirildi. Hz. Ömer onu yolda görünce eline düştüğü için sevindi.
Efendimiz’in önüne getirildiğinde birtakım konuşmalar oldu ve Efendimiz Ebu Süfyan’ı iman etmesi
için zorlamadı.
Hz. Abbas’tan onu evine götürüp misafir etmesini ve ertesi gün sabah getirmesini istedi.
Ertesi sabah Ebu Süfyan ve Âiz b. Amr, Resulullah ile görüşmek için beraber gelmişlerdi. Âiz b.
Amr Hudeybiye’nin arkasından yani Ebu Süfyan’dan önce iman eden biriydi. Çadırın görevlisi de Hz.
Bilal idi ve onların geldiğini Resulullah’a bildirirken önce Ebu Süfyan’ın adını zikretti. Bunun üzerine
Efendimiz (s.a.v.) Hz. Bilal’i uyardı ve öyle dememesini, önce Âiz b. Amr’ı zikretmesini istedi. Çünkü
Müslüman asla kâfirin arkasına bırakılmamalıdır. Müslüman iman ettiği için yücedir. ♥
Hz. Ömer’in hilafet döneminde hizmetli yine Hz. Bilal idi. Huzura gelen Ebu Süfyan, Süheyl b.
Amr, Ammâr b. Yâsir ve Süheyb-i Rûmî’den hangisini öncelikli olarak içeriye alacağını sordu. O
zaman dördü de Müslümandı. Resulullah’tan bunu öğrenen ve unutmayan Hz. Ömer sırasıyla Ammâr
b. Yâsir’in, Süheyb-i Rûmî’nin, Süheyl b. Amr’ın ve en son Ebu Süfyan’ın gelmesini istedi. Hz. Bilal
dışarıya çıkıp bekleyenlere durumu izah edince Ebu Süfyan Süheyl b. Amr’a hiç bu kadar alçalmadığını
söylemiş ve Süheyl b. Amr da ona diğerlerinin Hz. Muhammed’in getirdiği dine girmek için
yarışırlarken kendilerinin onlara karşı mücadele ettiklerini hatırlatmıştır.
Ebu Süfyan, Allah Resulü’nün huzuruna geldiğinde Efendimiz (s.a.v.) “Ey Ebu Süfyan! Artık
iman edeceğin vakit gelmedi mi?” diye sordu. Ebu Süfyan O’na inandığını, kendi inandıkları putlardan
hiç yardım görmediklerini ama hala kafasına yatmayan şeylerin olduğunu dile getirince Hz. Ömer
“Uçurayım o kafanı her şey yatsın.” diyerek karşılık verdi. ♥ Ebu Süfyan orada kerhen (içten
gelmeksizin) iman etti ama Allah resulü (s.a.v.) onun ileride çok iyi bir Müslüman olacağını biliyordu.
Ebu Süfyan ilerleyen dönemlerde Yermük’e katılacak, insanların kaçtığı bir anda mücadele
edecek ve gözüne ok saplandığında şimdiye kadar hakikati görmedin ki diyerek oku çıkaracaktı. Büyük
bir pişmanlıkla iman üzere yaşayıp iman üzere vefat edecekti. Şu an mesele onun için kolay değildi
çünkü Mekke’nin lideri idi ve saltanatını bırakması gerekiyordu.
Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Abbas’tan Ebu Süfyan’ı Merrüzzahrân’a götürmesini istedi. Orada dar
bir boğaz vardı ve ordu oradan geçerken insanlar azalıyor ve ordunun geçiş süresi uzuyordu. Yani
Efendimiz (s.a.v.) Ebu Süfyan’ın iman edenleri tek tek görmesini istemişti.
Hz. Abbas, Ebu Süfyan övülmeyi çok sevdiği için Resulullah’tan ona bir ayrıcalık tanımasını
istedi. Allah Resulü (s.a.v.) de halka emân verdiğini ilan ederken "Kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa,
ona emân verilmiştir. Kim, elinden silahını bırakırsa ona emân verilmiştir. Kim, evine girer, kapısını
kapatırsa ona da emân verilmiştir." buyurdu.
Allah Resulü (s.a.v.)
komutasındaki bölük
Halid b. Velid (r.a.)
komutasındaki bölük
Kays b. Sa’d b. Ubâde (r.a.)
komutasındaki bölük
Zübeyr b. Avvâm (r.a.)
komutasındaki bölük
Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.)
komutasındaki bölük
Hz. Abbas Ebu Süfyan’ı alıp herkesi görebileceği bir tepeye götürdü. Ebu Süfyan Müslüman
olanları gördükçe hayreti arttı. Yüzleri gözleri kapalı olan bir grup gelince arlarından birini sordu. Hz.
Abbas da onun Halid b. Velid olduğunu söylediğinde daha çok şaşırdı. En sonunda da “Kardeşinin
oğlunun saltanatı ne kadar büyümüş.” deyince Hz. Abbas onu düzeltti ve bunun bir saltanat değil,
nübüvvet olduğunu açıkladı. Çünkü saltanat insanın güçle elde edebileceği bir şeydir ama nübüvvet
Allah vergisidir. Allah seçtiğine ikramda bulunur. Peygamberlerin getirdiği nübüvvet, miras bıraktıkları
da imamettir. İmamet ile saltanat aynı şey değildir; imamet değerleri yüceltir, saltanat şahısları
yüceltir. Aslolan değerlerin yücelmesidir.
Bunun içindir ki Hz. Ömer Yermük savaşının öncesinde Halid b. Velid’i yazdığı bir mektupla
azletmiş ve mektup ulaşır ulaşmaz komutayı Ebu Ubeyde b. Cerrah’a devretmesini istemişti. Halid b.
Velid bunun sebebini iki sene sonra öğrendi. Hz. Ömer, insanların zaferi ona bağladıklarını oysa zaferi
verenin ancak Allah olduğunu ve bunun için azlettiğini açıklamıştı.
• MEKKE’YE GİRİŞ
Ordu’nun giriş güzergâhı kaza umresinde kullandıkları güzergâh idi. Allah Resulü (s.a.v.)
orduyu beş kola ayırmıştı:
Bu kollar Mekke’ye gittiklerini Ebu Süfyan yakalandıktan sonra anladılar. Hint dağına gelince
birkaç kol birleşti ve Mekke’ye beraber girdiler. Normalde dümdüz Mekke’ye gideceklerken Allah
Resulü (s.a.v.)’nün arkasından Hacûn’a, Hz. Hatice’nin kabrine doğru gitmişlerdir. Sahabe Resulullah’a
çadırını nereye kuracaklarını, evine mi gideceğini sorduğunda Efendimiz (s.a.v.) “Akil bize ev mi
bıraktı...” sözünü burada söylemiştir. (Tavsiye kitap: Hz. Hatice (r.a.) – M. Emin Yıldırım)
Allah Resulü (s.a.v.) burada gidip evini almalarını söyleyebilirdi ama yapmadı. Eşi Zeynep binti
Cahş’ın ve Abdullah b. Cahş’ın kardeşi Ebu Ahmed’in de evlerine el konulmuştu. Gidip Resulullah’a
evleri alalım mı diye sordu. Allah Resulü ise “Bırakın onların olsun” buyurdu çünkü müşrikler zaten
menfaatleri için İslam’ı yok saymışlardı. Eğer evler alınmaya kalkışılsa bu onları iyice tahrik edecek ve
küfrün artmasına sebebiyet verilmiş olacaktı.
• YIKILAN PUTLAR VE YAŞANANLAR
Efendimiz (s.a.v.) Hacûn’da bir müddet konakladıktan sonra Mekke’ye girdi. Kâbe’ye
geldiğinde yanına Hz. Ali’yi de alarak Kâbe’yi asliyetine kavuşturmak için içerisindeki putları birer
birer devirdi. Bu sırada müşrikler çaresiz onları izliyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) putları devirirken şu
ayeti okumuştur:
"Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir." (İsrâ Sûresi, 81)
• FETİH VE YÜKSELEN EZAN
Sahabe de dışarıdaki putları devirdi. Putlar devrildikten sonra Hz. Bilal Kâbe’ye çıkıp fetih
ezanı okudu. O, ezanı okuduğunda oturup onları izleyen Mekkelilerden bazıları çılgına döndü. Attâb b.
Esîd ve kardeşi Halid b. Esîd babalarının iyi ki ölü bu günleri görmediklerini dile getirdiler. Herkes f
arklı farklı şeyler söyledi.
Ebu Süfyan artık ikrar etmiş ama imanı tam yerleşmemişti. Neden bir şey söylemediği
sorulduğunda "Ben, korkarım, bir şey demeyeceğim. Kimse olmasa bile, şu ayağımızın altındaki
kumlar ve taşlar O’na haber verir, O da bilir.” dedi (Sîre, 4:58; Zâdü'l-Mead, 2:184). Efendimiz
(s.a.v.) ezandan sonra yanlarına gelip kim ne dediyse hepsini teker teker söylemiştir. Ebu Süfyan ters
bir şey söylemediğine şükretti. Efendimiz’in orada girip onların söylediklerini söylemesi hesap sormak
için değil, küfrün kararttığı gözlerini açmak içindi.
Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Bilal ezanı okuduktan sonra orada bir hutbe irat etti. Hutbe bittikten
sonra karşısında endişe ile duran Mekkelilere "Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne
yapacağımı tahmin edersiniz?" diye sordu. Kureyşliler, "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin!
Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız." dediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle konuştu: "Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'la
(a.s.) kardeşlerinin hâli gibidir. Yusuf un (a.s.) kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:
‘Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.'
(Yusuf Sûresi, 92). Gidiniz, sizler serbestsiniz." (Sîre, 4:55; Tabakât, 2:142; Taberî, 3:120)
Yusuf suresi Efendimiz (s.a.v.) Taif’ten gelirken nazil oldu ve Efendimiz de Taif’te bir nevi
Yusuf (a.s.) gibi kuyudaydı. O ayetler O’na sabretmesini ve sonunda iktidara kavuşacağını söylemişti.
Ve o ayetler aslında “Nasıl ki Yusuf (.a.s)’un kardeşleri onun etrafında pervane oldular, senin
kardeşlerin de senin etrafında pervane olacaklar. O gün geldiğinde sen de Yusuf gibi davran!”
demekti. Allah Resulü (s.a.v.) bu yüzden orada Hz. Yusuf’u hatırladı.
Allah Resulü (s.a.v.) kendi şahsına yapılan her şeyi affetti ama İslam’ın izzetini tehdit edecek
her şeyin hesabını sordu ve onları ortadan kaldırdı.
"Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, câhillerden de yüz çevir." A'raf Sûresi, 199.
Resulullah (s.a.v.) umumi bir af çıkardı. Sadece bazı isimler için Kâbe’nin örtüsünde bulsanız
dahi öldürün.” dedi. O isimleri vermesinin nedeninde de yine şahsi bir mesele yoktu. Örneğin;
Abdullah b. Ebi Serh Müslüman olduğunu söyleyip Efendimiz’i kandırmıştı. Okuma yazma bildiği için
vahiy kâtibiydi. Sonra irtidat etti (dinden çıkma) ve vahye şüphe uyandıracak şeyler söyledi. Hz.
Osman’ın sütkardeşiydi. Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Osman’ın hatırına Abdullah b. Ebi Serh’i bağışladı
ve sonra Abdullah b. Ebi Serh yine iman etti.
Efendimiz (s.a.v.) fetihten sonra Mekke’de kalmaya başladı ve orada çok büyük adımlar attı.
Emanetleri ehline veriniz ayeti gereği Kâbe’nin anahtarını Osman b. Talha’ya verdi.
Mahzûmoğulları kabilesine mensup soylu bir kadın hırsızlık yaptı ve Mahzûmoğulları cezası
olarak ellerinin kesilmesini şereflerine yediremediler. Üsame b. Zeyd’den bu ceza haddini kaldırması
için Efendimiz ile konuşmasını istediler. Üsame (r.a.) Resulullah’tan bu cezanın kaldırılmasını talep
ettiğinde Allah Resulü (s.a.v.)’nün yüzünün rengi değişti ve Üsame’ye “Allah’ın koyduğu cezalardan
birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?!” dedi. Üsame (r.a.) yaptığından bin pişman oldu.
Mevzu çok büyük olduğu için insanları hemen topladı ve bir hutbe irat etti. Hutbesinde “Sizden
önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf
ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fâtıma
bile hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12;
Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce,
Hudûd 6)
• HATİB B. EBÎ BELTÂ OLAYI
Medine’nin bütün çıkışlarına gözcüler yerleştirildiği sırada Hatib b. Ebî Beltâ, Mekke’nin ileri
gelenlerine haber vermek için bir mektup yazdı ve o mektubu da Ebu Leheb’in kölesi olan bir kadına
verdi. Gözcüler arayacağı için mektubu iyi saklaması konusunda kadını tembihledi. Mektubunda
Resulullahın çok büyük bir ordu ile gecenin bir vaktinde geleceğini yazmıştı çünkü fakir bir
Müslümandı ve kendi ailesini Mekke’den getirememişti. Niyeti bir şey olmasına karşı ailesini
korumaktı.
Efendimiz de Cebrail (a.s.) vasıtası ile bu mektuptan haberdar oldu. Hemen mektubu almaları
için Hz. Ali’yi, Zübeyr b. Avvam’ı ve Mikdad b. Esved’i gönderdiler. Mektup kadının saç örgüsünün
arasından çıktı.
Kendisini zapt edemeyen Hz. Ömer Hz. Hatib’e cezasını vermek isteyince Efendimiz (s.a.v.)
onu durdurdu ve dinlemeden yargılamamaları gerektiğini söyledi. Hz. Hatib huzura getirildiğinde "Yâ
Resûlallah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme! Ben, Kureyşlilerden olmayan bir
kimseyim. Muhacir Müslümanlar gibi, Mekke'de âilem ve mallarımı koruyacak kimsem de yok. Ben,
bunu Kureyş ileri gelenlerini bir minnet altında bırakayım da âilemi korusunlar diye yaptım. Yoksa,
bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm için yapmış değilim! Vallahi, ben Allah ve Resûlüne
olan îmânımda sabitim." dedi (Sîre, 4:41; Müsned, 1:80; Müslim, 4:1941; Taberî, 3:114).
Bu suçun hükmü ölümdü ancak Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Hatib’i bağışladı. Onun Bedir
ashabından olduğunu, Allah ve Resulü’nü sevdiğini ve sevgisinden dolayı da bağışlandığını beyan etti.
(Biz buradan nübüvvet mektebinin insan harcamadığını görüyoruz. İnsana hürmetin insanı yeniden
insaniyete taşıdığını görmekteyiz.) Hatib b. Ebî Beltâ ileriki dönemlerde çok önemli işler gerçekleştirdi.
Allah Resulü (s.a.v.) Ümeyye oğullarından Attab b. Esid’i (18 yaşındaydı) Mekke’nin ilk
Müslüman valisi olarak tayin etti. Bu Müslümanlar için çok zor bir şeydi çünkü bedeli ödeyen onlardı
ama Efendimiz (s.a.v.) Ümeyye oğullarından birisini vali atamıştı çünkü bu işi aile üstünlüğü için değil,
Allah (c.c.) için yapmıştı.
Mekke'nin fethi ile böylece hem Mekke'nin içi ve dışı putlardan temizlendi hem de Kureyş’in
gönlü şirkten arındı. Tevhid nuruyla tertemiz hale geldi. Müslümanların sayısı çoğaldı.
*
ÖNCEKİ BÖLÜME AİT MERAK EDİLENLER:
• Efendimiz (s.a.v.) üzerine bir daha çıkmayacağını anlayan ve ağlayan kütüğe ne dedi?
Cennette buluşacaklarını söyledi.
• Bir sahabi vakıf malını üzerine aldığı için Efendimiz onun için cehennem ehlindendir
demişti. Vakıf malının alınmasının o denli büyük bir cezaya neden olacağını diğer sahabeler
yeni öğrenmişti. Vefat eden sahabe böyle bir bilgiden haberdar değilken neden cehennem
ehlinden sayıldı?
Böyle bir şeyin günah olduğunu biliniyor ama şiddetli bir düzeyde olduğu bilinmiyordu.
Hassasiyet zayıfladığı için Efendimiz (s.a.v.) onu söyledi. Birçok kişi meselenin hükmünü
biliyordu ama bu denli ciddi olduğunu yeni öğrenmişlerdi.
• Efendimiz (s.a.v.) Mute’ye neden katılmadı?
Çünkü Medine’de kalınması gerekiyordu. Davet mektupları ve faaliyetleri devam ediyordu.
Yürüttüğü başka işler de vardı. Olması gereken Medine’de kalmasıydı.
• Efendimiz damadına kızı Müslüman kendisi müşrik olduğu için artık evli kalamayacaklarını
ve kızını Medine’ye göndermesini söylemişti. Günümüzde bir kadının Müslüman olmayan
biriyle evlenmesi ne derece doğrudur?
Atılan her adım ciddi bir sorumluluktur. Bir kadının Müslüman olmayan bir erkekle evlenmesi
haramdır. Gelecek nesillerin ifsadı adına hepimiz üzerine bir vebal yükler.
*
Cihana sultan olmaya değil, rahle başında talebe olmaya talib olmak dileği ile...
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.