HERKES İÇİN SİYER - 23. BÖLÜM (İHANET MERKEZİ HAYBER)


 HERKES İÇİN SİYER - 23. BÖLÜM (İHANET MERKEZİ HAYBER)


Bismillahirrahmanirrahim.


• BARIŞ ORTAMININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Allah Resulü (s.a.v.) 10 yıl savaş yapmama adına bir antlaşma yapmıştı (hicri 6. Yıl/nübüvvetin

19. Yılı idi). Medine’deki üç Yahudi kabilesinden de kurtulmuştu. Dolayısıyla Medine’ye gelebilecek 

bir saldırı söz konusu değildi. Barış ortamı sağlanmış olmasına rağmen dinlenmeyi tercih edebilirdi ya 

da Medine’nin imarı ile ilgilenebilirdi ama yapmadı. Bu davanın dinlenme ile olmayacağını biliyordu 

ve bir işte yorulduğunda anında başka bir işe geçti. Allah (c.c.) bunu inşirah suresi ile O’na öğretmişti. 

O yüzden Efendimiz (s.a.v.) rehavete kapı açacak hiçbir zemin oluşturmadı ve Hayber’e yöneldi.

Barış ortamının getirdiği sükûnet ile Hayber’den gelen ganimetler bir araya geldiğinde

kimsenin rehavete kapılmasına izin vermedi ve zenginliğin ahlakını öğretti. İnsanın imkânları

arttığında onu kaybetme korkusu da gelir. “Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dönüş de ancak

O'nadır.” (Nûr 24/42) Allah Resulü (s.a.v.) bunu çok ciddi bir şekilde ashabının kavramasını sağladı.

Onlar da zenginliğin bir nimet olduğunu gerçekten anladılar ve şükrünü eda etmek için gayret

gösterdiler.

Elhamdülillah şükrün kavlî boyutudur. Her nimetin şükrü evvela kendi cinsindendir. İman

nimetinin şükrü, imansız yüreklere hidayet vesilesi olmaktır. Allah Resulü (s.a.v.) de bu sebeple

Hudeybiye’nin hemen arkasından Bizans imparatoruna, İran kisrasına, Habeşistan kralına, Mısır

hükümdarına, Bahreyn kralına, Yemame emirine, Gassanîler emirine, Yemen hükümdarına, Umman

kralına ayrı ayrı elçilerle ayrı ayrı mektuplar gönderdi.

Bu mektupların 6 tanesi orijinal olarak elimizde mevcut ama önceden kayıptı. 1900lü yıllarda

ortaya çıktı. Ancak mektupların metinleri kitaplarımızda zaten vardı. Yani ilmi birikimimiz oldukça

zengin ve sağlam!

Elçilerin Vasıfları:

» Elçi dil bilecek – Gönderilen elçiler rastgele seçilmemişlerdi. Bir mektup kime gidecekse o

şahsın dilini bilen elçi gönderildi. Mektuplar Arapça idi ve elçiler tercüme ettiler.

» Elçi heybetli olacak – İslam’ın heybetini orada yaşatacak.

» Vakarlı olacak – Asla kompleksli olmayacak, bir hediye getirilse tenezzül etmeyecek.

» Değerlerine karşı özgüveni olacak – Herhangi bir itiraz olursa sarsılmayacak.

Mektuplar ayrı ayrı muhataba özel olarak yazıldı. Her birinin selamları, yazılan ayetleri farklılık

gösteriyordu.

► Necaşi’ye Mektup

Habeşistan kralı Necaşi’ye daha önceden bir mektup gönderilmiş ve o Müslüman olmuştu.

Efendimiz’in (s.a.v.) sığınan muhacirlerin geri gelmesini istediği ikinci mektubu elçi olarak Amr b.

Ümeyye (r.a.) getirdi. Bu haber üzerine Necaşi muhacirler gideceği için üzüldü.


• ÜMMÜ HABİBE İLE YAPILAN EVLİLİK

Efendimiz (s.a.v.) Necaşi’den Ümmü Habibe annemizi kendisine nikâhlamasını istemişti.

Necaşi O’nun için (Efendimiz orada olmamasına rağmen) bir düğün merasimi yapmış, mihrini bile

ödemişti. Amr b. Ümeyye (r.a.)’yi yazdığı iki mektubunu vererek gönderdi.

► Heraklius’a Mektup

Dönemin Heraklius’u o sıralar Kudüs’te bulunuyordu. Ona mektubu Dihye b. Halîfe ya da

Dıhyetü’l Kelbi (r.a.) ulaştırdı. Dıhyetü’l Kelbi (r.a.), Cebrail (a.s.)’ın insan süratinde gelirken suretine

büründüğü sahabi idi çünkü Dıhyetü’l Kelbi vahye âşık birisiydi. Vahye olan iştiyakını Allah

mükâfatlandırdı ve vahiy meleği de insan suretinde geldiğinde onun suretinde geliyordu.

Heraklius mektuptan oldukça etkilenmişti. Dıhyetü’l Kelbi’den birkaç gün kalmasını istedi.

Sonra adamlarından, peygamber olarak iddiada bulunan insanın (s.a.v.) şehrinden ticaret için bulunan

birilerinin olup olmadığını kontrol etmesini istedi. O sırada Mekke’den gelen 30 kişilik bir tüccar

heyeti vardı. Başlarında da Ebu Süfyan bulunuyordu ve heyet, adamlarla birlikte saraya geldi. Ebu

Süfyan adamlar karşısında yalancı duruma düşmemek için Heraklius’un Hz. Peygamber hakkında

sorduğu sorulara doğrulukla cevap verdi. Heraklius Hz. Peygamber’in (sav)'in soyunu, kişiliğini,

toplumdaki konumunu, çevresindekilerin özelliklerini, ona inananların artıp artmadığını, soyundan

krallık iddiasında bulunan kimselerin çıkıp çıkmadığını merak etmişti. Aldığı cevaplardan İslam’a karşı

ilgisi ve merakı arttı. (Asıl fazilet düşmanın bile seni takdir etmesidir!) Sonra Heraklius savaşıp

savaşmadıklarını sordu; Ebu Süfyan savaştıklarını ve bir kere onların bir kere kendilerinin kazandığını

söyledi. Heraklius söylenenlerin üzerine Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mesajının çok yakın bir zamanda

ayaklarının bastığı topraklara kadar gelip ulaşacağını ifade etti.

Efendimiz (s.a.v.) gönderdiği mektupların bazılarından olumlu bazılarından olumsuz cevaplar

aldı ama asla boş durmadı. Barış ortamını tebliğ ve davet adına bir seferberliğe dönüştürdü.


• HAYBER’DE OLUŞAN İHANET CEPHESİ

Hicretin 7. Yılı ve Muharrem ayı idi. Beni Nâdir ve Beni Kurayzâ Yahudileri rahat durmayıp

Hayber’i bir ihanet merkezi haline getirmişlerdi. Hendek gazvesini de onlar ortaya çıkarmıştı.

Hayber’de oturanların çok güçlü kaleleri ve 10 bin tane askerleri vardı. Kendi halinde kalsalar sorun

yoktu ama Gatafânlıları, Süleym oğullarını da bu işe dâhil ettiler; Mekkeliler ile sürekli irtibat halinde

olup Medine’de karışıklık çıkarmaları için onları sürekli fitnelediler. Efendimiz (s.a.v.) başından beri

Kureyş’e insanlar ile kendi arasından çekilmelerini söylemişti. Hayber’dekiler de bu noktada

Resulullah’a engel oluyordu.

Bu sebeple Allah Resulü (s.a.v.) tam zamanında hareket etti ve Mekke’de sulh yapıldığı bir

anda onlar Mekke ile yeniden ittifak kurmadan müdahalede bulundu.


• HAYBER’İN FETHİ VE OLAN HADİSELER

Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) 1600 kişilik bir ordu ile Medine’den yola çıktı. Hayber 160-

180 km uzaklıktadır. O günkü şartlarda 4-5 günde alınabilecek bir yoldu.

Hz. Peygamber (s.a.v.) düşmana haber ulaşmaması ve yolda bir durum gelişirse farklı bir

strateji izleyebilmeleri için çıktıkları savaşların birçoğunda sahabeyi nereye gideceklerini hakkında

bilgilendirmezdi. Bu Efendimiz’in askeri bir taktiği idi.

Efendimiz (s.a.v.) kuzey yönünde direk Hayber’e ulaşmak yerine yol güzergâhını Gatafânlıların

üzerine doğru uzatarak onlara gözdağı verdi çünkü onlar Hayber’e gideceklerini biliyorlardı. Bu

şekilde Efendimiz (s.a.v.) onlara harekete geçmeleri için bir imkân vermemiş oldu. Naim Kalesi,

Sa’d b.Muâz Kalesi ve Kille (Zübeyr) Kalesi çatışmaların en yoğun ve en şiddetli geçtiği yerlerdi.

Yol güzergâhında Resulullah (s.a.v.) tepelere çıktıkça coşkuları artan ve tekbirlerle yol alan

sahabeyi nefeslerini boşa tüketmemelerini konusunda uyardı. "Canınıza acıyınız, sesinizi

yükseltmeyiniz! Zira siz ne sağır çağırıyor, ne de gaibe bağırıyorsunuz. Her şeyi bilen ve işiten ve her

şeye her şeyden daha yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz." (Buhari, 3:50). Coşkularını yerinde ve

güzel bir biçimde kullanmalarını; heyecanlarını zayi etmemelerini tavsiye etti. (Heyecan nimettir, israf

etmeyin. Dualarda bağırıp çağırarak niyazı ortaya koyma konusunda da bizler için bir uyarı vardır

çünkü dua ettiğimizde Allah ne sağırdır ne de gâib. Bize ilmiyle, iradesiyle, kudretiyle şah

damarımızdan daha yakın olan O’dur.)

Allah resulü (s.a.v.) ve sahabe sezdirmeden Yahudilerin kalelerin önüne geldiler. Yahudiler

kendilerinden çok emindiler ve geleceklerini beklemiyorlardı. Sabah ordu ile karşılaştıklarında

kalelerine çekilip hemen savunmaya geçtiler. O kalelerde günlerce yetecek kadar yiyeceklerini

depolamışlardı. Yani uzun bir süre dışarıya çıkmasalar sıkıntı yaşamazlardı. Efendimiz (s.a.v.) bunu

bildiği için onları dışarı çıkarabilecek bütün yolları denedi. Ancak süreç uzayınca hastalandı.

Komutanlığı Hz. Ebubekir’e (r.a.) verdi. Akşama kadar mücadele devam etti ama değişen bir şey

olmadı. Ertesi gün Efendimiz Hz. Ömer’i komutan tayin etti. O günler çok sıcaktı ve zorluk yaşamaya

başladıkları sırada Allah Resulü (s.a.v.) sahabeye bir müjde verdi ve : "Yarın sancağı öyle birisine

vereceğim ki, Allah ve Resûlü onu sever, o da Allah ve Resûlünü sever. Allah, onun eliyle fethi

gerçekleştirecektir." (Sîre, 3:349; Tabakât, 2:111; Buhari, 3:51; Müsned, 3:353.) buyurdu.

Sahabe sabaha kadar bu müjdenin sahibinin kim olacağı konusunda geceyi merakla geçirdi.

Hz. Ömer o andaki heyecan ve arzusunu "Kumandanlığı o günkü kadar arzu ettiğim zaman

olmamıştır." (Müslim, 4:1872) diyerek dile getirmiştir.

Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali’yi çağırdı. Sahabe gözlerinden rahatsız olduğunu ve yürüyecek halde

olmadığını söyledi. Seleme b. Ekva refakat ederek Hz. Ali’yi Allah Resulü’nün huzuruna getirdi.

Efendimiz Hz. Ali yanına gelince elleriyle dua edip gözlerinin iyileşmesine vesile oldu. Hz. Ali o 

günden sonra gözlerinde bir daha ağrı olmadığını söylemiştir. Efendimiz (s.a.v.) sancağı onun eline 

verdi ve "Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme." (Sîre, 3:349; Tabakât, 

2:110;Ibn-i Kesîr, Sîre, 3:352) buyurdu.

 Hz. Ali yürüdü ama bir şey sormak istiyordu. Efendimiz arkana

bakma dediği için arkasına dönemedi oysa Allah Resulü (s.a.v.) bunu mecazen söylemişti. (Bu bize

sahabenin Allah Resulü’nün sözlerine itaat etme noktasındaki hassasiyetini gösterir.) Hz. Ali

yürüyerek "Yâ Resûlallah! Ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışacağım?" diye sordu. Efendimiz

(s.a.v.) "Allah'tan başka ilah ve ibadet edilecek bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü

olduğuna şehadette bulununcaya kadar onlarla çarpış! Onlar bunu yaptıkları takdirde, can ve

mallarını kurtarmış olurlar. Kalplerindekilerin hesabı ise Yüce Allah'a aittir." (Tabakât, 2:110; ibn-i

Kesîr, Sîre, 3:352.) buyurdu. Hz. Ali ‘Ben Haydar-ı Kerrar’ım, kaleleri şöyle deviririm, şöyle yaparım’

gibi naralar atarak ilerleyince Allah Resulü (s.a.v.) orada fetih ahlakını öğretecek bir cümle söyledi:

"Onların kalelerinin yanına varıncaya kadar vakar içinde ilerle. Sonra onları İslâm’a dâvet et.

Müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir. Vallahi, senin vasıtanla, Allah'ın onlardan bir

tek kişiyi hidayete erdirmesi, senin için birçok kızıl develere sahip olup, onları Allah yolunda sadaka

vermenden daha da hayırlıdır." (Buharî, 3:51; Zâdü'l-Mead, 2:149; ibn-i Kesîr, Sîre, 3:351.) Bir başka

rivayete göre ise "Ey Ali, senin elinle bir kişinin hidayete ermesi, yeryüzünde bulunan ve güneşin

üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.’’ (Buhârî, cuma 29; cihad 102, 143) buyurdu.

Netice olarak Allah zaferi nasip etti. Yahudiler kalelerinden çıkmak zorunda kaldı. Allah Resulü

(s.a.v.) çok büyük bir zafer elde etmiş oldu.

Savaş sırasında Habeşli bir çoban olan Yesâr, Efendimizin yanına geldi ve iman etmek

istediğini söylemişti. İman eder etmez de davarları ne yapayım diye sordu. Bir sürü koyun vardı. Allah

Resulü (s.a.v.) orada da savaşın ahlakını göstererek ona koyunları sürmesini ve onları Yahudilere

vermesini söyledi. Hâlbuki o koyunlar biraz sonra fetih ile kazanılan ganimetlerden olacaktı ama

Efendimiz onları sahiplerine vermesini istedi çünkü Müslüman emanete ihanet etmez!

Yesâr bir rekât namaz bile kılmamışken Hz. Ali’nin arkasında sefere gitti ve orada şehit oldu.

Naaşı karargaha getirildiğinde Efendimiz (s.a.v.) cenazeye bakarken bir ara başını çevirdi. Sahabe

neden böyle yaptığını sorduğunda Allah Resulü (s.a.v.) Yesâr’ın cennet nimetlerinden tattığını ve

utanmasın diye başını çevirdiğini izah etti.

Hayber fethedilince Yahudiler Efendimiz’in (s.a.v.) yanına gelerek bazı şartlar ileri sürdüler.

Allah resulü (s.a.v.) galip olmalarına rağmen onlara merhamet ederek şartlarını kabul etti. Yahudiler

sonra toprağı işleyecek insanlar gerekir diye Resulullah’ın onları burada bırakmasını, toprağı

kendilerinin işlemesini ve mahsulleri de bölüşmeyi teklif ettiler. Efendimiz onlara bu imkânı tanıdı ve

toprakları işletmelerini söyledi. Mahsullerin yarısı onların yarısı Müslümanların olacaktı ama yine

rahat durmadılar. Efendimiz (s.a.v.) bunu bildiği için yaptıkları antlaşmaya “Allah Resulü ve

Müslümanlar istediği anda buradan gideceksiniz.” diye madde düşmüştü.

Efendimiz (s.a.v.) her sene o mahsulü hesaplaması için Abdullah b. Revaha’yı (r.a.)

görevlendirdi. O da bunu büyük bir titizlikle yaptı ve mahsulleri önce Yahudilerin almasını istedi.

Yahudiler buna rağmen Abdullah b. Revaha’yı haklarını tam vermediği konusunda şikâyet ettiler.

Efendimiz (s.a.v.) onun yaptığına güvendiğini ve onun muhakkak adaletle hükmettiğini söyledi. Bunun

üzerine Yahudiler bir dahaki sene Abdullah b. Revaha’ya hediyeler verirlerse onun kendilerine biraz

daha fazla pay vereceğini düşündüler. Ancak Abdullah b. Rehava bunun karşısında onlara çok sert bir

şekilde çıkıştı ve bir daha böyle bir şey yapmamaları konusunda onları uyardı. Çünkü Allah Resulü

(s.a.v.) emirlerin (idare sahiplerinin), kadıların ve hâkimlerin hediye almasının rüşvet olduğunu

söylemişti.

• FEDEK ARAZİLERİ

Allah Resulü (s.a.v.) orada kaldığı sürece Hayber’den daha bereketli toprakları olan Fedek’e

bir müfreze gönderdi. Fedek’teki insanlar savaş olmasından korktukları için Müslümanlarla sulh

ettiler. Savaş olmadan sulh yoluyla anlaşıldığı için oradan elde edilen ganimetteki inisiyatif hakkı

Efendimizin elindeydi. Efendimiz de bunu ehli beytin nafakası olarak vakfetti.

Ganimetler toplandığında Efendimiz (s.a.v.)’in şehitlerle ve gazilerle ilgilendiği bir sırada

sahabe, birinin çok kahramanca savaştığını ve şehit olduğunu söyledi. Efendimiz (s.a.v.) ise onun

cehennemde olduğunu söyledi çünkü o kişi ganimete ait (millete, kamuya ait) bir örtü alıp saklamıştı.

Sahabe bunu duyunca dehşete kapıldı. Aralarından biri ganimetlerden almış olduğu başındaki bandajı

çıkarıp attı. Efendimiz (s.a.v) eğer o başında kalsaydı cehenneme o halde gideceğini bildirdi. Başka

birisi aldığı terliği hemen bıraktı. Sahabe bu işin şakası olmadığını anladı. Millete/kamuya ait bir toplu

iğnenin ya da tek bir kuruşun bile hesabı sorulacaktır!

Sahabeden hiçbiri bunu öğrendikten sonra devlet işinde görev almak için can atmadı. Onun

için Hz. Ömer’e ölüm döşeğinde iken oğlu Abdullah’ı halife olarak atamasını istediklerinde buna razı

olmadı. Hatta kendisini sırtından hançerleyen adamı hapse attıklarında onun devlet ile değil, kendisi

ile alıp veremediği olduğunu ileri sürerek ona devlet yemeğinden değil kendi hanesinden yemek

götürülmesini istedi.

Hayber’e giderken birisi yolda gelip Müslüman olmuştu. Güzergâh sırasında da İslam’a ait bazı

şeyleri Efendimizden öğrendi. Ganimetler geldiğinde o yeni gelen şahsa da pay verildi. Sonra o şahıs

kendi payını getirip Efendimize bunun için değil, “Cihat sırasında boğazıma bir ok gelir de ben de

şehadeti tadarım. Allah’ın huzuruna da böyle giderim.” diyerek şehadeti tatmak için geldiğini belirtti.

Efendimiz (s.a.v.) onun arkasından eğer doğru ise Allah’ın onu tasdikleyeceğini söyledi. Aradan bir

müddet geçince o adam da naaşlar arasında Allah Resulü’nün önüne getirildi. Tam işaret ettiği yerden

ok yemişti. Allah Resulü (s.a.v.) bunun üzerine “Allah’la doğru konuştu, Allah da onu doğruladı.”

söyledi.

• HZ. SAFİYYE’YE İLE OLAN EVLİLİK

Hayber’den dönüşte esirler arasında Hz. Safiyye annemiz de vardı. Hz. Safiye Huyey b.

Ahtab’ın kızıydı ve soylu birisiydi. Efendimiz onu nikâhı altına aldı.

Evin diğer hanımları bazen onu rencide ettiler. Birisi “Ey Yahudi’nin kızı!” demişti. Safiyye

annemiz buna çok üzüldü. Efendimiz (s.a.v.) bunu duyduğunda ona “Benden nasıl daha hayırlı

olabilirsiniz ki eşim Muhammed, babam Hârûn, amcam Mûsâ’dır deseydin ya!” sözleriyle onu teselli

etti (Tirmizî, “Menâḳıb”, 63). Sonra bu olaylardan birine şahit olduğunda “Gidin ağzınızı yıkayın! Öyle

kötü bir söz söylediniz ki o söz bir denize düşse denizin tamamını murdar eder.” dedi.

(!) Bu, genellemeyi Allah Resulü’nün kabul etmediğinin kanıtıdır. Genellemeye karşı olmak

için Bilal’e Habeşî demesi, Selman’a Farisî, Süheyb’e Rumî demesi bundandır. İslam farklılıklarla

güzeldir. Bu bizim zenginliğimizdir.

Hayber’in gelişi ile zenginlik de gelmişti. Hz. Ömer “Vallahi Hayber’den sonra doymaya

başladık” demiştir. Efendimiz (s.a.v.) bu zenginliği çok iyi bir biçimde yönetti.

Efendimiz (s.a.v.)’in bir sünneti vardı: Âdeti gereği Medine’ye döndüğünde önce Mescid-i

Nebevi’ye gidip iki rekât şükür namazı kılar, sonra kızı Fatıma’yı ziyaret ederdi. O gün Allah Resulü

(sav) namazını kıldıktan sonra yine Hz. Fatıma’nın evine doğru yönelmişti. Hz. Fatıma da babasının

geldiğini duyunca evinden çıkıp babasını görmek için Mescid-i Nebevi`ye doğru gidiyordu. Mescid-i

Nebevi ile Hz. Fatıma’nın evinin arasında bir yerde karşılaştılar ve birbirine sarıldılar. Hz. Peygamber

(sav)’in savaştan dolayı üstünün toz olduğunu gören Hz. Fatıma; "Baba ne zamana kadar sürecek bu

halin. Ne zaman gün yüzü göreceksin” diye babasına üzüntüsünü bildirdi. Allah Resulü (s.a.v.), kızını

teskin etmek için "Üzülme kızım, Allah babanın adını yeryüzünde ister hasırla isterse de kerpiçle

yapılmış bütün evlere ya izzetle sokacaktır ya da zilletle” demiştir.

Bu sahabeyi harekete geçiren bir müjdeydi çünkü bu yeryüzünün tamamına “Muhammedün

Resûllallah” ismi kavuşacak demekti. Ya izzetle gidecek oradaki insanlar Müslüman olacaklar; ya

zilletle gidecek oradaki insanlar Müslüman olmayacaklar ama İslam’ın dirilten mesajları oraya girecek.

Onun için ümitsizliğe asla yer yok! (Bizler de bu hayrın içinde olalım inşallah.)

• KAZA UMRESİ

Resûlullah (s.a.v.) nübüvvet öncesinde iki hac yapmıştı ama bildiğimiz şekliyle değildi. Örneğin

Mekkeliler Arafat’a çıkmazdı. İslam döneminde veda haccı tek ve son haccıdır.

Efendimiz (s.a.v.)’in umreleri:

1. Veda haccındaki umresi – Vada haccında hacc-ı kırân yaptı, yani umre ile haccı birleştirdi.

2. Cirâne umresi – Mekke fethi bittikten sonra Cirâne’den umreye girdi.

3. Kaza umresi.

4. Hudeybiye umresi – Hudeybiye’de umre niyeti ile yola çıkıp Mekkeliler tarafından

engellenmişlerdi anca Allah onu da umre olarak saydı.

Allah Resulü (s.a.v.) bunların üç tanesinde Zülhuleyfe’de ihrama girdi.

Hubeybiye antlaşması gereği 1 yıl sonra gelip üç gün süre ile umrelerini yapabileceklerdi.

Efendimiz (s.a.v.) tarih geldiğinde 1800 – 2000 kişi ile birlikte Mekke’ye gitti. O günlerde henüz

hüküm netleşmediği için yanlarında kurbanlar da vardı.

Mekkeliler Müslümanlar gelecekleri için öfkeliydiler. Bunun için bazıları onları görmemek için

şehirden gitti bazıları da merakla onları izledi. Bazıları da onların hummalı olduğu yönünde şaibe

yaymıştı. Efendimiz (s.a.v.) bunu duyunca ashabında sağ omuzlarını açmalarını (ızdıbâ) ve çalımlı bir

şekilde yürümelerini (remel) istedi. (Hz. Ömer döneminde bunu o gün için yaptıkları düşüncesi ile

bazıları kaldırmayı teklif ettiler ama Hz. Ömer bu sünnettir diyerek kaldırmadı.)

(!) Bugün Mekke’de bir sürü kamera var ve bütün dünya orayı canlı olarak izleyebiliyor. Peki,

bizler sahabenin o günkü heybetini bugün verebiliyor muyuz?

Şunu da dikkatten kaçırmamak gerekir ki; Efendimiz (s.a.v.) sağlıklı bir toplum yetiştirmeye de

özen gösterdi. O gün sahabeden bu noktada emin olduğu için onlardan ızdıba yapmalarını istedi.

Zamanında Medine’ye Necaşi tarafından gönderilmiş bir doktor geldiğinde ona “Bizden sana bir şey

çıkmaz” demişti.

• MEYMÛNE VALİDEMİZ İLE OLAN EVLİLİK

3 günlük umrenin bitiminde Efendimiz (s.a.v.) Meymûne validemize evlilik teklifinde buldu.

Meymûne annemiz Amr b. Sa’saa isimli kabileye (Arapların en meşhur kabilelerinden biri) mensuptu.

Efendimiz (s.a.v.) kız kardeşi Zeynep binti Huzeyme (babaları ayrı anneleri birdi) ile de evliydi.

Anneleri Hind binti Amr’ın dokuz tane kızı vardı. Onun kadar asil damatlara sahip olan kimse

yoktu. Resulullah iki kere damat olmuştu, O’ndan başka Hz. Hamza (eşi Selma binti Umeys), Ca’fer b.

Ebu Talib (eşi Esma binti Umeys), Hz. Abbas (eşi Ümmü’l-Fazl Lübâbe) da o evin damatlarıydı.

Allah Resulü (s.a.v.), Zeynep annemiz vefat edince bu kabile ile bağlarını devam ettirmek için

Meymûne annemiz ile evlenmek istedi. Düğün yapmak için Mekkelilerden bir gün daha müsaade

istedi. Niyeti düğünle İslam’a davet adına bir fırsat oluşturmak idi ama onlar bunu kabul etmediler.

Efendimiz (s.a.v.) Serif denilen yerde çadır kurdurup düğününü orada yapmıştır.

Meymûne annemiz Allah Resulü’nden sonra uzun bir süre yaşadı. Vefat edeceği sırada;

Efendimizle evlendiği gün üzerinde olan kıyafeti/gelinliği ile kefenlenmesi ve Allah Resulü (s.a.v.) ile

nikâhlandığı yere defnedilmesi konusunda yeğeni İbn Abbas’ı tembihlemişti.

Bütün annelerimizin mezarları Medine’de iken, Hz. Hatice annemizinki Mekke’de, bir tek

Meymûne annemizinki Serif mevkisindedir.


*


NOT: Mekke’de ve Medine’de tarihi anlamda hiçbir eser yok ama Hicaz’da vardır. Hayber

şehir kalıntıları hala bulunmaktadır.

KULAĞIMIZA KÜPE: Hz. Ebu’d-Derdâ’nın “Bilmeyip de yapmayanlara bir kez yazıklar olsun!

Bilip de yapmayanlara yedi kez yazıklar olsun!” sözü onun Allah Resul’ünden bilgi öncelikli değil

amel öncelikli bir ilim öğrendiğini gösterir.

BİR DUA: “Allah bizi son nefesimize kadar istikametten ayırmasın.” Âmin.

Hiç yorum yok: