HERKES İÇİN SİYER - 19. BÖLÜM (YENİDEN ŞAHLANIŞIN ADI HAMRÂÜLESED)


 HERKES İÇİN SİYER - 19. BÖLÜM (YENİDEN ŞAHLANIŞIN ADI HAMRÂÜLESED)


Bismillahirrahmanirrahim.


• EFENDİMİZ VE ASHABI MEDİNE’YE DÖNDÜKTEN SONRA NE OLDU?

Efendimiz (s.a.v.) ve sahabe Medine’ye çok zor bir biçimde döndüler çünkü hepsi yaralıydı.

(Bu konuda kaynaklarımızda hangi sahabenin kaç yerinden yaralandığına dair bilgiler bile yer alır.)

Efendimiz (s.a.v.) yoldayken Hassan b. Sabit’ten şiir okumasını istedi. Hassan b. Sabit bir iki satır

Uhud’la ilgili şeyler söyledikten sonra Bedir ile alakalı satırlar okudu çünkü onları ayağa kaldıracak

olan şey Bedir idi.

Günlerden Cumartesi ve akşam vakitleri idi. Allah Resulü (s.a.v.) Mescid i Nebevi’nin önüne

gidecekti ama atından inemedi. O anda Sa’d b. Muâz ve Sa’d b. Ubâde durumu fark edip yardımına

koştular. Allah Resulü (s.a.v.) öyle yaralıydı ki hazırlığını bitirdikten sonra namazı kıldıracak gücü

kendinde bulamadı ve ilk kez oturarak namazı kıldırdı. O varken kimse onun önüne geçmezdi,

mecburen imameti Efendimiz yapmalıydı. Ama acı çekerken bile ümmetini, sahabesini düşündü.

Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali’yi Mekke müşriklerinin peşine düşmesi için görevlendirdi ve onların

develerine mi yoksa atlarına mı bindiklerini gözlemesini istedi. Eğer develerine binip atlarını yanlarına

alıyorlarsa bu Mekke’ye gidiyorlar demekti ama atlarına binip develerini yanlarına alıyorlarsa bu

saldırı için Medine’ye geliyor olduklarına işaretti çünkü bu yönde söylentiler dolaşıyordu. Hz. Ali

denileni yaptı ve onların develerine binip gittiklerini söyledi. Efendimiz (s.a.v.) peygamber kimliğiyle

beraber bir lider olarak o anda Medine’de oluşan tüm olumsuz havaları dağıtması gerekiyordu. Bunun

için Uhud’a katılanların -sadece onlar olmak üzere- ertesi gün hazır olmalarını ve düşmanın peşine

düşeceklerini buyurdu.

• HAMRÂÜLESED

Hamrâülesed düşmana gözdağı, dosta yeniden can suyu vermektir. Dedikoduların önüne set

çekmektir, dertlere derman olmak, düşüşlere yeniden şahlanmaktır. Hamrâülesed olmasaydı insanlar

günlerce Uhud’u konuşup yas tutacaklar, moralleri düşecekti ki münafıklara fırsat doğacaktı. Zaten

İbn Selûl yoldan döndüğü için ‘ben demedim mi’ diyerek kendini haklı göstermeye çalışmıştı bile.

Onun için Allah Resulü (s.a.v.) yeniden onların bütün planlarını alt üst etti. Bir gün sonra da İbn Selûl

“Muhammed bizi bir daha yıktı.” dedi.

Hamrâülesed, Medine’ye 20 km uzaklıktadır (Bedir yol üzerinde) ve kırmızı aslan demektir

(dağ uzaktan öyle göründüğü için Araplar bu ismi kullanmışlar). Buraya gelenler sadece Uhud’a

katılanlar idi. Çok ağır olan birkaç kişi dışında kalanların hepsi vardı. Bunların dışında Efendimiz (s.a.v.)

Uhud’a katılmamış olmasına rağmen -özel bir gerekçeyle- Cabir b. Abdullah’ın katılmasına müsaade

etti.

(İslam medeniyetinin çocukları menkıbe çocuklarıdır. Ama biz onları uyumak için değil,

uyanmak ve yeniden yazmak için dinleriz. Abduleşhel mahallesindeki iki kardeşin menkıbesi gibi.)

Abdullah b. Sehl ve kardeşi Râfi b. Sehl, Allah Resulü (s.a.v.)’nün çağrısını duyunca ağır yaralı

olmalarına rağmen birbirlerini taşıma pahasına bile olsa gideceğiz dediler. Ve yolun birçok yerinde

Abdullah b. Sehl (r.a.) kardeşini sırtında taşımak zorunda kaldı.

Üseyd bin Hudayr (r.a.) kalkacak mecali yokken, ölse bile Efendimizin çağrısına icabet emiş bir

halde ölme arzusuyla yerinden kalktı. “Eğer Allah Resulü bizi hayat verecek bir çağrıya davet ettiğinde

icabet etmezsek yazıklar olsun bize!” dedi. Böylece sahabe Efendimizin çağrısı ile yeniden dirilmiş

oldu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hamrâülesed’e geldiğinde orada bir adamın uyuduğunu gördü.

Sahabeden adamı uyandırmalarını istedi. Uyuyan kişi Ebu Azze idi (Mekke müşriklerinden bir şair).

Ebu Azze Bedir’e gelmiş, orada esir olarak tutuklanmış ve Allah Resulü’nün huzuruna çıkarıldığında

Efendimiz’e müşrikler tarafından zorla getirildiğini söyleyip serbest bırakılmasını istemişti. Bir daha

gelmeyeceğine dair de sözü vardı. Sahabe onu uyandırdıktan sonra yine kavminin zorla getirdiği öne

sürdü. Efendimiz (s.a.v.) bunun üzerine hakkında yazdığı şiirlerin hesabını sordu çünkü Ebu Azze

şiirlerinde Allah Resulü’nü kandırdığını yazmıştı. Affetmesi için yalvardı. Allah Resulü (s.a.v.) “Ben 

bir daha aynı sevinci sana ve Mekke’deki müşriklere yaşatmam. Mümin, bir delikten iki defa

sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)" (Buhârî, "Edeb", 83; Müslim, "Zühd", 63)

buyurdu ve öldürülmesine hükmetti.

Sünnetin en güzel tariflerinden birisi doğru işi doğru zamanda yapmaktır. Allah Resulü (s.a.v.)

de bunu yaptı.

Efendimiz (s.a.v.) orada geceledi. Yaklaşık 500 küsur civarında idiler. Efendimiz (s.a.v.)

sahabeden odun toplamalarını, birbirlerinden biraz uzak durmalarını ve düşmana çok görünmek için

her birinin iki ateş yakmalarını buyurdu. Sahabeden biri çıkıp yaktıkları ateşe dışarıdan bakmış ve

görünen manzaradan kendilerinin bile korktuğunu dile getirmiştir.

O anda Huzâ kabilesinden Ma’bed b. Ebî Ma’bed Resulullah’ın huzuruna geldi. Allah

Resulü’ne Uhud’da olanlara çok üzüldüğünü ve eğer müsaade ederse Ebu Sufyan’a gidip

Müslümanların çok güçlü bir ordu ile peşlerini düştüğünü söyleyip onları korkutmak niyetinde

olduğunu beyan etti. Efendimiz (s.a.v.) de buna izin verdi. Ma’bed b. Ebî Ma’bed, Ebu Sufyan’ı bularak

ona Hz. Peygamber’in büyük bir ordu kurduğunu, Müslümanların çok öfkeli olduklarını ve kendisinin

bile korktuğunu söyledi. Ebu Sufyan çok korktu ama belli etmemeye çalıştı ve Mekkelilere hazırlanıp

gitmelerini söyledi.

O anda da Abdulkays oğullarından bir heyet Medine’ye doğru yola çıkıyordu. Ebu Sufyan o

ailenin liderini tutup ondan Hz. Peygamber’e Mekkelilerin başka orduların da katılması ile daha da

güçlü bir hale geldiklerini haber verip Resulullah’ı korkutmasını istedi. Karşılığında da Ukaz panayırına

geldiğinde kuru üzüm vereceğini söyledi. Adam, Resulullah’ın huzuruna giderek Kureyşlilerin

söylediklerinden bahsedince Efendimiz (s.a.v.) ve sahabe hep bir ağızdan “Hasbünallahü ve ni’mel

vekil/Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” dediler.

Müminlerin tavrı böyleydi ve ayetlere konu oldu: “Bazı münâfık kişilerin müslümanlara

‘düşmanlarınız size hücum için hazırlandılar; aman onlardan sakının!’ demeleri, onların imanlarını

bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter, ne güzel vekildir O!’ dediler. Bunun üzerine onlara hiç bir

zarar dokunmadan, Allah’ın nimet ve ikrâmlarıyla döndüler. Böylece Allah’ın rızâsına tâlip oldular.

Allah büyük kerem sahibidir.” (Âl-i İmrân 3/173-174)

Allah Resulü (s.a.v.) Hamrâülesed’de üç gün kaldı ve geri geldi. Böylelikle düşmanın arkasına

düşmesi ile Mekke’deki propagandaları yerle bir etmiş oldu.

Ertesi gün İbn Selûl gelip mihrabın yanındaki yerde konuşma yapacaktı. Ensar da o konuşma

yapmasın diye aralarında anlaştı ve o konuşacağı sırada İbn Selûl’ü bir anda kollarından ve

ayaklarından tutup mescidin dışarısına attılar. İbn Selûl bir daha orada konuşamadı.

• İKİ ACI HADİSE: RECÎ VE Bİ’Rİ MAÛNE VAKASI

İkisi olay da hicretin üçüncü yılında oldu ve İslam tarihinin en acı olaylarındandır.

• RECÎ VAKASI

Civar kabilelerden (Lihyân oğulları, Adel kabilesi ve Kare kabilesi) Efendimize (s.a.v.) zarar

vermek istediler ama güçleri yoktu. Efendimiz (s.a.v.) orada bir saldırı haberi duyunca Abdullah b.

Üneys isimli bir sahabiyi göndererek liderlerden bir tanesinin işini bitirmişti. Hal böyle olunca kabileler

ordu ile Müslümanların karşısına çıkmanın fayda etmeyeceğini anlayınca oyunlar kurmaya başladılar.

Efendimize (s.a.v.) gelerek Müslüman olduklarını ve kendilerine imanı ve Kur’an’ı öğretmek üzere bir

grup muallim göndermesini istediler.

Efendimiz (s.a.v.) her iki olayda da endişelenmesine rağmen tebliğ aşkı endişesine galip geldi

ve ‘ya iman ederlerse’ düşüncesi ile muallimleri göndermeye karar verdi. (Ama ne yazık ki kabileler

onları halkları ile buluşturmayacaktı.) Efendimiz (s.a.v.) muallim olarak gidecek sahabileri gönüllülük

üzere seçti. Sahabe bu noktada çok hevesliydi.

Allah Resulü (s.a.v.) bir rivayete göre 10, doğru ve sağlam olan diğer bir rivayete göre ise 7

kişiyi başlarında bir rivayete göre Mersed b. Ebî Mersed ile, sağlam olan bir diğer rivayete göre de

Âsım b. Sâbit ile heyeti belirleyip kabileyle beraber gönderdi. Kabileden 200 kişi Recî kuyularının

başına geldiklerinde pusu kurup Müslümanları ok yağmuruna tuttular. Önce teslim olmalarını

istediler ama Müslümanlar karşı koydukları için çatışma çıktı. Müslümanlardan 4 tanesi orada şehit

oldu, 3 tanesi de yakalandı.

Recî kuyusu Mekke’ye 60-65 km uzaklıktaki bir yerdir.

Bu, 7 sahabenin (Mersed b. Ebî Mersed (r.a.), Halid b. Bükeyr (r.a.), Asım b. Sabit (r.a.),

Hubeyb b. Adîyy (r.a.), Zeyd b. Dessine (r.a.), Abdullah b. Tarık (r.a.), Muattıb b. Übeyd (r.a.)) dâhil

olduğu bir seriyye idi. Dört tanesi şehit olduktan sonra geriye Hubeyb b. Adîyy (r.a.), Zeyd b. Dessine

(r.a.), Abdullah b. Tarık (r.a.) kalmıştı.

Şehit olanlardan Asım b. Sabit (r.a.) Uhud’da Mekke’nin ileri gelen kadınlardan birisinin iki

oğlunu öldürmüş, kadın da ah ettiği için başına 100 deve koymuştu. Kabiledekiler bunu bildikleri için

onun ölüsünü Mekke’ye götürmek istediler. Asım b. Sabit’in naaşını almak için yaklaştıklarında

nereden geldiklerini bilemedikleri bir arı sürüsü etraflarını sardı. Allah arılarla Asım b. Sabit’i

koruyordu çünkü Asım b. Sabit “Allah’ım! Bana müşrik eli değdirme.” diye dua etmişti. Şirkten ve

müşriklerden nefret ediyordu. Bu yüzden de onların kendisine dokunmamasını Allah’tan istemişti.

Kabiledeki adamlar arılardan yaklaşamadıkları için akşamı beklemeye karar verdiler ama akşam

olunca da şimşekler çaktı ve çok kuvvetli bir yağmur yağmaya başladı. Göz gözü görmez bir ortam

oluştu ve Allah Asım b. Sabit’in (r.a.) naaşını ortadan kaldırdı. Nasıl olduğunu ve nereye gittiğini kimse

bulamamıştır.

Asım b. Sabit’i götüremeyince kalan üçü ile devam etmeye karar verdiler. Yolda Abdullah b.

Tarık (r.a.) bir fırsatını bularak birinin kılıcını aldı ve orada mücadele ederek şehit oldu.

Geriye sadece Hubeyb b. Adîyy (r.a.) ile Zeyd b. Dessine (r.a.) kalmıştı. Namaz vakti girdiğinde

ellerinin çözülmesini istediler ve namaz kılacaklarını söylediler. Abdestleri olsa ima ile kılacakları ama

abdestleri yoktu. Teyemmüm ayeti de daha nazil olmamıştı ama ellerini toprağa sürüp abdest almayı

düşündüler ve o hallerde bile ima ile namazlarını kıldılar.

İkisini Mekke’ye götürdüklerinde iki ayrı eve hapsettiler ama haram ayında oldukları için

hemen cezalandırmadılar. (Hubeyb b. Adîyy (r.a.)’in kaldığı evde yaptıklarının üzerinden bile ahlaka,

savaş hukukuna ve ahlakına, mücadele ruhuna ait birçok ders çıkarabiliriz.) Hubeyb b. Adîyy (r.a.)

hapis olarak tutulduğu evdeki Mâviyye isimli hizmetliden kendisine putlar adına kesilmiş etlerden

getirmemesini ve ne zaman öldüreceklerse haber vermesini istedi. Mâviyye öldürüleceği zaman gelip

haber verdiğinde ondan tıraş olmak için bir ustura göndermesini istedi çünkü şehadet taçlı bir gelin, o

da şehadet düğününün damadı idi. Allah’ın huzuruna gideceği için güzel bir biçimde hazırlanmak

istemişti. Mâviyye boş bulunarak usturayı çocuğu ile yolladı. Sonra Hubeyb b. Adîyy (r.a.)’in

özgürlüğüne kavuşmak için çocuğa bir şey yapabileceği endişesi ile gidip baktı ki Hubeyb b. Adîyy

(r.a.) çocuk ile şakalaşarak oynuyordu.

(İnsanları etkileyen Müslümanların ahlakı idi. Her kim mücadelede ahlaksızlık yapıyorsa o

adamın yaptığı iş Allah Resulü’nün (s.a.v.) memnun olacağı iş değildir. Her şart ve durumda

değerlerimize ve ilkelerimize uygun hareket etmek zorundayız. Sonunda mağlup olsak bile kazanırız.

Bizim düşmana benzeme gibi bir hakkımız olamaz. Hubeyb b. Adîyy (r.a.)’in yaptığı da buydu.)

Hubeyb b. Adîyy darağacına çekileceği zaman (insanlar direk asmıyorlar, cezalıyı kütüğe

bağlayıp mızrakları batıra batıra öldürüyorlardı) sükûnetle duruşu ile Ebu Sufyan’ın dikkatini çekti.

Amaçları insanlara Hz. Peygamber’e inananların sonunu göstererek içlerinde Müslüman olmaya

meyilli olanlar varsa vazgeçmelerini sağlamaktı ama Hubeyb b. Adîyy’in duruşu ile etkindiler. Orada

bulunanların çoğu daha sonra Müslüman oldu. Ebu Sufyan son bir isteği olup olmadığını sorduğunda

iki rekât namaz kılmak istediğini söyledi. Acele acele namazını kıldı ama o namazdan öyle lezzet aldı 

ki düşmanlarının ölümden korkarak namazı uzattığını zannetmeyecekler olsa namazını uzatacağını dile

getirmişti. Bağlanınca eziyet etmeye başladılar ve bir yerde Ebu Sufyan tekrar gelerek “Benim

yerimde Muhammed olsun!” derse serbest bırakılacağını söyledi. Hubeyb b. Adîyy (r.a.) da ona “Ben

Muhammed aleyhisselâmın değil benim yerimde olmasını, Medîne'de yürürken ayağına bir diken

bile batmasına asla râzı olmam! Bin tane başım olsa/saçlarım kadar başım olsa ve her gün biri

kurban edilse ben yine de bundan başka bir şey söylemem!” cevabını verdi.

Hubeyb b. Adîyy (r.a.) kendisine işkenceler yapılırken Allah’a yakardı ve “Allah’ım! Şuracıkta

düşman yüzünden başka yüz görmüyorum... Allah’ım! Resûlüne selâmımı ulaştır. Bize yapılan bu işi ve

ona iman üzere olduğumu Resûlüne bildir.” diyerek dua etti. Allah Resulü (s.a.v.) o anda Mescid-i

Nebevi’de oturmuş halde iken bir anda doğrulup “Ve aleykeselam ya Hubeyb!” dedi ve şehit

olduğunu ashaba duyurdu.

Aynı tavrı Zeyd b. Dessine (r.a.) de koymuştu. Mekkeliler ona da imandan ve Hz. Peygamber’e

itaatten dönmesi konusunda teklifler yaptılar ama o da Hubeyb b. Adîyy (r.a.) gibi cevaplar verecek

duruşunu bozmadı ve o şekilde şehadete ulaştı.

• Bİ’Rİ MAÛNE VAKASI

Recî hadisesi daha Medine’de duyulmadan Efendimiz (s.a.v.) Bi’ri Maûne’ye de muallimler

göndermişti. Tebliğ aşkından dolayı muallimleri aynı zamanda göndermişti.

Allah Resulü (s.a.v.) bir rivayete göre 70, daha doğru bir rivayete göre 40 sahabiyi gönderdi.

Muallimleri Benî Âmir kabilesinin reisi Ebû Bera Âmir b. Mâlik istemişti ve niyeti kötülük yapmak

değildi, samimiydi. Ama yeğeni Amr b. Tufeyl Müslümanları pusuya düşürdü ve 38 tanesini orada

şehit etti. Şehit olanlardan birisi de Harâm b. Milhân (Enes b. Mâlik’in dayısı) idi ve mızrakla

yaralandığı zaman aynen Amr b. Füheyre’nin dediği gibi “Fuztu vallahi bi Rabbil Kaaba/Kâbe’nin

rabbine yemin ederim ki ben kurtuldum.” diye bağırdı.

Kalan iki kişi hayvanlarını otlatmak için heyetten ayrılmışlardı, geri döndüklerinde

kardeşlerinin şehit edildiklerini gördüler ve ne yapacaklarını şaşırdılar. Gidip savaşmaya karar verdiler

ve bir tanesi daha şehit oldu. Kalan diğer sahabiyi Efendimiz’e (s.a.v.) haber vermesi için bıraktılar.

Allah Resulü (s.a.v.) duyduklarını büyük bir sabırla karşıladı çünkü o an doğru iş sabretmekti. Tam bir

ay, bir başka rivayete göre 40 gün sabah namazından sonra şehit olanlar için afiyet selamet diledi,

ihaneti yapanlara da beddua etti.

• HZ. HÜSEYİN’İN DOĞUMU

Efendimiz (s.a.v.) hiçbir zaman acının altında ezilmedi. O acıları yönetmişti. Bu acıların

arasında Hz. Hüseyin’in gelişi mahzun yüreklere şifa oldu ve Efendimiz çok sevindi. Onları kendi

dünyasının nasipleri olarak sevdi.

• ÜMMÜ SELEME ANNEMİZİN GELİŞİ

Ümmü Seleme’nin eşi Ebu Seleme b. Abdülesed gazvelerde yaralanmıştı. O vefat edince

Efendimiz (s.a.v.) Ümmü Seleme annemize talip oldu. Ümmü Seleme annemiz üç şeyden dolayı Hz.

Peygamber ile evlenme noktasında endişe ettiği dile getirdi:

- Resulullah beni ne yapsın, ben zaten yaşlı birisiyim diye endişe etti. (31-32 yaşlarında

olmasına rağmen kendisi yaşlı bulmuştu.)

- Çocukları vardı ve evlenirse onların ne olacağı konusunda endişe etti.

- Kıskanç birisi olduğunu söyleyerek Allah Resulü’nü rahatsız etme ve incitme konusunda

endişe etti.

Allah Resulü (s.a.v.) Ümmü Seleme annemizin endişelerine teker teker cevap verdi:

- Kendisinin de yaşlı olduğunu, hatta Ümmü Seleme’den daha yaşı olduğunu dile getirdi.

- Çocuklarını (Ömer b. Ebi Seleme, Seleme b. Ebi Seleme, Zeynep binti Ebi Seleme) kendi

çocukları sayacağını söyledi ve güzel bir şekilde de onları yetiştirdi. ( Özellikle Zeynep binti

Ebi Seleme Medine’nin yedi fakihe olmuş kadınlarından birisidir. İlimde zirveye erişmiştir

çünkü muallimesi Efendimiz (s.a.v.) idi.)

- Kıskançlık insanın kendi elindekini başkasından sakınmasıdır. Dengeli olduğunda mahzur

yoktur. Haset ise başkasının elindekine göz dikmektir, haramdır. Efendimiz (s.a.v.) bunun

çaresi olarak onun için dua edeceğini söyledi.

Kıskançlık ve hasetlik için duanın üç boyutu vardır: Kişinin kendisine dua etmesi, kendisi için

dua istemesi ve kime ve hangi özelliğine haset ediyorsa onun için dua etmektir. Eğer haset kalpte

hastalığa sebebiyet verecek kadar derinleşmişe ilk başta dua edilemeyebilir ama sabırla dua edilmeye

devam edilirse bu aşılabilir.

Efendimiz (s.a.v.) Ümmü Seleme annemize bunları söyleyince annemiz kabul etti ve Hücret-i

saadete geldi. Ümmü Seleme annemiz o evin en fazla hadis rivayet eden ikinci şahsı idi. Aişe annemiz

2210, Ümmü Seleme annemiz 378 hadis rivayet etti. Efendimiz (s.a.v.) onun dirayetine çok güvendiği

için defalarca onunla istişare etmiş ve onun dediğini yapmıştır.

Ümmü Seleme annemiz tavrı ile Hudeybiye’de binlerce sahabenin itibarını korudu.

Hücre-i Saadetin en uzun ömürlü eşidir.

Kim genelleme yapıp kadınlar ya da erkekler şöyledir böyledir derse kesinlikle Allah Resulü’ne

muhalefet ediyor demektir çünkü Efendimiz (s.a.v.) ikisi hakkında da hayır konuşulmasını istemiştir.

• BENİ NÂDİR’İN İHANETİ

Beni Nâdir Yahudileri rahat durmayıp tekrar fitneye başlamışlardı. Efendimiz (s.a.v.) birkaç

kere onları uyardı. Bir olay üzerine Efendimiz (s.a.v.) onların yanına gittiğinde suikast girişiminde

bulundular. Allah Resulü (s.a.v.) bir duvarın önünde otururken üzerine taş devirmek istediler lakin

Allah Resulü Cebrail (a.s.) tarafından bilgilendirildi.

Bu, moralleri bozulmuş olan Müslümanlar için iyi bir fırsat oldu, yeniden şahlanış gerçekleşti.

Allah Resulü (s.a.v.) sahabeyi toplayıp mahallelerini kuşatma altına aldı. Biraz direndikten sonra

mecburen teslim oldular ve bir sürü ganimet bırakarak gittiler.

İslam’dan önce Ensar, çocuklarını iyi yetişsin diye Yahudilere vermişlerdi. Beni Nâdir

Yahudileri sürgün edildiğinde çocukları da onların arasındaydı ve bunun için endişendiler. Bunun

üzerine “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu

tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla

işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/256) ayeti nazil oldu.

Bu hadisenin arkasından Müslümanlar yeniden güçlendi çünkü tarım sektörü Beni Nâdir’in

elindeydi ve bir sürü tarla, bahçe, bir sürü şey bırakarak gitmişlerdi.

İçkinin haram kılınması da bu döneme denk gelmişti. İçki dört aşamada (tedrîcilik) haram

kılındı:

1. Allah (c.c.) Mekke döneminde iken Nahl suresinin 67. Ayeti ile bunu Müslümanların

gündemine koymuştu: “Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de

güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.”

2. Bakara suresi 219. Ayet: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah,

hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.”

Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.”

Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.”

3. Nisa suresi 43. Ayet: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza

yaklaşmayın. Cünüb iken de yolcu olanlar müstesna gusül edinceye kadar namaza

yaklaşmayın. Eğer hasta olur, veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest

bozmaktan gelince veya cinsî münasebette bulunup, su da bulamazsanız o zaman tertemiz

bir toprak ile teyemmüm edin. Niyetle yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah çok

affedicidir, çok bağışlayıcıdır.”

4. Maide suresi 90-91. Ayetler (nihai ayetlerdir): “Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri

şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki

kurtuluşa eresiniz (90). Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi

Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz? (91)”

Maide suresinin ilgili ayetleri nazil olduktan sonra Medine’de kimin evinde ne varsa hepsi

sokaklara saçıldı. Öyle ki kaynaklarda Medine’de adeta küçük bir çay oluştuğunu belirtilmiştir. Bu

sahabenin teslimiyetidir, anında ittiba etmişlerdir.

Günah ve haram meselesinde “bir defa yaptıktan sonra bir şey olma” gibi sözler şeytanın

vesvesesidir. Mümin anında itaat ve ittiba eder, gereğini yerine getirir.


*


KENDİMİZE NOT:


Ramazan heyecanın artarak zirvede bitirilmesi gereken bir şeydir.

Efendimiz (s.a.v.) Kadir gecesini son 10 günde ve tekli gecelerde aramamızı söylemiştir.

Kadir gecesinin en büyük ibadeti Aişe annemizin bize öğrettiği üzere duadır. O Allah

Resulü’ne Kadir gecesine erişirse nasıl dua edeceğini sormuştur. Bu son 10 günde dualarımızı

artırmamız gerek. Efendimiz (s.a.v.) şöyle dua etmesini buyurmuştur: “Allahümme inneke afüvvün

kerîmün tuhibbül afve fa'fü anni/Allah’ım sen Afuvsun, Kerimsin, affetmeyi seversin, beni de affet.”

Günahlarımızı Allah’a itiraf etmeliyiz yani geriye dönüp hayatımızın muhasebesini yapmalıyız.

Yaptığımız hatalar için af dilememiz gerek.

Kadir gecesi öyle bir gece ki bin aydan hayırlı çünkü bin ay 83 yıla tekabül eder yani bir ömre

bedeldir. O affı kazandıracak ve o mağfirete eriştirecek olan şey nasuh tövbedir (gönülden tövbe).

Efendimiz’in 9 tane Ramazanı vardı; bunlarda beş tanesi 30 gün, dört tanesi 29 gün idi ve

Ramazanlarını cihatla, cenkle, cehdle (gayretle) geçirdi.

Hiç yorum yok: