HERKES İÇİN SİYER - 20. BÖLÜM (MUSTALİKOĞULLARI GAZVESİ’NDEN ÂLEME MESAJLAR)
Bismillahirrahmanirrahim.
• UHUD’A KATILMAYAN VE FİTNEYE SEBEP OLUP GERİ ÇEKİLEN MÜNAFIKLAR BU GAZVEYE
NİYE KATILDILAR?
Münafık, menfaati neredeyse orada yer alan, riski olan işlere bulaşmayan, bir yerde menfaat
elde edecekse her kılığa girip o menfaati kendi lehine çevirene kadar gayret eden tiptir.
Münafıklar Uhud’da bir risk gördükleri için yarı yolda dönmüşlerdi. Dertleri Allah Resulünü
(s.a.v.) ve sahabeyi bir şekilde sıkıntıya sokmaktı. Fırsat da orada ellerine geçmişti.
Mustalikoğulları Gazvesi’nde gidilecek kabile zengin idi ve elde edilecek ganimetlerinin çok
olduğunu biliyorlardı.
• PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.) NİYE ONLARI DA GÖTÜRDÜ?
Allah Resulü (s.a.v.) bir nevi risk hesabı yaptı. Münafıkların kendileri ile beraber gelmeleri de
riskti, Medine’de kalmaları da ama Medine’de kalmaları daha büyük bir risk teşkil ediyordu. Bu
yüzden onların gözünün önünde olmasını istedi. Özellikle de İbn Selûl’u her gittiği yerde fitne
oluşturmasına rağmen götürdü. Kendi yanında olması bu riski biraz daha düşürüyordu.
• PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.) NEDEN İBN SELÛL’Ü ORTADAN KALDIRMADI?
Münafıklar topluma kendilerini çok farklı bir şekilde anlatıyorlardı. Tanımayan bir insan gelip
Mescid-i Nebevi’de İbn Selûl’ü dinlese onu peygamber aşığı zannedebilirdi. Hitabeti kuvvetliydi ve
çevresindeki insanları İslam için bir şeyler yapma maksadı ile etkisi altına alıp kandırıyordu. Efendimiz
(s.a.v.) bu duruma İbn Selûl için değil o kandırdığı adamlar için katlandı. Çünkü onu öldürdüğünde o
insanları kaybedecekti. Bu yüzden Hz. Ömer istemiş olsa bile öldürülmesini istemedi.
İlerleyen zamanlarda olay farklı bir noktaya gelerek İbn Selûl’ün maskesi düştü, kendi kabilesi
onu kınamaya başladı. Böylece Allah Resulünün öldürmesine de gerek kalmamıştı. Ondan sonra Hz.
Ömer “Ya Resulallah! Yaptığın her iş benim söylediğim ve yaptığımdan daha hayırlıdır.” demiş ve
Efendimiz’in ne kadar isabetli olduğunu ikrar etmişti.
Efendimizin karşısında da üç cephe vardı, bugün bizim karşımız da üç cephe var: küfür
cephesi, nifak cephesi ve cehalet cephesi. Allah Resulü (s.a.v.) aynı mücadeleyi vermedi ve hepsiyle
ayrı savaştı. Cehalet cephesine verilecek mücadele merhamet, nifak cephesine verilecek mücadele
tedbir, küfür cephesine verilecek mücadele strateji üzeredir. Efendimiz (s.a.v.) bunu yaptı ve
yaptıklarında isabetli de oldu.
• BU GAZVEYE NİYE İHTİYAÇ DUYULDU?
Hicretin beşinci yılında Efendimizin kurduğu istihbarat ağı oldukça genişlemişti. Her taraftan
haberler geliyordu. Gelen haberlerden birisi de Müstalikoğulllarının Medine’ye saldırmak için hazırlık
yaptıkları idi. Güçlü ve zengin bir kabile idiler. Efendimiz’in ve Müslümanların gücünün büyüyüp
kendilerine ulaşacaklarını düşündüler ve onlardan evvel harekete geçmek istediler. Müreysî oğulları
Medine’ye 96 mil/160 km uzaklığında. Orası kervanlarının geçip geldiği bir yer de olduğu için de
endişelenmişlerdi. Kabile reisleri Hâris b. Ebû Dırâr idi.
Allah Resulü (s.a.v.) bu durumdan haberdar olunca Büreyde b. Husayb el-Eslemî’yi saldırmak
için hazırlandıklarını teyit etmesi için kabileye gitmekle görevlendirdi. Büreyde b. Husayb oraya
gittiğinde daha iyi gözlem yapabilmek için Müslüman olduğunu gizleme adına Efendimiz’den icazet
istedi. Allah Resulü (s.a.v.) bunu onaylayınca kabileye gitti ve Hâris b. Ebu Dırâr ile muhabbet kurmayı
başardı. Ondan bu bilginin doğru olduğunu öğrendi ve Efendimiz’in yanına gelerek durumu onayladı.
Allah Resulü (s.a.v.) haberi teyit ettirince 700 sahabe ile Müreysî sularının olduğu yere doğru
yola çıktı. Medine ile arası 160 km’dir. Yol güzergâhı itibari ile zorlu bir sefer idi ve askeri seferden
ziyade daha büyük hadiseler yaşanmıştı. Müslümanlar kuyunun başında konakladılar. Efendimiz
(s.a.v.) orada gözdağı vermek için ciddi bir operasyon yaptı. Çatışma başladıktan kısa bir süre sonra da
Müslümanlar galip geldi. Kabilenin en ileri gelenlerinin de içinde bulunduğu 500-600 kişiyi esir aldılar.
Aralarında kocası öldürülmüş olan Hâris b. Ebû Dırâr’ın kızı Cüveyriye annemiz de vardı.
• BİR CAHİLİYE DAVASI OLARAK IRKÇILIK
2000 tane deve, 5000 tane koyunun da içinde bulunduğu bol miktarda ganimet elde edildi.
Bu Müslümanların çok hoşuna gitmişti ama münafıkların başka oyunları da vardı. İbn Selûl fitne
çıkarmak için fırsat kolluyordu. Allah (c.c.) ona bu gazve sırasında iki tane fitne ateşi yakma imkânı
verdi. Onlardan biri şöyle gerçekleşti:
Su kuyusunun başında sırayla herkes suyunu çekiyordu. Muhacirlerden Cahcaş b. Mes’ud ile
Ensardan Sinan b. Veber arasında kuyudan su çekme sırasında kovaların birbirine karışması nedeniyle
kavga çıktı. İkisi de aşiretlerini yardıma çağırdılar. Ensar-muhacir kardeşliği bir anda darbe aldı. İbn
Selûl fırsattan yararlanarak olayı karıştırmaya başladı. Ensarın yer yurt vererek muhacirlere fazla yüz
verdiğini, muhacirlerin de bunların karşılığında “Besle kargayı, oysun gözünü.” tabiri ile nankörlük
ettiklerini dile getirdi. Eğer Medine’ye dönerlerse aziz olanların (ensarı kastediyordu) zelil olanları
(muhacirleri kastediyordu) sürüp çıkaracağını söyledi ve insanları kışkırttı. Allah Resulü (s.a.v.)
haberdar olunca olaya müdahale etti. Yapılanın cahiliye kalıntısı olduğunu, onlara ait olmayan ya da
Allah’ın onlara ikram ettiği bir şeyden dolayı üstünlük sağlamanın İslam dışı olduğunu belirtti.
“Irkçılığa çağıran bizden değildir! Irkçılık yolunda kavga veren bizden değildir! Irkçılık yolunda ölen
bizden değildir!” dedi.
Asabiyet ve ırkçılık dediğimizde meseleyi sadece kavmiyetçilik (ırk) olarak algılıyoruz. Bu işin
ana ayağıdır ama buna ilave olarak hemşerilik asabiyeti, yaş asabiyeti, cinsiyet asabiyeti, mensubiyet
asabiyeti gibi başka asabiyetler de mevcut durumda. Ancak Allah Resulü (s.a.v.) üstünlüğün takvada
olduğunu defalarca vurgulamıştır. Takva, gördüğün her mümini kendinden hayırlı zannetmendir!
Sahabe kendi kavimlerini sevmelerinin ırkçılık olup olmadığını sorduğunda Efendimiz (s.a.v.)
hayır cevabını vermiştir. “Irkçılık odur ki senden olan birisi senden olmayan birisine zulüm ettiğinde
sırf senden olduğu için onu görmemendir. Ve sırf senden olduğu için o zulme arka çıkmandır.”
buyurmuştur. Bu tarz asabiyetlerinin hepsinin ayağının altında olduğunu söylemiştir. Onun ayağının
altında olanı başımıza koyduğumuzda başımızı da onun ayağının altına koymuş oluruz. Bugün ne yazık
ki biz de ehli küfre fırsat vermekteyiz.
Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) öğle vakti sahabeyi ayaklandırdı ve neredeyse 5-6 saat
boyunca yürüttü. Bir yere gelince tamam dedi ve istirahate çekildiler. Herkes çok yorgundu ve
uyudular. Kalktıklarında ırkçılık noktasında kalplerinde hiçbir şey kalmamıştı. Allah Resulü bunu
yapmakla; eğer mümin boş kalırsa şeytanın oyuncağı olacağını gösterdi. Bunun için mümin kıyamet
kopsa bile elindeki hurma fidanını dikme adına gayret içerisinde olur.
• İFK HADİSESİ
Ordu istirahat ettikten sonra harekete geçeceği bir sırada Aişe annemiz ihtiyacı için ordunun
dışına çıkmıştı. Dönüp geldiğinde kolyesini düşürdüğünü fark etti.
(Bu gazve bazı şeylerin ortaya çıkabilmesi için birçok hadisenin gerçekleştiği bir gazve
olmuştu. Çok önemli mesajlar verdi. O mesajlar için de sahabeden bazıları kurban olmuştu. Hz. Âişe,
Safvan b. Muattal, Zeyd b. Hârise, Zeynep binti Cahş, Zeyd b. Erkam ve Cüveyriye binti Hâris bu
olaylarda kurbanlığı en üst safhada yaşamış sahabilerdi.)
Hz. Âişe annemiz gerdanlığını düşürünce orduya yetişebileceğini düşünerek onu aramaya
koyuldu. Uzun bir arayıştan sonra gerdanlığını buldu ama geri döndüğünde ordu gitmişti. O zamanlar
hanımlar devenin sırtına konan, kadınlara mahsus, hevdec denilen üstü kapalı bir çeşit sandığa
bindiriliyordu. Hz. Âişe annemiz zayıf olduğu için hevdeci taşıyanlar onu hevdecin içerisinde
zannettiler. Bunun üzerine Âişe annemiz ordunun nasıl olsa yokluğunu fark edip geleceğini düşünerek
bulunduğu yerde beklemeye karar verdi ve orada uyuyakaldı. Bir müddet sonra Safvan b. Muattal
yanına geldi.
Safvan b. Muattal’ın hastalık derecesinde uykuya zafiyeti vardı. Resulullah’a (s.a.v.)
uyanamadığını söyledi. Allah Resulü de ona izin verdi ve ne zaman uyanırsa arkadan gelerek artçılık
yapmasını söyledi. Efendimiz onun için böyle bir terbiye yöntemine girdi ve zafiyeti bir kabiliyete
dönüştürmüş oldu. (Safvan b. Muattal (r.a.), Adıyaman Samsat’ta yatmaktadır.)
Safvan b. Muattal (r.a.) bir karartı gördü, biraz yaklaşınca onun insan olduğunu, biraz daha
yaklaşınca onun Âişe annemiz olduğunu anladı. Orada sadece “inna lillâhi ve inna ileyhi raciun” dedi
ve Âişe annemize neden geride kaldığını bile sormadı. Devesini getirip annemizin önüne çöktürdü ve
o bindikten sonra da orduya yetişmek için yola devam ettiler.
Onlar gelene kadar fitne baş göstermişti. İbn Selûl su kuyusunun başında olanlardan dolayı bir
sürü söz söylemişti. O sözleri genç bir delikanlı olan Zeyd b. Erkam duydu ve Allah Resulü’ne
söylemeye karar verdi. Efendimiz (s.a.v.) ona; bunları İbn Selûl’ün söyleyip söylemediğini, aralarında
bir düşmanlık olup olmadığını ve hiçbir ekleme çıkarma yapmadan aynen duyduklarını söyleyip
söylemediğini sordu. Zeyd (r.a.) hepsinde duyduğunu doğruladı. Efendimiz (s.a.v.) hiçbir şey
söylemedi.
Zeyd (r.a.) Efendimiz’in yanından çıkınca İbn Selûl durumu öğrendi ve kendi kabilesinden
birkaç kişiyi de kendisine şahit tutarak Zeyd’in söylediklerini söylemediği dile getirdi. Bunun üzerine
Zeyd b. Erkam Allah’a gerçeğin ortaya çıkması için vahyin inmesi adına dua etti. Onun bu duası
üzerime Münafikûn suresi nazil oldu. Ayetler geldiğinde Efendimiz (s.a.v) Zeyd’i (r.a.) yanına çağırdı ve
“Allah indirdiği ayetlerle seni doğruladı.” müjdesini verdi. Zeyd b. Erkam Allah tarafından doğrulayan
ve doğrulanan bir genç idi.
Ayetler geldikten sonra Efendimiz (s.a.v.) yine hiçbir şey söylemedi. Hz. Ömer gelip İbn Selûl’ü
öldürmek istediği burada söylemişti ama Allah Resulü izin vermedi.
İbn Selûl’ün tam adı Abdullah b. Übey b. Selûl’dür. Oğlunun adı da Abdullah idi ve babasının
aksine o mümindi. Allah Resulüne gelip babasını öldürmek için izin istedi. Eğer başkası öldürürse
şeytanın bunu kendisine ağır gösterip o mümin kardeşine karşı yüreğinde bir kin beslemesinden
endişe ettiğini, bu yüzden kendisi öldürmek istediğini beyan etti. Ama Efendimiz müsaade etmedi.
“Ben başkalarına Muhammed yakınlarını, adamlarını öldürtüyor dedirtmem!” dedi.
Abdullah (r.a.) bunun üzerine Medine’ye yaklaştıklarında bir tepenin üzerinde durup kılıcını
çekti. Babasına eğer şu cümleyi söylemezse onu Medine’ye sokmayacağını söyledi: “Müminler azizdir,
münafıklar ve kâfirler de zelildir. Aziz olanlar Medine’de yer edinecek, zelil olanları da Allah daha da
zelil edecektir.” İbn Selûl oğlundaki kararlılığı görünce bu cümleyi söylemek zorunda kaldı ve Abdullah
da o zaman babasının girmesine müsaade etti. Efendimiz (s.a.v.) bunu duyunca onun için hayır
dualarda bulundu.
Hz. Âişe annemiz ve Safvan b. Muattal (r.a.) saatler sonra döndüklerinde münafıklar iftirayı
açıklıkla lanse etmeyip farklı kalıplarla yaptılar ve bu da insanlar arasında yayıldı. Döndüklerinde
Medine’de dört ayrı tavır ortaya çıkmış oldu:
* Münafık tavrı → Ağızlarında geveleye geveleye fitnenin daha çok yayılmasını sağlayanlar.
* Cahil Müslüman tavrı → Acaba mı? Olabilir mi? diye konuşanlar. Bunlar arasında Hassan b.
Sâbit, Mistah b. Usâse ve Hamne binti Cahş (Mus’ab b. Umeyr’in eşi ve Zeynep binti Cahş’ın
kızkardeşi) yer alıyordu. Olayın sonunda bunlara iftira haddi uygulandı.
* Sessiz Müslüman tavrı → Sessiz kalıp karışmayanlar ama bu zümre de kınanmıştı.
* Olgun Müslüman tavrı → “Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi
(din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, “Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya!” (Nur 24/12)
İftirayı duyup buna inanmayan ve tarafını belli edenler.
Abdullah İbn Abbas (r.a.) “Dört tane kişiyi Allah ayetleriyle teskiye etti/arındırdı.” demiştir.
Onlar Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Meryem ve Hz. Âişe idi.
Hz. Âişe annemizin hiçbir şeyden haberi olmadı. Seferden döndüğünde hastalandı ve 20 gün
ateşli bir halde yattı. Allah Resulü (s.a.v.) normal zamanda gösterdiği ilgiyi göstermeyince ve odasına
seyrek uğrayınca bir şeyler olduğunu sezmişti ama hakkında yapılan dedikodulardan haberi yoktu.
Allah Resulü (s.a.v.) Âişe annemizin masum olduğuna inanıyordu ama olaya itiraz etse ya da
Hz. Aişe’yi kendiliğinden teskiye etse idi münafıklar hanımı diye olayın üstünü örttüğünü
düşüneceklerdi. Birilerini cezalandırsa yine fitne ateşi sönmeyecekti. İlahi irade müdahale etmeliydi
ve bu yüzden Allah Resulü (s.a.v.) sabretti ve bekledi.
20 gün sonunda Hz. Âişe annemiz dışarıya çıktı. Yanında Mistah b. Usâse’nin annesi vardı.
Ümmü Mistah üç kere üstündeki örtüye basıp düştü ve her kalktığında da “Allah Mistah’ın burnunu
yere sürtsün!” dedi. Âişe annemiz niye böyle söylediğini sorduğunda oğlunun bu dedikoduyu
anlattığını söyledi. Hz. Âişe annesi ile babasının ve Allah Resulü’nün de bundan haberi olduğunu
öğrenince Allah Resulü’ne gönül koydu. Sonra da Hz. Peygamber’den izin alıp babasının evine gitti.
Hz. Ebubekir ve eşi Ümmü Rûman kızlarını teskin etmeye çalıştılar. Aradan bir müddet
geçtikten sonra Allah Resulü de geldi ve Âişe annemize: “Eğer mâsum isen Allah seni temize
çıkaracaktır, bir günah işledinse tövbe et ve affını dile; Allah tövbekârları bağışlar” dedi. Âişe annemiz
bu işi yapmadığını, Allah’ın bu noktada kendisine bir hayır kapısı açacağını, ne söylese şüphe ile
karşılayacağını ifade etmiş ve artık Hz. Ya‘kūb gibi sabredip Allah’tan yardım dilemekten başka
çaresinin bulunmadığını söyledi.
Allah Resulü (s.a.v.) sahabe ile istişare etmek için bir hutbe irât etti ve fitne ateşini
söndürmeleri için onlardan talepte bulundu ancak bu Hazrec ile Evs arasındaki kavganın yeniden
alevlenmesine sebep oldu. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) evine çekildi ve Ümmü Eymen annemiz
ile, Hz. Ali ile, Berîre adlı câriye ile, Zeyneb bint Cahş ile istişareler etti. Her birisi Allah Resulü’nü
rahatlatacak şeyler söylediler.
Hz. Ömer ile istişare ettiğinde o Efendimize bir anılarını hatırlatarak teskinde bulundu: Bir gün
namaz kılarlarken Allah Resulü (s.a.v.) terliklerini çıkarmıştı. Bunun üzerine sahabe de terliklerini
çıkardı. Namaz bitince Allah Resulü terliklerinde necaset bulunduğunu Cebrail (a.s.) haber verdiği için
çıkardığını söylemişti. Hz. Ömer bu olayı hatırlattıktan sonra “Ya Resulallah! Eğer Cebrail (a.s.) senin
terliğine bulaşmış ufacık bir necaset için geldiyse, namusuna bulaşan necaset için de gelecektir. Ve
Allah vahyini indirecek, bu noktada senin gönlündeki fırtınaları dindirecektir.” dedi ve dediği gibi de
oldu.
Efendimiz (s.a.v.) Aişe annemizin yanında iken Nur suresi 11-26. ayetleri nazil oldu. Efendimiz
ayetleri okudu ve Medine’deki ateş söndü. Arkasından Münafikûn suresinin ayetleri ile münafıkların
çevirdikleri oyunlar ve yaptıkları konuşmalar da açığa çıkmış oldu.
Yıllar sonra aynı olay Maria annemizin de başına geldi ama bu sefer bir sahabi bunda
inanmadı çünkü derslerini almışlardı.
(Bir mümin olarak yapmamız gereken birisi hakkında bir şey duyduğumuz ya da gördüğümüz
zaman hüsn-ü zânda bulunmak ve irdelememektir.)
Hz. Ömer (r.a.) yatmayan biriydi ve geceleri Medine’de dolaşırdı. Bir gün bir evden olumsuz
sesler duydu ve yerine gelerek askerlerinden falanca evde zina yapıldığına dair şeyler duyduğunu ileri
sürerek o evdekileri tutuklayıp getirmelerini istedi. Hz. Ali onu durdurdu ve böyle bir sebepten dolay
ceza veremeyeceği söyledi. “Eğer o evin sahiplerinin isimlerini ifşa etseydin, vallahi sana iftira haddi
uygulansın diye sana talepte bulunurdum çünkü dört tane şahidin olana kadar bunu konuşmak caiz
değildir.” diyerek onu uyardı. Hz. Ömer de orada durdu.
• CÜVEYRİYE VALİDEMİZİN GELİŞİ
Cüveyriye validemiz Benî Mustaliḳ kabilesi reisi Hâris b. Ebû Dırâr’ın kızıdır. Esirlerin arasında
idi ve ashaptan birinin hissesine düştü. Esaretten kurtulmak için Hz. Peygamber’in yanına gitti ve
kendisini tanıtarak fidyesinin ödenmesi hususunda yardımcı olmasını istedi. Bunun üzerine fidyesini
ödeyen Hz. Peygamber’in evlilik teklifini kabul ederek “müminlerin annesi” oldu.
O, Allah Resulü ile bunları konuştuğu sırada babası esir düşen kızının fidyesini ödemek için
bazı develeri önüne katarak Medine’ye gelmişti. Ancak develerden iki tanesi çok hoşuna gittiği için
saklamaya karar verdi. Allah Resulü’nün huzuruna geldiğinde geliş sebebini beyan etti ancak kızı
Müslüman olacağını ve Resulallah ile evleneceğini söyledi. Bunun üzerine Hâris b. Ebû Dırâr kızını ikna
etmek için develer getirdiğini söylediğinde Allah Resulü (s.a.v.) iki deveyi gizlediğini söyledi. Hâris b.
Ebû Dırâr bunu duyunca yaptığını kendisinden başkası bilmediği için şaşırdı ve orada iman etti.
Hz. Peygamber’in Cüveyriye ile evlendiğini duyan sahabe Resûl-i Ekrem’i memnun etmek için
Cüveyriye annemizin esir olan akrabalarını azat ettiler. Azat edilen her esir de bu ikramı gördüğü için
Müslüman oldu. Mustalikoğulları’nın tamamı bu evlilikten sonra İslâmiyet’i kabul ettiler.
• TEYEMMÜM AYETİ
Hz. Âişe annemiz gerdanlığı bulup geldikten sonra bir yerde tekrar düşürdü ve yeniden
aramaya koyuldu. Bu sefer ordu ashabını kendisini beklemesi konusunda uyardı. Ordu beklediği
sırada namaz vakti girdi. Bulundukları yerde abdest almak için su da yoktu. Hz. Ebubekir (r.a.) bu
durum üzerine çok sinirlendi ve kızına kızdı. Allah Resulü (s.a.v.) ise hiçbir şey söylememişti.
Saatler geçince Nisa suresinin 43. Ayeti bu mesele hakkında nazil oldu ve teyemmüm
gündeme gelmiş oldu.
“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız
durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya
yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide
bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi
ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.”
Sahabe sonra gelerek Hz. Ebubekir’e yaptıkları her işte ne kadar hayırlı bir aile olduklarını
söylemişlerdir.
• ZEYNEP BİNT CAHŞ’IN PEYGAMBER HANIMI OLUŞU
Allah Resulü (s.a.v.) birçok evliliğini Allah’ın (c.c.) emretmesi ile yapmıştır. Zeynep bint Cahş
ile evlenmesi de böyle oldu.
Zeynep annemiz Efendimiz’in halasının kızı idi. Annemizin Allah Resulü’nde gönlü vardı ve
Efendimiz talip olsun diye 32-33 yaşına kadar bekledi. Allah Resulü (s.a.v.) de bir gün gelip evlatlığı
Zeyd b. Hârise için Zeynep annemizi istedi. O da kabul etti ama Efendimiz ne kadar uğraşsa da
evlilikleri yürümedi. Bir yıl kadar süre sonunda ayetler meseleye müdahale etti çünkü onların
üzerinden evlatlık hukuku gelecek ve cahiliyeye ait bir gelenek ortadan kalkacaktı.
“Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte
bulunduğun kimseye, “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İçinde,
Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden
çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu
seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında),
evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri
mutlaka yerine getirilmiştir.” (Ahzâb 33/37)
Ayetler inince Zeyd b. Hârise Zeynep annemizi boşadı ve Allah Zeynep validemizi ayetleri ile
Allah Resulü’ne nikâhladı. Hz. Âişe annemiz bununla ilgili iki şey söylemiştir:
- Bu hüküm Efendimiz’e çok ağır gelmişti ama bunu gizleyemezdi, mecburen söyledi. Ayetler
bu konuda Allah Resulü’nü münafıklardan çekinmemesi konusunda uyarmıştı.
- Resulallah’ın eşleri olarak hepsinin nikâhlarının yerde ama Zeynep annemizin nikâhının
göklerde kıyıldığını söylemiştir.
Zeynep binti Cahş annemiz “Ümmü’l Mesâkin (miskinlerin anası)” olarak anılırdı. El işleri
yapar ve ondan kazandığı parayı saymadan infak ederdi. Medine’de onun elinden geçimini sağlayan
onlarca dul kadın ve yetim çocuk vardı.
Hz. Ömer, hilafeti döneminde birçok ganimet geldiğinde 12 bin dirhemi Zeynep annemize
gönderdi. Zeynep annemiz gelen paranın üzerini örttü ve hiç saymadı. Elini daldırıp ne geldiyse
yanındaki hizmetliye veriyor ve dağıtmasını söylüyordu. Hz. Ömer onun dağıtacağını bildiği için ekstra
bin dirhem daha yolladı ve Zeynep annemiz onu da dağıttı. Ama bir yandan da Allah’a bu kadar para
ile imtihan etmemesi için dua etmişti ve ondan sonra da bir daha para gelmedi.
Hz. Aişe annemiz onun hayrı çok yapan birisi olduğunu vefat ettiğinde onun arkasından
ağlayanlardan anladıklarını söylemiştir.
*
KENDİMİZE NOT:
İtikâf Ramazanın en önemli sünnetlerinden biridir. Efendimiz (s.a.v.) itikâfa çok önem verirdi.
Bir yıl yapmazsa diğer yıl telafi ederdi. Mesela hicretin ilk senesi Bedir’de olduğu için yapamamıştı. 8.
Yılda da Mekke’nin fethi gerçekleştiği için yapamadı. Son Ramazanında 20 gün yaparak itikâfın
ehemmiyetini ortaya koydu.
İtikâf, Hira’yı yeniden yaşamaktır. Biraz dünyadan uzaklaşarak kendimizle yüzleşmemiz ve
Allah’la aramızdaki adımları güçlendirmemiz için güzel bir fırsattır. Çünkü “Nefsini tanıyan Rabbini
tanır.” Ondan sonra hayatımızı o yüzleşmeden aldığımız kazanımla devam ettirmeye gayret
göstermeliyiz.
Allah Resulü (s.a.v) itikâfı son 10 günde yapardı ama itikâf bir iki gün, hatta birkaç saat bile
yapılabilir. Bu yüzden itikâfı tecrübe etmek gerekir.
“İtikâfta olan, günahlardan uzaklaşır, her iyiliği işlemiş gibi sevaba kavuşur." (İbni Mace)
"Bir devenin iki sağımı kadar itikâf eden, bir köle azat etmiş gibi sevab kazanır." (Tenvir)
"Ramazan'da on gün itikâf eden, iki defa (nafile) hac yapmış gibi sevab kazanır." (Beyheki)
"Allah rızası için bir gün itikâf, insanı Cehennem'den çok uzaklaştırır." (Taberani)
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.