HERKES İÇİN SİYER - 5. BÖLÜM (HİRA’DAKİ BÜYÜK BULUŞMA VE VAHYİN NÂZİLİ)


 HERKES İÇİN SİYER - 5. BÖLÜM (HİRA’DAKİ BÜYÜK BULUŞMA VE VAHYİN NÂZİLİ)


Bismillahirrahmanirrahim.


* Neden Ona el-Emin Denilmiştir?

* Mekke'de Emin çoktu ama el-Emin bir tane idi.

* El-Emin ile Emin arasında fark vardır; bir kelimenin başına ma’rife olan el takısı (Elim Lam)

geldiğinde bilinirlik özelliği artar. Allah Resûlü (s.a.v.) gibi ticarette, akrabaların içerisinde, sözüne

sadık olan Eminler vardı ancak bütün bu iyi vasıfların toplandığı tek bir şahıs vardı, o da Peygamber

Efendimizdi. Onun hayatının tamamında bu eminliğin her türlü göstergesi bulunmaktaydı. Bu

efendimize has bir özelliktir. Bunun içindir ki birileri el-Emin dediğinde bilinir ki o Allah

Resulü’dür. Çünkü o insanların zihniyetinde büyük bir emniyet, güvenilirlik, sıddıkiyet (doğruluk)

bırakmıştır.

*Vahiy Neden 40 Yaşındayken Nâzil Oldu?

* Birçok peygamberde aynı durum görülmüştür.

* Daru'n-Nedve’ye kabul yaşı da 40 idi.

* Kitaplara baktığımız zaman 3 tane yaşın önemli olduğunu görmekteyiz:

- 23, Fiziki olgunluk yaşıdır. (biyolojik anlamda olgunlaşma)

- 33, Akli olgunluk yaşıdır. (Efendimizin bir beyanına göre de cennetteki yaştır.)

- 40, Kur'anî bir delili vardır. Ahkaf Suresi’nin 15. Ayeti ile ruhi olgunluk yaşadır. (kemale

erme)

* 40 yıllık süreç içerisinde 3 sürecin tamamlandığını görmekteyiz:

1) Tanınma süreci

2) Hazırlık süreci

3) Olgunluk süreci

* Efendimiz birçok olayla tanınmıştı ama en önemli tanınma meselesi el-Emin oluşudur. Mekke'de

Muhammed'i nasıl bilirsiniz diye sorulduğunda ilk konuştukları kelime onun Emin birisi

olduğuydu. Bunun bütün toplum tarafından ikrar edilmesi onun peygamberliğe hazır olduğunun en

bariz işaretiydi.

* Allah önce dört dörtlük bir insan profili oluşturmuş ve dini onun üzerine inşa etmiştir.

* Efendimizin insanlara söylediği sözleri ile kendi hayatında bir çelişki asla söz konusu

olmamıştır. Onun hayatı, o sözleri tasdik etmiş ve böylece yürekler fethedilmiştir. Mesela; Efendimiz

“Ne yaparsanız yapın, sağdan başlayın.” demiştir ve bir gün yanında Abdullah İbni Abbas bir çocuk

olarak otururken Efendimiz Mekke'nin büyüklerinin de bulunduğu misafirlerine su ikram etmek

istemişti. Büyüklerden başlamak için dönüp önce Abdullah İbni Abbas'tan izin istedi. İbni Abbas önce

kabul etmek istemiş sonra Resulullah'ın dudaklarının değdiği yerden önce kendisi içmek istediği için

vazgeçmiş ve sırasını vermemiştir ve Efendimiz de ondan başlamıştır. Allah Resulü’nün söylediği her

şeyin altında hayatıyla atılmış bir imza vardır ve sahabe nesli böyle güzel bir bütünlüğe şahit olarak

yetişmiştir.


2


* Allah Resulü 35 yaşına geldiğinde hayatında farklı bir sayfa açılmıştır;

1) Bir kız evladı daha oldu. (Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm vardı, Fatıma geldi.)

Fatıma doğduğunda Hz. Hatice ona kendi annesinin adını (Fatıma Binti Zahide) koymak

istemişti. Efendimiz gelip annesinin adını koyacağını söyleyince Hz. Hatice Âmine koyacağını düşünüp

üzülmüştü. Efendimiz ise “Annem dedimse annemden sonra annem olan Fatıma’nın ismini

koyacağım.” deyip yengesi Fatıma Binti Esed’in adını koymuş ve Hatice annemiz de sevinmiştir. O

Fatıma ehlibeytin ağacı olacaktı. Efendimiz “Her peygamberin nesli kendindendir; benim neslim ise

Fatıma'dandır.” demiştir. Kıyamete kadar dinin intikalinde ve muhafazasında övülen bir neslin

zemini ve kökü olacaktır.

2) Efendimiz ticaretten ve Hatice annemizden dolayı biraz rahata kavuşmuştu. Amcası

Abbas’a diğer amcası olan Ebu Talib'in çocuklarından birer tanesini yanlarına alıp bakımlarını

üstlenmeyi teklif etti. Çünkü Ebu Talib yaşlı ve çocukları da fazlaydı. Ebu Talib önce bu teklifi kabul

etmedi, sonra ısrar edilince Akil'in kendisinde kalması şartıyla diğerlerini almalarına müsaade etti.

Efendimiz 5 yaşındaki Ali'yi, Hz. Abbas 15 yaşındaki Cafer’i aldı. Efendimiz Ali'yi alıp eve götürdü ve

“Ey Hatice! Ben öyle birini seçtim ki Allah onu benim için seçmiştir.” deyip onu Hz. Hatice'nin

terbiyesine bıraktı.

3) Kâbe’nin hakemliği meselesi ile el-Eminliği bir kez daha tasdik edildi.

Kâbe yangından ve sellerden yıpranınca Mekke'nin ileri gelenleri Kabe'yi yıkıp yeniden

yapmak istediler. O günlerde de Şuaybe limanına (Cidde) bir inşaat gemisi vurmuştu. İçindeki

malzemeler ile gemdeki usta Mekke'ye getirildi. Bunun öncesinde halk arasında bir para havuz

oluşturulmuştu çünkü Kâbe’yi para biriktirerek yapmayı amaçmışlardı. Zinadan ve faizden kazanılan

paralar asla o havuza konulmadı çünkü Ebrehe olayına şahit oldukları için korktular ve helal kazancın

toplanmasına özen gösterdiler. Ama toplanan para inşaata yetmedi. Kureyş zamanındaki Kâbe

malzeme yetmediği ve binanın yarım kalmasını istemedikleri için İbrahim a.s. dönemindekinden daha

kısa oldu ve yanına hatim duvarı eklendi.

Mekke'nin fethinden sonra Aişe annemiz Kâbe’nin içinde namaz kılmak için Efendimize

talepte bulundu. Efendimiz de onu alıp hatim duvarın içerisine götürdü ve şöyle dedi: “Ey Aişe!

Burada namaz kıl. Burada namaz kılmak Kâbe’nin içinde namaz kılmak gibidir.”

Sıra Hacer-ül Esved'in konulmasına geldiğinde Âdioğulları, Teymoğulları ve Ümeyyeoğulları

gibi kabilelerden birçok kişi bu şerefin kendilerinde olduğunu öne sürdü, kılıçlar çekildi. Velid bin

Muğire, olaya el atarak Mescid-i Haram’a ilk girecek kişinin hakem olmasını teklif etti ve gelen kişi de

Efendimiz olmuştur. Onu görünce sevinip; O’nun el-Emin olduğunu ve vereceği hükme de razı

olacaklarını dile getirdiler. Efendimiz müthiş fetânet (meseleleri çözmedeki isabetlilik) gücü ile

çözümde şüpheye yer vermemiştir. Bir bez istemiş, Hacer-ül Esved'i ortaya koymuş ve bezin bir

ucundan tutması için her aileden birer temsilci istemiştir. Taşı da kendisi yerine koymuştur. Olayı

çözüme kavuşturduğu için insanların ilgisi ve alakası artmıştır.

4) Efendimiz bir anda yalnızlığı sevmeye başladı. “Yalnızlık bana sevdirildi.” demiştir. İçinden

gelen bir duygu ile Hira Mağarası'na gitmeye başlamıştır. (Vahiy orada nâzil olduğu için biz Nur Dağı

diyoruz, Cebel-i Nur. Hira'nın kelime manası “taharri” yani arayış demek. Aslında Hanifler o dağda bir

şeyler aramışlardır.) Allah Resulü'nün o dağı bilmesinin muhtemel sebepleri şunlardır:

- Çobanlık yaparken rastlamış olabilir.


3

- Hanifler Ramad ayında, Ramazan'da oraya inzivaya giderlerdi. Allah Resulü'nün dedesi

Abdülmuttalib'in ve amcası Zeyd İbni Amr’ın gittiğine dair de rivayetler var. Efendimiz onlardan

öğrenmiş olabilir.

* Efendimiz, yalnızlığın sevdirildiği birisi olarak 35 yaşından itibaren Ramad ayında Hira’ya gitmeye

başladı. Hatice annemiz orada ne yaptınığı sorduğunda tahannüs yaptığını söylemiştir. Bir varlık

sancısı çekmiş, Kavmi'nin yaşadığı dinden rahatsız olmuş ama ne yapacağını ve nasıl yapacağını

bilememiştir. Bu yüzden ne kadar rahatsız olsa da insanlara karışmamıştır. 38 yaşına gelince yalnızlığı

daha çok sevmeye başlamış ve son 2 senesinin neredeyse 6 ayını Hira'da geçirmiştir. Hz Hatice ona bu

dönemlerde hep destek olmuş, bazen kendisi de Hira'ya çıkmıştır. Yol üzerindeki İcâbe mescidinde

bazen geceledikleri olmuştur. (Bazıları orada dua ettiklerinde duaları kabul edildiği için oraya Mescid-i

İcâbe denilmiştir.)

* Efendimiz 35 yaşından sonra ticaretle uğraşmıştır. Hz. Hatice Efendimizin her türlü ihtiyaçlarını

giderme adına hep yardım etmiştir. Hatice annemizin buradaki desteği vahyin nâzil olduğu

dönemdeki desteği kadar önemlidir. Belki de Efendimizin ilk vahiy aldığı zaman Hz. Hatice annemizin

yanına gitmesinin sebebi de budur. “Bu yükü benimle beraber taşısa taşısa Hatice taşır.” diye

düşünmüştür.

* Efendimiz (s.a.v.) son 6 ayda ağır rüyalar görmeye başlamıştır. Bir şeylerin olacağını bilmiş ama ne

olacağını bilememiştir. Bu yüzden Cebrail’i gördüğü zaman sarsılmıştır.

* Hira Mekke'ye 6-7 kilometre uzaklıktadır. Yüksekliği 621 metredir.

* Efendimiz ilk vahyi aldıktan sonra da Hira'ya gitmeye devam etmiştir.

* Neden Dağ?

* Geçmiş peygamberlere baktığımızda da hemen hemen bir çocuğun hayatında dağı görüyoruz;

- Hz. Âdem Arafat Dağı’ndaydı.

- Nuh Aleyhisselam Cudi Dağı’ndaydı.

- Hz. Musa Sina Dağı’ndaydı.

- 17 tane Benî İsrail'in Peygamberi Kudüs'teki Zeytin Dağı’ndayı.

- Allah Resulü Hira Dağı’ndaydı.

* Dağ, insanların içerisinden çekilmenin adıdır. İnsanların meşgalesinden uzaklaşıp, yaptıklarını

tefekkür etme adına insana imkân sağlayan bir zemindir. Bu zemini insana dağdan daha iyi verecek

bir mekân yoktur.

* Dağa 45 dakikalık gibi bir sürede çıkılıyor ve biz yoruluyoruz. Aslında Allah o hazırlık için bir bedel

ödetmiştir. Efendimizin o ağır yükü yüklenebilmesi için iradesinin güçlü olması gerekiyordu.

Kur'an “kavlen sekilen” yani “ağır bir söz” demektedir (Müzzemmil 73/5). Bu ağır sözü yüklenmek için

dağ kadar sağlam olmak gerekirdi.

* İlk Ayetlerin Nüzulü

* İlk ayetlerin gelişine Allah resulü şahit olmuştur. O Hz. Hatice annemize anlatmış, Hatice annemiz

başka bir sahabiye anlatmış, o sahabi de Aişe annemize anlatmıştır. Aişe annemiz de yine sahabeye

anlatmış ve buradan Buhari de bunu alıp vahyin başlangıcı bölümünün ilk hadisi olarak koymuştur. En

uzun hadislerden birisidir.


4

* Allah Resulü, Ramazan ayında, Pazartesi günü, Kadir Gecesi'nde Cebrail aleyhisselamı insan

suretinde karşısında gördü. Cebrail a.s. ona “İkra” deyince Efendimiz “Ben okuma bilmem” diye

karşılık verdi. Cebrail onu tutup sıktı ve bu durum 3 kez tekrar edince Efendimiz “Ne okuyayım?” diye

sormuş ve Cebrail Aleyhisselam Alak Suresinin ilk 5 ayetini okumuştur.

* İslam'ın ilk emri “Yaratan Rabb'inin adıyla oku!”dur. Eğer Allah adına okursan bir anlamı olur, Allah

adına okumazsan hiçbir anlamı yoktur!

* İkinci ayet yaratılıştan bahsetmektedir.

* Beş ayette de ilim aletlerine ve ilmin anlamlarına ait 6 tane ifade vardır. İlmin önemine vurgu

yapılmıştır.

* Efendimiz ilk ayetler nazil olduktan sonra alnından terler akarak mağaradan dışarı çıktığında her

taraftan “Esselamu Aleyke Ya Resulallah!” diye sesler duydu. Bir beşer olarak sarsıldı. Başını semaya

kaldırdığında semada Cebrail a.s.’ın aslî suretini gördü.

* Efendimiz Cebrail a.s.’ı aslî sureti ile iki kere görmüştür: Hira’da ve Miraç’ta.

* Efendimiz dağdan aşağıya indiğinde; bir dost olarak Ebubekir'e, bir din âlimi olarak Varaka’ya ya da

amcası Ebu Talib'e değil de Hatice annemizin yanına gitti. Gittiğinde de “Beni örtün! Beni örtün!”

dedi. Hatice annemiz sorgusuz sualsiz denileni yaptı ve Efendimizi örterek başucuna oturdu. Dakikalar

sonra Efendimiz kendisine geldiğinde başından geçenleri anlattı ve “Korkuyorum.” dediğinde Hatice

annemiz de ona: “Korkma efendim! Allah seni zayi edecek değildir. (Vakti zamanında bu cümleyi

Hacer annemiz de söylemişti.) Çünkü sen sözün doğrusunu konuşursun, akrabalık bağlarına riayet

edersin, yetimlere sahip çıkarsın, emanetlere riayet edersin, Hakk için çalışır, Hakk’ın yanında yer

alırsın.” demiştir. Bu cümlelerde Allah Resulü'nün ahlakını görmekteyiz. Bundan sonrası için 2 rivayet

vardır:

- Hatice annemiz önce kendisi Varaka’ya gidip olanları anlatmış, sonra Efendimizi

götürmüştür.

- Hatice annemiz direk Efendimizi de alıp Varaka’ya beraberce gitmişlerdir.

* Neden Varaka bin Nevfel’e Gittiler?

* O bir din alimi idi.

* Geçmiş vahiyleri biliyordu. İncili Süryaniceden Arapçaya çevirmişti.

* Önce Hristiyandı, sonra Hanif oldu.

* Gelecek son elçinin işaretlerini biliyordu ve bir bekleyiş içerisindeydi. Bunları Hatice annemiz de

bildiği için ona gitmişlerdir. O zaman Varaka seksenin üzerindedir. Efendimiz olanları anlatınca Varaka

heyecanla ayağa kalkıp “Subbuh! Subbuh!” diye, başka bir rivayete göre de “Kuddüs! Kuddüs!” diye

bağırmıştır. Yani Cenabı Allah'ın isimlerini zikretmiştir. Efendimize, gelen meleğin daha önce Musa'ya

ve İsa'ya gelen namus-u Ekber (güvenilir elçi) olan Cebrail olduğunu ve kendisinin de son peygamber

olduğunu izah etmiştir. Ve ardından şu can alıcı cümleyi eklemiştir: “Ah! O gün genç olsaydım,

kavminin seni buralardan sürüp çıkardığı gün ben de senin arkanda yerimi alsaydım.” Bu cümle şu

mesajları vermekteydi:

- Senin yapacağın Risâlet vazifesi onları rahatsız edecek ve bu rahatsızlık onlarla seni karşı

karşıya getirecek.

- Varaka bin Nevfel aslında orada iman etmiştir. İlk müminlerden birisidir.


5

- Bu cümle aslında Risâlet davasının ahlakını ve ilkelerini ortaya koymuştur. Efendimizin

başına gelecek her şeyin habercisidir.

* Efendimiz bunu duyup şaşırınca Varaka bin Nevfel daha önceki peygamberlerin de başına aynı şeyin

geldiğini ona açıklamıştır.

* Salı günü Cebrail Aleyhisselam eve gelmiş ve Allah Resulünü alarak Mekke'nin dışındaki Ebu Dub

Vadisi'ne götürmüştür. Cebrail orada yere topuğunu vurmuş, oradan bir su fışkırmış ve Efendimize

abdesti öğretmiştir. (Abdest yıllar sonra Maide Suresi ile gelmiştir ama fiili olarak ilk burada

Efendimize öğretilmiştir.) Orada iki rekât namaz kılmışlardır. Böylece nübüvvet ile birlikte namaz da

Efendimizin hayatına girmiştir.

*Namaz Allah Resulü'nü rahatlatan ve ona dayanak olan bir şeydir. Allah Resulü namaz ile birlikte

risaletin ağır yükünü daha farklı bir şekilde taşımaya başlamıştır. Evde de Hz. Hatice ile kılmışlardır.

Namazları o günlerde ilk izleyen ve görenlerden birisi de Hz. Ali olmuştur. Hz Ali de namazdan

etkilenmiş, ne yaptıklarını sormuş, Efendimizi dinlemiş ama hemen iman etmemiştir. Bazı

rivayetlerde babasına tanışmak istediği geçmektedir. Gidip düşündükten sonra tekrar Efendimize

dönmüş ama yine iman etmemiştir. Olanları bir kere daha Efendimizden dinledikten sonra iman

etmiştir.

* Kadınlardan ilk mümin Hz. Hatice’dir.

*Çocuklardan ilk mümin Hz. Ali’dir.

* Kölelerden ilk mümin Zeyd Bin Harise’dir.

* Hür erkeklerden ilk mümin Hz. Ebubekir’dir.

* Evde o zamanlar Rukiye, Ümmü Gülsüm ve 5 yaşındaki Fatıma vardı. Zeynep annemiz evliydi.

Onların da mümin oldukları muhakkaktır.

* Nübüvvetin ilk günlerinde namaz 2 rekât sabah, 2 rekât akşam şeklindeydi. Sonra gece namazları da

geldi. (Beş vakit namaz Miraç'la birlikte gelmiştir.) Bu ilk günlerde namaz Allah Resulü için büyük bir

teselli kaynağı olmuştur. Özellikle gece namazları mühimdir. Bu gece namazları Efendimizin ve ona

iman eden ilk müminlerin dünyasında farklı bir biçimde yer alan hadiselerden olmuştur.

* Hz. Abbas ile birlikte Afif İbni Ömer el-Kindi isimli bir tüccar Kâbe’yi gören bir yerde otururlarken

Allah Resulü, Hz. Hatice ve Hz. Ali Kâbe’ye gelip orada namaz kıldılar. İlk kez bu ibadete şahit olan Afif

İbn Ömer, Hz. Abbas’a namaz kılanların kim olduğunu sormuş ve Hz. Abbas’tan Efendimizin

nübüvvetini orada öğrenmiştir ancak; Mekke fethedildikten sonra iman etmiş ve bu durumuna

duygulanıp ağlamıştır. Efendimiz nedenini sorduğunda pişmanlığını şöyle ifade etmiştir: “Eğer ben o

gün iman etmiş olsaydım şu anda Ebubekir’in yerindeydim ama ben o gün gafil davrandım ve orada

ilk olma ayrıcalığını kaçırdım.”

Hayatımızda öyle anlar olur ki hayır adına, güzellik ve iyilik adına bazı fırsatlar gelir önümüze. O

andadır aslında yapılması gereken ve aslolan orada gösterilecek olan tavırdır, onu yapabilmektir. Biz

de hayırlarda ilk olma adına bir şeyleri ortaya koymanın mücadelesini vermeliyiz.


NOT: Kalem Suresi’nin ilk 7 ayetini okuyalım.