HERKES İÇİN SİYER - 8. BÖLÜM (ÖZELDEN GENELE DAVET VE MEKKE’DE OLUŞAN TEPKİLER)


 HERKES İÇİN SİYER - 8. BÖLÜM (ÖZELDEN GENELE DAVET VE MEKKE’DE OLUŞAN TEPKİLER)


Bismillahirrahmanirrahim.


 Genel Davet Nasıl Oldu?

Efendimiz (s.a.v.) 3 yıl boyunca Dârü’l Erkam’da sahabeyi yoğun bir şekilde Kur'an ile yoğurdu.

Onların şahsiyetlerini yetiştirdi, ahlaklarını oturttu. Kalplerini, ruhlarını, bedenlerini bir bütün olarak

tanzim etti. Belli bir düzene gelince de Şuara Suresinin “Yakın akrabanı uyar!” ayeti geldi. Cebrail (a.s.)

bu ayeti getirdiğinde Allah Resulü’ne akrabalarını toplamasını, açık bir şekilde kendisinin peygamber

olduğunu ve putlardan yüz çevirmeleri gerektiğini, onları tevhide, imana ve İslam’a davet etmesini

söyledi. Efendimiz (sa.v.) bunu duyunca sarsıldı çünkü bu kolay bir iş değildi. Efendimiz bunun üzerine

birkaç gün eve kapandı ve dışarı çıkmadı. Halaları onu merak ettiler ve yanına gittiler. Efendimiz de

onlara Cebrail'in kendisine böyle bir emir getirdiğini söyledi. Halaları ona destek olup akrabaları

toplamasını tavsiye ettiler. Bunun üzerine Allah Resulü, Hz. Ali ile beraber bir hazırlık yapıp

akrabalarını kendi evine davet etti. Sayıları neredeyse 45 kişi idi. Akrabalarının hemen hemen hepsi

vardı. (Burada tebliğde usul ve üslup açısından önemli bir mesaj alıyoruz. Aynı zamanda Efendimizin

akrabaları arasındaki değer ve kıymetini de öğrenmiş oluyoruz.)

(Bu arada Efendimizin iki kızı Rukiye ve Ümmü Gülsüm, Ebu Leheb'in Utbe ve Uteybe isimli

oğulları ile sözlenmişlerdi. Ebu Leheb, yeğeni Muhammed (s.a.v.)’in ahlakına hayran olduğu için

kızlarını gelin almak istemişti. Ama bu durum İslam'dan önce idi.)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) akrabalarını yemeğe davet etti. Yemek faslı bitince Allah Resulü

tam konuşacakken sözü Ebu Leheb aldı. Eğer kendilerini buraya, kaç zamandır iddia ettiği

peygamberlik meselesini konuşmak amacıyla çağırdıysa konuyu hiç açmamasını söyledi. Efendimiz

bu lafın üzerine üstelemedi çünkü eğer üsteleseydi sözü zayi edecekti ve davetin tesiri kırılacaktı. (Biz

yine buradan davetin usul ve üslubunu öğreniyoruz.)

Allah Resulü bunun üzerine ne yapacağını düşünüp, o zamanlar 13 yaşlarında olan Hz. Ali ile

istişare etti. Hz. Ali bir daha çağırmayı teklif etti. Efendimiz de bunu kabul edince aynı şekilde yeniden

bir davet düzenlediler. Akrabaları yeniden geldi. Bu sefer Efendimiz hazırlıklıydı ve amcası Ebu

Leheb'in konuşmasına fırsat vermeden sözüne başladı. İmana ve İslam'a dair birçok şey söyledi. En

sonunda da “Allah'a giden bu yolda bana kim yardımcı olacak?” diye sordu. Kimse konuşmadı. O anda

sadece Hz. Ali atılıp “Ben ya Resulallah!” dedi. Efendimiz sorusunu ikinci kez yineledi, Hz. Ali yine

“Ben!” dedi. Efendimiz sorusunu üçüncü kez yineledi, Hz. Ali yine atılınca Ebu Leheb “Bu çocuk sana

yeter.” deyip onunla alay etti. (Hz. Ali her yerde Efendimizin yanındaydı. Sadece bir yerde Efendimizin

isteği ile Tebük gazvesine katılmadı. Ancak daha sonra Efendimizin yanına gözyaşları içinde gelerek

“Ya Resulallah! Sen beni münafıklarla, kadınlarla ve çocuklarla geride bırakmışsın.” dedi. Efendimiz ise

“Ey Ali! Musa'nın yanında Harun ne ise sen de bana osun. Ama benden sonra peygamber yok.” dedi.

(Harun Musa'nın 10 yaş büyük abisidir. Allah Resulü Hz. Ali’yi risalet davasının abisi konumuna

koymuştur.)

Efendimiz ikinci davetten sonra da bir sonuca varamamıştı ancak bu onu durdurmadı. Çünkü

Cebrail (a.s.) sürekli ayet getiriyor ve ona sürekli sorumluluğunu hatırlatıyordu. Ve bir gün Efendimiz

kendi başına Sefa tepesine çıktı. İnsanlara bağırarak dikkatleri üzerine çekti. Kureyş'in hemen hemen

bütün aileleri orada toplandı. Allah Resulü o meşhur sözünü söyledi:


2

“Şimdi size şu tepenin ardından Mekke'ye saldırmak üzere bir ordunun geleceğini haber

versem bana inanır mısınız?” Hepsi bir ağızdan inanacaklarını söylediler. (Sefa Tepesi yüksek bir yer

değildi. Ordunun oraya kadar gelebilmesi de mümkün değildi. Ama insanlar mümkünâtı olmayan bir

şeye inanırız demişlerdi). Onların bu cevabı üzerine Allah Resulü kendisinin peygamber olduğunu ilan

etti. Herkes bir şeyler söyledi, uğultular oluştu. En sonunda Ebu Leheb “Ellerin kurusun! Bizi bunun

için mi burada topladın?!” dedi ve Tebbet suresinin ayetleri ona cevaben nazil oldu: “Ebu Leheb’in

elleri kurusun.”

Sonra kızların sözleri bozuldu. Efendimiz bu açıdan da ayrı bir imtihan geçirmişti. Allah Resulü

yine pes etmedi ve bu sefer birer birer aile isimleri ile hitap etmeye başladı. “Ey Haşimoğulları! Ey

Abdumenafoğulları! Ey Ümeyyeoğulları!... Nefsinizi Allah'ın elinden satın almaya çalışın, nefsinizi

Allah'a satın. Çünkü Allah sizin nefislerinizi Cennet karşılığında satın almıştır.” (Allah'a satılan bir insan

başka hiç kimseye satılmaz.) Sonra hitabını şahıslara yönelik değiştirdi ve halası Safiye'ye seslendi;

yeğeni peygamber diye güvenmemesini çünkü yarın Allah katında kendisinin bile onun için bir

şey yapamayacağını söyledi. (Bu aslında putları Allah’a aracı gören zihnşyetlerini çürüten bir cevap

idi.)

Sonra o günlerde 9-10 yaşlarında olan kızı Fatıma ‘ya seslendi: “ Ey Fatıma! Nefsini Allah'tan

satın al, baban peygamber diye güvenme. Yarın ben de Allah katında senin için bir şey yapamam.

 Neden Fatıma Oradaydı?

Efendimiz kızları arasında bir iş bölümü yapmıştı. Zeynep o zamanlar evliydi. Ümmü Gülsüm

ile Rukiye de evde anneleri Hatice ile birlikteydi. Fatıma ise hep babasının yanındaydı. O babasının

kızıydı. Onun içindir ki önce “binti ebiha” (babasının kızı) sonra “ümmü ebiha” (babasının

annesi) oldu. Fatıma’nın babasının yanında olması aslında Efendimizin ona verdiği görevin bir gereği

idi.

Efendimiz açık davet yaptığı günlerden birinde Kâbe’de namaz kılıyordu. Mekke'nin ileri

gelenleri (7 kişiydiler. Aralarında Ebu Cehil, Utbe b. Rebia, Ümeyye b. Halef, Velid bin Muğire gibi

isimler vardı.) Efendimizin omuzlarına yeni kesilmiş bir devenin işkembesini bırakıp onunla alay

ettiler. Abdullah İbni Mesud o anda hiçbir şey yapamadıklarını, Fatıma’nın gelip babasının üstünden

işkembeyi attığını sonra da o kara yüzlü adamlara ağır ağır sözler söylediğini anlatmıştır. Peygamber

Efendimiz daha sonra kızına dönüp “Tasalanma kızım. Allah babanı zayi edecek değildir.” demiştir ve

o 7 kişi için birer birer bedduada bulunmuştur. Hepsi de küfür üzeri ölüp gitmişler, bir tanesine bile

iman nasip olmamıştır. Ölümleri feci bir şekilde olmuştur.

Efendimiz bu açık daveti başlattığında görünürde iyi dönüşler olmuyorsa bile ileriki

aşamalarda bazı şeylerin temelleri atılmış oluyordu.

Sefa tepesindeki kalabalıktan iman eden kimse çıkmadı buna rağmen Efendimizin tebliğ ve

davet noktasındaki iştiyakı hiç azalmadı. Ebu Lehep, Efendimize birçok şey yaptı: kızların sözünü

bozdu, Efendimizin yollarına dikenler serdi, onu toplum içerisinde rencide etti, insanlara onu

dinlememesini, kendisinin onun amcası ve ailesinin büyüğü olduğunu halde kendilerinin bile onu

dinlemediklerini söyledi. Onun içlerinden çıkıp yolunu kaybeden bir mecnun olduğunu öne sürdü.

Buna rağmen Efendimiz yine de amcasından ümit kesmemişti, ta ki Tebbet suresi nazil olana

kadar. Çünkü surede onun bundan sonra Müslüman olmayacağına işaret ediliyordu. Ebu Leheb


3

Tebbet suresinden sonra Müslüman olmuş gibi görünüp Kur'an'ın o emrinin tesirini kırabilirdi ama

yapamadı. Allah'ın kelamı olduğuna dair en büyük mucizelerden bir tanesi de Tebbet suresidir.

Efendimiz açık davetle birlikte Allah'ın mesajlarının insanlara ulaşması için durmadan gayret

etti. Her gayreti ciddi bir şekilde karşıt bir zümre ile geri döndü. Artık fiili işkenceler de başlamıştı.

Mekkeliler bunu yaparken bilerek zayıflardan başlıyor ve Allah Resulü'nü rencide etmek istiyorlardı.

Allah Resulü'nün ise elinden bir şey gelmiyordu. Birçok sahabi işkenceyle, şantajla ve korkutmalarla

karşılaştı ama asla geri adım atmadılar çünkü nefislerini Allah'a satmışlardı. İşkenceler artınca Allah

Resulü Müslümanlara bir çıkış yolu olarak Habeşistan'ı gösterdi.

 Efendimiz Necaşi'nin adil bir hükümdar olduğunu ve Müslümanlara sahip çıkacağını

nereden biliyordu?

Bu Efendimizin dünyayı ne kadar takip ettiğini ve ne kadar tanıdığını gösterir. Risaletin

başarısının altında yatan en önemli sebeplerden birisi de Efendimizin düşmanlarını ve dostlarını çok

iyi tanımasıydı. Düşmanla nasıl münasebet kurulacağını çok iyi biliyordu. Onun için de strateji

üretiyordu. Sadece Mekke'yi değil etrafı da biliyordu. Ticari seferlere ve pazarlara gittiğinden

de çevreyi tanıyordu. Habeşistan'ı da bu noktada çok iyi biliyordu çünkü İslam öncesi dönemde de

Habeşistan ile ticari anlamda çokça irtibatları vardı. Kral Necaşi'nin çok adil olduğunu da biliyordu. Bu

konuda “Biz Müslümanlar, başkaları ile münasebet kurduğumuzda ortak paydamız adalettir.”

demiştir. Necaşi'nin büyük özelliğinin adalet olduğunu bildiği için Müslümanları oraya gönderdi.

Efendimizin ufku genişti.

 İlk Habeşistan Hicreti

* Nübüvvetin 5. Yılı ve aylardan Recep idi.

* 12 erkek, 4 kadın gönderildi.

* Kafilenin başında başkan olarak Hz. Osman ve Rukiye anamız vardı. (Ebu Lehep sözü

bozunca Hz. Osman, Allah Resulü'nün evindeki o hüznü biraz olsun değiştirmek maksadıyla sözü

bozulan o kızlardan birisine talip oldu. Hz. Osman, Rukiye anamız vefat ettikten sonra diğer kızı ile

evlenecek ve “Zinnureyn” (iki nur sahibi) lakabını alacaktı.)

Efendimiz bu kafile için “Osman'ın ailesi Lût’tan sonra hicret eden bir iman ailesidir.”

demiştir. Çünkü Lût (a.s.) azap geleceği zaman kızları ile birlikte hicret etmişti. Hz. Osman da

burada onunla aynı kaderi yaşıyordu.

 İkinci Habeşistan Hicreti

* 83 erkek, 18 kadın gönderildi.

* Heyetin başında Cafer bin Ebi Talib vardı. (Buradan da görmekteyiz ki ne zaman bir bedel

ödenecek olsa Allah Resulü bunu kendi ailesine ödetmiştir. Sahabenin ona karşı aşkı vardı ama

güvenleri de vardı.)


4


Habeşistan hicret güzergâhı haritadasında iki yol görmekteyiz:

Cidde Şuaybe Limanı - Savakin - Aksum (Habeş Krallığı başkenti)

Kuş uçuşu 300 km 570 km

Cidde Şuaybe Limanı - Musavva - Aksum

600 km 170 km


Habeşistan hicreti zorlu bir süreçti. Özellikle ikinci hicret çok zorlu oldu. Neredeyse 20 gün

sürdü. Orada 3 aya kadar kalındı. İlk heyet gittiğinde müşrikler pek ciddiye almamışlardı.

(3 ay sonra)

Efendimiz Kâbe’de namaz kılarken Necm suresini okuyordu. (Necm suresi Kuran'ın name

adına inanılmaz muhtevası olan bir suredir ve putların isimleri anılır.) Surenin son ayeti secde

ayetidir. Efendimizin secdeye gitmesi ile Mekke müşrikleri de onunla beraber secdeye gitmişlerdir.

Kur'an onları tesiri altına almıştı. Velid bin Muğire yaşlı bir zat idi ve secdeye gidemediği için yerden

bir toprak alıp alnına koydu. Daha sonra müşrikler kendilerine gelip yaptıklarına şaşırdılar.

Muhammed (s.a.v.)’in sözleri üzerine büyülendik deyip ortaya bir yalan attılar. Muhammed bizim

taptığımız putları övdüğü için biz secdeye gittik dediler. Ama Mekkelilerin o anda secdeye gitmesi

hepsinin Müslüman olduğuna dair bir şaibenin yayılmasına neden oldu. Bu yalan haber Habeşistan'a

kadar gitti. Oradakiler sevinç içinde artık Mekke’ye dönebileceklerini düşündüler ve döndüler. Oysa

değişen bir şey yoktu, işkenceler devam ediyordu. Allah Resulü bu sefer ikinci sefer emrini verdi.

İşkenceler daha da fazlalaşınca 101 kişinin gitmesini istedi.

 Hicrete Katılanların Değerlendirilmesi


5

* Burada her ailenin olduğunu görmekteyiz. Bu, Efendimizin özel davet ile bütün ailelere

girdiğini gösterir. Mekke'de hicretten etkilenmeyen aile yoktu.

* Cafer bin Ebi Talib Hayber Seferi'nden sonra döndü.

* Şahıslardan biri Hristiyan oldu: Ubeydullah İbni Cahş. Akıbet sahabenin ödülü koparan bir

mesele idi. Bu endişelerini uyandıran meselelerden birisi de Ubeydullah oldu. Hanımı Ümmü Habibe

iman üzere kaldı ve Allah Resulü (s.a.v.) onu nikâhına alarak onurlandırdı. Ümmü Habibe İslam

düşmanlarından olan Ebu Süfyan'ın kızı idi. Efendimiz o zamanlar evlilikle oluşan aile arası bağları bir

fırsat olarak en güzel biçimde değerlendiriliyordu.

İkinci seferde sayı fazla olduğu için Mekke'de bütün aileler telaşlandı. Habeşistan önemli bir

yerdi. Orada bir olay olursa bu ileriki bir aşamada sıkıntı doğurabilirdi çünkü Müslümanlar gittikleri

yerde davet ve tebliğ çalışması yapmadan duramazlardı. Mekkeliler bu yüzden telaşlandılar ve

konuyu Daru’n Nedve’de konuşup oraya bir heyet göndermeye karar verdiler. Amr İbn As (Arabın

dahisi ve Necaşi’nin arkadaşı, diplomatik temsilci idi. Habeşistan'ı ve saray dilini iyi biliyordu. İkna

etme özelliği kuvvetli birisiydi.), birkaç kişiyi de yanına alarak hediyelerle birlikte Habeşistan'a gitti.

Önce saray erbabıyla -Necaşi'nin yanında söz sahibi olanlar- ile görüştü. Onları memnun edip yanına

çekmeye çalıştı.

Ertesi gün Necaşi ile görüşmek için müsaade istedi. Durumu krala kendince izah etti. Cafer bin

ebi Talib (Müslümanların sözcüsü) söz aldı ve kraldan (Müslümanları göstererek) bu heyetin

içerisinde efendisinin izni olmadan kaçıp gelen bir kölenin, borçlusundan kaçıp gelen birisinin olup

olmadığını sormasını istedi. Aralarında böyle biri yoktu. Amr İbn As müşrikti ama doğruyu söyleyerek

onların aralarındaki en şerefli insanlar olduğunu dile getirdi. Cafer bin Ebi Talip yine krala dönerek

önceden cahiliyenin karanlığında yürüyen bir nesil olduklarını, ahlaksızlık yaptıklarını, putlara

taptıklarını, putlar adına kesilen kurbanlardan yediklerini, zina ettiklerini ve Allah'ın içlerinden

hepsinin tanıdığı bir peygamber çıkardığını, onun kendilerini Allah'ın birliğine çağırdığını ve onların da

Allah Resulünü tasdik edip iman ettiklerini söyledi. Necaşi, Cafer (r.a.) Peygamberimizin

söylediklerini anlattıkça kendinden geçti ve bu sözleri İsa’nın getirdiği mesajların içerisinden

okumanın mümkün olduğunu söyledi. Amr İbn As durumdan memnun olmayınca bu sefer,

kendilerinin içeriye girerken saygı ile eğildiklerini ama onların eğilmediğini söyledi. Hemen Cafer (r.a.)

kendilerinin peygamberin karşısında bile eğilmediğini, Allah'tan başkasının önünde secde ve rükû

edilmeyeceğini söyledi. Necaşi bunu duyunca şaşırdı ve etkilendi. “Allah için bana sığınanlara ve bu

noktada benim adil olduğuna inanarak bana gönderilen bu insanlara benim yapacağım bir şey

yok. Onlar burada en güzel bir biçimde kalacaklar.” dedi. Amr İbn As iyice bozuldu ve onları bu sefer

Hz. İsa hakkındaki düşünceleri ile kralla karşı karşıya getirmek istedi.

Ertesi gün aynı toplantı yapıldı. Müslümanlar Habeşistan'a gelirken Meryem Suresi nazil

olmuştu. Cafer bin Ebi Talib konu açılınca Meryem suresini okudu. Necaşi de, din adamları da

sakalları ıslanırcasına ağladılar. Necaşi yerden bir çubuk aldı ve “Vallahi benim inandıklarımla şu

insanların söyledikleri arasında bu çubuk kadar fark yoktur.” dedi. Amr İbn As’ın dünyası yıkıldı. Krala

başka şeyler vaat etmeye başladı ama Kral Necaşi vaat edilen hediyeler karşılığında Allah için

kendisine sığınmış Müslümanları vermeyeceğini söyledi. Müslümanlar için ülkesinde imkânlar tanıdı.

Müslümanlar ile Necaşi arasındaki bağ bambaşka bir hale dönüştü. Amr İbn As ise eli boş bir şekilde

Mekke'ye döndü.


6

Necaşi iman edip Allah Resulüne bir mektup yazdı. Mektubunda iman ettiğini, eğer o isterse

tahtını ve sarayını bırakıp gelebileceğini söyledi ama Allah Resulü bunu kabul etmedi. Habeşistan'da

Cafer (r.a.) ile Necaşi arasında müthiş bir bağ oluştu. O günlerde Necaşi’nin bir oğlu oldu. Cafer ile

hanımı Esma Binti Ümeys’in de bir oğlu oldu. Cafer (r.a.) Resulullah'ın en çok sevdiği isimlerden birisi

Abdullah olduğu için oğluna Abdullah ismini verdi. Necaşi bunu duyunca o da oğlunun ismini Abdullah

koydu ve peygamberle süt bağı kurmak için çocuğunu Esma'nın emzirmesini istedi.

Bugün Etiyopya Ehl-i Beyt’in sütkardeşidir. Necaşi iman üzere yaşayıp iman üzere vefat

etmiştir. Allah Resulü onun vefatını duyunca gıyabında cenaze namazı kıldırmış ve ona dua etmiştir.

Sahabe evlerini, çocuklarını ve yurtlarını bir başkası imanın mutluluğunu tatsın diye bırakıp

dünyanın dört bir yanına gitmiştir. Hedefleri ezanın olmadığı topraklarda gömülmek idi. Çünkü

ezansız topraklara gömülürlerse kendilerinden sonra gelenlerin burada peygamberin sahabesi var

diye orayı ziyaret edeceklerini ve orayı imanla şereflendireceklerini düşündüler Ümmü Harâm, Eba

Eyyub el Ensari, Safvan b. Muattal gibi sahabelerin amaçları hep bu oldu.

Müslümanlar Habeşistan'da yıllarca kaldılar. Allah Resulü her zaman için Habeşistan'ı bir

sığınma yeri olarak elinin altında tuttu. Cafer bin Ebi Talip Hicri 7. Senede, Yahudilerin de başı

ezildikten sonra döndü. Bu bir Nebevi stratejisidir.

 Hz. Hamza

Allah Resulü (s.a.v.) Kâbe’de bir gün ibadet ederken Ebu Cehil karşısına gelip ona hakaretler

etmişti. Efendimiz ona hiçbir şey söylemedi. Olaya şahit olan cariye bir kadın duruma üzülünce, o gün

avdan dönen Hz. Hamza'ya olanları anlattı. (Hz. Hamza o zaman henüz Müslüman değildi.

Muhammed'in amcası idi. Hem de sütkardeşi sayılırlardı. Çocuklukları birlikte geçtiği için de

Peygamber (s.a.v.) ile bağları güçlü idi.) Hz. Hamza olanları duyunca hemen Kâbe’ye gidip yayı ile Ebu

Cehil’e vurdu. Ebu Cehil yere devrilince Mahzumoğulları hemen orada toplandı. Ebu Cehil, Hz.

Hamza'yı kendi taraflarında tutmak için olanların kendi hatası olduğunu söyledi. Hz. Hamza teskin

olmayıp bir dahaki sefere yeğenine hakaret ederse ya da ona zarar verirse bu sefer kılıcını

kullanacağını söyledi. Ebu Cehil ona yeğeninin söylediklerinden ve atalarını hiçe saymasından

bahsedince Hz. Hamza “Ben de onun söylediklerinin hepsine iman ediyorum.” diye atıldı ama ne

söylediğinin farkında değildi. O gün sabaha kadar ne yaptığını düşündü. Ertesi gün yeğeninin yanına

gitti ama Efendimiz ona soğuk davrandı. Hz. Hamza intikamını almasından hoşnut olup olmadığını

sordu. Efendimiz de amcasına “İntikamımı almandan daha ziyade iman etmen hoşuma gider.”

dedi. Hz. Hamza bunun üzerine yeğeninden imanı anlatmasını istedi. Duydukları karşısında

da hemen iman etti. Hz. Hamza'nın imanı Mekke sokaklarında o gün en büyük mesele olarak

konuşuldu. Müslümanlar için de büyük bir sevinç haberi oldu. Aradan çok geçmeden Hz. Ömer de

iman etti.

 Hz. Ömer

Hz. Ömer'in yüreğine iman tohumunu düşüren olaylardan birisi; hizmetlileri Amr b. Rebia ile

Leyla binti Ebi Hasme’nin Habeşistan'a gitmeye karar vermeleridir. Bu haber onu çok üzmüştü. Leyla

(r.a.) Amr (r.a.)’a Ömer'in gideceklerini duyunca çok üzüldüğünü ve yakın bir zamanda Müslüman

olacağını umduğunu söyledi. Amr (r.a.) da buna karşılık “Onun babası Hattab. Onun ölmüş eşeği

kalkar Müslüman olur da Ömer Müslüman olmaz.” demiştir. Çünkü Hz. Ömer İslam'a karşı çok kin ve

nefret doluydu. Hz. Hamza'ya göre daha asabiyetli birisiydi.


7

İkincisi ise şöyledir: Hz. Ömer bir gün Kâbe’ye gitti. Efendimizin orada olduğunu

görünce gizlendi ve onu dinlemeye başladı. Efendimiz o sırada Hadid suresini okuyordu. “Bakayım bu

şair ne diyor.” diye düşününce Efendimiz o anda “O bir şair sözü değildir.” ayetini okudu. Hz. Ömer

buna çok şaşırdı. “Bu benim içimi mi okuyor? Bu bir kâhin midir?” diye düşündü, Efendimiz

arkasından “Bu bir kâhin sözü de değildir.” ayetini okudu. “Bu sözleri o mu uyduruyor acaba?” diye

düşündü, Efendimiz “Bu sözler âlemlerin rabbi olan Allah'ın ayetleridir.” ayetini okudu. Hz. Ömer iyice

sarsıldı ve bir anda orayı terk etti. Bu iki olay yüreğinde iman adına bir şey oluşturmuştu ama öfkesi

devam etti.

Peygamber Efendimiz o kadar insanın içerisinden iki Ömer için “İkisinden biri ile İslam'ı

güçlendir.” diye dua etmiştir. “Allah’ım, şu iki adamdan -Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb’tan- sana en

sevimli olanı ile İslam’ı güçlendir.” (Ebu Cehil’in gerçek ismi Amr b. Hişâm’dır ve Amr ile Ömer’in

yazılışları aynı olduğu için iki Ömer diye anmıştır.) Hz. Peygamber (s.a.v.) bu iki Ömer’den birinin -

belki bizzat Ebu Cehil’in- asla imana gelmeyeceğini bildiği için ikisi için dua etmemiş olabilir.

Birçok işkenceye rağmen her şeyin Müslümanların lehine olması Daru’n Nedve’de

konuşulmaya başlandı. Hz. Ömer burada celallenip bu işin uzadığını, Safa tepesinde bir evde

olduğunu duyduğunu ve gidip peygamberi öldüreceğini söyledi. (Bunu bir tek Mekke’de Ömer (r.a.)

yapabilirdi çünkü Kureyş bunu yapmaktan korkuyordu. Peygamberi öldürürlerse onun ailesinin de

kendilerinden bir bedel isteyeceklerini biliyorlardı.)

Hz. Ömer telaşlı telaşlı Sefa tepesine doğru yürürken akrabalarından Nuaym b. Abdullah onu

gördü. (Hz. Ömer onun Müslüman olduğunu bilmiyordu.) Hz. Ömer'e nereye gittiğini sordu. O da

Muhammed (s.a.v.)'i öldürmeye gittiğini, Sefa tepesinde bir yerde olduğunu duyduğunu

söyledi. Nuaym (r.a.) onun Darü’l Erkam’a gitmesini engellemek için eniştesinin ve kız kardeşinin

Müslüman olduklarını söyledi. Ömer (r.a.) bunu duyunca yolunu değiştirip eve gitti. Evde Habbab b.

Eret Taha suresini okuyordu. Ömer (r.a.) şiddetle eve girince Habbab (r.a.) hemen gizlendi. Fatıma

Binti Hattab Taha suresinin yazılı olduğu kâğıtları toplamaya başladı. Hz. Ömer şiddetle ne

okuduklarını sorunca başka şeyler olduğunu söylediler. Ömer (r.a.) ‘siz Müslüman mı oldunuz’ diyerek

Said İbni Zeyd’i dövmeye başladı. Fatıma araya girmek isteyince Ömer (r.a.) şiddetle ona da vurdu ve

Fatıma'nın yüzünden kanlar akmaya başladı. O kan Hz. Ömer'in yüreğindeki rahmet damarını ortaya

çıkardı.

(Hz. Ömer'in 3 damarı vardı: kuvvet, rahmet, adalet. Kuvvetin olmadığı yerde adalet olmaz.

Rahmetsiz kuvvet de olmaz; o zaman zulme dönüşür. İkisinin dengelenmesine adalet denir.)

Ömer (r.a.) ne okuduklarını ısrarla sorunca Taha surenin nüshalarını getirdiler. Hz. Ömer

sureyi okumaya başlayınca kendinden geçti. Habbab (r.a.) durumu görünce saklandığı yerden çıktı ve

ona Resulullah'ın dün onun için dua ettiğini duyduğunu söyledi. Hz. Ömer bunu duyunca şaşırdı ve

Resulallah’a gidip iman ettiğini söylemek istediğini belirtti. Onu Darü’l Erkam’a götürdüler. İçeride 39

kişi vardı. (Hz. Ömer o andaki 40. Müslümandır ama aslında 129. Müslümandır. Kendi kızı Hafsa’yı da

diri diri toprağa gömmemiştir.)

Sahabe Hz. Ömer'in kılıç kuşanıp geldiğini görünce şaşırdı. Hz. Hamza da oradaydı. Onun

‘hayırla geldiyse buyursun, şerle geldiyse biz de buradayız’ demesi üzerine kapıyı açtılar. Hz. Ömer

adım adım Efendimize yaklaştı. Efendimiz “Gel Ey Hattab'ın oğlu! Daha ne kadar küfürde kalacaksın?

Sen de amcam Ebu Leheb gibi Kur'an'ın kınadığı bir şahıs mı olmak istiyorsun?” dedi. Hz. Ömer

Efendimizin önüne oturdu ve Efendimiz hiç kimseye yapmadığı bir şeyi ona yaparak iki yakasından

tutup onu salladı. “Ey Hattab'ın oğlu! İman edeceğin an gelmedi mi?” dedi. (Yıllar sonra Hz. Ömer bu

olayı “Resulullah beni sallayınca imanın kalbimi oturduğunu hissettim.” diye anlatmıştır.) Hz. Ömer


8

şehadet getirince 39 kişi hep beraber “Allahu Ekber ve lillahil hamd” diye bağırmaya başladı. O bağırış

Darü’l Erkam’ı ifşa etti. O anda Mekke bir şeyler olduğunu fark etti. Hz. Ömer “Ya Resulallah! Niye

gizleniyoruz? Çıkalım haykıralım imanı. İmanla biz zaten aziziz, o izzeti haykıralım!” dedi. Allah Resûlü

biraz tereddüt ettikten sonra bunu kabul etti. Sonra iki saf halinde; saflardan birinin önünde Hz.

Ömer, diğerinin önünde Hz. Hamza, Allahu ekber nidalarıyla dışarı çıktılar. Meseleyi bilmeyenler Hz.

Ömer'in hepsini yakaladıklarını zannetti. O anda Hz. Ömer'in gözüne Cemil bin Ma’mer isimli

birisi ilişti. (Bu adama bir haber verilince bütün Mekke duyarmış.) Hz. Ömer onu yanına çağırıp ona bir

sır vereceğini ama kimseye söylememesini tembihleyerek Müslüman olduğunu bildirdi. Bu da bir

anda Mekke'de duyuldu.

Hep beraber Kâbe’ye gittiler. İlk kez o kadar insan beraberce iman edip evlerine dağılmışlardı.

Hz. Ömer dayısı Ebu Cehil'in evine gitti. Ebu Cehil ne olduğunu sorunca o da Müslüman olduğunu

söyledi. Ebu Cehil bu habere çıldırdı ve ağzına geleni söyledi. Hz. Ömer o günden sonra Mekke'de

davet faaliyetlerinin yükselmesine ve devam etmesine sebebiyet verdi.

Abdullah ibni Mesud “Ömer'in iman edişi fetih, hicreti nusret (yardım), hilafeti ise rahmettir.”

demiştir. Yine “Onun hilafet günlerinin hepsi Ramazan idi.” Demiştir çünkü Ramazan'da şeytanlar

zincirlere vurulur. Hz. Peygamber de ona “Ey Ömer! Senin yürüdüğün yolda şeytan yürümez. Şeytan

seni gördüğünde yolunu değiştirir.” demiştir.

Allah bizleri Hz. Ömer'in ufkunu anlayabilmeyi nasip eylesin.


***


NOT: Efendimiz Müzzemmil suresi ile uyku ahlakının çok güzel bir örneğini oluşturmuştur.

Çok temel bir ihtiyaç olan uykunun terbiye sistemini sahabede de kurmuştur.

Konuyla alakalı Muhammed Emin Yıldırım hocamızın “Uyku Ahlakı” dersini dinleyebiliriz.