HERKES İÇİN SİYER - 15. BÖLÜM (YESRİB MEDİNE OLUYOR, MESCİD TOPLUMUN KALBİ KILINIYOR...)


 HERKES İÇİN SİYER - 15. BÖLÜM


(YESRİB MEDİNE OLUYOR, MESCİD TOPLUMUN KALBİ KILINIYOR...)


Bismillahirrahmanirrahim.


 YESRİB NASIL MEDİNE OLDU?

Efendimiz(s.a.v.)’in hayatını üç döneme ayırıyoruz: Nübüvvet öncesi, nübüvvetin Mekke

dönemi ve nübüvvetin Medine dönemi. Nübüvvet öncesi dönem konu konu bilebileceğimiz bir

malumata sahip. Mekke dönemini ay ay olarak bilebiliyoruz. Medine dönemini ise gün gün olarak

biliyoruz. 10 yıl 360 günden olsa 3600 gün eder. 3600 günlük bir birikimle karşı karşıyayız.

Allah Resulü’nün Medine’deki hayatı sadece savaşlarla geçmemiştir. Seriyyeler ile gazveleri

toplasak 600 gün eder; geriye kalan 3000 günde Efendimiz (s.a.v.) bir toplum ve medeniyet inşa

etmiştir. Bu konuda bize önemli adımlar vermektedir.

Bu yüzden değişen sadece şehrin ismi olmadı. Allah Resulü (s.a.v.) sadece bir Medine kurup

gitmedi. Yani kendine bir şehir oluşturmadı. Kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlara -sadece

müminlere değil- Yesriblerin yani şehirlerin nasıl Medineleşeceğinin de yolunu gösterdi. Bugün 21.

yüzyılda adı Medine olan şehir bile Medine değil çünkü insanlık Medine’nin ruhundan mahrum kalmış

durumda. Bir yeri ihya etmeyi yeşilden arındırıp büyük binalar yapmaktan ibaret zannediyoruz. Ama

Efendimiz (s.a.v.) böyle yapmadı ve Medine’de bir medeniyet oluşturdu. Bize de bu ruhun nasıl

olması gerektiğini öğretti.


* Bir şehrin Medine olabilmesi için üç esasa sahip olması gerekir:


1. Zemininde (kökte): Tevhid

2. Gövdesinde: Adalet Bu üçü varsa o şehir Medine’dir.

3. Dallarında: Meşveret


(Meşveret, yapılacak işler hususunda, ehil olan kişilere danışmak, onlardan görüş almaktır. Şûra ve

istişare kelimeleri de aynı anlamdadır.)

Yahudilerin hâkim, müşriklerin sayıca çok olduğu bir şehirde Efendimiz (s.a.v.) büyük bir

inkılap gerçekleştirmiştir. Ortaya koyduğu adalet anlayışı ile Yahudiyi bile bu anlayışa mahkûm

etmiştir.

Yesrib’in çağrışımı (karıştırmak, katıştırmak,zarar vermek gibi) farklı olduğu için Efendimiz

(s.a.v.) hoş, güzel şehir anlamında Taybe, Tâbe, Medine dedi. Bir yerde deyyan (kadı) varsa oraya -

yani hukuku olan yere- “Medine” denir. Bu Medine’nin en güzel anlamlarından birisidir.


* Allah Resulü (s.a.v.) Yesrib’i Medine kılarken yedi şey yaptı:


1. Mescidi getirdi, toplumun merkezine koydu.

2. Menzilini getirdi, mescidin yanı başına koydu.

3. Mektebini getirdi, mescidin arkasına koydu.

4. Muâhâtı getirdi, toplumun merkezine koydu.

5. Medine vesikasını getirdi, tarafların ortasına koydu.

6. Medine çarşısını getirdi, insanları bağımlılıktan kurtardı.

7. Medine askeriyesini getirdi, dışa karşı savundu.


Bu 7 meseleyi anladığımız zaman Yesrib’in nasıl Medineleştiğini ve bizler bugün Yesribleşen

coğrafyaları nasıl Medineleştirebileceğimizi anlamış oluruz.

Müslüman dünyanın neresinde olursa olsun asla mülteci olamaz. Mülteci sığınmacı demektir.

Dünyanın neresine gidersek gidelim bizler muhacir oluruz ama içini doldurmamız, hakkını vermemiz

ve bu konuda da bir mücadele vermemiz gerekir.


1. MESCİDİ GETİRDİ, TOPLUMUN MERKEZİNE KOYDU.

Mescid toplumun kalbidir ve merkezde olmalıdır. Buradan yola çıkarak İslam medeniyetinde

Basra, Kûfe, Fustat, İstanbul gibi şehirler kuruldu. İslam medeniyetin çocukları merkezi şehrin ortasına

koydular.

Bir site yapılırken cami kenarlarda, köşelerde kalıyorsa biz bu meseleyi anlamamışız demektir.

Camiler hayatın tam merkezinde olmalıdır.

Hz. Ömer, altı okçuyu şehir olarak kullanılacak arazinin altı ayrı noktasına konumlandırmış,

oklarını attırmış ve okların ortada buluştukları yer şehrin ortasıdır diyerek mescidi oraya yaptırmıştır.

Bu, İslam’ın şiârı olan mescide verilen önemle birlikte bunun, kalpte sadece manevi bir husus değil,

hakikat olduğunu da ortaya koymak demektir.

Efendimiz (s.a.v.) de Neccaroğulları mahallesinde mescidi konumlandırmıştı.


2. MENZİLİNİ GETİRDİ, MESCİDİN YANI BAŞINA KOYDU.

Efendimiz (s.a.v.) Hz. Hatice vefat ettiğinde 50 yaşında idi ve iki yıl dul kaldı. Havle bint Hakîm

isimli bir hanım sahabi, Efendimiz’in yeniden evlenmesi konusunda aracılık yaptı. Efendimiz’i kendi

yaşlarında ve beş çocuk sahibi olan Hz. Sevde ile bir araya getirmişti.

Allah Resulü (s.a.v.) Medine’ye geldiğinde eşi olarak yanında Hz. Sevde vardı ve Hz. Aişe ile de

nişanlı idi. Dolayısıyla ilk mescid yapılırken kendisine ev olarak bir tane oda yaptırdı. Evlilikleri 

arttıkça mescidin kenarına odalar yapıldı. O odalar hem birer menzil hem de birer mekteptiler. Her 

annemizin yetiştirdiği talebeler vardı. Mesela İbn Abbas’ın ilk muallimelerinden birisi teyzesi 

Meymûne annemiz,Urve b. Zübeyr’in muallimesi Aişe annemiz idi.


3. MEKTEBİNİ GETİRDİ, MESCİDİN ARKASINA KOYDU.

Allah Resulü (s.a.v.) Suffa Mektebi’ni oluşturdu. Orası sadece fakir ve evsizlerin kaldığı yer

değildi. Eğitim, talim ve terbiye yuvasıydı ve aslında Dârü’l Erkam’ın devamı konumunda idi. Bir

müddet geçtikten sonra hanımlar da talepte bulununca Efendimiz (s.a.v.) Suffatü’n-nisâ diye

kadınlara ait olan bir suffa daha oluşturdu.


4. MUÂHÂTI GETİRDİ, TOPLUMUN MERKEZİNE KOYDU.

Muâhât, Hz. Peygamber’in Medine’de ensar ve muhacirlerden bazılarını birbirleriyle kardeş

ilân etmesi demektir. Kardeşlik bizim için varlık teminatımızdır. Kardeşlik varsa İslam toplumu vardır.


* Dört tane kardeşlik vardır:

1. Nesepte kardeşlik (soy)

2. Hilkatte kardeşlik (insan olarak)

3. Sütte kardeşlik

4. Dinde kardeşlik. Bu, hem dünyada hem ahirette olan kardeşliktir. Diğerlerinin üstündedir.

Bu olmazsa İslam toplumu da yoktur.

Biz bütün kardeşlerimizi mezhebi, mektebi, meşrebi ne olursa olsun sevmek zorundayız.

Hatalarını sevmek zorunda değiliz ama onları hatalarıyla sevmek zorundayız.

Allah Resulü (s.a.v.) kardeşliği Medine’de yeniden diriltti. Mescidi Nebevi bitirildiği zaman

ensar ve muhaciri topladı. İbn Sa’d orada 50 muhacir, 50 ensar olduğunu söylemiştir. Makrîzî isimli bir

âlime göre de 93 muhacir, 93 ensar vardı. Efendimiz (s.a.v.) yüksek bir yerden eşleştirmeler yaptı:


Ey Ebubekir! Senin kardeşin Hârice b. Zeyd,

Ey Ömer! Senin kardeşin İtbân b. Mâlik,

Ey Osman! Senin kardeşin Evs b. Sâbit,

Ey Talha! Senin kardeşin Ümey b. Kâ’b,

Ey Zübeyr! Senin kardeşin Kâ’b b. Mâlik,

Ey Ebu Ubeyde! Senin kardeşin Muhammed b. Mesleme,

Ey Hamza! Senin kardeşin Külsûm b. Hidm,

Ey Abdurrahman b. Avf! Senin kardeşin Sa’d b. Rebî,

Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas! Senin kardeşin Sa’d b. Muâz dedi.

Oradaki herkesi eşleştirdi ama Hz. Ali kalmıştı. Ali (r.a.) boynunu bükerek Efendimiz’e geldi.

“Ya Resulullah! Niye bana kardeş kılmadın, kimseyi mi bana layık görmedin, beni mi kimseye layık

görmedin?” diye sual edince Allah Resulü (s.a.v.) “Ey Ali! Sen benim dünya ahiret kardeşimsin.” dedi.

Oradaki sahabeler gerçekten bir kardeşlik destanı yazdılar. Ensar çiftçilik yapan, ziraatla

uğraşan insanlardı. Kardeş kılınınca muhacirler ile neyleri var neyleri yoksa bölüşmeye çalıştılar.

Muhacirler de onlara yük olmama adına büyük gayret gösterdi. Beraberce çalıştılar.


5. MEDİNE VESİKASINI GETİRDİ, TARAFLARIN ORTASINA KOYDU.

Medine vesikası, dünyanın yazılı ilk anayasasıdır. 47 tane temel, 5 tane de ara madde olmak

üzere toplam 52 maddelik bir vesikadır. (Bkz. Siyer Atlası kitabı, s. 181.)

Efendimiz (s.a.v.) bu vesika sayesinde Müslümanlar ile diğerlerinin (Yahudiler ve Arap

müşrikleri) arasındaki hukuku,Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki hukuku, üç Yahudi kabilesi

arasındaki hukuku düzenledi. Öyle bir adalet getirdi ki herkes imza atmak zorunda kaldı.

* Yahudiler Bu Vesikaya Neden İmza Attılar?

Efendimiz’in (s.a.v.) başarılarından birisi de düşmanlarını tanıması idi. Burada Yahudilerin

zafiyetlerini de biliyordu ve onları değerlendirdi. Mesela yüzyıllardır Benî Nadir’den birisi diğer 

Yahudi kabilelerinden birini öldürseydi yarım diyet öderlerdi ama onlar Benî Nadir’den birisini 

öldürselerdi tam diyet öderlerdi. Efendimiz (s.a.v.) diyetleri eşitledi. Onlar için sosyal anlamda adilane 

bir hüküm getirmiş, oradaki adaletsizliği kaldırmıştır.


6. MEDİNE ÇARŞISINI GETİRDİ, İNSANLARI BAĞIMLILIKTAN KURTARDI.

Yahudi kabileleri her şeyi kontrolleri altına almıştı: Benî Nadir tarım sektörünü, Benî Kaynuka

borsayı (altın ve faiz, tefecilik), Benî Kurayza ise deri işletmeciliğini yürütüyordu. Medine’nin en güzel

çarşıları da onların elindeydi. Çarşıdaki en iyi yerleri almışlar, kıyıda köşede kalan dükkânları da

Araplara yüksek kiradan veriyorlardı. Güç onların elinde olduğu için pazarın rayiç bedelini de onlar

belirliyordu. Ellerinde mal olarak ne varsa onlar piyasaya sürüyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) bunun için

tüccar sahabilerin de yardımıyla kendi pazarlarını kurdu.

(Sünnet sadece karşı çıkmaz, karşı çıktığı şeyin karşısına da alternatifini koyar.)

Bu pazar için koca bir çadır kurdular ve büyük bir gayret göstererek çalıştılar. Muhacirler

ticareti, ensar ziraatı çok iyi biliyordu. Biri üretiyor, öteki pazarlıyordu. Hal çok iyiye gidince Yahudiler

endişelendiler. Çete liderlerinden olan Ka’b b. Eşref yanına adamlarını alarak çadırı bastı ve ateşe

verip orayı yaktı. Olay Efendimize haber verilince Allah Resulü (s.a.v.) tebessüm ederek “Yaptığımız iş

Yahudileri kızdırdıysa demek ki biz doğru işi yapıyoruz” dedi. Bunun üzerine Bakîr Zübeyr diye 

bilinen eski çarşının (suku’l-kadîm) arazisini satın aldı ve orayı Müslümanlar için kalıcı

bir pazar haline getirdi.Pazara kurallar koydu, güç belli isimlerinin elinde olmasın

 diye de “Kim erken gelirse pazar yeri onundur.” dedi. 

Pazar yerinden de vergi alınmadı. O pazara giden yolları bile düzenledi. Pazara giden

anayolları iki tane yüklü deve yan yana geçerken birbirlerini engellemeyecek ölçüde yaptırdı.

Nüfus sayımı yaptırdı.

Medine’nin sınırlarını belirledi.

Medine’yi harem ilan ederek ona dokunulmazlık getirdi.

Pazarı da kurduktan sonra ticaret alanında adımlar attı ve birkaç yıl sonra Yahudilerin ticari

üstünlükleri Müslümanların eline geçmiş oldu.

Mescid-i Nebevi’nin ilk günlerinde Efendimiz (s.a.v.) bir konuşma yaptı ve kimin cennet

karşılığında Rûme kuyusunu satın alacağını sordu çünkü içme suyu olarak kullanılan bütün kuyular

Yahudilerin elinde idi. Müslümanlar para ile su alıyorlardı. Allah Resulü (s.a.v.) Müslümanların hiçbir

yerde bir başkasına bağımlı olmalarına tahammül edemedi.

Bunun üzerine Hz. Osman, Efendimizin sorusuna cevaben orada ‘ben’ demeye utandı ve

usulca kalktı. Kuyunun sahibi olan Rûme el Gıfârî isimli Yahudinin yanına gitti ve ona kuyuyu satın

almak istediğini söyledi. Rûme bedelinin 50 bin dinar olduğunu söyledi. (Hz. Osman, adam 100 bin de

istese verirdi ama burada bize yapılan bir işin hayır hasenat adına dahi olsa israf edilemeyeceğini

öğretti çünkü o para ümmetin parasıdır.) Bunun üzerine Osman (r.a.) pazarlık etti ve Rûme el Gıfârî’ye

bir teklifte bulundu; kuyunun hepsini satmak yerine işletim hakkını satmasını ve bir gün

Müslümanların diğer gün kendisinin kullanımında olmasını önerdi. Rûme el Gıfârî bunu kabul etti ve

teklifini yarıya indirdi (25 bin dinar). Hz. Osman onunla pazarlık yapa yapa kuyuyu en son 12 bin

dinara aldı. Sonra mescide döndü ve Müslümanlara kuyuyu satın aldığını haber verdi. Onlara su

ihtiyaçlarını kuyunun işletim hakkının kendilerinde olduğu günlerde karşılamalarını, diğer günlerde

gidip parayla su almamalarını söyledi. (O anda Müslümanların Hz. Osman’ın sözüne hemen icabet

etmeleri toplumdaki birliğin ve ümmet olma şuurunun bir işaretidir.)

Hz. Osman kuyuyu kendisi satın almış olmasına rağmen kendisi de bidonlarını alır gelir,

sıradan bir insan gibi sıraya girer ve sularını doldurup öyle giderdi.

Bir müddet sonra Yahudi suyunu satamayınca zarar etmemek için diğer işletim günlerini de

satmaya karar verdi. Hz. Osman’a aynı fiyatı söyledi ama Osman (r.a.) bunu kabul etmeyerek 8 bin

dinara verirse alacağını söyledi. Neticede kuyuyu 8 bin dinara almış oldu. Efendimiz (s.a.v.) bunu

duyunca ümmetin parası Yahudiye çok gitmediği için memnun oldu.

Allah Resulü (s.a.v) mescid ile Müslümanların kalplerini, menzille bedenlerini, mekteple

akıllarını, çarşı ile midelerini inşa etti. Her taraftan helal ve Müslümanlara yakışan ve Müslümanın

Müslümanca tavrını ortaya koyabileceği bir ortam oluşturdu. Efendimiz (s.a.v.) bunu yapabilmek için

önce yolu gösterdi, sonra hedefi koydu. (Yol gösterilmeden hedef koyulmaz!)


7. MEDİNE ASKERİYESİNİ GETİRDİ, DIŞA KARŞI SAVUNDU.

Allah Resulü (s.a.v.) bütün bunları yaptıktan sonra askeri anlamda güç oluşturmak için

istihbaratı kurdu. Bu istihbaratın başına Talha bn Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd’i koydu. Kuş uçsa

Efendimize haber getirildi.

Efendimiz (s.a.v.) bir peygamber olarak bir şey olsa Cebrail (a.s.) bana getirir dememiş –bazen

Cebrail ile bilgilendirildiği de oldu- bir beşer olarak “Esbaba tevessül (sebeplere sarılmak), Allah’a

tevekkül” şuuru ile yapması gerekenleri yapmış, sonra tevekkül etmiştir.


Efendimiz (s.a.v.) bu adımlarla Medine’yi Medine İslam Devleti kıldı ve orada bir İslam

toplumu oluşturdu. Koca bir medeniyetin temelini attı.

İlk nüfus sayımında Müslümanların sayısı 1500 (1000 ensar, 500 muhacir) idi. Medine’nin

toplam nüfusu ise 10 bin idi, yani müşrik Araplar ve Yahudiler çoğunluğu oluşturmaktaydı. Efendimiz

(s.a.v.) böyle bir ortamda söz sahibi olmuştur. Bedir’e kadar hâkim değil hakemdir. Adil bir biçimde

hakem olduğu için Yahudiyi de Arabı da, Evs’i de Hazrec’i de, muhaciri de ensarı da ikna etmiştir.

Bedir’den sonra hâkim olduğunda da adaleti gözetmiş ve yine hakem olmuştur. Gücü ve iktidarı

arttıkça tevazusu da arttı. Asla bir intikam hissine girmedi çünkü nübüvvet bunu kaldıramazdı.

Allah Resulü (s.a.v.) istihbarattan gelen bilgiler ile çıkardığı birçok seriyyeler oldu. Bedir’e

kadar birçok seriyye gerçekleştirildi.

Seriyye, Hz. Peygamber’in bizzat katılmayıp görevlendirdiği kumandanlarla sevk ve idare ettiği

seferlerdir. 55 tane seriyye olmuştur.

Gazve, Hz. Peygamber’in komutanlığı ile bizzat sevk ve idare ettiği savaşlardır. Yaklaşık 28

tane gazve olmuştur.

Bedir’e kadar olan süreçte gönderdiği seriyyelerde özellikle muhacirleri ve komutanları olarak

da en yakınlarından olan insanları seçti. Bedeli kendi ailesine ödetmiştir. Ensara Medine’de kalma ve

orayı savunda adına bir anlaşma yapılmıştı.

İlk seferlerde çok önemli savaş stratejileri koymuştur.

Efendimiz (s.a.v.), - hicretin birinci yılını da sayarsak- 14 yıl boyunca sahabenin heyecanını hiç

zayi etmedi. Savaşa izin veren ayetler geldiğinde (Hac 22/39-40) onları ayağa kaldırdı. (Düşmana boşu

boşuna efelenme gibi bir durum söz konusu olmamıştı.) Sahabe de öyle bir coşkuyla kalktı ki, 10

yaşındaki kılıç taşımayacak halde olan çocuklar bile Allah Resulü’ne savaşmak için yalvardılar.


Efendimiz (s.a.v.) 14 yıl boyunca sahabeye “Sabredin!” dedi. Sabrın bize sünnette öğrettiği

karşılığı da direnmektir.

Heyecanı bitenin her şeyi bitmiştir. Biz bugün heyecanlarımız boşu boşuna tüketildiği için en

lazım olan yerde, küfürle, nifakla, cehaletle olan savaşımızda onu kullanamıyoruz. Bize heyecan lazım,

o heyecanı yerli yerinde kullanma adına da peygamberi bir dirayet lazım!


 MESCİD-İ NEBEVİ BİTTİKTEN SONRA İLK EZAN VE İLK NAMAZ


Efendimiz (s.a.v.) mescit tamamlanınca bunun şükrünü namazla ödedi çünkü her nimetin

şükrü kendi cinsindendir.

Önce iki rekât sabah, iki rekât akşam namazı vardı. Sonra gece namazı geldi. Miraç ile 5 vakit

namaz geldi ama farzlar yine iki rekât idi. Allah Resulü (s.a.v.) Medine’ye gelince iki rekatlık farz

namazlarından öğle, ikindi ve yatsıya şükür nişanesi olarak ikişer rekat daha ekledi. Allah da bunu

tasdik etti, kabul etti. Sonra Efendimiz’in farzların önüne ve arkasına koyduğu sünnetler oldu.

Allah Resulü (s.a.v.) insanları namaza nasıl çağıracakları konusunda sahabe ile istişare etti

(meşveret). Ateş yakalım, boru çalalım, çan çalalım, biri çıksın bağırsın, bayrak sallayalım gibi fikirler

beyan edildi. Efendimiz bunların uygun olmayacağını söyleyerek kabul etmedi. Sonra sahabenin

dağılmasına müsaade etti. Oradan ayrılanlardan iki isim bunu kendilerine dert edindiler. Biri yemek

bile yiyemedi ve o dertle yattı. Dertle yatan, derdin dermanıyla kalkar. Allah da ona rüya göstererek

dermanı verdi. O şahıs Abdullah b. Zeyd idi. Tarihe “Sahibü’l Ezan” diye geçti.

Sabahleyin Hz. Peygamber’e giderek rüyasında; yeşil elbiseli bir adamın elindeki çanı görünce

onunla ne yapacağını sorduğunu, insanları namaza çağırmak için kullanacağını söylediğinde de “Hayır,

onu bana ver. Ben sana namaz vakitlerinin ilanı için daha güzel bir şey öğreteyim.” deyip ona kelime

kelime ezanı öğretmesini anlattı. Hz. Peygamber, “Bu sâdık bir rüyadır” dedikten sonra ezanın

sözlerini Bilâl’e de öğretmesini emretti. (Çünkü Hz. Bilal yıllarca işkenceler altında kalmasına rağmen

hep “Ahad! Ahad!” diyerek Allah’ın bir ve yegâne olduğunu dilinden düşürmemişti. Bedir’in parolası

da “Ahad”idi.) “Taşların altında inlediğin yeter! Haydi, şimdi mescidin üstünden seslen!”

Hz. Bilal ezanı okur okumaz Hz. Ömer gelip aynı rüyayı gördüğünü söylemiştir.

* Hz. Bilal’in 5 tane özel ezanı vardır:

1. İlk ezan - Buradaki ezanıdır.

2. Fetih ezanı - Mekke fethedildiğinde Kâbe’nin üzerine çıkıp okudu.

3. Veda ezanı - Allah Resulü vefat ettiğinde okudu ama bitiremedi ezanı. Medine’de

duramadı. O yoksa ben de yokum diyerek Şam’a gitti.

4. Şam Ezanı - Yıllar sonra Hz. Ömer Şam’a gittiğinde özlediğini söyleyerek ondan ezan

okumasını istedi. Hz. Bilal gözyaşları içerisinde bir ezan okudu. O gün, Allah Resulü ile beraber

yaşamış olanlar “Bilal’in sesini duyunca sanki Resulullah içimizdeymiş gibi geldi.” demişlerdir.

5. Medine Ezanı - Yıllar sonra Hz. Bilal rüyasında Efendimiz’i (s.a.v.) gördü. Efendimiz

ona “Beni ziyarete gelmeyecek misin Bilal?” demişti. Gördüğü rüya üzerine kalkıp Şam’dan

Medine’ye gitti. İnsanlar etrafına toplandılar. Hz. Peygamber’in torunları da oradaydı. Ondan

ezan okumasını istediler. Israrlar çoğalınca orada yine gözyaşları içerisinde son ezanını okudu.


O ezanı okuduğunda insanlar evlerinden dışarı çıkıp birbirlerine Bilal’in ezan okuduğunu

haber verdiler. Medine farklı bir iklime girmişti.

Ezan böyle teşri oldu. Sabah ezanında söylenen “Essalatü hayrün minen nevm” sözü Hz.

Bilal’e aittir.

Bir gün Allah Resulü (s.a.v.) derin bir uykuya dalmıştı, Bilal-i Habeşi mescide giderken

Rasulüllah’ın evden çıkmadığını görünce hücresine yaklaşarak: “Essalatü hayrün minen nevm” yani

“namaz uykudan hayırlıdır” sözüyle uyandırınca Allah Resulü: “Bu ne güzel kelam Ya Bilal! Bu sözü

sabah vakti girdiğinde ezana ilave et” dedi ve o cümle sabah ezanlarına bu şekilde girmiş oldu.


 KIBLENİN DEĞİŞMESİ

Hicretten 17 ay geçmiş idi. Müslümanlar Mescid-i Aksa’ya doğru yönelerek namaz kılıyorlardı.

Efendimiz (s.a.v.) vefat eden Berâ b. Ma’rur’un evinde idi. Berâ b. Ma’rur Medine’de olmasına

rağmen Kâbe aşığı birisi idi. Efendimiz orada bir öğle vaktinde -bazı rivayetlere göre ikindi- 31 kişilik

cemaat ile namaza durdu. İlk iki rekâtı Mescid-i Aksa’ya doğru kıldıktan sonra üçüncü rekâtta kıblenin

değiştiğine dair ayet (Bakara 2/144) gelince Efendimiz (s.a.v.) namazın içerisinde adım adım yönünü

tam aksi istikamete döndü. Cemaat de onunla birlikte döndü. Yani sonraki iki rekât Mescid-i Haram’a

yönelerek kılınmış oldu. Sonra Efendimiz (s.a.v.) namaz bitince ayeti sahabeye okuyup müjdeyi verdi.

İnsanlar Selimeoğulları mahallesinden -Kıbleteyn Mescidi (İki Kıbleli Mescid) diye bilinen

yerden- bu haberi Mescid-i Nebevi’ye ulaştırdılar. Yolda kim haberi getirdiyse herkes kıbleyi anında

değiştirdi.

 RESİMLERDEN BİRKAÇ NOT:

Mescid-i Nebevi ilk inşaatı sıralarında 1022 metre kare idi. Kıble o zaman Mescid-i Aksa’ya

yönelikti.

Mescit 7. yılda genişletilmiş ve neredeyse alan iki katına çıkarılmıştır. Odaların sayısı artmıştır.

Mescid’i Nebevi’de şu an bulunan yeşil halıların olduğu alan Efendimiz’in (s.a.v.) "Evimle

minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir.” dediği yerdir.

Efendimiz (s.a.v.) yerde yatmaktan hoşlanmaz idi. Medineliler de hep yerde yatarlardı. Ebu

Eyyûb el-Ensâri’nin evine geldiğinde “Keşke bir sedir olsa.” demişti ve Es’ad b. Zürâre hemen kendi

sedirini getirdi. Allah Resulü (s.a.v.) yıllarca bu sedirinde üzerinde yattı ve o sedirin üzerinde de vefat

etti. Hz. Ebubekir de onun üzerinde vefat etti. Sonra Medineliler o sediri alıp Allah Resulü onda vefat

ettiği için yıllarca musalla taşı yerine kullandılar.

Hiç yorum yok: