HERKES İÇİN SİYER - 16. BÖLÜM (İMAN İLE İNKÂRIN İLK BÜYÜK BULUŞMASI BEDİR)
Bismillahirrahmanirrahim.
“Kim ahir zamanda unutulmaya yüz tutmuş bir sünnetimi ihya ederse ona yüz şehit sevabı
vardır.”
BEDİR NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?
Bedir bir savaşın değil, bir mektebin adıdır. Bizler de bu mektebin öğrencileriyiz. Müslümanlar
olarak kendimize Hz. Peygamberi rehber edinmişsek o mektepten beslenmek zorundayız.
İmam Zeynel Âbidin şöyle demiştir: "Biz çocuklarımıza Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi,
Efendimizin savaşlarını (magâzi) öğretirdik.” Çünkü o savaşlar Kur’an ile beraber yürüyen savaşlardı.
Ancak o savaşlar anlaşıldığında Kur’an anlaşılmaktadır. Örneğin; Bedir savaşını anladığımızda Âli
İmran ve Enfal surelerinin bazı ayetlerini; Hendek’i anladığımızda Ahzab suresini; İfk hadisesini
anladığımızda Nûr suresinin bazı ayetlerini anlayabiliriz. Yani Allah’ın gönderdiği Kur’an ile ilk
muhatapların yaşadıkları hadiseler birbirleri ile iç içedir.
Bedir ile İslam devlet olmaya, medeniyetin temelleri daha da sağlamlaşmaya başladı. İslam’ın
mesajları cihana bambaşka bir şekilde devam etti çünkü Bedir o mesajların çekirdeği oldu. Dolayısıyla
Bedir sadece tarihte olup biten bir savaştan ibaret değildir. Aslında her dönemin bir Bedir’i vardır.
Sahabe, Hz. Ebubekir döneminde Yemâme savaşını Bedir diye isimlendirmiştir. Selâhaddin-i
Eyyûbî’nin Hıttîn savaşı bir Bedir’dir. Mehmet Akif Ersoy Çanakkale şehitlerine yazdığı bir şiirinde
Bedir’e şu dize ile atıfta bulunur: “Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.” Çünkü Çanakkale
ruhu Bedir ruhudur. Bu kıyamete kadar böyle devam edecektir. Biz ne kadar mağlup olsak da,
moralimiz bozulsa da ancak Bedir ile ayağa kalkarız.
Uhud’da 630 tane yaralı sahabe vardı. Onlardan birisi de Efendimiz (s.a.v.) idi. Yaralı halde
Medine’ye dönerken yanındaki Hassân b. Sâbit’ten şiir okumasını istedi. Hassân b. Sâbit orada bir
sayfalık bir şiir okudu. Şiirin bir iki beyti başlangıçta Uhud ile ilgiliydi, sonrasında yine Bedir geldi.
Yaralı sahabe hemen Uhud’un arkasından gelen Hamraü’l Esed gazvesinde dirildi çünkü Bedir
anıldığında yaranız ne kadar derin olursa olsun ayağa kalkarsınız! Bedir’deki insanlar öyle bir destan
yazmışlardır ki Bedir, kıyamete kadar gelecek olan bütün destanların ilk safhasını oluşturur. Bazılarına
göre Bedir’in yıldönümü olan 17. gece, Kadir gecesidir. Aynı zamanda Efendimiz’in (s.a.v.) vahiy ile
buluştuğu gece olarak da ihya edilen bir gecedir.
Dolayısıyla bugün her birimiz bu mektebin bir talebesi olma adına sorumluluğumuzu ortaya
koymak zorundayız.
HEM RAHMET HEM SAVAŞ PEYGAMBERİ
Allah Resulü (s.a.v.) “Ben rahmet peygamberiyim, ben savaş peygamberiyim.” (Ahmed b.
Hanbel, Müsned, IV, 395) demiştir. Peygamber Efendimiz, burada birbirine zıt gibi görünen iki
kelimeyi, rahmet ve savaş kelimelerini bir araya getirerek kıyâmete kadar gelecek olan insanlara bir
mesaj vermekte ve kendi savaşlarının bir rahmet olduğunu vurgulamaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.),
her işinde olduğu gibi savaşlarında da, insanlığa gönderilmiş bir rahmet olduğunu göstermiştir.
Merhamet hem acımak hem acıtmamak demektir. Acıtmamak önce gelir. Acıtanlar olacağı
için o acıtanları ortadan kaldırmak için de kılıca ihtiyaç vardır. O kılıç öldürmek için değil, diriltmek ve
belayı defetmek içindir. O’nun kılıcının üstünde beşerin kanı yoktur. Efendimizin (s.a.v.) elindeki kılıç
İslam ile insan arasındaki engelleri kaldırmak içindir. Onun içindir ki; Efendimizin (s.a.v.) 28 tane
gazvesi, 55 tane seriyyesi olmasına rağmen toplam öldürülen insan sayısı müşriklerden 216,
Müslümanlardan 138 idi. (Benî Kurayza bu rakamlara dâhil değil, o istisnai, farklı bir mevzudur.)
Allah Resulü (s.a.v.) hayatın bütün alanlarına hem hukuk hem ahlak getirdi. Bu ikisini getirdiği
en önemli alanlardan birisi de savaştır. O, savaşın hukukunu ve ahlakını getirdi. Hakk adına bile
yapılsa ahlaki riayetlerin aşılamayacağını, karşımızda müşrik bile olsa ilkeli davranmak zorunda
olduğumuzu gösterdi. Ondan dolayıdır ki sahabe çok yol aldı ama arkalarında ağlayan bırakmadı. Bir
mücadelede birileri arkasında ağlayanlar bırakıyorsa o mücadele nübüvvetin öğrettiği mücadele
değildir. Nübüvvet mücadelesinde yaralar sarılır, esirler bile bambaşka bir merhametle o
merhametten nasibini alır.
Savaş alanında dört aşamalı bir süreç görüyoruz: Sabır, İzin, Savunma ve Saldırı (son tercih).
Allah Resulü (s.a.v.) koyduğu ölçülere kendisi de uydu, sahabeyi de uydurdu, ümmetinin de
uymasını istedi.
SAHABE, EFENDİMİZ’DEN GELECEK HABERİ BEKLİYORDU
Hicretin ikinci yılı, Şaban ayının sonları idi. Bakara suresinin 183. ayeti nazil oldu: “Ey iman
edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.”
Selmân-ı Fârisî’nin rivayet ettiğine göre, oruç gelince Allah Resulü (s.a.v.) uzun uzun Ramazanı
anlattı. Ramazan’ın günlerinde ne yapacaklarını soran sahabeye oruç tutacaklarını söyledi. Sahabe
sahursuz orucu biliyordu. Efendimiz (s.a.v.) teravihten ve oruçlu günlerde hayırların, iyiliklerin
artırılmasından bahsetti.
Aradan 8 gün geçmeden Efendimiz’e, Talha bin Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd’i başına koyduğu
istihbarattan bilgiler geldi. Sahabe de bunun için tetikteydi. Gelen bilgiye göre Ebu Sufyan çok büyük
bir kervanla Şam’a doğru gidiyordu. Kervan Mekke’nin bütün sermayesi kadardı. Tutarı 50 bin dinar
idi. Bin develik bir kervandı ve 40 süvari tarafından korunuyordu. Ebu Sufyan bir şekilde
Müslümanların kendisine saldırı için hazırlıkta olduklarını sezince kervanın yolunu değiştirmeye kadar
verdi. Dönüş yolunda güzergâhını değiştirerek de kervanı sağ salim bir biçimde Mekke’ye getirmeyi
başardı.
Efendimiz (s.a.v.) bunun üzerine hemen bir ordu çıkardı. Amaç savaş değil, kervanı vurmak
idi.
* Efendimiz (S.A.V.) Neden Kervanı Durdurmak İstedi?
Gelen muhacirlerin birçoğunun malları Mekke de kalmıştı ve müşrikler onların mallarını gasp
ettiler. O güçle Müslümanların sesini kısmaya çalıştılar. Allah Resulü (s.a.v.) geçmişin bedelini
ödetmek ve gelecekte de bazı şeyler yapmalarını engellemek adına böyle bir girişimde bulundu.
BEDİR ASHABI TOPLANIYOR
Efendimiz, sahabeyi Sukya’ya getirdi. Sukya, Sultan Abdulhamit’in yaptırdığı tren garının
içerisinde bir yerdir. Bugün Sukya Mescidi olarak yer almaktadır. Orası Efendimizin ordugâh olarak
kullandığı yer idi.
Efendimiz’in (s.a.v.) emri ile Bilal (r.a.) “Hayyel el-Cihat!” diye insanlara çağrıda bulundu ve
kimler hazırsa orada toplandı. Gelenler aşağı yukarı 300 küsur kişi idi. Efendimiz (s.a.v.) gelenlerden
bazılarını geri çevirdi. Onlardan biri de Hz. Osman idi çünkü Rukiye annemiz o zamanlar hasta idi.
(Hz. Osman’ı Bedir ashabından sayıyoruz çünkü onu Efendimiz geri göndermişti.) Medine’nin valisi,
imamı gibi isimler de geri çevrilmişlerdi.
Geri çevrilenlerde çocuklar da vardı. Abdullah b. Ömer onlardan biriydi. Efendimiz ona
gitmesini söyleyince büyük bir feryat kopardı çünkü Efendimiz yaşı 15-16’dan küçük olanları ayırmıştı.
İbni Ömer daha sonra hayatı boyunca bu olaya üzüldüğü kadar başka hiçbir şeye üzülmediğini dile
getirmiştir.
Üsâme b. Zeyd, Zeyd b. Sâbit, Züheyr (r.a.) gibi çocuklar da kalmaları için ayırılanlar
arasındaydı. Efendimiz, Umeyr bin Ebî Vakkas’ı da ayırmıştı ama o 16 yaşında olduğuna dair yemin
etti ve şahidi olarak abisini gösterdi. Efendimiz (s.a.v.) abisi Sa’d ‘a sordu ve abisi 16 yaşında olduğunu
tasdik edince Efendimiz’in Bedir’e katılmasını kabul etti. Umeyr bin Ebî Vakkas, o ana kadar kılıcını
beline bağlamamıştı çünkü kılıcı beline bağladığında asla geri vermezdi. Efendimiz (s.a.v.) onayı
verince kılıcını bağladı ve sonra Bedir’in 14 şehidinden de biri oldu. Şehadet aşkı böyle bir şeydi.
Bugün çocuklarımızın böyle olmamasının sebebi bizlerizdir çünkü sahabe cihada izin verilen
ayetler geldiği andan itibaren evlerinde coşku ile bu konuyu konuşmuşlardı. Sa’d b. Hayseme ile
babası gidenin kim olacağı konusunda birbirleri ile kavga ettiler. Biz büyükler olarak bu işin ıstırabıyla
inlersek çocuklarımız da öyle yetişir. Temsiliyet makamının hakkını vermemiz gerekir!
Efendimiz (s.a.v.) elemelerini yaptıktan sonra seçtikleriyle yola çıktı. Yolun bir yerinde
Efendimiz, Ebâ Eyyûb el Ensâri’den kaç kişi olduklarını öğrenmek istedi. O da 313 kişi olduklarını
söyleyince Efendimiz (s.a.v.) Tâlut’un askerlerinin de bu kadar olduğunu söyledi. Mesele Hakk ile
batılın savaşıydı. (İsimler değişir ama misyon aynıdır.)
Bedir ashabının sayının 313’ten fazla olduğunu görmemiz mümkündür. Bunun sebebi; Bedir’e
katılanlar hakkındaki bazı rivayetlerde ihtilafların olması sonucu ulemanın kimseyi dışarıda
bırakmamak istememesi ve ihtilaflı bile olsa o isimleri de Bedir ashabı listesine dâhil etmelerindendir.
Mesela istihbarat ile görevi Talha bin Ubeydullah ile Saîd b. Zeyd savaşın içerisinde olmasalar bile
Bedir ashabından sayılmışlardır. Ganimetten pay da verilmiştir. Hz. Osman da böyledir. O listede
sadece 12 yaşında bir çocuk olan Enes b. Malik vardır. O savaşa katılmadı ama gözcü idi. Orada olan
bitenleri gözleyip bugün bize o aktarmıştır. Bu yüzden Bedir ashabından sayılır.
Medine ile Bedir arası güzergâh 160 km’dir. Efendimiz (s.a.v.) ve ashabı o yol boyunca birçok
hadise yaşamışlardır. Sahabenin şehit olmak için kendi aralarında yaptıkları konuşmalardan onların
nasıl bir heyecana sahip olduklarını anlamamız mümkündür.
BEDİR ORDUSU
Allah Resulü (s.a.v.) 313 kişi ile Bedir köyüne geldi. Efendimiz (s.a.v.), Ebu Sufya’nın başka bir
yoldan kervanı götürdüğünü öğrendi. Ebu Sufyan da Müslümanların harekete geçtiğinden haberdar
olunca Mekke’ye bir adam yolladı. Mekkeliler de güçlü bir orduyla hemen yola çıktılar. 1100 kişi idiler
ama daha sonra yoldan 150 kişi geri döndü. (Örneğin; Zühreoğulları Efendimizin annesinin kabilesi idi.
Adîoğulları Hz. Ömer’in ailesi idi. Onlar geri döndüler.) Mekkeliler kalan 950 kişi ile savaşa geldiler.
Teçhizatları, süvarileri ve binekleri fazla idi.
Bedir ordusunun bir tanesi Zübeyr b. Avvam diğeri Miktad b. Amr olmak üzere sadece iki
süvarisi, 70 tane develeri vardı, imkânları kısıtlıydı. Ashab arasında yalın ayak yürüyenler, bineksiz
gelenler vardı. Efendimiz (s.a.v.) onlar için "Allah'ım! Bu insanlar yalın ayak, Sen onlara dayanma
gücü ver. Bunların üzerinde elbiseler yok, Sen onları giydir. Bunların yiyecek imkânları kısıtlı Sen
onları doyur. Bunların malları yok, fakirler; Sen onları zengin kıl!" diye dua etti. (Güç her zaman
görünen şeylerde değildir. Asıl olan imandır ve o imanın getirdiği heyecandır.)
Allah Resulü (s.a.v.) kervanın başka bir yolu kullanıp Mekke’ye gittiğinden ve Mekkelilerin
ordularıyla yola çıktıklarından haberdar olunca sahabeyi topladı ve onlarla istişare etti. Durumu
onlara anlattı ve savaşalım mı yoksa geri mi dönelim diye sordu. Hemen Ebubekir (r.a.) ayağa kaldı:
“Ya Resulallah söz senindir.” dedi. Eğer Efendimiz (s.a.v.) savaşalım derse arkasında olacaklarını,
dönelim derse de kendisine itaat edeceklerini ve kendilerine düşenin itaat etmek olduğunu açıkladı.
Efendimiz (s.a.v.) bundan memnun oldu ama beklediği cevap bu değildi. Sorusunu tekrar sordu, bu
sefer kalkan Hz. Ömer oldu. Efendimize “Ya Resulallah! Niye bize soruyorsun? Biz senin elinde
çekilmişkılıçlarız. İstersen kullanırsın, istemezsen o kılıçları kınına koyarsın. Ne dersen senin dediğin
gibidir.”dedi. Allah Resulü (s.a.v.) bu cevaptan da memnun oldu ama sorusunu bir kere daha sordu. Bu
sefer oiki süvariden biri olan, tarihe “İslamın süvarisi” olarak geçen Miktad b. Amr kalktı: “Ya
Resulallah! Sen niye bize soruyorsun? Biz asla sana Benî İsrail’in Musa’ya dediği gibi demeyeceğiz.
Hani onlar Musa’ya ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada bekliyoruz.’ demişlerdi ya; hayır, ya
Resulallah! Senyürü, biz de senin arkandayız. Önüme geçin derseniz önünüzde, yanımda yürüyün
deseniz yanınızda,arkamda olun derseniz arkanızda yürüyeceğiz!” dedi. Efendimiz (s.a.v.) bundan da
memnun oldu ama sorusunu bir daha sordu.
313 kişinin 74’ü muhacir, 239’u Ensar idi. Ensar ile Allah Resulü Akabe’de sözleşmişti ve Ensar,
Medine’de savunma adına biat etmişti. Oysa şimdi Medine’den 160 km uzakta idiler. Allah Resulü
yaptıkları sözleşmeye uygun bir biçimde davrandı. Ensardan birisinin kalkmasını beklediği için
sorusunu defalarca sordu. Sa’d b. Muâz kalktı ve “Ya Resulallah! Herhalde sen ensardan birinden bir
şey duymak istiyorsun, ben de ensarı temsilen konuşuyorum. Ya Resulallah! Sen yürü bizi de arkanda
bulacaksın. Kızıldeniz’i işaret etsen ve desen ki dalın o denize, vallahi hiçbirimiz arkamıza bakmadan
bizi istediğin şeyi yapma gayreti üzerinde bulacaksın!” dedi. Efendimiz Sa’d’ın konuşması üzerine
gülünce sahabe Allah REsulü’nü güldürdüğü ve memnun ettiği için Sa’d b. Muâz’a dualar etti. O Sa’d
b. Muâz ki vefatı ile arşı titreten birisi idi. Hendek’te vefat ettiğinde Allah Resulü meleklerin indiğini
söylemiş ve naaşı meleklerle taşınmıştı.
Efendimiz (s.a.v.) Sa’d b. Muâz’dan bunları duyunca “Allah bize iki hayırdan birini murat etti.”
diyerek Mekkeliler ile mücadelelerini başlattı. Orduyu Bedir denilen yerde, su kuyuları önlerinde
kalacak şekilde konumlandırdı. Bunun üzerine Hubab b. Münzir, Efendimizin yanına gelerek orduyu
burada konumlandırmasın Allah’ın bir emri mi yoksa kendi tercihi mi olduğunu sordu. Efendimiz
kendi tercihi olduğunu söyleyince Hubab ona kendi görüşünü söyledi. Eğer kuyuları önlerinde
bırakırlarsa savaşın uzayabileceğini -çünkü Mekkeliler sayıca fazla idi ve suya ihtiyaç duyabilirlerdi- ve
üstünlük sağmalarının kendileri için daha yararlı olacağını beyan etti. Efendimiz (s.a.v.) Hubab’ın bu
görüşünü kabul etti ve ordu öyle konumlandırıldı.
Efendimiz (s.a.v.) Mekkeliler sayıca fazla olduğu için orduyu saf haline getirdi. Elinde ok
olanları arkaya, elinde mızrak olanları öne aldı (savaş taktiği). Okçulara beklemelerini, ne zamanki
düşman, ok menziline düştü, ayakta olanların bir adım geriye çekilmelerini ve okçuların oklarını o
zaman atmalarını söyledi.
Resûlullah (s.a.v.) elinde bulunan bir çubukla ordunun saflarını tanzim ediyordu. Sevâd bin
Guzeyye isimli hafif şişman bir gencin biraz ileri doğru çıktığını gördü ve hizaya gelmesini istedi.
Sevâd bin Guzeyye üç kez hizayı bozunca Efendimiz (s.a.v.) yanına gelip çubukla onun karnına
dokundu. “Yâ Sevâd! Hizaya gel” buyurdu. Bunun üzerine Sevâd, “Yâ Resûlallah, canımı acıttın.
Hâlbuki Allahü teâlâ seni Hak dinle, âdil hareket etmen için gönderdi. Kısas yapmama izin ver.” dedi.
Onun bu sözü üzerine Resûlullah (s.a.v.) mübârek karnını açtı, “Haydi sen de benim sana yaptığım gibi
yap” buyurdu. Sevâd,hemen Resûlullahın karnını kucaklayarak öptü. Efendimiz niçin böyle yaptığını
sorunca Sevâd: “Yâ Resûlallah! Bildiğiniz gibi muharebeye başlıyoruz. Seninle bu son görüşmemiz
olabilir, cildimin cildine değmesini istedim. Onun için böyle yaptım.” dedi. O anda Allah Resulü de
sahabe de duygulandı.
BEDİR GAZVESİ
Efendimiz (s.a.v.) bu haldeyken Sa’d b. Muâz ona, yerini yüksekçe bir yere yapmayı önerdi ve
Allah Resulü’nden savaşa girmemesini istedi. “Ya Resulallah! Baktın ki biz iyi gidiyoruz, bekle; baktın
ki bize bir şeyler oluyor, bin bineğine git. Medine’de sana sahip çıkacaklar var. Sana bir şey olmasın da
bize ne olursa olsun.” dedi. Ama Efendimiz onun söylediği gibi yapmadı, oraya bir gölgelik yaptırdı
(Orada şimdi Arîş (Gölgelik) Mescidi vardır.) ve bir çadır kondurdu. Savaş başlayıncaya kadar orada
Allah’a dua dua yakardı. Ellerini havaya kaldırıp dua etti. Öyle ki ridâsı sırtından düştü. “Ey Allâhım!
Bana olan vâdini yerine getir. Allâhım! Bana zafer ihsân et. Ey Allâhım! Eğer ehl-i İslâm’ın bu
topluluğunu helâk edersen artık yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmayacak!” dedi. Bunu
gören Hz. Ebubekir (r.a.) yanına gelerek ridâsını aldı, omuzuna attı ve yaklaşıp: “Ey Allâh’ın Resûlü!
Rabbin’e olan yakarışın yeter. Allâh Teâlâ sana olan vâdini mutlaka yerine getirecektir.” dedi. O sırada
Aziz ve Celil olan Allâh şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu: «Hani siz Rabbiniz’den imdâd taleb
ediyordunuz, O da ‘muhakkak ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdâd
edeceğim’ diyerek duânızı kabul buyurmuştu.» (el-Enfâl 8/9). “Gerçekten Hak Teâlâ hazretleri o gün
mü’minlere meleklerle yardım etti.” (Müslim, Cihâd, 58; Buhârî, Megâzî, 4)
Allah Resulü (s.a.v.) dualar ile yakardıktan sonra çadırından dışarı çıktı. Dışarıda Huzeyfetü’n
Yemâni ve babası Huseyl ibni Câbir vardı. Huzeyfetü’n Yemâni, Efendimiz’e gelirken yolu
karıştırmaları sonucu Mekke müşriklerine yakalandıklarını, onlara Medine tüccarları olduklarını ve
bırakırlarsa Medine’ye geri dönecekleri söyleyerek onları kandırıp geldiklerini anlattı. Efendimiz
(s.a.v.) onlara derhal geri dönmelerini söyledi. “Biz her şart ve durumda düşman bile olsa verilen
sözü tutmakla emrolunduk.” dedi.
Her kim harp hiledir hadisini, harpte her şey meşrudur diye anlamışsa Allah Resulü’nün
sözünü anlamamış demektir çünkü harp strateji demektir. Strateji üretip düşman yanıltılabilir ama
ahlaktan taviz verilmemelidir. Efendimiz (s.a.v.) harp sırasında olmalarına rağmen onları geri
gönderdi.
Savaş öncesinde savaşın en meşhurlarından olan askerler çıkar ve onlar kendi aralarında
mübâreze (teke tek vuruşma) ettikten sonra genel savaş başlardı. Bu bir Arap geleneği idi. O anda
müşriklerden Utbe b. Rebîa, kardeşi Şeybe b. Rebîa ve Utbe’nin oğlu Velid b. Utbe meydana çıktı.
Bunlar Benî Ümeyye kabilesindendiler ve Benî Hâşim ile kapanmayan bir mücadeleleri vardı.
Asabiyetleri için oradaydılar. Efendimiz (s.a.v.) onları görünce ashabına kimlerin onları karşılamak
istediğini sordu. Üç kardeş olan Avf b. Hâris, Muâz b. Hâris ve Muavviz b. Hâris çıktılar. Efendimiz
(s.a.v.) küçük olduğu için Muavviz’ın çıkmasını istemedi. Onun yerine Abdullah b. Revâha’yı gönderdi.
Utbe b. Rebîa onların Medineli olduklarını görünce Medineli çiftçilerle savaşmaya gelmediklerini
söyleyerek onları muhataba almadı. Efendimiz’den onların yerine kendi emsallerinden birilerini
göndermesini istedi. Allah Resulü (s.a.v.)’nün talimatı ile üç genç üzülerek geri döndüler. Efendimiz
(s.a.v.) onların yerine kendi ailesinden olan Hz. Hamza’yı (r.a.), Ubeyde b. Hâris’i (r.a.) ve Hz. Ali’yi
(r.a.) gönderdi. O zaman Ubeyde b. Hâris 63, Hz. Hamza 59, Hz. Ali 25 yaşındaydı. Utbe b. Rebîa
gelenleri görünce memnun oldu. Utbe’yi Hz. Hamza; Şeybe’yi Ubeyde b. Hâris; Velid b. Utbe’yi de
Hz.Ali karşıladı. Mübâreze başlayınca Hz. Hamza ve Hz. Ali rakiplerini devirdiler ama Ubeyde (r.a.)
ayağından bir darbe aldı. Mübâreze şartlarına göre ikisi rakiplerini öldürdüyse diğer üçüncüsünün
üzerine saldırma hakları vardı. Hz. Ali ile Hz. Hamza rakiplerini yendikten sonra Ubeyde’nin
yardımına koşup Şeybe’yi öldürdüler. Yaralı bir biçimde de Ubeyde’yi (r.a.) getirdiler. Ubeyde (r.a.)
Hz. Hamza ve Hz. Ali gibi olamadığı için ağlamaya başladı. Efendimiz (s.a.v.) yanağını onun yanağına
koydu ve ona yakışanı yaptığını söyledi. Ubeyde (r.a.) orada amcası Ebu Talib’in bir sözünü
hatırlayarak onun; ölüm pahasına bile olsa Hz. Muhammed’i korumalarını söylediğini iletti ve
Efendimiz’e “Ne dersin yaResulallah... Amcam Ebu Talib acaba beni bu halde görseydi yaptığımdan
memnun olur muydu?” deyince Efendimiz de sahabe de ağlamaya başladı. Ubeyde (r.a.) savaşın
meydanında yaralanmadığı için ölürse şehit sayılıp sayılmama konusunda endişe etti. Efendimiz ona
şehitlerden olduğunu söyledi.
Yıllar sonra sahabe bir başka seferden dönerden Safra denilen bir yerden geçtiler. Efendimiz’e
orada konakladıkları sırada çok güzel bir koku aldıklarını söylediler. Allah Resulü de bilmeyenlere
oranın Ubeyde’nin yattığı yer olduğunu, şehitlerin kendilerine özgü bir kokularının olduğunu ve
Allah’ın onları bununla rızıklandırdığını söyledi.
Abdurrahman ibni Avf, savaşın kızıştığı bir anda iki gencin birbirlerine sezdirmeden sırayla
yanına geldiklerini ve ikisinin de Ebu Cehil’i sorduklarını anlatmıştır. Onlardan büyük olana
Ebu Cehil’i ne yapacağını sorduğunda genç, Bedir’e gelirken Allah onunla karşı karşı getirirse onu
öldürmeye dair söz verdiğini söylemiştir. Abdurrahman b. Avf bundan çok etkilendiğini ve o gittikten
sonra da diğer gencin geldiğini anlatmıştır. (Bu gençler Hz. Sümeyra binti Ubeyd’in oğulları Hz. Avf,
Hz. Muâz ve Hz. Muavviz idi.)
Gençler Abdurrahman ibni Avf Ebu Cehil’i eliyle gösterir göstermez daha o elini indirmeden
gösterdiği yere fırlayıp onu öldürdüler. O anda abileri Avf şehit olmuştu. Diğer kardeşler Efendimize
gelip kılıçlarını gösterdiler ve Ebu Cehil’i öldürdüklerini haber verdiler. Efendimiz (s.a.v.) Abdullah b.
Mesud’tan gidip kontrol etmesini istedi. Abdullah b. Mesud gidip Ebu Cehil’i aradı ve buldu. Ebu Cehil
yaralı halde yerde yatıyordu ama henüz ölmemişti. Abdullah b. Mesud (r.a.) onun göğsünün üzerine
çıktı. Ebu Cehil acılar içerisindeyken bile ona savaşın neticesini sordu. Abdullah b. Mesud “Allah imanı
aziz, küfrü zelil kıldı! Hakkı aziz batılı zelil kıldı!” gibi cümlelerle Ebu Cehil’i kılıcından evvel daha
fazla yaraladı. Ebu Cehil bu haldeyken bile ‘Ey çobancık! Çok azim, yüksekçe bir yere çıktın.” diyerek
Abdullah b. Mesud ile dalga geçti. Son olarak kendi kılıcı ile öldürülmek istediğini söyledi. Abdullah b.
Mesud bunu kabul ederek Ebu Cehil’i kendi kılıcı ile öldürdü. Efendimize gelip söylediği zaman
Bedir’in meydanları tekbirlerle doldu.
(Bedir’in öncesinde Efendimiz (s.a.v.) Ebu Cehil’in devrileceği yer burası, Utbe’nin devrileceği
yer burası, Şeybe’nin devrileceği yer burası diyerek hepsinin bilgisini vermiştir.)
Savaş sonucunda 70 tane müşrik öldü, 70 tanesi ise esir alındı. Müslümanlar da 14 şehit verdi.
Efendimiz (s.a.v.) henüz herhangi bir hüküm beyan edilmediği için sahabe ile esirlerin akıbetinin ne
olacağı konusunda istişare etti. Hz. Ebubekir akrabaları oldukları için onları fidye almadan serbest
bırakmayı teklif etti. Hz. Ömer, Hz. Ebubekir ile aynı fikirde olmadığını beyan ederek herkese kendi
akrabalarının verilmesini (Hz. Ömer’in dayıları Benî Mahzum, Hz. Ali’nin amcası Abbas, Hz.
Ebubekir’in oğlu Abdurrahman bunlar arasındaydı) ve öldürülmeleri gerektiğini söyledi. Niyeti, böyle
yapmakla Allah’a karşı gönüllerinde hiçbir asabiyet bağı taşımadıklarını ortaya koymaktı. Efendimiz
(s.a.v.) hiçbir öneriye cevap vermedi ve çadırına gitti. Biraz istirahat edip döndükten sonra Hz.
Ebubekir’e, halinin Hz. İbrahim ile Hz. İsa’ya benzediğini; Hz. Ömer’e ise halinin Hz. Nuh ile Hz.
Musa’ya benzediğini söyledi. Daha sonra kendi görüşünü açıkladı ancak ondan sonra inen ayetler Hz.
Ömer’in görüşünü desteklemiştir.
Ganimetler, esirler ve köleler ile ilgili hükümler daha sonra Enfal suresi ile şekillendi.
Efendimiz (s.a.v.) böylelikle küfrün belini bir daha doğrulmamak üzere kırdı. Allah Resulü
büyük bir zafer, mükâfat ve ganimet elde etmiş olarak döndü. Esirleri de daha sonra belli fidyeler
karşılığında ya da okuma yazma bilenlerin Medine’deki her on çocuğa okuma yazma öğretmeleri şartı
ile serbest bıraktı.
RESİMLERE DAİR
Arîş Mescidi, Efendimizin çadırını kurdurduğu yere binaen hatıra olarak yapılmıştır. Bedir
savaşının yapıldığı yer korunmamıştır.
Bedir şehitlerinin kabristanlığında şehitlerinin isimlerinin yazılı olduğu tabelalar vardır.
*
KENDİMİZE NOT:
Bedir bir mekteptir. Biz elimizden geldiğince bu mektebi tanıyıp talebe olma adına gayret
içerisine girmeliyiz. Hepimizin hataları var ama yüreğimizde de bir sevda var. Allah büyük sevdaya
gönül verenlerin kendileri küçük olsa da o sevda hatırına onları da yüceltir. Bizler bunun için gayret
etmeliyiz.
Bu sevdayı yaşama ve yaşatma adına da çabalayalım ki Allah Bedir’imizi zafere dönüştürsün
inşallah. Amin.
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.