HERKES İÇİN SİYER - 14. BÖLÜM (YESRİB NURLANIYOR!...)


 HERKES İÇİN SİYER - 14. BÖLÜM (YESRİB NURLANIYOR!...)


Bismillahirrahmanirrahim.


 KUBA KÖYÜ

Yolculuk 3 gün Sevr’de, 8 gün yolda olmak üzere toplam 11 gün sürdü. Efendimiz (s.a.v.) 11.

günde Yesrib’ ulaştı. İnsanlar Mekke’den Medine’ye kaç günde ulaşılabileceğini bildikleri için 8.

Günden itibaren sabırsızlıkla bir bekleyiş içerisine girdiler çünkü Allah REsulü (s.a.v.) geciktikçe başına

bir şey gelmiş olabilir diye endişelendiler. Efendimiz 11. Günde bir öğle vaktinde (herkesin yavaş

yavaş çekileceği bir vakitte –kaylule vakti-) gelmişti.

 Yesribliler Efendimiz’in Kafilesinin Yola Çıktığını Nereden Biliyorlardı Da Beklemeye

Koyulmuşlardı?

Efendimiz (s.a.v.), hicretine yakın süreçte Yesrib’e gitmek üzere olanlara kendilerinin de yola

çıkacaklarını söylemişti. Ama 3 gün Sevr’de kaldıkları için Yesrib’e ulaşmaları gecikti. Yesribliler bu

yüzden telaş etmeye başlamışlardı. Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebubekir’in evinden çıkıp kendi evine doğru

giderken bile bazı sahabiler ile vedalaşmıştı. Süheyb-i Rûmî bunlardan biriydi. Kaynaklarda verilen

bilgilere göre aslında o da Efendimiz (s.a.v.) ile gidecekti ama engellendiği için onlara eşlik edemedi.

 Yesrib’e Ulaştıklarında Neler Oldu?

Enes b. Malik (r.a.) bir rivayetinde “Medine böyle bir gün görmedi.” demiştir. O zamanlar 10

yaşında idi. Efendimiz’in (s.a.v.) gelişini yer yerinden oynadı şeklinde tarif etmiştir.

Berâ b. Ma’rûr Medine’nin nurlandığını aktarmıştır. Yesrib, Medine ismini adlıktan sonra

“Medinetü’l Münevvere” diye tarihi geçmiştir.

Allah Resulü’nün (s.a.v.) gelişi ilk olarak bir Yahudinin bağırışı ile duyuldu: “Ey Kayle oğulları!

(Evs ve Hazrec kabilelerinin ataları) Bekledikleriniz geliyor!” diye seslenince evlerine çekilenler bir

anda toplandılar ve kafilenin önüne doğru koştular. Orada gençler “taleal bedru aleyna” ilahisini

söylemeye başladılar. (Bazı siyer kaynaklarında bu ilahinin o anda mı yoksa Efendimiz’in (s.a.v.) Tebük

dönüşünde mi söylendiğine dair farklı rivayetler vardır. Bazı delillere göre ise iki yerde de

söylenmiştir.)

Gelen kafile beş kişiden oluşmaktaydı. İnsanlar Efendimizi bilmedikleri için hangisinin Hz.

Peygamber olduğunu bilemediler ve “Hanginiz Muhammed?” diye sordular. (Efendimiz’in (s.a.v.)

üzerinde diğerlerinden ayırıcı bir unsuru, özel bir kıyafeti ya da postu yoktu, bu yüzden de

diğerlerinden farklı görünmüyordu.) İnsanlar bunu sorunca Hz. Ebubekir onu parmağıyla göstermeye

bile hayâ etti. O anda güneş biraz bastırınca ridâsını çıkarıp güneşten korumak için Efendimizi

gölgelemeye başladı. İnsanlar bu sayede Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kim olduğunu anladılar.

(Hz. Ebubekir buradaki nezaketi gözden kaçırmamak gerek. Sahabenin birçoğu doya doya

Efendimiz’e bakmamışlardır çünkü gözlerini onun üzerinde yoğunlaştırmayı bile edebe aykırı

görmüşlerdir. Çoğunlukla Allah Resulü (s.a.v.) onlara bakmadığı zamanlarda bakmışlardır. Enes b

Malik’in bu konudaki rivayeti şöyledir: “Efendimiz (s.a.v.) normal şartlarda biraz hızlı yürürdü. Ama

Hücre-i Saadet’ten çıkıp mihraba gelinceye kadar çok yavaş yürürdü. Çünkü bizim ona baktığımızı

bilirdi ve gözlerimizi kendisi ile nimetlendirirdi.” demiştir.)


2

Allah Resulü (s.a.v.) böyle büyük bir sevinçle karşılandı. Kuba, Medine’nin dışında, 3-4 km

uzaklıkta bir köy idi. Köyün en ileri geleni yaşı yüze merdiven dayamış Külsûm b. Hidm idi. Efendimiz

(s.a.v.) onun evine gitti. Külsûm b. Hidm, Efendimiz ile buluşmasından sonra 1 yıl daha yaşamıştır.

Efendimizi evine misafir etti ve onunla çok ilgilendi. Hz. Ebubekir’e (r.a.) de Necih isimli bir

hizmetlisini verdi. Efendimiz o şahsın adını öğrenince “İşin iyi Ebubekir.” dedi çünkü Necih, kurtulan

demektir. Efendimiz (s.a.v.) şahıs ya da kabile isimleri üzerinden hep tefe’ül yapardı.

(Tefe’ül: Herhangi bir şeyden uğur çıkarmak, hayra yormak, iyiliğe işaretler bulmak demektir. Zıttı

teşe’üm’dür: Kötüye yorma, uğursuz sayma demektir. Bu anlayış dinimizde men edilmiştir.)

Külsûm b. Hidm, Efendimiz’e (s.a.v.) elinden geldiğince hizmet göstermiş ve Efendimiz de

orada kaldığı müddetçe onu hayırla yad etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) orada 4 gün 4 gece kaldı. (İmam

Buhari’nin rivayetine göre Efendimiz Kuba’da 14 gün kaldı. Ancak başka kaynaklarda verilenleri de

topladığımızda Efendimiz Kuba’ya vardığında günlerden Pazartesi, tarif 8 Rebiülevvel idi. Efendimiz 12

Rebiülevvel Cuma sabahı oradan çıktı. Bu da bize gösterir ki; orada 4 gün 4 gece kaldığı yönündeki

rivayet daha kuvvetlidir.)

 Efendimiz (s.a.v.) Kuba’da Ne Yaptı?

Bir toplumun İslam toplumu olabilmesi için kalbinin olması gerekir; kalbi de mescittir. Eğer

mescit varsa biz o topluma İslam toplumu deriz. Bu mescidi sadece yapı olarak düşünmememiz

gerekir. Mescit dediğimiz İslam toplumum kalbi, damarları ile de evlere yol açar. Cami ile ev arasında

bir bağlantı kurar ve bize nefes olur. Ne yazık ki bizler yıllardır cami ile ev arasında, cami ile kendimiz

arasında istenilen bağı kuramadık.

Efendimiz (s.a.v.) oraya ilk geldiğinde yaptığı şey de bu idi. Orada küçücük bir arsada Sâlim

Mevlâ Ebû Huzeyfe namaz kıldırıyordu. Külsûm b. Hidm, Efendimiz’e bu arsasında bir mescit inşa

etmek istediğini söyledi. Efendimiz (s.a.v.) anında bunu kabul edip bir çubukla mescidin planını çizdi.

Dört duvarlı bir yer inşa edildi ve o mescit, takva üzere tesis edilen ilk mescit olarak Tevbe suresi ile

Kur’an’a girdi. Mescit olarak inşa edilen ilk yer bu mescittir.

* İslam tarihinde çok dâr (mesken, ev) vardır ama bunlardan beş tanesi çok önemlidir:

1. Dârü’l Erkam

2. Dârü’l Ebubekir - Hz. Ebubekir, evinde okuduğu Kur’an sesiyle niceleri etkilenip

iman etmiştir. Mekke müşrikleri bundan rahatsız olup Hz. Ebubekir’i susturmak istemişlerdir.


3. Dârü’l Es’ad (Es’ad b. Zürâre’nin evi)

4. Dârü’l Külsûm (Mescide dönmüştür)

5. Dârü’l Sa’d (Sa’d b. Hayseme’nin evi) – Asr-ı Saadet’in ilk öğrenci ve bekârlar

evidir. Efendimiz (s.a.v.) orayı “Kur’an Menzili” olarak adlandırmıştır. Efendimiz (s.a.v.), ileride bir

kapısı Kuba Mescidi’ne açılan olan bu evde gündüzleri bekâr sahabiler ile bir araya gelmiştir.

 KUBA MESCİDİ

Mescidin kıblesi Kudüs idi. Efendimiz (s.a.v.) mescidin temellerini çizdikten sonra ilk taşını

kendisi koydu. Sonra Hz. Ebubekir, ondan sonra Hz. Ömer koydu ve daha sonra da sahabe taşları

koymaya başladı. Allah Resulü (s.a.v.) bu mescidi hiç unutmadı çünkü onun mekânlara olan vefası,

insanlara olan vefası ile aynı idi. Yıllar sonra, Mescid-i Nebevi yapıldıktan sonra bile Pazartesi günleri,


3

bu günler gelemezse Cumartesi günleri, hatta bazen haftada iki gün buraya gelmiştir ve "Kim güzel

bir şekilde abdest alır, sonra Kuba Mescidine gelir ve orada namaz kılarsa onun için umre sevabı

vardır." (İbn Mace, İkame,198; Tirmizi, Salat, 242) diyerek bize de gitmeyi tavsiye etmiştir.

Yıllar sonra Hz. Ömer, hilafeti döneminde Kuba Mescidi’ne gitmiş, cemaatin olmadığını

görünce de insanları mescidi boş bırakmamaları konusunda uyarmıştır. “Vallahi kilometrelerce yol

bile olsaydı, Allah Resulü’nün bu mescide verdiği değeri bildiğim için bineklerle gelirdim.” demiştir.

 CUMA MESCİDİ VE YESRİB’DE İLK CUMA NAMAZI

Kuba Mescidi ile Cuma Mescidi birbirlerine çok yakındır. Aralarında 500 metre vardır.

Cuma Mescidi, Allah Resulü’nün (s.a.v.) Medine’de ilk Cuma namazını kıldırdığı ve hutbesini

irat ettiği yerdir.

Allah Resulü (s.a.v.), beşinci günün sabahı Kuba’dan ayrılacağı zaman Külsûm b. Hidm onu

bırakmak istemedi. Efendimiz (s.a.v.) de ona gitmesi gerektiğini ve Allah’ın devesi Kusva’ya bir rota

çizdiğini söyledi. İnsanlar aslında onun Neccaroğulları mahallesine gideceklerini biliyorlardı ama

mahallede nereye gideceği konusunda fikir sahibi değildiler. Herkes Efendimiz’i evine davet etmek

istedi ama Efendimiz devesinin nereye gideceğini bildiği söyleyerek onlardan yol istedi. (Efendimiz

sabah vakti yola çıkmıştı ama Cuma mescidine 4-5 saatte gelebildi çünkü insanlar onu sevgi gösterileri

ile alıkoydular.)

Hz. Peygamber Cuma vakti girince Sâlim b. Avf mahallesinde müsait olan bir bahçede ilk

Cuma namazını kıldırdı. Hutbesinde birçok şey söylemiştir ama üzerinde durduğu şey niyetin

selîmiyetidir. Orada insanlara, niyet selim olmazsa hiçbir şeyin olamayacağı mesajını vermiştir. İki

hutbe okumuştur.

 İLK HUTBE:

Bismillahirrahmanirrahim.

“Ey insanlar! Kendiniz için, ahiretiniz adına istikbalinize yatırım yapın. Yarın bu yaptıklarınızın

hepsinin hesabını vereceksiniz. Elbette bilirsiniz ki her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır!

Sonra Rabbi ona tercümansız, perdedarsız olarak: 'Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi?

Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için [âhiret azığı olarak] ne gönderdin?’

buyuracak. O da sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne bakacak. Önünde de

cehennemden başka bir şey göremeyecek! Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini

korumaya gücü yeten kimse hemen o hayrı işlesin! Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini

korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir! Selam ve

Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!"

 İKİNCİ HUTBE:

Bismillahirrahmanirrahim.

"Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden

ve kötü amellerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz! Saptırdığını

da hiç kimse doğru yola iletemez! Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O birdir, O'nun

şerîki yoktur! Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitabı’dır. Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu

küfürden sonra İslâmiyet’e girdirir, o da Kur'ân'ı insanların sözlerine tercih ederse işte o kimse felah


4

bulmuş, kurtulmuştur. Doğrusu, Kitabullah sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır. Allah'ın sevdiğini

seviniz! Allah'ı candan gönülden seviniz! Allah'ın kelamından, zikrinden usanmayınız! Allah'ın

kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin! Çünkü Allah'ın kelamı, her şeyin üstününü ayırıp

seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder. Helal ve haram olan her şeyi

beyan eyler. Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız. O'ndan gereği gibi

sakınınız. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz. Allah'ın ihsan ettiği

rahmetle aranızda birbirinizi seviniz. Muhakkak biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder.

Selam olsun sizlere!"

Ve alekum’usselam...

Niyetin selimiyeti, sonsuz sıfırın başına “1” gelince değer kazanması gibidir. Eğer ameller Allah

içinse bir anlamı vardır. O 1’i Allah için yazdığımızdan ve niyetimizden de kalbimize bakarak emin

olabiliriz. Çünkü kalp yalan söylemez.

Allah’tan başka hiçbir gayemizin olmaması gerekir. Sahabe bazen, yanlış işler yapmış olan bir

sahabiyi kötü anılmaması için ismini gizlemiştir. Ama hicret edip gelen sahabelerden birisine

“Muhacir-u Ümmü Kays” (Ümmü Kays isimli hanımın muhaciri) denilmiştir çünkü o sahabi o kadın

için, onu sevdiği için hicret edip gelmişti. Bu hadise “Ameller niyetlere göredir.” hadisinin sebebidir.

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse, kimin hicreti Allah’a ve

Resûlüne ise, onun hicreti Allah’a ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya

nikâhlayacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Buhari, Nikâh,5; Müslim,

İmaret, 155)

 NECCAROĞULLARI MAHALLESİNE VARIŞ

Efendimiz (s.a.v.) böyle bir duruma düşenlerden olmamaları için sahabeye orada ayar verip

hutbelerden sonra yoluna devam etti. Devesi Neccaroğulları mahallesine doğru gitti. (çünkü

Efendimiz (s.a.v.)’in babası Abdullah’ın dayıları orada olduğu için kabri de oradaydı. Yani

Neccaroğulları ile Efendimiz akraba idi.) Neccaroğullarının kızları Efendimiz’in etrafını sarıp dilleri

döndüğü kadar ona onu sevdiklerini söylediler. Efendimiz de onlara üç kere “Bende valllahi sizi

seviyorum.” dedi.

Deve Kusva, önce bir arsanın önüne çöktü sonra kalktı, biraz daha gitti, yeniden geriye döndü

ve tekrar aynı arsaya çöktü. Allah Resulü (s.a.v.) devesinin çöktüğü yerin mescidin yapılacağı yer

olduğunu ve o mescide en yakın evin de konaklayacağı ev olacağını dile getirdi. Sözü biter bitmez Eba

Eyyûp el-Ensâri, Allah Resulü’nün eşyalarını aldı ve Zeyd b. Hârise taşımaya başladılar.

Kusva’nın çöktüğü yer, Sehl ve Süheyl isimli iki yetim çocuğun arsası idi. Es’ad b. Zürâre’nin

himayesi altındaydılar. Efendimizin yanına yaşlı gözlerle gelip bundan memnun olduklarını ve

arsalarını infak ettiklerini söylediler ama Efendimiz (s.a.v.) kabul etmedi. Bir şeye talip olunca bedelini

verirdi. (Külsûm b. Hidm arsasına mescit yapılmasını kendisi söylediği için infakını kabul etmişti.)

Bedelinin 10 dinar olduğunu söylediklerinde de Hz. Ebubekir hemen ortaya atılmış ve bedeli

ödemiştir. Efendimiz (s.a.v.) onun için: “Ümmetimin îmânı terazinin bir kefesine, Ebûbekir’inki diğer

kefesine konsa, Ebûbekir’in îmânı ağır basardı.” (Kenzu’l-Ummâl, Hadîs No: 35614) buyurmuştur.

Allah Resulü (s.a.v.) ile Ebu Eyyûb el-Ensâri’nin II. Akabe Biatı’nda bir tanışmışlıkları vardı.

Efendimiz (s.a.v.) onun iki katlı evinde istirahate çekilmişti. Ebu Eyyûb el-Ensâri hürmet gereği onun


5

eşyalarını yukarı kata taşımıştı ama Efendimiz, gelen gideninin fazla olduğunu ileri sürerek rahatsızlık

vermemek için aşağı katta kalmak istediği söyledi. Ebu Eyyûb el-Ensâri için bu çok zor bir şeydi.

Efendimiz ısrar edince kabul etti ve 7 ay boyunca kendisi yukarıda, Efendimiz (s.a.v.) aşağıda kaldı.

Allah Resulü (s.a.v.) Mescid-i Nebevi’nin yerini tayin ettikten sonra inşaatı başlamış ama

arsadaki müşriklerin kabirleri, ağaç kökleri vs. işlerin temizlenmesi ve düzenlenmesi zaman aldığı için

mescidin yapımı biraz uzun sürmüştür.

 NEDEN BU ŞEREF EBU EYYÛB EL-ENSÂRİ’YE (R.A.) NASİP OLDU?

700 yıl önce Yemen kralı Ebu Kerib, Yesrib’i ele geçirmek için ordusuyla gelmişti. Eğer karşı

çıkan olursa herkesin öldürülmesini emretti. Yahudilerden iki tane genç âlim (kaynaklara göre Benî

Kurayza’dan idiler) krala; buranın gelecek son elçinin hicret yurdu olacağını ve eğer zarar verirse tarih

boyunca lanetlerle anılacağını söylediler. Kral onları dinleyince bu kararından vazgeçip onlardan

kendileri ile beraber Yemen’e gelmelerini ve bu son elçi hakkında daha çok bilgi vermelerini istedi.

Bunun üzerine bu iki genç Yahudi âlim teklifi kabul edip kralla beraber Yemen’e gittiler. (Tarihçiler

Yemen’e Yahudiliğin ilk kez bu gençler ile geldiğini söylemektedir.) Aradan bir müddet geçtikten

sonra Kral Kerib’in yüreğine gelecek son elçinin aşkı düştü. İlk kez Kâbe’ye Yemen’den örtü gönderen

şahıs olarak tarihe geçti. Tahtını ve sarayını bırakıp Yesrib’e gelerek Ebu Eyyûb el-Ensâri’nin evini aldı

ve yıllarca orada oturdu. Çocukları olunca onlara -ya sözlü ya da yazılı olarak- Peygamberimize

hitaben yazdığı bir şiiri bırakıp vefat etti.

Allah Resulü (s.a.v.) o eve gidince Ebu Eyyûb el-Ensâri ona bir şiir ya da mektup okumak

istediğini söyledi ve Ebu Kerib’in şiirini okudu. Efendimiz (s.a.v.) orada üç kez selam vererek “Selam

olsun Ebu Kerib’e! Selam olsun Tubba Melikine! Selam olsun Es’ad el-Himyerî’ye!” demiştir. (Ebu

Kerib Yesrib’e geldikten sonra kendisine Es’ad el-Himyerî diye bir isim almıştı.)

O evin hatırasına Allah Resulü (s.a.v.) orada kalmıştır.

Efendimiz (s.a.v.) aşağıda kalırken Ebu Eyyûb el-Ensâri ve Ümmü Eyyûp üst katta olmaktan

rahatsızlık duydular. Birkaç gün geçtikten sonra Ebu Eyyûb (r.a.) Efendimize üst katta kalmasını bir kez

daha teklif ettiyse de Efendimiz bunu kabul etmedi. Bir gün ellerinden bir su sürahisi düştü ve su

aşağıya akmasın diye hemen kurutmaya çalıştılar.

Ümmü Eyyûp ne zaman yemek yapsa kendisi tadına bakmadan evvela Efendimize gönderirdi.

Bir gün baktı ki gönderdiği yemek hiç yenmemiş olarak geri geldi. Hemen eşine Efendimizin neden

yemediğini sordu. Ebu Eyyûb kendisinin de ikram ettiğini ama Efendimizin yemekteki soğan sarımsak

yüzünden insanları rahatsız etmek istemediği için yemediğini söyledi. Sonra Resulullah’ın yemediğini

biz de yemeyiz diyerek onlar da yemeği yemediler.

Ebu Eyyûb el-Ensâri’nin Allah Resulü’ne karşı büyük bir sevgisi vardı. Onu ülkemiz topraklarına

getiren şey, o sevginin büyük bir işaretidir. Sahabenin sevgisinde ‘eğer ben gerçekten Allah Resulü’nü

seviyorsam, onun gönül verdiği davayı dünyanın dört bir tarafına götürmeliyim.’ felsefesi vardı.

Bunun için Medine’den çıkıp dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Ebu Eyyûb el-Ensâri buralara

geldiğinde hicri 48 idi, 90 yaşındaydı. İki sene sonra bir seferde şehit olarak vefat etti.

Seven sevdiğinin yolunda olur. Sahabe de sevdikleri Resul’ün yolundaydı. Yolunda oldukları

için Ebu Eyyûb el-Ensâri buradadır. Vefat edeceği anda bile surlar içine götürülmeyi ve orada

defnedilmeyi istedi. Ölümüyle bile hizmet etme aşkında idi.


6


 Ebu Eyyûb El-Ensâri’ye (r.a.) Ait Birkaç Anekdot

* Emeviler döneminde iken Ebu Eyyûb el-Ensâri, Allah Resulü’nün kabr-i şerif’ini ziyarete gitti.

Orada Hücret-i Saadet’in eşiğine başını koyup ağlamaya başladı. Onun bu halini görenler dönemin

valisi Mervan b. Hakem’e haber verdiler. Mervan b. Hakem hışımla gelip ona taşa toprağa mı

tapıyorsun diyerek çıkıştı. Ebu Eyyûb el-Ensâri ona cevaben; taşa toprağa tapılmaması gerektiğini

kendisinin de bildiğini ve Allah Resulü’nün (s.a.v.) ‘Din ve yönetim işleriniz ehil insanların elinde ise hiç

üzülmeyin. Ama eğer bu işler ehil insanların elinde değilse ne kadar ağlasanız azdır.’ dediğini, bunun

için de onunla dertleşmeye geldiğini söyledi.

* Ebu Eyyûb el-Ensâri, Allah Resulü’nden bu bilinci çok iyi bir biçimde almış ve her zaman için

de bunu yapmıştı. İstanbul için buralara geldiğinde surlar içerisinde koşturup durmuş ve ilahi

kelimetullahı ötelere taşıma adına gayret göstermişti. Arkadaşlardan birisi ona ne yapıyorsun diyerek

Kur’an’dan “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” ayetini hatırlattı. Ebu Eyyûb el-Ensâri bir

anda celallendi ve ona bu ayetin kendileri hakkında (Ensar) indiğini söyledi. Ensardan bazıları Medine

biraz farklı bir hale gelince cihat için yeterince koşuşturduklarını düşünmeye başlamışlardı. Bundan

sonra biraz da başkaları uğraşsın diyerek kendi işlerine yönelmeye karar verdiler. Söz konusu ayet de

bunun üzerine nazil oldu. Ebu Eyyûb el-Ensâri asıl (!) cihatı, infakı, mücadeleyi terk edenin kendi

elleriyle kendisini tehlikeye atmış olacağına işaret etti. (Burada bize de Kur’an’ın nasıl okunacağını

öğretmektedir.)


* Allah Resulü (s.a.v.) ensar ile muhacirin birbirlerine kardeş olmasını istemişti. Ebu Eyyûb el-

Ensâri’nin kardeşi Mus’ab b. Umeyr idi.


* Yıllar sonra İfk hadisesi yaşandığında Ümmü Eyyûb eşine bu konuda ne düşündüğünü sordu.

“Acaba...?” deyince Ebu Eyyûb onu surturdu ve “Eğer ben Safvan’ın yerinde olsaydım, bunu yapar

mıydım?” diye sordu. Eşi hayır deyince “O zaman hiç düşünme, Safvan benden daha hayırlıdır.” dedi.

“Peki sen Aişe’nin yerinde olsaydın, sen bunu yapar mıydın”? diye sorunca eşi yine hayır dedi. Ebu

Eyyûb “O zaman hiç düşünme, Aişe senden daha hayırlıdır.” diyerek tavrını ortaya koymuştur.

* Bir gün Mervan b. Hakem namaz kıldıracaktı ama geç kaldı ve cemaati bekletti. Ebu Eyyûb

el-Ensâri “Sen o mihrabın hakkını ödemek istiyorsan, vaktinde gelip bu namazı kıldırmak zorundasın.

Eğer bir daha bunu yaparsan bundan sonra senin arkanda namaz kılmam” demiştir.

* Ebu Eyyûb el-Ensâri, Allah Resulü’nden duyduğu “Bir müminin ayıbını dünyada örtenin Allah

da ahirette ayıbını örter.” hadisini teyit etmek için Medine’den Mısır’a gitti. Mısır’ın valisi Ukbe b.

Âmir idi. Akşam namazı vakti idi. Ukbe namaza geç kalınca insanların onun üzerinden Resulullah’ın da

namazı geç kıldığını anlayabileceklerini ileri sürerek ona kızdı. Ukbe b. Âmir devlet işleri yüzünden geç

kaldığını izah edince ona “Namazdan daha önemli bir iş yoktur! Sen bunu bugün yapmazsan, Allah

Resulü’nün bize emanet ettiği o emanete uygun davranmamış olursun.” demiştir.

 ES’AD B. ZÜRÂRE (r.a.)

Allah Resulü (s.a.v.) Kuba’ya geldiğinde Ebu Ümame’yi sordu. Ebu Ümame, Es’ad b. Zürâre’nin

künyesi idi. Onun burada Buâs harplerinden bir kan davalısı olduğunu ve bu yüzden bu mahalleye

giremediğini söylediler. Aynı gün gecenin ilerleyen saatlerinde yüzü gözü kapalı birisi Allah Resulü’nün

kapısına geldi. Bu Es’ad b. Zürâre idi. Allah Resulü onu karşısında görünce neden gelip kendisini

tehlikeye attığını sordu. Es’ad b. Zürâre, Efendimizin geldiğini duyduğundan beri onu görmek için

yanıp tutuştuğunu dile getirdi. “Vallahi başıma ne gelirse gelsin, senin yanına gelmeye ahdetmiştim.


7

Şükürler olsun ki sen de sağ salim geldin, buralara kavuştun. Allah bu noktada hasretimizi bitirdi.”

demiştir.

Mescid-i Nebevi bitmeden vefat etmiştir. Vefat etmeden evvel üç kızını da Resulullah’a

emanet etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) o üç kızı büyütüp kendi elleriyle de evlendirmiştir. Es’ad (r.a.)’ın

yetimlerine sahip çıkmıştır.

Bunun için kalbinin katılaştığından şikâyet eden insanlara yetimlerle ilgilenmelerini tavsiye

etmiştir. Yetimlerle ilgilenmek cennette Allah Resulü (s.a.v.) ile yan yana olmaya vesiledir.