HERKES İÇİN SİYER - 11. BÖLÜM (RABBANÎ İLTİFAT: İSRA VE MİRAÇ YOLCULUĞU)
Bismillahirrahmanirrahim.
İSRA VE MİRAÇ NEDİR?
İsra ve Miraç hadiseleri 23 yıllık nübüvvet sürecinin tam ortasında gerçekleşmiştir.
Nübüvvetin (ihtilaflı olarak) 11. ya da 12. yılı idi. Allah (c.c.) iltifat-ı Rabbanî olarak Resulüne çok büyük
bir nimet bahşetmiştir. Ona, başka peygamberlerin hayatında olmayan ve bir kulun elde edebileceği
en büyük mükâfatı vermiştir.
Bizlere verdiği üç mesaj vardır:
* Teskin: Sükûnete erdirme demektir. Efendimiz eşini ve amcasını kaybettikten sonra, Taif’te
taşlanmasından sonra cinlerle biraz teselli olmuştu. Allah onu daha büyük bir teskine ulaştırdı; diğer
âlemleri gördü.
* Takdir: Resulünü Allah takdir etti. Onun için kulların teveccühüne gerek yoktu.
* Taltif: Burada Efendimiz (s.a.v)’in sarsılmaması, geri adım atmaması için bir temkin vardır.
Onun durduğu yer Allah’ın razı olduğu yerdi ve bundan ötesi yok demekti.
Bu mucizeler başta ya da sonda gelseydi bu kadar tesirli olmazdı. Cenab-ı Allah, Efendimiz zor
günler geçirdiği bir zamanda, çevresindeki insanları ve ona iman etmeyenleri de şahit tutarak birçok
mucizeyi vermiş oldu.
→ İsra, gece yürümenin (yatay); miraç, göğe yükselmenin (dikey) adıdır.
→ İsra, gecelerin imarının; miraç, semanın ikramının adıdır.
→ İsra, beşeri gayretlerin; miraç, ilahi hediyelerin adıdır.
→ İsra, dünyadaki mescitlerin (Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa) kıymetini; miraç, semadaki
mekânların değerini öğrenmenin adıdır.
→ İsra, ilme’l-yakîn’e ermenin; miraç ayne’l-yakîn’e ve Hakka’l-yakîn’e ermenin adıdır.
(Edendimiz (s.a.v) bazı şeyleri ilme’l yakîn ile biliyordu sonra gitti, ayne’l yakîn gördü ve hakka’l-yakîn
ile o bilginin muhtevasına bizzat şahit oldu.)
Efendimiz miraca çıkmadan evvel cennet ve cehennem denilince başka bir ruh halindeydi,
miraçtan sonra gören birisi olarak başka bir ruh halinde oldu.
Nasıl oldu?
Birçok kronoloji yazarının verdiği bilgiye göre gün 27 Recep idi. Günlerden Pazartesi olduğu
söylenir. Efendimiz (s.a.v.) ya amcasının kızı Ümmü Hânî’nin evinde ya da Kabe’de idi. (Ümmü
Hânî’nin evinde olması daha sahih bir rivayettir.) Gecenin bir vaktinde Cerail a.s. Efendimiz (s.a.v.)’i
uyandırdı. Yanında getirdiği Burâk (Berk’ten gelir. Berk, şimşek demektir. Başka peygamberlerin de
bineği idi.) ismindeki bineğe bindirip onu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü.
İkisinin arası 1500 km. Normal şartlarda gidiş (20) + geliş (20) süresi 40 günlük idi. Efendimiz
bunu Allah’ın izni le zaman içerisinde zamanda yaptı. Yaratan yarattığına mahkûm olmaz! Allah
dilerse olur.
(İsra suresi ilk 8 ayetini farklı tefsirlerden okuyalım. Bu ayetler İsrailoğullarının tarihini de
anlatır bize. Burada Kudüs’ü Müslümanların fethedeceği müjdesi vardır.)
2
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
“Bir gece kulunu (Resulünü değil, kulunu denmiştir çünkü kulluktan daha büyük şeref
yoktur.), Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya ayetlerimizi O’na
göstermek için götüren (Allah) her türlü noksanlıklardan uzaktır. Şüphesiz O, her şeyi işiten ve
görendir.” (İsra, 17/1)
Allah kendisini burada semi’ (her şeyi işiten) ve basîr (her şeyi gören) esmaları ile tanıtmıştır.
Esmâü’l Hüsnâ, Allah’a imanı ve tevhidi anlayacağımız en önemli alandır. Burada işiten ve gören
demesinin sebebi işittirdiği ve gördürdüğü içindir. Allah (c.c.) Efendimiz (s.a.v.)’e o mucizede hem
işittirdi hem gördürdü. Onun üzerinden âlemlere mesajını ulaştırdı.
Mescit deyince aklımıza ülkemizdeki camiler gelir. Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa’nın yapı
ile alakası yoktur, mekânla alakalıdır. Allah oradaki mekâna farklı bir anlam ve değer vermiştir. Mescit
denilen yeri Allah farklı bir kutsiyetle kutsallandırmıştır. Biz oraların kutsiyetini anlamazsak yapılarla
uğraşırız.
Efendimizden Beytü’l Makdis’i anlatmasını istedikleri zaman, Allah Resulü o anda gözlerini
semaya dikti ve Allah’ın gösterdiklerini onlara anlattı. Efendimiz (s.a.v.) bir mescidi değil; şehrin
kapılarını, sütunlarını, surlarını anlattı. Mekkeliler ticaret maksadıyla oraya gittikleri için orayı
biliyorlardı ve Efendimizin oraya gitmediğini de bilince duydukları karşısında sarsıldılar.
Allah Resulü (s.a.v.), Mescid-i Aksa’nın yerine geldiğinde gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin
de orada olduğunu gördü. (Kudüs herhangi bir mekân değildir. Bir rivayete göre 124 bin, başka bir
rivayete göre 224 bin peygamberin zeminidir.) Efendimiz (s.a.v.) kardeşlerim dediği peygamberleri ilk
kez orada gördü. Cebrail a.s. o anda bir tepsinin içerisinde birinde süt, diğerinde şarap olan iki bardak
uzattı ve Efendimiz sütü aldı. Cebrail a.s. fıtratı seçtiğini söyledi. Bu din fıtrat üzeredir, doğal olanıdır.
Allah Resulü de doğal olanı seçti. Sonra Cebrail a.s. ondan mihraba gitmesini istedi. Efendimiz tüm
peygamberlerin önüne geçip iki rekât namaz kıldırdı (İmamü’l mürselin: bütün peygamberlerin
imamı). Namaz bitinceye kadar geçen bu süreye İsra denir.
Efendimiz daha sonra Cebrail a.s. ile oradan 7 kat semaya yükseldi. Birinci semaya gelince
Cebrail a.s. kapıyı çaldı. Görevli melek onlara kim olduklarını sordu ve kapıyı açtı. İlk semada onları Hz.
Âdem karşıladı. Efendimiz insanlığın babası ile buluştu. İkinci katta Hz. İsa ve Hz. Yahya (Zekeriya
a.s.’ın oğlu), üçüncü katta Hz. Yusuf, dördüncü katta Hz. İdris, beşinci katta Hz. Harun, altıncı katta Hz.
Musa, yedinci katta Hz. İbrahim ile buluştular. Her katta ayrı konuşmalar yaşandı. Bu peygamberlerin
hepsi o güne kadar yaşanmışlara ve o günden sonra yaşanacaklara dair önemli mesajlar verdiler.
Efendimiz İsrailoğullarını bizzat onlara gönderilen peygamberlerden öğrendi. Hz. İdris en
ilginç olanı idi çünkü o Kur’an’ın en az anlattığı peygamberdir. Efendimiz bunu onun dilinden dinledi.
Efendimiz’in son katta Hz. İbrahim ile konuşması bir nevi baba oğul konuşmasıdır. Hz. İbrahim
orada ümmete (bize) selam söylemiş ve cennetteki fidanlarımızı artırmamızı söylemiştir. Efendimiz
bunun nasıl olacağını sorduğunda, bizim her “Subhanallahi ve bihamdihi elhamdülillahi vallahu
ekber.” dememizin cennetteki fidanlarımız olacağını açıklamıştır.
Yedinci kattan sonra Sıdretü’l Münteha’ya (son sınır) gelinince Cebrail a.s. bundan sonra
Efendimiz’e eşlik etmeyeceğini söyledi. Efendimiz burada Refref isimli başka bir bineğe bindi ve farklı
bir âleme doğru gitti. Vardığı yer arşın çok yakınlarında bir yer idi. Bizim mahiyetini
algılayamayacağımız bir şekilde Allah cc. ile görüştü.
Efendimiz (s.a.v.)’in Allah’ı görüp görmediği Hz. Aişe’ye sorulduğunda “O bir nurdur, nasıl
görsün?” deyip görmediğini söylemiştir. İbn Abbas’a sorulduğunda ise gördüğünü söylemiştir. Âlimler
ikisini telif ettiğinde Allah Resulü’nün Allah’ı kalp gözü ile gördüğü söylenir.
3
Dünyaya göre yaratılmış insanoğlunun öteki âleme ait bazı şeyleri kaldırabilmesi mümkün
değildir. Hz. Musa’nın Tûr-i Sîna’da yaşadıkları kaldıramadığının örneğidir.
Efendimiz (s.a.v) Allah (c.c.)’ı “Ettehiyyâtü lillâhi vessalavâtü vettayyibât” diyerek övgülerin,
selamların, hürmetlerin en güzelini sunarak selamladı. “Esselamu Aleyke eyyühen nebiyyü ve
rahmetullahi ve berekâtüh.” (Allah’ım selamı, rahmeti, bereketi sana olsun Ey Nebi!) ile karşıdan ses
geldi. Efendimiz (s.a.v) selamı sadece kendi üzerine almadı ve orada “Esselamu Aleyna ve ala
ibadillahis salihin.” diyerek ehl-i imanı ve salih kulları da kattı.
Efendimiz (s.a.v.) her katta birçok şeye şahit oldu. Cenneti, cehennemi, arşı gördü. Oradan
Bakara suresinin son iki ayeti (285-286, amenerrasülü) ve 50 vakit namaz ile şereflenerek döndü.
“Her kim geceleyin Bakara Suresi’nden bu iki ayeti okursa ona yeter.”
Dönüş yolunda yine bütün peygamberlere uğradı. Hz. Musa (a.s.) neyle döndüğünü sordu ve
50 vakit namazı duyunca bunun çok olduğunu, İsrailoğullarından bildiğini, bunun kaldırılabilecek bir
yük olmadığını söyledi (Bunu Buhari atrarır). Efendimiz (s.a.v.) Musa a.s.’ın yanına her geldiğinde bir
daha gitti, biraz indirildi ve namaz en son 5 vakte indirilmiş oldu. Allah’ın (c.c.) burada verdiği iki
mesaj vardır:
- Size, İsrailloğulları ve önceki ümmetlere verildiğinden daha fazla mükâfat verildi.
Yaptığınız bir iyilik on katı ile sevap olacaktır.
- Allah’ın büyüklüğünü onun size verdiği ibadetle ödeyemezsiniz. Allah yaptığınız azı çok
saymaktadır.
Efendimiz (s.a.v.) yolculuğu bitirip Mescid-i Aksa’ya yeniden geldi ve Cebrail a.s. ‘ın gözetimde
yeniden bineğe binip eve döndü. (Bu süreçte yatağının sıcaklığı hiç değişmemiştir.)
***
Kudüs’teki sarı kubbeli mescidin adı Kubbetü’s Sahra’dır. Emevi halifesi Abdulmelik b. Mervan
tarafından yapılmıştır. Kubbetü’s Sahra’nın içerisinde kocaman bir kaya vardır. Sahra zaten kaya ve
taş demektir. O kayanın bulunduğu yer diğer din mensuplarınca da kutsal sayılmaktadır. Efendimiz o
kayanın üzerinden Miraç’a çıktığı için önemli bir yerdir ama havada durduğu gerçek değildir.
Kıble mescidi ise Abdulmelik’ten sonra yapılmıştır ama oranın yerine ilk kez mescit yaptıran
Hz. Ömer’dir.
Mescid-i Aksa, 144 bin metre karelik alanın tamamının adıdır.
***
Efendimiz (s.a.v.) sabah kalktığında Ümmü Hânî’ye gece yaşadıklarını anlattı. Ümmü Hânî
duydukları karşısında korktu ve Mekkelilere anlatırsa ona inanmayacaklarını söyledi. Efendimiz onu
dinlemedi. İlk gördüğü de Ebu cehil oldu ve ona anlattı. Ebu Cehil delirdiğini düşünüp sevindi.
‘İnsanları toplasam anlatır mısın?’ dedi. Efendimiz de kabul etti. Mekkeliler Efendimiz’i dinledikten
sonra gülüp onunla alay ettiler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) onları inandırmak için şu an
gelmekte olan iki kafilelerinin yerlerini ve ne zaman Mekke’ye varacaklarını; o kafilelerden bir
tanesinin develerinin kaybolduğunu ve kafiledekilere sesiyle devenin yerini gösterdiğini; develerden
birisinin üzerinde olan suyu da işaret olsun diye içtiğini söyledi. Hatta kafilenin özelliklerini, devenin
rengine varıncaya kadar anlattı. Kafile gelince bu anlattıklarını sormalarını istedi. Mekkeliler şaşırdı.
Kudüs’ü bilenlerden Mut’im İbn Adî Efendimizden Kudüs’ü anlatmasını, oralarda neler
olduğunu söylemesini istedi. Efendimiz’in (s.a.v) önünde açıldı Beytü’l Makdis ve şehri anlatmaya
başladı. Mut’im İbn Adî şaşırdı kaldı. Ama yine de iman etmediler. Sonra Hz. Ebubekir’in yanına
gitmeye karar verdiler. Olanları ona anlattılar. Ebubekir (r.a.) ise “Eğer o anlatıyorsa kesinlikle
doğrudur.” dedi. Onlar iyice şaşırınca, “Ancak bu söz onun ağzına yakışırdı. Niye şaşırıyorsunuz, ben
4
her gün ona semadan vahiy geldiğine iman ediyorum. Onun semaya çıktığına mı inanmayacağım?”
dedi. Mekkeliler pişman oldular. Hz. Ebubekir onlardan sonra Efendimiz’in (s.a.v.) yanına gitti ve bir
de ondan dinledi.
(İman, Allah’ın dostuna dost, düşmanına düşman olmak demektir.)
NASIL BİR KUDÜS BİLİNCİNE SAHİP OLMALIYIZ?
Mescid-i Aksa’daki Burak duvarı Yahudilerin ağlama duvarları dedikleri şeydir lakin ağlama
duvarı diye bir şey yoktur. Oranın ismi Burak duvarıdır.
Burası Hz. Ömer döneminde fethedildi. Şehrin anahtarlarını o günkü din adamlarının talebi
gereği ellerinden aldı. Hristiyan din adamları Hz. Ömer’den Kıyamet Kilisesi’nde namaz kılmasını ve
kendilerini şereflendirmesini istediler. Hz. Ömer de onlara eğer orada namaz kılarsa kendilerinden
sonraki geleceklerin burada halifeleri namaz kıldığı için kiliseyi camiye çevirmek isteyebileceklerini
söyledi. Buranın biraz yukarısında bir yerde namazını kıldı. (Orada şimdi Ömer Mescidi vardır. Hz.
Ömer’in ilk namaz kıldığı yerdir.) Namazdan sonra Mescid-i Aksa’ya geldi ve çöpleri temizlettirdi. Şu
an Kıble Mecsidi diye bilinen yerde bir mescit oluşturdu ve ondan sonra orası namaz kılınan bir yer
oldu. Sonra askerlerine bir konuşma yaptı ve dağılabileceklerini söyledi ama askerleri dağılmadılar.
Fetihten dolayı ganimet beklediklerini söyleyince Hz. Ömer onlara Allah Resulü’nün (s.a.v.) Mekke’yi
fethettiği zaman Mekke’nin toprağını ganimet olarak dağıtmadığını söyledi. “Kudüs Mekke’dir.” dedi.
Bugün bizim için Mekke ne ise, Medine ne ise Kudüs de odur. Kudüs meselesi sadece izzet ve
şeref meselesi değil, iman ve akide meselesidir. Bunu anlamak zorundayız. Kudüs bizim için bir
sevdaya dönüşmeli! Kendi kendimize Kudüs için bugün ne yaptığımızı sormalıyız çünkü orası varsa
ümmet vardır. Onun için dirilme meselesinde Kudüs bizim için hedeftir. Biz bugün her alanda özgün
bir kimlikle üretmezsek bu mücadeleyi sürdürmeyi ve galibiyeti sağlayamayız. Allah Resulü (s.a.v.)
galibiyeti sağlayabilmeyi de bize göstermektedir. Onun gösterdiği yolu kendimize menheç, usul olarak
edinmeliyiz ve bugün karşımızdaki küfür cepheleriyle onun yaptığı gibi mücadele etmeliyiz. Mesela
sabah namazlarını kılmakla, her gün Kur’an okumakla, işlerimizi ahlaklı bir şekilde yapmakla,
Müslümanca yaşamaya çalışmakla bu işe başlayabiliriz.
Kudüs Selahaddin Eyyubi zamanında işgal edildiğinde Halepli bir marangoz Mescid-i Aksa için
bir minber yaptı çünkü onun elinden gelen oydu. “Benim elimden gelen bu, Allah da gönderir birini, o
da alır götürür bu minberi Aksa’ya koyar.” dedi. (Tavsiye kitap: Minberin Sırrı Selahaddin Eyyûbi,
Abdullah Yıldız.) Sonuç olarak herkes bulunduğu yerde en iyi olma adına gayret gösterdiğinde
iyileşebiliriz. Biz iyileşirsek Kudüs de iyileşir.
Hz. Ömer fetihten sonra Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın (ordu komutanı) çadırına gitti. Çadır çok
sıradan bir çadır idi. Hz. Ömer çadıra bir baktıktan sonra Ebu Ubeyde’ye (r.a.) “Dünya hepimizi
değiştirdi Ebu Ubeyde ama seni değiştirmedi.” dedi.
Ancak dünyaların değiştiremediği adamlar Kudüs’ün kaderini değiştirebilirler!
***
NOT: Efendimiz (s.a.v.) Ramazan’ı rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş günleri diye
üçe ayırmıştır. Sünnetin bize öğrettiği Ramazan heyecanla başlar ve bu heyecan arta arta sona ulaşır.
Heyecanımızı azaltacak şeylere meyletmeyelim. Herkes her işi yapamaz ama herkes bir iş yapabilir.
Elimizin altındaki nimet ve kabiliyet ne ise onu hakkıyla kullanmamız lazım.