İSRA ve MİRAÇ BAHSİ -2

Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Niçin ey Cibrîl?” diye sordu.

O da cevâben:

“–Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)

Sidre-i Müntehâ

Fahr-i Kâinât -aleyhi ekmelü’t-tahiyyât- Efendimiz’e soruldu:

“–Yâ Rasûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?”

Buyurdular ki:

“–Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279)

Peygamberimizin Allah Teâla’yı görmesi

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’tan gelen rivâyete göre Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78)

Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:

“Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292)
Bu konuda bazı ihtilaflar vardır.Bazıları o bir nurdur gördüm derken bazıları da o bir nurdur nasıl görebilirim şeklinde okumuşlardır.yani bu konuda iki ayrı görüş vardır.

YETİM MALI YİYENLER❗

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mîrâc’da bir topluluğa uğradılar ve gör­düler ki, onların dudakları DEVE DUDAĞI GİBİDİR. Birtakım vazîfeli memurlar da onların du­daklarını KESİP AĞIZLARINA TAŞ KOYUYOR.

“–Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.

Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Bunlar, YETİMLERİN MALLARINI HAKSIZLIKLA YIYENLERDIR!” dedi. (Taberî, XV, 18-19)

GIYBET EDENLER❗

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, başka bir topluluğa rastladı. Onlar da BAKIRDAN TIRNAKLARLA YÜZLERİNİ VE GÖĞÜSLERİNİ TIRMANIYORLARDI:

“–Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.

Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Bunlar, (GIYBET ETMEK SÜRETİYLE) İNSANLARIN ETLERİNİ YİYENLER VE ONLARIN ŞEREF VE NAMUSLARIYLA oynayanlardır.” cevâbını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4878)

ZİNA EDENLER❗

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz orada; zinâ­kârları, leş yiyen bedbahtlar olarak; fâiz yiyenleri, karınları iyiceiyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde gördü. (Bkz. Taberî, XV, 18-19)

BORÇ SADAKADAN ÜSTÜNDÜR❗

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yine Mîrâc’da yaşadığı müşâhedelerle alâkalı bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:

“Mîrâc Gecesi’nde cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm:

«Sadaka on misliyle, borç vermek ise on sekiz misliyle mükâfâtlandırılacaktır.»

Ben:

«−Ey Cibrîl! Borç verilen şey niçin sadakadan daha üstün oluyor?» diye sordum.

 «−Çünkü, sâi yani isteyen kişi l (çoğu kere) yanında para olduğu hâlde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talepte bulunur.» cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19)

CENNETE GİRENLERİN EKSERİSİ (ÇOĞUNLUĞU)

Resulullah-aleyhissalâtü vesselâm- diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:

“(Mîrâc esnâsında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenler ekseriyâ FAKİRLER İDİ. ZENGİNLER DE (HESAP VERMEK İÇİN)MAHPUS İDİLER. Bunlardan cehennemlik olanların ise ateşe atılmaları emredilmişti. Cehennemin kapısında da durdum. ORAYA GİRENLERİN EKSERİSİ KADINLARDI.” (Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, Zühd, 93)

Sonra Cibril, Muhammed'i, ancak Allah'ın bilmekte olduğu şeylerle bu katın üstüne çıkardı. Nihayet Sidretu'l-Muntehâ'ya geldi. Rabbu'l-îzzet olan Cebbar da yaklaştı ve tecellî etti (daha çok yaklaşmak istedi) de nihayet (bu suretle O, Peygamber'e) iki yay kadar yâhud daha yakın oldu da' Allah, kuluna vahyettiğini etti' (Necm: 8-9). Allah O'na vahyettiği şeyler içinde, ummetinin üzerine her gün ve gecede elli vakit namazı da vahyetti. Sonra oradan aşağıya indi, nihayet Musa'nın yanına ulaştı.
Mûsâ O'nu biraz alıkoydu ve: — Yâ Muhammedi Rabb'in Sana neyi ahdetti(yâni Sana neyi emr ve tavsiye etti)? diye sordu.
— Rabb'im bana her gün ve gecede elli namaz emretti, dedi. 
Mûsâ: — Sen'in ummetin buna güç yetiremez, geri dön de Rabb'in Sen'den ve ummetinden bunu hafifletsin! dedi.
Bunun üzerine Peygamber, Cibril'e yöneldi de, sanki bu konuda Cibril'le istişare etmek istiyor gibiydi. 
Cibril kendisine: — Evet, istersen bunu iste! diye işaret etti.
Akabinde Cibril O'nu Cebbâr'ın huzuruna doğru yükseltti. 
Peygamber dedi ki: "Cebbar olan Allah, evvelki durduğu makamında idi: — Ey Rabb'im! Hafiflet, çünkü ummetim buna(bu elli vakit namaza) güç yetiremez!dedi".
Yüce Allah elliden on namazı indirdi. Sonra Peygamber, Mûsâ'nın yanına döndü. Mûsâ O'nu alıkoymakta ve O'nu Rabb'ine geri döndürmekte devam etti. Nihayet elli namaz beş namaz oldu. 
Sonra Mûsâ O'nu bu beş namazın yanında da durdurup:
— Yâ Muhammedi Vallahi ben kavmim İsrâîl oğulları'na bundan daha azı ile döndüm de onlar zaîf olup bunu da terkettiler. Sen'in ummetin cesedler, kalbler, bedenler, gözler, kulaklar bakımından daha zaîftir. Geri dön de Rabb'in Sen'den bunun hepsini hafifletsin! dedi.
Peygamber, onun kendisine işaret etmesi için Cibril'e yöneldi. Cibril bunu kerîh görmüyordu. Cibril O'nu beşinci defa sırasında da yükseltti.
Peygamber: — Ey Rabb'im! Şubhesiz benim ummetim cesedleri, kalbleri, işitmeleri, bedenleri zaîf kimselerdir. Bizlerden daha da hafiflet! diye niyaz etti.
Bunun üzerine Cebbar olan Allah: — Yâ Muhammed! diye nida etti. 
Peygamber: — Lebbeyke ve sa'deyke yâ Rabb! diye icabet etti.
Allah: — Şu bir hakikat ki, Ben'im nezdimde söz (hüküm ve kaza) tebdîl olunmaz! [Kaf Sûresi'nde "Lâ" yerine "Mâ" ile şu âyet vardır: "Benim yanımda söz değiştirilmez" (Kaaf: 29)] Bu, senin ve ummetin üzerine Ana Kitâb'da farzettiğim gibidir! buyurdu.
Ve yine: — Her bir hasene on misliyle karşılanır. Bu, Ummu'l-Kitâb'da elli vakittir ve bu senin ve ummetin üzerine beş vakittir! buyurdu.
Peygamber, Musa'nın yanına döndü. 
Mûsâ O'na: — Nasıl yaptın? dedi.
Peygamber ona: — Allah bizden hafifletti. Bize herbir haseneye on misli ile karşılık verdi, dedi. 
Mûsâ: — Ben İsrâîl oğulları'nı bundan daha azı dönüp tecrube ettim, onlar bunu da terkettiler. Sen yine Rabb'ine dön de Sen'den yine hafifletsin! dedi.
Rasûlullah: — Yâ Mûsâ! Ben vallahi Rabb'ime çok gidip gelmemden dolayı utandım, dedi.
Cibril de O'na: — Allah'ın ismiyle in!dedi.
Kaderi Yazan Kalem

Hadîs-i şerîflerinde buyurur:

“(O gece) göğe yükseltildim. Öyle bir makâma çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtıla­rını duyuyordum.” (Buhârî, Salât, 1)
173) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Usârae rivayet etti. (Dedi ki): Bize Malik b. Migvel rivayet etti. H.

Bize İbnî Numeyr ile Zuheyr b. Harb da hep birden Abdullah b. Numeyr'den rivayet ettiler lâfızları birbirine yakındır. İbni Numeyr dedi ki: Bize babam rivayet etti (Dedi ki): Bize Malik b. Miğvel, Zubeyr b. Adiy'den, o da Talha'dan,[Talha b. Musanif] o da Murra'dan, o da Abdullah'tan [Abdullah ibni Mesud]naklen rivayet etti.

Abdullah şöyle demiş: Rasulullâh(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) göklere çıkarıldığı gece Sidretu'I-Muntehaya götürüldü. Sidre altıncı semâdadır. Yer yüzünden semâya çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar sonra ondan alınır. (Abdullah burada) o dem ki: 
«Sidreyi Allah'ın azamet ve celâli(toplayabildiğine kaplıyordu.) Âyetini okumuş ve onu altından pervaneler diye tefsir etmiştir. Sonra (rivayetine devamla): 
Rasulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e(orada) üç şey verilmiştir.

1) Beş vakit namaz verilmiştir.
2) Bakara suresinin son âyetleri verilmiştir.
3) Ummetinden Allah'a şirk koşmayanların büyük günahları mağfiret olunmuştur.» demiş.
(Muslim; İman, Hadis No : 279)
Dipnotlar:

[1] Cenâb-ı Hakk’ın kasem ettiği yıldız kelimesi ile alâkalı olarak müfessirler birtakım îzahlarda bulunmuşlardır. Bunların en mühimi olarak da “yıldız”ın Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ya da Kur’ân-ı Kerîm’den kısım kısım inen âyetler olduğunu zikretmişlerdir. Bu durumda yıldıza kasemin mânâsı şöyle ifâde edilmiştir:

1- Mîrâc’a çıkmış ve inmiş olan Muhammed Mustafâ üzerine yemin olsun!
2- Kur’ân’ın nüzûlü esnâsında her gelen vahyin inzâl zamânına yemin olsun!

[2] Ayrıca bkz. Buhârî, Tefsîr 17/3, Eşribe 1, 12; Nesâî, Eşribe 41.

İsrâ ve Mîrâc hâdisesi ile, İslâm’ın bir fıtrat dîni olduğu te’kîd edilmiş; içi bozuk ve kalbi hasta kimselere semâvât kapılarının açılmayacağı beyân olunmuştur.

[3] Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın ağlaması hasetten kaynaklanan bir durum değildir. Elde edemediği bir kemâl hâline hüzünlenmesi sebebiyledir.

[4] Bir görüşe göre Nil ve Fırat nehirlerinin Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından cennette müşâhede edilmesinin mânâsı şudur:

İslâm’ın nûru yeryüzüne yayılacak; İslâm, Nil ve Fırat havzasındaki bereketli topraklara hâkim olacak, o bölgeler İranlıların ateşperestliğinden ve Bizans’ın teslis inancından kurtulacaktır. Bu vâdinin ahâlîsi nesiller boyu tevhîdin sancaktarlığını yaparak İslâm’a hizmet edecektir.

Receb ayındaki ikinci kutsal görülen gece; Receb ayının yirmi yedinci gecesi olan “Mi’rac gecesi”dir. Hz. Peygam­ber(sav)’in, hicretten bir süre önce, Allah’ın emri ile Mescid-i Harâm’dan Ku­düs’te  bulunan  Mescid-i  Aksâ’ya  götürüldüğü, oradan  semaları  katedip Rabbi’ne   yükseldiği   tarihen   sabit   gerçek   bir  olaydır  ve   buna   Mi’rac denir.[26] 
Ancak bu geceye mahsus herhangi bir ibadet sahih olarak nakledilmiş değildir. Bazı tasavvufi eserlerde “Miraç gecesi kılınacak namaz on iki rekattır. İki rekatte bir selam verilerek kılınacak olan namaz on iki rekat ile bitirilir. Her rekatte Fatihadan sonra on kere ihlas okunur. “ [27]gibi ifadeler vardır. İmam Aclûnî bu tür rivayetler hakkında şöyle der: “Bu rivayetlerin Kûtu’l-Kulûb, İhyâu Ulûmiddîn, Tefsîr-i Sa’lebî gibi (tasavvuf ağırlıklı) kitaplarda yer almasına aldanılmasın. Her ne kadar İhyâu Ulûmiddîn, Kûtu’l-Kulûb adlı kitapların yazarları (İmam Gazali ve Ebû Talib el-Mekkî) bu hadisleri zikretse de bu konuda ne sünnette ne de hadis imamlarının yanında herhangi bir (sahih hadis) bulunmaktadır. 
Çünkü sünnet (onların demesiyle değil) ancak Peygamberin sözü, fiili ve takriri ile sabit olur.”[28
]Söz Kûtu’l-Kulûb, Gunyetü’l-Talibîn ve İhyâu Ulûmiddîn gibi kitaplardan açılmışken İmam Leknevi’nin şu güzel tespitini aktaralım: “(Bu tür namazların) Ğunyetü’t-Talibin ve sufilerin diğer kitaplarında zikredilme­sinin herhangi bir önemi yoktur. Bu konuda itibar edilecek olan, hadisin subûtü için hadis alimlerinin rivayet ve şehadetleridir, kişilerin keşifleri değildir. Muhaddislerin bu konuda şiddetli davranmaları gerçekten çok yerindedir. Çünkü onlar baktılar ki bu namazlar, havas ve avam herkes arasında Allah Rasulü’nden (sav) rivayeti sabit olduğu zannıyla yayılmakta, onlar da  bu namazlar hakkında açıklamada bulunup bu konudaki hadislerin uydurma ve çok çirkin olduğunu söylemeyi kendilerine görev bildiler. Eğer bunu yapmasalardı, avam bir tarafa havasın çoğu bile tasavvuf ehli kimselerin kitaplarında bu namazın zikri geçtiği için buna inanacaklardı. “[29]

 Haseneyn Muhammed Mahluf da İsra ve Mirac gecesi ile ilgili olarak der ki: ”Eski zamanlardan beri müslümanlar Miraç gecesini Allah’a şükürle ikame edip, bu gecedeki büyük fazileti aramışlardır. O gece insanı Allah’a  yaklaştıran nafile ibadetler eda edilebilir, tasaddukta bulunulup yakınlar ziyaret edilebilir, dualar edilebi­lir. Ancak, bilinmesi gerekir ki, bu gecede Allah’a şükür için kıyamda bulunmak sadece bu geceye özgü bir vacib değil bilakis o gecede Allah’a yaklaştıran ameller caiz olduğu gibi, başka gecelerde de caizdir. Bu gecelerdeki kıyam(nafile ibadet), eğer bunun vacib olduğundan hali olursa herhangi bir sakıncası olmaz. Ancak sakıncalı ve sakınılması gereken, bu gecede herhangi bir namaz kılmanın, Allah’ın vacib kıldığı veya Rasül’den (sav) bu konuda bir Sünnet olduğu veya sahabe ile ümmetin selefin­den bir eser (haber) olduğu şeklindeki itikaddır.” [30]
Ayrıca kandil günleri oruç tutulma meselesi de âlimlerin görüşüne göre sünnette zikredilmemektedir.


Mi’rac, Hz. Peygamber’e büyük bir ihsan, eşsiz bir armağandır; ümmetinin de bundan büyük bir nasibi vardır. Mi’rac gecesi Hz. Peygamber’i, başta mirac olmak üzere genellikle mucizeleri, o gece armağan edilen namaz ibadetinin önemini, İsra sûresini ve orada geçen dini, ahlaki hükümleri anmak, anlatmak, temsil etmek elbette yararlıdır ve yapılmalıdır. Toplumumuzda Mirac gecesine Resûlullah (sav)’ın Kur’an-ı Kerim’den sonraki en büyük mucizesi olan isrâ ve mirac mucizesinin yıldönümü olması itibariyle ayrı bir anlam verilmekte ve kutlamalar yapılmaktadır. Ancak ne yazık ki o kutsal mekanlar bugün Yüce Allah’ın haklarında: “İnsanların içinde iman edenlere düşmanlıkta en katı olanların yahudilerle müşrikler olduğunu görürsün.”[31] diye buyurduğu siyonistlerin işgali altındadır.

Allah celle takrar hürriyetine kavuşması için bizlere şuur,istek ve gayret versin.En azından dualarımızı isra ve mirac ın yapıldığı mescidi aksa da özgürce namaz kılabilmek için bu gece rabbimize  iletelim..
Allah celle hepimize isra ve miracın hakikatlerini anlamayı ve ebubekir sıddık radiyallahu anhu  gibi doğrulayıp,inanmayı ve tüm sahabiler gibi" işittik ve itaat ettik "amenerrasulunde okuduğumuz duayı gerçekten diyebilip hareketlerimizde itaatli olmayı ve namazı efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem  gibi gözümüzün aydınlığı olarak görüp,namazla yükselmeyi hepimize nasip ETSİN.
Allah celle basiretimizi ve anlayışımızı artırsın.

İsra ve miraç gecesiniz mübarek olsun.Recep,şaban ve ramazan ayındaki tüm geceleriniz; namazla,kur'anla,Allah ı zikirle mübarek olsun.Allah celle salih ameller işlemeyi ve ihlası bizlere nasip etsin.