RİYA BAHSİ -2

İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyetiyle olursa riyâ olmaz‼ ve çok sevap olur. ‼Ramazan orucunu tutmakta riyâ olmaz‼. 

Riyâdan korkarak ibâdet terk edilmez! ‼‼Allah rızâsı için namaza durup, namazı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, namazı olur. Bu, riyâ olmaz.‼

Allahü teâlâ, Mâûn sûresi 3, 4 ve 5’inci âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Şiddetli azâb olsun (riyâ sûretiyle) namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gâfildirler. Namazlarını insanlar yanında riyâ ile kılıp, yalnızken terk ederler.” ve Kehf sûresi 110’uncu âyetinde meâlen; “Rabbine kavuşmayı isteyen sâlih (iyi, yararlı) amel işlesin ve Rabbine yatığı ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin!” buyuruyor. Resûlullah’a, kurtuluş nededir? diye suâl edildiği zaman, cevâbında; “Kulun, Allahü teâlâya olan ameli (iş ve ibâdeti) ile insanları murâd etmemesindedir.” buyurdu. Bir başka hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ meleklerine, bu kimse ameliyle beni murâd etmedi. Onu siccînde (Cehennemde) tutun buyurur.” buyruldu.

Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfte; “Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir.” buyurunca, küçük şirk nedir, yâ Resûlallah? dediler. Reshulullah; “Cübb-il hüzn’den Allahü teâlâya sığınınız.” buyurdu. O nedir, yâ Resûlallah? dediler. “Cehennemde bir vâdidir. Riyâ ileKur’ân-ı kerîm okuyanlara hazırlanmıştır.” ‼buyurdu.‼

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

Başkalarına gösteriş için namazını güzel kılan, yalnız olduğu zaman böyle kılmayan, Allahü teâlâyı tahkir etmiş olur.‼

Sizde bulunmasından en çok korktuğum şey, şirk-i asgara ( yani küçük-gizli şirk) yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demektir.‼

Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü insan‼! Bugün sana sevap yoktur.‼ Dünyâda kimler için ibâdet ettin ise, sevaplarını onlardan iste,‼ denir.

Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerîkim(ortağım) yoktur.‼ Başkasını bana şerîk eden, sevaplarını ondan istesin.‼ İbâdetlerinizi ihlâsla yapınız‼! Allahü teâlâ, ihlâsla yapılan işleri kabul eder.‼
-)Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Veyl (şiddetli azâb) namaz kılanlara ki, namazlarından gâfildirler. Namazı ehemmiyetsiz sayarlar. Riyâkarlık ederler. Namazlarını insanların yanında riyâ ile kılarlar. (Tenhâda yalnız kılınca terk ederler.) Zekât ve âriyet (ödünç) vermeyi de men ederler. (Mü'min sûresi: 4-7)

Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü insan!‼ Bugün sana sevâb yoktur.‼ Dünyâda kimler için ibâdet ettin ise, sevâblarını onlardan iste denir. (Hadîs-i şerîf-Tebyîn-ül-Mehârim)

Riyâ sâhibinin üç 3⃣alâmeti vardır. Yalnız iken tembeldir. ‼İnsanlar arasında iken çalışkan ve hareketli görünür.‼ Övüldüğü zaman çok çalışır. Zemmedildiği, kötülendiği zaman çalışmasını azaltır.‼ (Hazret-i Ali)

İbâdetin âfeti; riyâ ile başkalarının işitmesi için ve Allahü teâlâdan başkası için yapmaktır.‼ (Abdullah-ı İsfehânî)

4-)İnandığı, düşündüğü gibi davranmama, özü sözü bir olmama huyu, ikiyüzlülük.


Müslüman Riyadan Uzak Duran Kimsedir📌

Riya, gösteriştir, imrenmedir, övünmedir, başkasının övmesini istemektir, gururlanmaktır. Üstünlük iddiasında bulunmaktır.‼ Yani kalbin hastalıklarındandır.‼

Riya, bir şeyi olduğundan ters göstermektir. ‼Bunun için riyada yalan vardır. Riyada Allah’a ortak koşma, yani şirk vardır.‼

Cenab -ı Allah: “Kim Rabbine kavuşmayı arzularsa, doğru dürüst işler işlesin. Rabbine ibadet ederken hiçbir kimseyi ona da ortak tutmasın.” (Kehf: 110) buyuruyor.

İbadette gösteriş Allah’a ortak koşmaktır‼. Çünkü ibadet ancak Allah’a yapılır.‼ Mükafatı da ancak Allah’tan beklenir. Amacımız Allah’ın rızası değil de, insanların ilgisini çekmek takdirini toplamak olunca, riya şirke götürür.‼

Biri Peygambere gelerek:

– “Ben hem Allah’ın rızasını kazanmak, hem de halk yanında derecemin görülmesini dileyerek bir iş yaptığım oluyor” der. Bu sırada kehf suresinin 110. ayeti inmiştir. Bu konuda bazı ayetler:

– Maun suresinde de: “riya ile namaz kılanlara yazıklar olsun. Onlara şiddetli azap vardır.” (Maun: 4)

– “Müşrikler gösteriş için ibadet ederler.” (Maun: 6)

– “O riyakarlar, işlediklerinden hiçbir şey kazanmazlar.” (Bakara: 264)

– “Münafıklar amelleri ile halka gösteriş yaparlar.” (Nisa: 142)

Peygamberimiz (as) de bu konuda şöyle der:

– “Kim duyulsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun değersizliğini duyurur.” ‼(Buhari 2/384)

– “Bir kimse gösteriş için namaz kılsa, şirktir. Gösteriş için oruç tutsa, şirktir. Gösteriş için sadaka şirktir.”‼ (Ramuz: 428/1)

– “Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir. Yani riyadır.”‼ (Tirmizi, Hudud: 24)

– “Birine bir yüzle, başkasına başka yüzle hareket eden iki yüzlü kimse, insanların en şerlilerindendir⁉.” (Buhari, menakıb: 1)

– “İnsanın niyet ettiğinden başka bir şeyi yoktur. Bazıları, görünüşüne ‼göre hayırlı işler yaparlar. Halbuki onlar, taşıdıkları niyet sebebiyle cehennemliktir.” ‼(K. Sitte: 16/9)

Biri peygambere: “Adam vardır mal için, kimi şöhret için, kimi cesaretini göstermek için, kimi gazabından dolayı savaşır. Bunların hangisi Allah yolunda savaşmış olur?”❓❓ der.


– Allah sözü ve dini üstün olsun diye savaşan kimse Allah yolunda savaşmış olur. (R. Salihin: 1348) cevabını alır.

– “Dünyada şöhret elbisesi giyene Allah ahirette zillet elbisesi giydirir ve yüzüne bakmaz.” (Buhari, libas: 5)


Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde halktan ilk sorgulanacak üç kişiden biri, şehit olmuş bir kimsedir ki, huzura getirilir. Cenab -ı Allah ona ihsan ettiği nimetleri sayar, o da mazhar olduğu nimetleri ikrâr eder. Hak Teâlâ:”

– Bu nimetlere mukabil ne yaptın der, o da:

– Ya Rab! Senin uğrunda savaştım da şehit düştüm, deyince:

– Hayır yalan söylüyorsun, sana cesur desinler diye savaştın. Nitekim bu söz de söylenmiştir, buyurur. Sonra verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklene sürüklene cehenneme atılır.

İkincisi de ilim öğrenip öğretmiş Kur’an okumuş bir kimsedir ki, bu da getirilir. Cenab -ı Allah ona lütuf ve ihsan buyurduğu nimetleri sayar. O da nimetleri ikrar ve itiraf eder. Hak Teâlâ:

– Bu nimetlere mukabil ne yaptın? der, o da:

– Ya Rab! İlim öğrendim ve öğrettim, Kur’an okudum, cevabını verince; Cenab-ı Allah:

– Hayır yalan söylüyorsun. İlmi, sana alim desinler diye öğrendin. Kur’an-ı sana “güzel okuyor” desinler diye okudun. Nitekim bu söz de söylenmiştir, buyrulur. Verilen emir üzerine yüzükoyun sürüklenerek ateşe atılır.

Üçüncüsü de, Hak Teala’nın kendisine genişlik verdiği ve her türlü servetten ihsan buyurduğu kimsedir ki, huzura getirilir. Cenab-ı Hak, ona insan buyurduğu nimetleri sayar. O da onları itiraf eder. Cenab –ı Hak:

– Bunlara mukabil ne yaptın? Der.

– Ya Rab! Servetimi sırf senin uğrunda, sevdiğin yollarda harcadım, deyince:


– Hayır, yalan söylüyorsun. Riyakarsın, bunları sana cömert desinler diye yaptın; bu söz de söylenmiştir, buyurdu. Sonra emrolunup o da sürüklene sürüklene ateşe atılır.” (R. Salihin:1648)

Faziletimizi Allah bilmeli, kul değil.‼

İnanan ateşten kaçar gibi riyadan kaçmalıdır. ‼

Bazıları amelime riya karışıyor diye ibadeti terk ettiğini söylüyor. ‼Ne olursa olsun ibadet Allah’ın emridir terk edilmez‼. Ameller daha ihlaslı yapılmaya çalışılır,‼ düzgün yapılmaya gayret edilir ‼ve şöyle denir:‼‼

“Ya Rabbi! Ben görevimi yaptım, sen bilirsin, riyasız amel etmek nasip et”‼‼

Riya korkusu, insanı Allah rızasını kazandırmayı kolaylaştırır.‼

Amellerin açıktan yapılması;

Ancak başkalarını da hayra,‼ hizmete çekmek, ‼teşvik etmek‼ niyetiyle yapılan, açıktan yapıldıysa ve söylendiyse, bu riya olmaz.‼ İnşallah tebliğin bir parçasıdır.‼
Evet ‼riya özellikle günümüzün her anında bizi etkisi altına alan manevi büyük bir hastalıktır‼ özellikle bizler  internet vesilesi ile farkında veya farkında olmadan bu hastalığa bulaşmış durumdayız‼
Hepimiz ‼sosyal medya da bir paylaşım yaparken‼ lutfen niyetlerimizi tazeleyelim‼ eşimizin ve çocuklarımızın mutluluk resimlerini koyarken ‼ neyi amaçlıyoruz⁉sevdiğimiz bir yemeği‼
Gittiğimiz,gezdiğimiz ‼ yerleri ‼ paylaşırken ‼
Bu amelimizin ‼ lutfen bana bakın‼ Benim ne yediğimi ‼ içtiğimi ‼
Gezdiğimi‼ eşimle ve ailemle mutluluğumu ‼
Görün ‼demek hangi islâmî edeple bağdaşabilir⁉⁉⁉
Hepimiz bir akışa kapılıp gidiyoruz âdeta‼
Selfi sopaları‼ manevi hastalıklarımız ‼arttıkça artıyor‼
Sonra da ‼ hased edildim‼ göze,nazara geldim‼şikayetleri‼
Müslümanın her hareketi ve paylaşımı‼ mutlaka bir hedef içermelidir‼
Biz her paylaşımımızdan
sorumluyuz‼

İnşaallah riya bahsimiz ‼
faydalı olur ve rabbim hepimizi gösterişten uzak sadece Rabbimizin rızasını kazanacak işler yapmaya bizleri muvaffak kılar‼


Rabbım hatalarımızı affetsin, riyasız,gösterişten uzak ihlaslı,samimi müslümanlar olmayı Rabbimizden dileriz
Allah'ım bizleri ihlaslı kullarından eyle📚

Amin Amin Amin

Devamını Oku »

MÜSLÜMANLARIN DOKUNULMAZ HAKLARI -3

237- وعنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :  «  لا تَحاسدُوا ولا تناجشُوا ولا تَباغَضُوا ولا تَدابرُوا ولا يبِعْ بعْضُكُمْ عَلَى بيْعِ بعْضٍ ، وكُونُوا عِبادَ اللَّه إِخْواناً. المُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِم لا يَظلِمُه ولا يَحْقِرُهُ ولا يَخْذُلُهُ . التَّقْوَى هَاهُنا     ويُشِيرُ إِلَى صَدْرِهِ ثَلاَثَ مرَّاتٍ     بِحسْبِ امْرِيءٍ مِنَ الشَّرِّ أَنْ يَحْقِر أَخاهُ المسلم . كُلَّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حرامٌ دمُهُ ومالُهُ وعِرْضُهُ » رواه  مسلم .

« النَّجَش » أَنْ يزِيدَ فِي ثَمنِ  سلْعةٍ يُنَادِي عَلَيْهَا فِي السُّوقِ ونحْوهِ ، ولا رَغْبةَ لَه فِي شِرائهَا بَلْ يقْصِد أَنْ يَغُرَّ غَيْرهُ ، وهَذا حرامٌ . « والتَّدابُرُ » : أَنْ  يُعرِض عنِ الإِنْسانِ ويهْجُرَهُ ويجعلَهُ كَالشَّيءِ الذي وراءَ الظهْر والدُّبُرِ

237. Ebû Hüreyre  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Birbirinizle hasetleşmeyiniz. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayınız. Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. –Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki– Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka müslümana haramdır.” Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5  (Müslim rivayeti dışındakiler, Enes İbni Mâlik’ten gelmiştir)



Açıklamalar

Hz. Peygamber, iyi müslüman olmayı, din kardeşliğini ve dostluğu engelleyen davranışlardan, kötü hasletlerden bazısını bu hadislerinde açıklamıştır. Bundan önceki iki hadiste de bunlardan bir kısmını görmüştük.

Haset, başkasının sahip olduğu bir nimeti, mevki ve makamı, üstün sayılan bir vasfı çekemeyerek, onun din kardeşinden alınmasını ve yok olmasını istemektir. Biz, haseti dilimizde kıskanmak ve çekememek diye ifade ederiz. Haset, İslâm ahlâk ve âdâbında kötü ve çirkin huyların başında gelir. Hasetin zıddı ve övgüye lâyık olan davranış ise gıbta, imrenmedir. Gıbta, kişinin, bir başkasının sahip olduğu iyilik ve güzelliklere, nimet ve faziletlere kendisinin de sahip olmasını arzu etmesidir. Fakat bunda başkasında bulunanın yok olmasını veya bulunmamasını istemek söz konusu değildir.

Haset, dinimizde haram kılınmış olan kötü hasletlerden biridir. Kitap ve Sünnet’te bu hususa işaret eden pek çok nas vardır. Hasedin haram kılınması ve kötü karşılanmasının sebebi, hasetçinin itirazının ve muhalefetinin gerçekte Allah’a karşı olmasındandır. Çünkü insana her türlü nimeti, mevki ve makamı, üstünlüğü ve hayrı veren Allah’tır. O halde bir kimsenin sahip olduğu nimetlere karşı haset etmek, kıskançlık beslemek, Allah’ın iradesine müdahale anlamına gelir. Bunun zararı da hasetçiden başkasına değildir. Peygamber Efendimiz, imanla hasetin kulun kalbinde bir arada bulunamayacağını söylemiştir (Nesâi, Cihad 8). Buna göre haset, gerçek müminlerin vasfı olamaz. Kalb böyle bir manevi hastalıkla, kirlilikle malül olunca başka iyiliklerin ve hayırlı amellerin de kıymeti ve sevabı noksanlaşır veya yok olur. Nitekim Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz, ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi haset de iyilikleri yer bitirir” (Ebû Dâvûd, Edeb 44; İbni Mâce, Zühd 22).

Alış-veriş ve ticârî hayat, her birimizin az veya çok içinde bulunmak zorunda olduğumuz bir muameledir. Çünkü insan tek başına bütün ihtiyaçlarını kendisi üretemez. Bir insanın ihtiyaç duyduğu eşya pek çok kişi tarafından üretilip satışa arzedilir. Bunun neticesinde çarşı ve pazarlar oluşmuştur. İslâm dini, her konuda olduğu gibi, alış-veriş ve ticaret konusunda da insanların hayrına olan düzenlemeler yapmıştır. Peygamber Efendimiz, müşteri kızıştırmayı, alınmayacak bir malın fiyatını artırıp piyasayı yükseltmeyi ve insanlara böylece zarar verilmesini yasaklamıştır. Müşteri kızıştırma o malı alacağı veya ihtiyacı olduğu için değil, satıcı lehinde ve alıcı aleyhinde olmak üzere, bir malın fiyatını artırma girişimidir. Bu ise bir hilekârlık ve aldatmacadır. Ticarette hile yapmak ve aldatmak ise haram kılınmıştır. Peygamberimiz hile yapanın cehennemde olduğunu söyler (Buhârî, Büyu’ 60). Bir başka hadislerinde “Aldatan bizden değildir” buyurur (Müslim, Îmân 164; Ebû Dâvûd, Büyû’ 50; Tirmizî, Büyû’ 72). Bunlar, ticarette uyulması gerekli temel ahlâk kurallarıdır.Buğz kelimesi, sevmeme, biri hakkında gizli ve kalbî düşmanlık hissi besleme, kin ve nefret duyma anlamlarına gelir. Müslümanlar arasında kardeşlik ve dostluğa engel olan, bulunması arzu edilmeyen kötü hasletlerden biri de buğzdur. Fertleri birbirine karşı sevgisiz, düşmanlık hissi besleyen, kin ve nefret duygularıyla dolu olan bir toplum, iş düzenini kaybedeceği gibi, dışa karşı da güven veremez ve örnek bir tavır sergileyemez. Oysa İslâm dini, sağlam karakterli ve üstün ahlâk sahibi fertlerden oluşan örnek bir toplum meydana getirmeyi hedefler. Sevgisizlik, kin ve nefret, hem kişilik sahibi fertlerin yetişmesini, hem de hedeflenen topluma ulaşmayı engelleyen sebeplerin önde gelenlerindendir. Bundan dolayı Allah ve  Resûlü tarafından kötü görülmüş, kınanmış ve yasaklanmıştır.

Buğz, şayet Allah rızası için olursa bunda bir sakınca yoktur ve câizdir. Peygamberimiz, Allah için seven ve Allah için buğz edenin imanını kemâle ulaştırmış olacağını söyler (Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Kıyâmet 60). Allah’ın hoşnut olmadığı, haram ve günah sayılan işlere ve bunları yapanlara karşı sevgisiz davranmak ve bunlardan tiksinmek de Allah sevgisinin gereğidir. Şu halde, insana ihsân edilmiş olan her hissi, her duyguyu iyi ya da kötü yönde kullanma iradesi insanın kendisine bırakılmıştır. Sorumlu kılınışımızın sebebi de budur. İslâm, insanda mevcut olan his ve duyguları dumura uğratmayı değil, geliştirmeyi ve yerli yerinde kullanmayı bize öğretir ve müntesiplerini bu yönde eğitir.

Peygamber Efendimiz’in bizleri sakındırdığı ve uzak durmamızı emrettiği kötü huylardan biri de, inananların birbirinden yüz çevirmesi, birbirleriyle alâkayı kesmeleridir. Dinimiz, gerek konuşma, gerekse yardımlaşma ve ilgilenme açısından, mü’minlerin birbirlerinden kopmalarını, ayrılmalarını ve birbirlerine uzak durmalarını yasaklamıştır. Bunun aksine, her karşılaşıldığında  selâmlaşmayı, çeşitli vesilelerle sık sık görüşmeyi, cemaate devam etmeyi, birbirlerinin halleriyle hallenmeyi de en üstün ve kıymetli davranışlar olarak daima tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimiz dinen geçerli sayılan bir gerekçe bulunmaksızın, üç günden fazla dargın ve küskün durmayı helâl saymamıştır. Bütün bunların ortaya koyduğu gerçek, gelişigüzel sebeplerle ve geçerliliği savunulamayacak bahanelerle mü’minlerin birbirinden uzak durmalarının câiz olmadığıdır.

Bir kimsenin satışı üzerine, bir başkasının satış yapması helâl olmaz. Müşteri, bir satıcıdan herhangi bir malı satın aldıktan sonra, başka bir satıcının o müşteriye: “Sen bu alış verişten vazgeç, ben sana aynı malı daha ucuz fiyata veririm” veya “ben sana bu maldan daha iyisini aynı fiyata veririm” gibi sözler söylemesi ve alış-verişi bozdurması câiz değildir. Çünkü böyle davranışlar, insanlar arasında anlaşmazlıkların, dedikoduların çıkmasına, dargınlık ve kırgınlıkların doğmasına, kin ve nefret duygularının oluşmasına sebep olur. Bunlar, müslümanların dostluk ve kardeşliklerini, samimiyetlerini, birbirlerine güven duygularını ortadan kaldırır, toplumun fesada uğramasına yol açar. Bu ise haram kılınmıştır. Ancak, satıcı sattığı mal hususunda müşteriyi serbest bırakmış, daha iyisini ve daha ucuzunu bulursan onu al veya oradan al gibi bir tercih hakkı tanımışsa, o takdirde yapılan muamelede bir sakınca olmaz ve câizdir.

Müslümanların birbirleriyle kardeş olmalarının yolu, Allah ve Resûlünün koyduğu prensiplere uymaktır. İşte bunlardan bir kısmı bu hadiste sayılmıştır. İslâm’ın bu yöndeki prensiplerinin hadiste sayılanlardan ibaret olduğunu söylemek doğru olmaz. Fakat sayılanların pratik hayatta ön sıralarda yer alan ve herkesi her an ilgilendirenler olduğunu söyleyebiliriz. İslâm’ı kabul eden ve müslüman olduğunu söyleyen herkes, dini, Allah ve Resûlünün koyduğu temel prensipler ve kendi bütünlüğü içinde idrak etmek zorundadır, parçayı bütünün tamamı olarak görmek mümkün değildir.

Hadisimizin son kısmında geçen prensipleri, bundan önceki iki hadisin açıklamalarında izah etmiştik. Hadisin sonو dan bir önceki cümlesi 1574 numaralı hadis içinde en son cümlesi ise 1530 numara ile tekrar gelecektir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Hasetin haramlığı, Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir. Başkasına haset eden, gerçekte Allah’a itiraz etmiş sayılır, çünkü haset edilene nimeti veren Allah’tır.

2. Müşteri kızıştırmak, almayacağı ve ihtiyacı olmayan bir malın fiyatını artırmak haram kılınmıştır. Bu davranışta piyasayı yükseltme, aldatma ve hilekârlık, insanlara zulüm vardır.

3. Allah rızası için olmayan buğz, kin, nefret ve dargınlıklar haramdır.

4. Haramlar ve günahların işlenmesine karşı buğz etmek câizdir.

5. Müslümanların birbirlerine yüz çevirmesi, yardımı ve alâkayı kesmesi helâl değildir.

6. Bir satıcının, müşteriye herhangi bir malı sattıktan sonra, başka bir satıcının aynı malı daha ucuz vereceğini veya aynı fiyata daha iyi mal vereceğini söyleyerek alış-verişi bozdurması haramdır. 

7. Din kardeşliği, kan kardeşliğinden daha önceliklidir.

8. Müslümanın haksızlık yapması, din kardeşine yardımı kesmesi, onu hakir görmesi câiz değildir.

9. Takvâ kalbde bulunan bir duygudur. Zâhirî ameller takvânın birer belirtisi sayılır.

10. Müslümanların kanı, malı ve ırzı başka müslümanlara haramdır. Bunlara tecâvüz karşılık görür ve muhataba müdafaa hakkı doğar.
237.hadisin açıklamasının  devamı


Buğz kelimesi‼, sevmeme, biri hakkında gizli ve kalbî düşmanlık hissi besleme, ‼kin ve nefret duyma ‼anlamlarına gelir. Müslümanlar arasında kardeşlik ve dostluğa engel olan,‼ bulunması arzu edilmeyen kötü hasletlerden biri de buğzdur.‼ Fertleri birbirine karşı sevgisiz,‼ düşmanlık hissi besleyen,‼ kin ve nefret duygularıyla dolu olan bir toplum‼, iş düzenini kaybedeceği gibi, dışa karşı da güven veremez‼ ve örnek bir tavır sergileyemez‼. Oysa İslâm dini, sağlam karakterli ve üstün ahlâk sahibi fertlerden oluşan örnek bir toplum meydana getirmeyi hedefler‼. Sevgisizlik,‼ kin ve nefret,‼ hem kişilik sahibi fertlerin yetişmesini, hem de hedeflenen topluma ulaşmayı engelleyen sebeplerin önde gelenlerindendir. Bundan dolayı Allah ve  Resûlü tarafından kötü görülmüş, kınanmış ve yasaklanmıştır.‼

Buğz, şayet Allah rızası için olursa bunda bir sakınca yoktur ve câizdir.‼ Peygamberimiz, Allah için seven ve Allah için buğz edenin imanını kemâle ulaştırmış olacağını söyler‼ (Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Kıyâmet 60). Allah’ın hoşnut olmadığı, haram ve günah sayılan işlere ve bunları yapanlara karşı sevgisiz davranmak‼ ve bunlardan tiksinmek de Allah sevgisinin gereğidir.‼ Şu halde, insana ihsân edilmiş olan her hissi, her duyguyu iyi ya da kötü yönde kullanma iradesi insanın kendisine bırakılmıştır.‼ Sorumlu kılınışımızın sebebi de budur.‼ İslâm, insanda mevcut olan his ve duyguları dumura‼ uğratmayı değil,‼ geliştirmeyi ve yerli yerinde kullanmayı bize öğretir ve müntesiplerini bu yönde eğitir.‼

237.hadisin açıklamasının altını çizip ‼ tefekküre devam ediyoruz‼


Peygamber Efendimiz’in bizleri sakındırdığı ve uzak durmamızı emrettiği kötü huylardan biri de, inananların birbirinden yüz çevirmesi, ‼
birbirleriyle alâkayı kesmeleridir. ‼Dinimiz, gerek konuşma, gerekse yardımlaşma ve ilgilenme açısından, mü’minlerin birbirlerinden kopmalarını,‼ ayrılmalarını ‼ve birbirlerine uzak durmalarını yasaklamıştır.‼ Bunun aksine, her karşılaşıldığında  selâmlaşmayı,‼ çeşitli vesilelerle sık sık görüşmeyi, ‼cemaate devam etmeyi,‼ birbirlerinin halleriyle hallenmeyi ‼de en üstün ve kıymetli davranışlar olarak daima tavsiye etmiştir.‼ Peygamber Efendimiz dinen geçerli sayılan bir gerekçe bulunmaksızın, üç 3⃣günden fazla dargın ve küskün durmayı‼ helâl saymamıştır‼. Bütün bunların ortaya koyduğu gerçek, gelişigüzel sebeplerle ve geçerliliği savunulamayacak bahanelerle mü’minlerin birbirinden uzak durmalarının caiz olmadığıdır ‼

Müslümanların birbirleriyle kardeş olmalarının yolu, Allah ve Resûlünün koyduğu prensiplere uymaktır. ‼
Allah  celle ‼
Hepimizi ‼ nefislerimizi terbiye edip islâm ahlakıyla ahlaklanıp bu hadisi hakkıyla idrak edip uygulamayı nasip ETSİN. 
GERÇEK  İSLÂM   KARDEŞLİĞİNİ  bizlere yaşatsın ‼

Hadisleri ‼ okuyup geçenlerden ‼ değil  yaşayanlardan eylesin‼‼

238- وعن أَنسٍ رضي اللَّه عنه عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال :  « لا يُؤْمِنُ أَحدُكُمْ حتَّى  يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ » متفقٌ عليه .

238. Enes  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”

Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72. Ayrıca bk. Tİrmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9

Açıklamalar

İman, sevginin, Allah sevgisinin ürünüdür. İnanmak, kendisine inanılanı sevmek demektir. Bir mü’min için en üstün sevgiye lâyık olan, en yüce olandır. En yüce olan ise, bir olan Allah Teâlâ’dır. Mü’minlerin diğer bütün sevgileri, Allah sevgisine bağlıdır. Birini seven kimse sevdiğinin arzu ve isteklerini eksiksiz yerine getirir. Böyle olmazsa, sevgisi samimi ve inandırıcı olmaz. Allah’ı seven kimse, Allah’ın emir ve yasaklarına eksiksiz uyar.

Bu hadis, gerçek bir mü’minin bencillikten, dünyalık toplama hırsından ve sadece kendini düşünmekten ne denli uzak, buna karşılık din kardeşleri başta olmak üzere, başka insanlara karşı ne ölçüde diğergam, fedâkâr, yardımsever, şefkat  ve merhamet hisleriyle dolu olması gerektiğini ortaya koyucu niteliktedir. Bir insanın kendi öz nefsi için sevdiği ve istediği bir şeyi mü’min kardeşleri için de istemesi, bir sevgi toplumu oluşturmanın temel şartıdır. Bunun bir diğer şartı da müminlerin birbirlerini sevmeleridir.Nitekim Peygamberimiz “Birbirinizi sevmedikçe gerçek mânada iman etmiş sayılmazsınız”  (Müslim, Îmân 93)buyurarak bu gerçeği perçinlemiştir.Bu hadisi 185 numara ile de açıklamıştık.


Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Kendisi için arzu ettiğini mü’min kardeşi için de istemeyen kimse gerçek mü’min olamaz.

2. Kişinin din kardeşi için arzu ettiği, iyi ve hayır sayılan şeyler cinsinden olmalıdır.

3. Mü’minin, diğer kardeşlerine karşı şefkat ve merhamet sahibi olması gerekir.


4. Sevgi, imanın ve Allah’a gerçek anlamda kul olmanın temelidir

Devamını Oku »

Yolculuğa çıkarken okunacak dua

سبْحانَ الذي سخَّرَ لَنَا هذا وما كنَّا له مُقرنينَ، وَإِنَّا إِلى ربِّنَا لمُنقَلِبُونَ . اللَّهُمَّ إِنَّا نَسْأَلُكَ في سَفَرِنَا هذا البرَّ والتَّقوى ، ومِنَ العَمَلِ ما تَرْضى . اللَّهُمَّ هَوِّنْ علَيْنا سفَرَنَا هذا وَاطْوِ عنَّا بُعْدَهُ ، اللَّهُمَّ أَنتَ الصَّاحِبُ في السَّفَرِ ، وَالخَلِيفَةُ في الأهْلِ. اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ وعْثَاءِ السَّفَرِ ، وكآبةِ المنظَرِ ، وَسُوءِ المنْقلَبِ في المالِ والأهلِ وَالوَلدِ 


okunuşu; 

subhanellezi sehhare lena haza ve ma kunna lehu mugrınin,ve inna ila rabbina lemungalibun,Allahumme inna neseluke fi seferina hazel birra vettagva ve minel ameli ma terda,Allahumme hevvin aleyna seferina haza vet vi anna buğdeh.Allahumme entessahibu fissefer,vel halifetu fil ehl.Allahumme inni euzubike min veğsaissefer,vekeebetil manzar,ve suil mungalebi fil mali vel ehli velveled.


Ey Allahım! Biz, bu yolculuğumuzda senden iyilik ve takvâ, bir de hoşnut olacağın ameller işlemeyi nasip etmeni dileriz.

Ey Allahım! Bu yolculuğumuzu kolay kıl ve uzağını yakın et!

Ey Allahım! Seferde yardımcı, geride çoluk çoçuğu koruyucu sensin.

Ey Allahım! Yolculuğun zorluklarından, üzücü şeylerle karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuzda kötü haller görmekten sana sığınırım.”
Devamını Oku »

RİYA BAHSİ -1

Riya;‼
İş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; ‼bir iyiliği veya salih bir ameli Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle değil,‼ insanların beğenisi için yapma‼. Bu davranışta bulunan kimseye riyakâr veya müraî denir. 

Riya, ‼insanlar arasında manevî nüfûz, şan ve şöhret, maddî çıkar sağlamak için yapılır.‼ Dünyaya âit bu tür maddî ve manevî çıkarları elde etmek için, dinin insanlar tarafından kutsal değerlere karşı beslenen bağlılık ve hürmet duygularının âlet edilmesi, riyanın en kötü şeklidir. ‼‼Bu tür davranışlar, hilekârlık ve yalancılıktır. ‼İnsan şeref ve haysiyetine hakarettir. ‼

Riyakâr kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır.‼ Bunlara kimse güvenmez. 
Ey Rabbimiz ‼
Bu mübarek  cuma gününde  bizleri manevi bir hastalık  olan 
RİYA dan koru‼
Bizlere ihlası;samimiyeti nasip  eyle🌟📖

Riyanın her çeşidi ahlaksızlık olduğu halde, ibadetlerde riyakâr olmak çok daha büyük bir ahlâksızlıktır.‼ Rasûlüllah Efendimiz; Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yani riyadır,‼ " (Tirmizi, Hudut, 24) buyurmuştur. İbadet, Allah için yapılır. Allah'ın rızası dışında bir amaçla; gösteriş olarak ibadet yapmak, Allah rızasını ortadan kaldırır. Gösteriş için ve bir çıkar düşüncesiyle Kur'ân okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, sadaka vermek, ibadetleri boşa çıkarır. ‼Allah Teâlâ; 

"Ey iman edenler! Sadakalarınızı, insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kaya parçasının hâline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet edince üzerindeki toprağı temizleyip kendisini katı bir taş hâlinde bırakır" (el-Bakara, 2/264) buyurmuştur. Şu halde, Allah'ın emrini ve rızasını düşünerek değil de, dindar görünmek için ibadet etmek, âlim ve bilgili desinler diye ilimle uğraşmak, cömert tanınmak için zekât ve sadaka vermek, riyadan ibaret kötü bir davranışın ötesinde bir anlam ifade etmemektedir. Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: 

"Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah onun kıymetsizliğini duyurur.‼ Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır"‼ (Müslim, Zühd, 38); "Şüphesiz riya şirktir" (İbn Mace, Fiten, 16). , ‼

Dünyevî menfaat söz konusu olunca ameller boşa çıkar. ‼Yine Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurur: "Gösteriş için oruç tutan, namaz kılan, sadaka veren kimse Allah'a şirk koşmuştur"‼ (et-Tergib ve'r-Terhib, I, 32). Hadis-i Kudsî'de de Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Ben ortakların ortaklığından en müstağnî olanıyım. Her kim bir iş yapar da, onda, benden başkasını ortak kılarsa onu da, o ortaklığını da terk ederim" (‼Müslim, Zühd, 46). 

Riya çok değişik şekillerde yapılmakla birlikte, bunlarda ortak özellik, dindarlık veya dürüstlük görüntüsü altında, insanlar arasında çıkar sağlamak, şan ve şöhrete ulaşmak arzusudur. Sevmedikleri kişileri seviyormuş gibi görünen, onlara yağ çeken, öven ve böylece menfaat sağlamaya çalışan riyakârlara da bol bol rastlanır. 

Allah'a ve insanlara karşı samimi davranarak riyadan uzak durmak mümkün olduğu kadar ibadetleri gizli yapmak, Allah rızasını insanların övgüsü, isteği, yergisi, korkusu ve çıkar düşüncesine tercih etmek müslümanın prensibidir. 


Riya,  kişinin sırf Allah rızası için yapması gereken ibadetleri, işleri başkalarının beğenisini kazanmak veya çıkar sağlamak amacıyla ortaya koymasıdır.

Ayet-i Kerime’de: “Dini yalnız Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir,[15].”buyrularak, bütün davranışların Allah’ın rızası elde edilmek için yapılması gerektiği emredilmiştir.

Her halükârda şeytan, insanın, Allah’ın rızasına nail olmasını engellemek için ibadetlerine riyayı katarak ilâhî rızadan uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Riya ile namaz kılan, Kur’an okuyan, oruç tutan, zekât veren insanların durumunu Efendimiz(sav): “Kim, görsünler diye iş yaparsa, Allah kıyamet günü onun maksadının gösteriş ve insanlara duyurma olduğunu ortaya çıkarır.”[16] buyurarak riyayla yapılan ibadetlerden istifade etmek şöyle dursun, gerçek niyetinin ortaya çıkarılarak zelil edileceğini bildirmiştir.

Yine Hz. Muhammed(sav) ashabına, ümmeti için en fazla korktuğu şeyin küçük şirk olduğunu söylediğinde ashap: ”Ey Allah’ın Resulü, küçük şirk nedir? diye sormuşlar Efendimiz(sav): ‘Riyadır.’ [17]buyurmuştur.

Yüce Allah kıyamet gününde kullara amellerin karşılığını verdiği zaman, riyakârlara, ”Dünyada kendilerine riyakârlık yaptıklarınızın yanına gidin! Bakın acaba onların yanında bir mükâfat ya da hayır görebilir misiniz? “diyecektir.[18]

İnsan, amelleri boşa çıkaran, mahşer günü zelil eden  riya hastalığından kurtulmalıdır.‼ Allah’ın rızası karşısında kulların beğenisinin hiçbir kıymetinin olmayacağının idrakiyle yaşamal‼ı, maddi beklenti içerisindeyse, Rezzak’ın yalnız Allah olduğunu hatırlamalı;‼ sevgi ve ilgi bekliyorsa kalplerin Allah’ın elinde olduğunu hatırlamalı‼; bir zarardan sakınıyorsa, Allah izin vermedikçe kimsenin bir zarar veremeyeceğini düşünmelidir.‼

Müslüman, din kardeşini düşmana teslim etmez,‼ onu terketmez,‼ tehlikeye atmaz‼. Hadis şârihi İbni Battal, mazluma yardım etmenin her müslümanın üzerine farz-ı kifâye olduğunu,‼ devlet başkanına ise bunun farz-ı ayn olduğunu‼ söyler. Müslüman, güven veren‼ ve kendisine güven duyulan kimsedir.‼ Şahsî menfaati veya nefsânî istek ve arzuları için din kardeşini feda etmesi, onun  aleyhine olacak davranışlar içine girmesi câiz olmaz.‼ Çünkü “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların zarar görmediği kimsedir” ‼ (Buhârî, Îmân 4,5). “Kendi nefsi için arzu ettiği bir şeyi, din kardeşi için de arzu etmeyen kimse gerçek mü’min olamaz”‼‼ (Buhârî, Îmân 7).

Müslümanlar, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermede de kardeşliklerinin gereğini yerine getirirler. Çünkü insanlar birbirine muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçlar, mutlaka maddî alanda olmayabilir. Manevî yardımlaşma da en az maddî olan kadar kıymeti hâizdir.‼

Bir müslümanın ihtiyacını gideren kimsenin ihtiyaçlarını da Allah’ın gidereceğinin va’d  edilmesi,‼ bu davranışın ne kadar faziletli bir iş olduğunu anlamamıza yeterli delil teşkil eder.‼ Peygamber Efendimiz, “Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder”‼ (Müslim, Zikr 37-38) buyururlar.

İnsan, hayatında küçük veya büyük çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir. İnsanı üzen, hüzünlendiren her şey bir sıkıntıdır. ‼Sıkıntıları gidermede de müslümanlar birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Tıpkı ihtiyaçları gidermede olduğu gibi, bu konuda da Allah’ın mükâfatına nâil olurlar. Bu mükâfat, Allah’dan başka hiçbir dost ve yardımcının olmayacağı kıyamet gününde O’nun yardımını hak etmiş olmaktır.‼ İnanan insan için bundan büyük bir saâdet🌹 düşünülemez. Çünkü o günde herkesin Allah’ın sonsuz merhametine ihtiyacı olacaktır.‼ Dünyada hayırlı ameller işleyenler, karşılığını kıyamet gününde mutlaka göreceklerdir.‼

Bir müslümanın ayıbını ve kusurunu örtmek‼, ihtiyaç içinde ise bedenini örtmek,‼ yani onu giydirmek‼, Allah katında büyük savaplardandır.‼ Müslümanın bir suçunu veya hatasını örtbas etmek‼, ona usulüne uygun tarzda, mümkün olduğunca gizlice nasihatta bulunmaya, kendisini ikaz etmeye mani değildir.‼ Zaten bu hüküm açıktan ve herkesin arasında suç işlemeyenlerle alâkalıdır. Günahı ve suçu alenî yapanlar, ‼fâsık ve fâcirler bu hükmün dışında kalır.‼ Çünkü böylelerin suçunu ve günahını söylemek,‼ haram olan gıybet cinsinden sayılmaz.‼ İmam Nevevî, kusurlarının örtbas edilmesi gerekenlerin, kötülükleriyle meşhur olmayan iyi hal sahipleri olduğunu söyler.‼ Fâsık ve fâcir olanların ise, kötülüklerinden korkulmazsa, ulu’l-emre, İslâm devletinin yöneticilerine şikayet edilmesinin müstehap olduğunu söyler.‼ Böylelerinin suçunu örtbas etmek, onları daha çok cesaretlendirir‼ ve kötülüklerini artırmaya sebep olur.‼ Bu hükümler, olup bitmiş bir suçla ilgilidir. İşlenmekte olan bir suçu gören kimsenin, eğer gücü yetiyorsa ona engel olması vâciptir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Müslümanlar birbirinin din kardeşidirler.

2. Zulüm, her çeşit haksızlık haramdır.

3. Müslüman, müslüman kardeşini düşmana terketmemek, tehlikeye atmamakla yükümlüdür.

4. Müslümanların, birbirlerinin ihtiyacını görmesi, sıkıntılarını gidermesi ve kusurlarını, ayıplarını örtmesi kardeşlik görevidir. Böyle yapanlar, Allah katında mükâfatlandırılır.


Riyâ, kalbin Allahü teâlâdan başkasına‼ bağlılığından hâsıl olan kötü bir huydur.‼ Bu işiAllah için değil dünyâ menfaatlerine kavuşmak,‼ şan, şöhret, makam, mevki kazanmak‼ düşüncesiyle yapmaktır. Âhiret işlerini yaparak, âhiret yolunda olduğunu göstererek, dünyâ arzularına kavuşmak demektir.‼ Kısaca riyâ, dünyâ kazancına dînî âlet etmektir. ‼İbâdetlerini göstererek, insanların sevgisini kazanmaktır.‼

Dinde, ibâdetleri riyâ ile yapmak yasak edilmiştir. Ölümle veya bir uzvunu yok etmekle tehdit edilen,‼ zorlanan kimsenin‼ riyâ yapmasına izin verilmiştir.‼ Riyânın zıttı, aksi ihlâs’tır. İhlâs, dünyâ faydalarını düşünmeyip ibâdetlerini yalnız Allah rızâsı için yapmaktır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına göstermeyi hiç düşünmez. Bunun ibâdetlerini başkalarının görmesi ihlâsına zarar vermez. Hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et! Sen görmüyor isen de O, seni görmektedir.” buyruldu. (Bkz. İhlâs)

İslâm dîninin, kötü huy saydığı ve böyle hareket edenlere acı azâb verileceğini bildirdiği riyâ, birçok işlerde ve ibâdetlerde olabilir:

Başkalarının sevgisine ve övgüsüne kavuşmak için dünyâ işleriyle onlara iyilik yapmak riyâ olur. İbâdetle olan riyâ bundan daha fenâdır.


İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyetiyle olursa riyâ olmaz 🌟ve çok sevap olur🌟. Ramazan orucunu tutmakta riyâ olmaz🌟. Allah rızâsı için farza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz. Riyâ ile yapılan farz ibâdetler sahîh, yâni geçerli olur. Fakat ibâdet borcu ödenmiş olur ise de sevâbı olmaz.

Riyâdan korkarak ibâdet terk edilmez‼‼! Allah rızâsı için namaza durup, namazı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, namazı olur. Bu, riyâ olmaz.‼

Allahü teâlâ, Mâûn sûresi 3, 4 ve 5’inci âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Şiddetli azâb olsun (riyâ sûretiyle) namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gâfildirler. Namazlarını insanlar yanında riyâ ile kılıp, yalnızken terk ederler.” ve Kehf sûresi 110’uncu âyetinde meâlen; “Rabbine kavuşmayı isteyen sâlih (iyi, yararlı) amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin!” buyuruyor. Resûlullah’a, kurtuluş nededir? diye suâl edildiği zaman, cevâbında; “Kulun, Allahü teâlâya olan ameli (iş ve ibâdeti) ile insanları murâd etmemesindedir.”‼ buyurdu. Bir başka hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ meleklerine, bu kimse ameliyle beni murâd etmedi. Onu siccînde (Cehennemde) tutun buyurur.” buyruldu.

Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfte; “Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir.” buyurunca, küçük şirk nedir, yâ Resûlallah? dediler. Reshulullah; “Cübb-il hüzn’den Allahü teâlâya sığınınız.” buyurdu. O nedir, yâ Resûlallah? dediler. “Cehennemde bir vâdidir. Riyâ ileKur’ân-ı kerîm okuyanlara hazırlanmıştır.”‼ buyurdu.

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

Başkalarına gösteriş için namazını güzel kılan,‼ yalnız olduğu zaman böyle kılmayan‼, Allahü teâlâyı tahkir etmiş olur.‼

Sizde bulunmasından en çok korktuğum şey, şirk-i asgara (küçük şirk)yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demektir.‼

Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü insan! ‼Bugün sana sevap yoktur. Dünyâda kimler için ibâdet ettin ise, sevaplarını onlardan iste,‼ denir.

Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerîkim(ortağım) yoktur. Başkasını bana şerîk eden, sevaplarını ondan istesin.‼ İbâdetlerinizi ihlâsla yapınız!‼ Allahü teâlâ, ihlâsla yapılan işleri kabul eder.‼‼
Devamını Oku »

Sevgililer Günü üzerine...

Peygamber efendimiz (s.a.v) hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

“Her kim, bir topluluğa benzerse (onların giyindiği gibi giyinirse, gittiği yolda giderse ve onların işlediği fiilleri işlerse, günah ve sevap bakımından) o da onlardandır.”

Sevgililer Günü, bu hadis-i şerifi andıran cinstendir. Çünkü bu bayram, putperest Hıristiyanlığın bayramlarından birisidir. Bu sebeple Allah Teâlâ’ya ve âhiret gününe îmân eden bir Müslüman’ın, Sevgililer Günü’nü kutlaması veya onu kabul etmesi veyahut da bu gün vesilesiyle birisini tebrik etmesi kendisine helâl olmaz. Aksine Müslüman’ın, Allah’ın ve Elçisi Muhammed (s.a.v)’in emirlerine icâbet ederek bu günü kutlamayı bırakması, Allah’ın gazabını ve cehennem azabını gerektiren sebeplerden uzak durması gerekir.

Aynı şekilde Müslüman’ın, bu sevgililer günü için yiyecek ve içecek hazırlaması, alış-veriş yapması, bir şey üretmesi, hediye vermesi, mesaj veya mektup yollaması veyahut da ilan vermesi gibi şeylerle bu veya buna benzer, dinen haram kılınmış olan bayramların kutlanmasına yardımcı olması kendisine haramdır.
Çünkü bütün bunlar, günah, düşmanlık, Allah’ın ve Elçisi Muhammed (s.a.v)’e isyan üzerinde yardımlaşmak ve işbirliği yapmak demektir. Oysa Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:

Müslüman’ın, her durum ve şartlarda, özellikle de fitne ve fesadın çok olduğu zamanlarda, Kur’an-ı kerime ve Rasûlullah efendimiz (s.a.v)’in sünnetine sıkı sıkıya bağlanması gerekir.

Yine, Müslüman’ın, kendilerine gazap olunan Yahudilerin, sapıklığa uğramış Hıristiyanların, Allah’ın azamet ve gücünden korkmayan ve İslâm ile gurur duymayan fasıkların sapıklıklarına düşmemek için zeki ve dikkatli olması gerekir.

Yine, Müslüman’ın, hidâyet talep etmesi ve bu hidâyet üzerinde sâbit kılması için Allah’a sığınması gerekir. Zira Allah’dan başka hidayete erdirecek ve O’ndan başka hidâyet üzerinde sâbit kıldıracak hiç kimse yoktur.

Sevgililer günü ve buna benzer anneler günü babalar günü sadece bir güne sığdırılmamalıdır. Sadece bugün için eşlerinize veyahut gayri meşru yolda olmayan nikahlı sevgilinize bugüne özel sevgi gösterilmemelidir. Bugün ve her zaman sevgi gösterilmelidir! Sevgiliniz varsa eşiniz varsa bir gün için hatırlayıp sevmeyin ömür boyu hatırlayıp sevin ve hediyeleşin.Sevgililer Günü” aslında bir Hıristiyan bayramı. Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanan bu günde insanlar, pagan ve Hıristiyan adetlerine göre “kutsal” sayılan bir günü kutlarken, aynı zamanda da kapitalist sistemin istediği şekilde çılgınca bir tüketim içerisine girerek dehşet verici bir tuzağa düşüyorlar. Vakit'e konuşan uzmanlar, Sevgililer Günü'nün yaygınlaşmasının kapitalist sistemin ve misyonerlik çalışmalarının ekmeğine yağ sürdüğünü ve tedbir alınması gerektiğini belirterek, bu noktada duyarlı medyanın önemine işaret ettiler.



İslam akaidi de gayrimüslimlerin dinî inanç ve kutlamalarına iştirak etmeyi caiz görmediği gibi, İslam dışı fiil ve davranışları da ciddi biçimde yasaklar. Bu kural el-Fetava el-Hindiye de şöyle belirtiliyor; “Müslümanların İslam dışı diğer bayramları kutlaması, bunlara iştirak etmesi ve Allah'ın bildirdiği gerçekleri yalanlayan veya onlara uymayan düşüncelerin ürünü olan fiillerin kutlama günlerini Müslümanların da bayram olarak kabul etmesi, küfre destek olmaktan başka bir mana ifade etmez. İslam dışı tek ve çok ilahlı dinlerin törenlerine iştirak etmenin, dinî merasimlerinden bir şeye uygunluk göstermenin imanı bozan boyuttan arz edeceği haber verilir.”

Sevgililer günü, Anneler, babalar günü gibi islam dışı bir âdettir. Ancak günümüzde, sevgili denince gayri meşru olan sevgi kastediliyor. Bu ise asla caiz olmaz, haram olan şey kutlanmaz. Âdette olan şey caizdir, ama o âdet dine aykırı ise kutlanmaz. Yani dinimizde nikâhsız sevgili olmaz. Aşağıdaki Hıristiyan hikâyesi doğruysa, sevgililer gününü kutlamak, bir papazın gençleri buluşturmasını kutlamak ve bir papazın ölümünü anmak gibi bir şey oluyor. Hatta bayram ilan edildiğine göre, onların bayramlarını kutlamak daha tehlikelidir. Ayrıca, bu âdeti Türkler bile çıkarsa, gayri meşru sevgiyi meşru gibi gösterme gayreti tasvip edilemez.

Saint Valentine (Sevgililer) gününün tarihçesi: Zulmüyle ünlü Roma İmparatoru Claudius II, büyük bir ordu kurmak ister. (M.S. 200) İmparator, erkeklerin orduya katıldıkları zaman, ailelerini ve sevgililerini düşünmekten savaşamayacaklarına inanır. Bu sebeple de gençlerin evlenmesine izin vermez. Aynı dönemlerde İmparator Claudius’a karşı çıkan ve gençleri birbirleriyle buluşturan rahip Valentine, genç âşıkların en yakın dostu olur. Bunu öğrenen İmparator, Valentine’i hapse attırır. Gardiyanın kör kızının iyileşmesine yardımcı olan papaz Valentine’in bu davranışı, İmparator Claudius’un kulağına gider. 14 Şubat günü saint yani papaz öldürülür. (M.S. 270)

Öldüğü gün, Saint Valentine’in iyileşmesine yardımcı olduğuna dair, gardiyanın kızına yazdığı bir not bulunur. Notta Valentine, sevgililer arasındaki sevgiden, tutkudan söz etmiştir. Bundan böyle her 14 Şubat günü, Saint Valentine’i anmak için gayri meşru sevgililer tarafından kutlanır.

Hıristiyan Saint Valentine, gençlerin yanı sıra, çocuklar tarafından da çok sevilir. Bir bahaneyle mahkûm edilir. Mahkûmiyeti süresince, çocuklar çiçek demetleriyle beraber yazdıkları notları her gün cezaevi demirlerine asarlar. 14 Şubat’ta Valentine, ölüme mahkûm edilir. Ölümünden sonra her yıl 14 Şubat’ta insanlar sevgililerine çiçek ve çikolata ile sevgi mesajları iletirler.

Çeşitli ülkelerdeki tarihçiler ise, 14 Şubat’ın sadece sevgililere mal edilmesine karşıdır. 5. asırda yaşamış bir rahip olan Saint Valentine’in bu günü bir bayram günü ilan ettiğini açıklarlar.

“Valentine, Hristiyanlığa göre bir Roma azizidir. M.S. 269 yıllarında öldürüldüğü sanılmaktadır. Aşıkların Azizi olarak da bilinir. Valentine, her yıl 14 Şubat günü anılır, zamanla bu gün sevgililer gününe dönüşmüştür.” (Oxford Dictionary of English)

ALLAH cc cümlemizi bid’at ve batıl inançlara uymaktan  muhafaza buyursun inşaallah

Devamını Oku »

MÜSLÜMANLARIN DOKUNULMAZ HAKLARI -2

229- وعن جرير بن عبد اللَّه رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «  مَنْ لا يرْحَم النَّاس لا يرْحمْهُ اللَّه »  متفقٌ عليه .

229. Cerîr İbni Abdullah  radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“İnsanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah da merhamet etmez.”

Buhârî, Edeb 18, Tevhîd 2; Müslim, Fezâil 66. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 16, Zühd 48



Açıklamalar

Bu hadis, öncekilerden daha şümullü olup, bütün insan cinsini içine alır. Yani, mü’min olsun, kâfir olsun bütün insanlara karşı adil olmak ve merhamet hissi içinde davranmak, dinimizin temel prensipleri arasında yer alır. Çünkü insan, Allah Teâlâ’nın en mükemmel ve en üstün yarattığı varlıktır. Allah’a iman etmekle yücelir, küfürde kalmakla kıymetini kaybeder. Ama yine de insanca muamele görmesi gerekir. İşte bu insanca muamele, müslümanda var olan merhamet ve şefkat duygusuyla sağlanır. Müslüman, hiç kimseye karşı kin, nefret ve düşmanlık duygularıyla dolu olmaz. Herkese karşı adâletle muamele eder ve haksızlıktan uzak durur. Onu bu davranışa sevkeden imanı ve bu imanın kendisine kazandırdığı değerlerdir. İslâm’ın evrensel mesajını, insanlığa ulaştırırken en başta gelen vasfımız bu üstün değerlere sahip oluşumuzdur. Rahmet veya merhamet kelimesinin ifade ettiği mâna, bütün canlıları kapsayıcı bir niteliğe sahiptir. Bunun gereğini yerine getirmeyerek, insanlara merhametli davranmayanlara, Allah da kıyamet gününde, merhamete en çok ihtiyaç duyulan günde merhamet etmeyecektir. O halde, bu hadis bizi âlemşümul bir merhamete teşvik etmektedir.



Hadisten Öğrendiklerimiz

1. İnsanlara merhametli davranmak, müslümanlığın temel prensiplerindendir.

2. Allah, müslümanları merhametli olmaya teşvik eder.

3. Dünyada, insanlara merhametli davranmayanlara, Allah da kıyamet gününde merhamet etmeyecektir.


230- وعن أَبي هُريرةَ رضي اللَّه عنه ، أَنَّ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «  إِذا  صلى أَحدُكُمْ للنَّاسِ فلْيُخَفِّفْ ، فَإِنَّ فِيهِمْ الضَّعِيفَ وَالسقيمَ والْكَبِيرَ . وإِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ لِنَفْسِهِ فَلْيطَوِّل ما شَاءَ »  متفقٌ  عليه .

وفي روايةٍ : « وذَا الْحاجَةِ » .

230. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz kendi başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın.”  Buhârî, İlim 28, Ezân 62; Müslim, Salât 183-186. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 61; Nesâî, İmâmet 35; İbni Mâce, İkâme 48, 49

Açıklamalar

Dinimiz, cemaate büyük bir önem verir. Allah’ın yardımı cemaatedir ve cemaat rahmettir. Müslümanlar cemaat hazzını, günde beş vakit namazda tadarlar. Cuma ve bayram namazları ise daha büyük cemaatlerin vesilesidir. Bu sebeple cemaat teşvik edilmiş ve cemaatleşmeyi önleyecek davranışlardan kaçınılması istenmiştir. Bu hadîs-i şerifte bunun bir örneğini görmekteyiz. Cemaate imam olan kişi, arkasında saf tutan her türlü insanı düşünmek zorundadır. O halde, anlayışlı olması ve dilediğince hareket etme yerine, başkalarının halini gözeterek namaz kıldırması gerekir. İmamın bu yönde yapacağı ilk iş, namazı kısa tutmasıdır. Yani uzun sûreler okumaması, kıyâmı, rükûu ve secdeyi çok uzun tutmamasıdır. Çünkü cemaatte bulunan zayıflar, hastalar ve yaşlılar buna tahammül edemezler.

Neticede, cemaate gelmekten vazgeçer, hem cemaatin azalmasına, hem de cemaat sevabı kazanmaktan mahrum kalmalarına sebep olunur. Bu ise bir fazilet sayılmaz. Ayrıca bir takım fitnelerin çıkmasına vesile teşkil edebilir.

Namazın uzun veya kısa tutulması yönünde görüş belirten âlimlerimiz, bunun izâfî bir konu olduğunu, bir kısım insanların uzun bulduğunu başkalarının kısa bulabileceğini veya aksinin düşünülebileceğini belirtmişlerdir. Ancak rükû ve secdelerdeki tesbîhât, yani rükuda “sübhâne rabbiye’l-azîm” ve secdede “sübhâne rabbiye’l-a’lâ” demeyi üçten fazla yapmamayı tavsiye etmişlerdir. Kıyamda, Fâtiha sûresinden sonra zammı sûre okuma hususunda ise, Hz. Peygamber’in Osman İbni Ebi’l-Âs’a yaptığı tavsiyeyi, “Sen kavminin imamısın. Onların en zayıf olanlarına uy” (Ebû Dâvûd, Salât 40) sözünü esas almayı benimsemişlerdir. Bu durumda imam olanlar, cemaatin durumuna göre hareket edecek, fakat umûmî bir prensip olarak namazı hafiften almayı, yani uzun tutmamayı yeğleyeceklerdir. İşte bütün bunlar, insanlara karşı bir rahmet ve şefkat eseri olarak bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz tarafından sistemleştirilmiştir.

Tek başına, kendi kendine namaz kılan kimse ise dilediği kadar uzatmakta serbesttir. Nitekim Peygamber Efendimiz de evinde tek başına kıldığı nâfile namazları dilediğince uzun tutmuşlardır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Namaz kıldırmak üzere cemaate imam olan kimse namazı hafif kıldırmalı, uzatmamalıdır.

2. Tek başına namaz kılan, dilediği kadar uzatabilir.

3. Namazı uzun kıldıran imamın uyarılması câizdir.

4. İslâm cemaat dinidir. Cemaati önleyici davranışlardan sakınmak gerekir.

5. İslâm’ın rahmet ve şefkat dini oluşunu ibadetlerimize de yansıtmalıyız.

NOT;bu hadisi efendimiz sallalllahu aleyhi ve sellem yatsı  namazında bakara suresini okuyan muaz bin cebel radiyallahu  anhu ya söylemiştir. Sanırım  bu hadisi günümüzde  çok  rahat uygulamaktayız. ☺

231- وعن عائشة رضي اللَّه عنها قَالَتْ :  إِنْ كَان رسولُ اللَّه  صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم لَيدعُ الْعَمَلَ ، وهُوَ يحِبُّ أَنَ يَعْملَ بِهِ ، خَشْيةَ أَنْ يَعْمَلَ بِهِ النَّاسُ فيُفْرَضَ عَلَيْهِمْ » متفقٌ عليه .

231. Âişe  radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir işi yapmayı çok istediği halde, onu ahali de yapmaya kalkar da üzerlerine farz kılınır diye korktuğu için, yapmaktan vazgeçerdi.

Buhârî, Teheccüd 5; Müslim, Müsâfirîn 77. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu‘ 12

Açıklamalar

Hz. Peygamber’in yapmak isteyip de yapmadığı bir iş, farzlar dışında kalan nâfile ibadetlerle ilgilidir. Nitekim bunu Hz. Âişe annemizin sözünden açıkça anlamaktayız. Peygamber Efendimiz’in yaptığı pek çok nâfile ibadetler vardı. Bunların bazısını hemen hiç ihmâl etmeden sürekli işler, bazılarını ise daha seyrek yapardı. Çünkü sahâbîler, Peygamberimiz’in bir amel işlediğini gördüklerinde onu takip ediyor, aynısını yapıyorlardı. Bu sebeple Peygamberimiz, arzu ettiği halde bir takım nâfile işleri ashâbını ve ümmetini düşünerek, onlara olan merhameti ve şefkatinden dolayı terkederdi. Bunun bir başka sebebi, sahâbîlerin onu vazgeçilmez bir iş görmeleri, Peygamberimizin de onların üzerlerine farz kılınmasından korkmasıydı.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Hz. Peygamber, ümmetine dini zorlaştırmayı değil, kolaylaştırmayı esas almıştır.

2. Peygamber Efendimiz, farz ibadetler dışındaki nâfilelere hiç ara vermeksizin devam etmemişlerdir.

3. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetin dinde haddi aşmasına müsaade etmemiş, bunu önleyecek tarzda hareket etmişlerdir.

232- وعنْهَا رضي اللَّه عنها قالَتْ :  نَهَاهُمْ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ  عَلَيْهِ وسَلَّم عَن الْوِصال رَحْمةً لهُمْ ، فقالوا: إِنَّكَ تُواصلُ ؟ قال :  « إِنِّي لَسْتُ كَهَيئَتِكُمْ إِنِّي  أَبِيتُ يُطْعِمُني رَبِّي ويَسْقِيني » متفقٌ عليه مَعناهُ : يجعَلُ فيَّ قُوَّةَ مَنْ أَكَلَ وَشَرَبَ .

232. Âişe radıyallahu anhâ  şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, kendilerine acıdığı için, sahâbenin iftar etmeksizin peşpeşe oruç tutmalarını yasakladı. Onlar:

- Fakat sen bunu yapıyorsun, dediklerinde:

– “Ben sizin durumunuzda değilim. Ben, Rabbim beni yedirmiş ve içirmiş vaziyette geceliyorum” buyurdular. Buhârî, Savm 20, 48; Müslim, Sıyâm 55, 61


Açıklamalar

Hadiste geçen “visâl”, iftar ve sahur yemeden peşpeşe bir kaç gün oruç tutmaktır. Bu şekilde oruç tutmak bir meşakkattir. Açlık ve susuzluk bu meşakkatin sebebidir. Oysa ibadetler insanı bıkıp usandıracak şekilde bir meşakkate sebep teşkil etmezler. Bu derece meşakkat kişinin bedeni yönden zayıflamasına, güçsüz ve kuvvetsiz kalmasına, bunun neticesinde ibadetlerini lâyıkıyla yapamamasına vesile olur. İşte bu câiz görülmemiştir. Bundan dolayı âlimlerimiz “visâl”in nehyinin tenzihen mi yoksa tahrimen mi mekruh olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şâfiî ile fukahadan bir çoğuna göre visâl orucu her ne suretle olursa olsun mekruhtur. Onlara göre hiç kimsenin visal yapması câiz olmaz.

Sahâbenin, kendisinin visâl yaptığı yönündeki sözlerine, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben sizin durumunuzda değilim” buyurarak cevap vermiş, kendi halinin onlarınkine benzemediğini, bunun sebebinin de Rabbi tarafından yedirilip, içirilmek olduğunu belirtmiştir. Bu durumda ümmetinden hiç kimse ona kıyas edilemez. Çünkü bu, Allah Resûlü’ne has bir fiildir.

Bu hadis 1768-1769 numaralarda tekrar gelecektir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Visâl, yani iftar ve sahur yapmaksızın peşpeşe oruç tutmak câiz değildir.

2. Hz. Peygamber’in bazı fiilleri sadece kendine has olup, bu gibi durumlarda ümmetin onu takibi ve taklidi câiz olmaz.

3. İnsanı güç ve kuvvetten düşürerek çalışmasına ve ibadetlerini yapmasına engel olacak tarzda davranışlar içine girmek dindarlık ve takvâdan sayılmaz.


233- وعن أَبي قَتادَةَ الْحارِثِ بنِ ربْعي رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :  «إِنِّي لأَقُومُ إِلَى الصَّلاةِ  ، وَأُرِيدُ أَنْ أُطَوِّل فِيها ، فَأَسْمعُ بُكَاءَ الصَّبِيِّ ، فَأَتَجوَّزَ فِي صلاتِي كَرَاهِيَةَ أَنْ أَشُقَّ عَلَى أُمِّهِ » رواه البخاري .

233. Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î  radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Ben, uzatmayı arzu ederek, namaza dururum da, bir çocuğun ağlamasını işitir, onun annesine güçlük çıkarıp üzmekten hoşlanmadığım için, namazı kısa keserim.”

Buhârî, Ezân 61, 163. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 123; İbni Mâce, İkâme 49

Açıklamalar

Kulu Allah’a en çok yaklaştıran ibadet namazdır. Peygamber Efendimiz namazın mü’minin miracı olduğunu söyler. Namazı uzun tutmak istemesinin sebebi, Allah’ın huzurunda daha çok bulunmak isteyişindendir. Nitekim, tek başına kıldığı nâfile namazlarda, kıyâmı, rükû ve secdeyi çok uzun tuttuğunu,  Efendimiz’in mü’minlerin anneleri olan hanımları bize haber vermiştir.

Burada anılan namaz, cemaate imam olup kıldırdığı farz namazlardır. Hadisten anlaşılacağı gibi, farzların cemaatle kılınmasına sahâbe hanımları da iştirak ediyor, hatta beraberlerinde çocuklarını da getirdikleri oluyordu. Cemaatin arka saflarında yer alan kadınlardan birinin çocuğunun ağlaması, Peygamber Efendimiz’in namazı kısa tutmasına sebep olmaktaydı. Bu durum, Efendimiz’in ashâbına karşı ne derece merhamet ve şefkat hisleriyle dolu olduğunu, kadınları ve çocukları ne kadar koruyup gözettiğini gösterir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Cemaate namaz kıldıran kimse, onların durumunu dikkate alarak namaz kıldırmalıdır.

2. Cemaatle kılınan farz namazlara kadınlar da iştirak ederler.

3. Peygamber Efendimiz, ashabın yaşlılarına, kadınlara ve küçük çocuklara karşı merhamet ve şefkatli idi. Bunun tezahürünü namazlarda bile gösterirdi.


234- وعن جُنْدِبِ بن عبد اللَّه رضي اللَّه عنه قال: قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم:«منْ صَلَّى صَلاةَ الصُّبحِ فَهُوَ فِي ذِمةِ اللَّه فَلا يطْلُبنَّكُمْ اللَّهُ مِنْ ذِمَّتِهِ بِشَيْءٍ ، فَإِنَّهُ منْ يَطْلُبْهُ مِنْ ذِمَّتِهِ بِشَيْءٍ يُدرِكْه ، ثُمَّ يكُبُّهُ عَلَى وجْهِهِ في نَارِ جَهَنَّم »  رواه مسلم .

234. Cündüb İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Sabah namazını kılan kimse Allah’ın himâyesindedir. Allah, bizzat himâyesinde olan bir konuda sizi sorguya çekmesin. Allah, himâyesindeki bir konudan sorguya çektiği kimseyi cezalandırır, sonra da onu yüzüstü cehenneme atar.”

Müslim, Mesâcid 262. Ayrıca bk, Tirmizî, Salât 51, Fiten 6; İbn Mâce, Fiten 6

Cündüb İbni Abdullah

Cündüb İbni Abdullah İbni Süfyan el-Becelî, sahâbe-i kirâmdandır. Ebû Abdullah diye künyelenir. Önce Kûfe’de yerleşen Cündüb, daha sonra Basra’ya taşındı. Kendisinden Basra’lı  ve Kûfe’li raviler hadis naklettiler. Hasan el-Basrî, Muhammed İbni Sîrin, Enes İbni Sîrin, Ebu’s-Sevvâr, Bekr İbni Abdullah, Ebû İmrân, Abdulmelik İbni Umeyr, Esved İbni Kays, Cündüb’ün ravilerindendir.

Cündüb İbni Abdullah, Resûl-i Ekrem Efendimiz’den 48 hadis rivayet etmiştir. Bu hadislerden 12 tanesini Buhârî ve Müslim kitaplarında müştereken nakletmişlerdir. Allah ondan razı olsun.

Açıklamalar

Hadiste sabah namazının zikredilmesinin sebebi, bu vakitte kalkmanın güçlüğü ve güneş doğmadan uyanmış olmanın faziletinden dolayıdır. Hadisin bir başka rivayetinde “cemaatle kılma” kaydı da bulunmaktadır ki, sevabı çok ve fazileti yüksek olan budur. Sabah namazı vakti, insanların ihtiyaçlarını temin için yeryüzüne yayılmaya başlayıp, Allah’tan rızık talep ettikleri bereketli bir zamandır. Bu vakti uyku ile geçirmek, dinimizde hoş karşılanmamıştır. Bu sebeple müslümanlar, sabah erken kalkmaya, çok büyük önem verirler. Sabah erken kalkmak rızık için olduğu kadar, sağlık ve sıhhat için de önemlidir. Bir çok hastalığın, özellikle beyin ve sinir sistemi, kalb ve damar hastalıklarının teşekkül etmemesi veya mevcutların artmamasına erken kalkmanın ne derece fayda sağladığını, günümüzde mütahassıs tabibler de ifade ve tavsiye etmektedir.

Allah’ın himâyesinde olmak, O’nun kefâlet ve teminatı, koruması altında olmak anlamına gelir. Bu hem maddi hem manevi bir himâyedir. Çünkü, rızık talebi için erken bir vakitte kalkmış ve aynı şekilde erken bir zamanda Allah’ın emri olan ibadeti cemaatle yerine getirerek, Allah’a dua ve niyâzda bulunmuştur. Böylece Allah’ın rızasına, hoşnutluğuna nâil olmuştur ki, bir mü’min için bundan daha kıymetli bir mertebe olamaz.

Bir himâyeden dolayı, Allah’ın kişiyi sorguya çekmesi ise, böyle bir sorgulamada bulunduracak işler yapması ve Allah’ın hoşnut olmayacağı bir davranış içinde bulunması sebebiyledir. Allah’ın Resûlü bizi bu gibi hallerden sakındırmakta ve O’nun koruması ve güvencesinden mahrum kalmanın sonunun cehennem ateşi olduğunu hatırlatmaktadır. Bu gibi tehditler, bir haramın işlenmesi, Allah’a verilen bir ahitten, bir sözden cayılması sonucu olur. O halde müslümanlar, Allah’la yaptıkları ahitleri yerine getirmelidirler. Müslüman olmak, İslâm’ı kabul etmek, Allah’la ahitleşmek, O’nun emir ve yasaklarına uymak anlamına gelir. Hadis, 390 ve 1051 numaralarla da gelecektir.

 Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Hadis, sabah namazını cemaatle kılmaya ve erken uyanmaya teşvik etmektedir.

2. Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet eden mü’min kişi O’nun himâyesi, kefaleti, teminatı ve emniyetine girmiş olur.

3. Ahdini yerine getirmeyen, mü’minliğin gereğini yapmayan ve Allah’a verdiği sözü tutmayan kimse cehennemi hakeder.

235- وعن ابن عمر رضي اللَّه عنهما أَنَّ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « المُسْلِمُ  أَخُو المُسْلِمِ ، لا يظْلِمُه ، ولا يُسْلِمهُ ، منْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ ، ومَنْ فَرَّج عنْ مُسْلِمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يوْمَ الْقِيامَةِ ، ومَنْ ستر مُسْلِماً سَتَرهُ اللَّهُ يَوْم الْقِيَامَةِ »  متفقٌ عليه .

235. Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez‼, haksızlık yapmaz‼, onu düşmana teslim etmez.‼ Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. ‼Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir‼. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”‼

Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17

Açıklamalar

Kur’ân-ı Kerîm: “Şüphesiz mü’minler birbiri ile kardeştirler”‼ [Hucurât sûresi (49), 10] buyurur. Hadisimizde de müslümanların kardeş olduğu belirtilmektedir ki, böylece mü’min ve müslim tabirlerinin, bazı âlimlerimiz farklı olduğunu söyleseler de, aynı anlamı ifade ettiğini görmüş oluyoruz. Müslümanların kardeşliği din itibariyledir.‼ Din kardeşliği‼, kan kardeşliğinden daha önceliklidir.‼‼ Bu kardeşlik, hür, köle, akıl bâliğ ve mümeyyiz olan herkesi içine alır☺. Bu sebepledir ki, köle olanlar bile sahiplerinin kardeşi sayılırlar‼. Bu kardeşliğin gereği, mü’minler arasında şefkat ve merhametin, yardımlaşma ve dostluğun her an güçlenerek ve artarak gelişip yaygınlaşması olmalıdır.‼

Müslümanın, müslüman kardeşine zulmetmemesi bir temenni değil bir emirdir‼. Çünkü zulüm haramdır. ‼Her haksızlık bir çeşit zulümdür.‼ İslâm devletinin teminatı altında yaşayan zimmîler ve çeşitli din mensupları da aynı hükme tabidir. Esasen İslâm dini, her çeşit zulüm ve haksızlığın, herhangi bir insana yapılmasını caiz görmez‼. Ancak kendilerine ve başkalarına zulmedenlere karşı alınan tedbirler ve verilen ceza, zulüm ya da haksızlık olarak nitelendirilemez. Şirk ve küfür bir zulümdür.‼ İslâm, insanların şirkte ve küfürde kalmalarına,‼ şirki ve küfrü meşru göstermelerine‼, ya da yaymalarına müsamaha ve müsaade etmez‼. Böyle davrananlara karşı, Allah’ın emrettiği ve prensiplerini vaz ettiği ölçüler içinde hareket eder. Bunu yaparken adâlet kâideleri dışına çıkmaz.

Burada, özellikle anılan müslümana zulmetmeme ise, onunla olan din kardeşliği hukukuna en iyi şekilde uyma ve hem kanûnî, hem de ahlâkî görevlerini eksiksiz yerine getirme, herhangi bir şekilde haksızlık yapmama emrinden ibarettir.

236- وعن أَبي هريرة رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :«المُسْلِمُ  أَخُو الْمُسْلِم لا يخُونُه ولا يكْذِبُهُ ولا يخْذُلُهُ ، كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حرامٌ عِرْضُهُ ومالُه ودمُهُ التَّقْوَى هَاهُنا ، بِحسْبِ امْرِىءٍ مِنَ الشَّرِّ أَنْ يَحْقِرَ أَخاهُ المسلم»  رواه  الترمذيُّ وقال : حديث حسن .

236. Ebû Hüreyre  radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Müslüman müslümanın kardeşidir. ‼Ona hiyânet etmez,‼ yalan söylemez‼ ve yardımı terketmez‼. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. ‼Takvâ buradadır.‼ Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” ‼ Tirmizî, Birr 18

Acıklamalar

Bu hadis, muhteva olarak, bir önceki hadisin benzeridir. Ancak burada, önceki hadiste anılan kardeş olmanın gerektirdiği niteliklere bazı ilâveler vardır.

Hâinlik‼, eminliğin zaddıdır.‼ Hıyanet, emanete aykırı olan her türlü haksızlığın ve güven hissi  vermemenin adıdır.‼ Oysa müslüman, emanete hıyanet etmeyen kimsedir‼. Çünkü emanete hıyanet, münafıklık alâmetlerindendir.‼ Müslüman, münafığa ait bir vasfı üzerinde taşımamalı ve bu sebeple saygınlığını yitirmemelidir. Kâfir ve münafıkların saygı duyulacak bir vasfı yoktur. Onlar, bazı söz ve işlerinde doğru ve haklı olabilirler, ancak bunun Allah katında bir sevabı ve mükâfatı olacağı düşünülemez. Çünkü onların bu halleri, bir ibadet, Allah’a yakınlık, sevap ve uhrevî mükâfat inancına dayanmaz. Sadece dünyalık menfaatlerine yöneliktir.‼ Allah da, kendilerine dünyalık rızıklarını ihsân etmektedir.‼

Yalan,‼ İslâm dininin kesinlikle yasakladığı kötü hasletlerden biridir.‼ Dinimiz, doğruluğa büyük bir önem verir ve doğruları yüceltir. Yalan ve yalancılık, inanmayanların ve münafıkların vasfıdır. Kur’an’ın bir çok âyeti ile Peygamber Efendimiz’in bir çok hadislerinde doğruluğun ve doğruların fazileti, yalancılığın ve yalancıların ise bayağılığından bahsedilir. Bunları, bizi doğruluğa teşvik, yalandan sakındırma gayesi taşıyan tâlimatlar olarak kabul etmemiz gerekir.

Müslümanın müslümanı terketmesi‼‼, ondan ayrılması‼ ve din kardeşine yardımcı olmaması,‼ şiddetle haram kılınmıştır‼. Bir müslüman, mazluma yardımı, zâlimin zulmüne engel olmayı terkedemez. Çünkü bu davranışlar, her müslüman için gücünün yettiği kadarıyla yerine getirilmesi gereken bir vecibedir.‼ Allah Teâlâ “İyilik ve takvâda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” [Mâide sûresi (5), 2] buyurur.‼ İyilik olarak tercüme ettiğimiz “birr” ile “takvâ”nın ne kadar muhtevalı terimler olduğunu ve neleri kapsadığını daha önce yeterince açıklamıştık. Günah ve düşmanlık birer zulümdür.‼ Kişi günah işlemekle kendine zulmetmiş olur,‼ düşmanlık ise dostluğu ortadan kaldırır.‼

İslâm, insanların can ve mal güvenliğini, ırz ve namusunun korunmasını garanti altına alır.‼ Bu garantiler öncelikle müslümanların kendi aralarında sağlanır. Fakat netice itibariyle bütün insanlar için bu hakların kudsiyeti kabul edilir. İslâm, bunlara ilâveten insanların inanç hürriyetini ve akıllarını korumayı da esas alır. Bu sebeple, canı1⃣, malı, 2⃣ırzı ve namusu3⃣,dini 4⃣ ve aklı korumak5⃣ ve bunlar uğrunda savaşmak gerekebilir.‼ Bunlar uğrunda ölenler de şehit sayılır.‼ Çünkü bunların her biri fertler için vazgeçilmez temel haklardır.‼

Hadiste ırz,‼ mal‼ ve candan ‼bahsedilmesinin sebebi, bu üçünün esas olması, diğerlerinin bunlardan sonra gelmesidir. Çünkü ırz, 1⃣mal 2⃣ve cana 3⃣ tecavüzün haramlığı Kitap, Sünnet  ve icmâ ile sabittir.

Başkalarını hakir görmek, küçümsemek, müslümana yakışmayan kötü huylardan biridir. Bunun sebebi ise kibirdir.‼‼ Kibir, ‼dinimizde büyük günahlardan sayılır. Peygamber Efendimiz “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez” ‼‼(Müslim, İman 149) buyurur. Çünkü “Kibir hakkı inkâr ve insanların onurunu kırmaktır”‼‼ (Müslim, İman 147).

İnsanları küçük gören ve onurlarını kıran bir kimsenin onlara ulaştırabileceği bir tebliğ ve çağrı yoktur.‼ Çünkü başkasını küçümseyen kimse kendi saygınlığını yitirir.‼ Saygınlığı olmayanlar ise tebliğ ve çağrı insanı olamaz.‼ Başkalarına değer vermeyene, değer verilmez.‼ Dini tebliğ vazifesi yapanların üstün insânî niteliklere sahip olmaları gerekir.‼ Tebliğci niteliği olmayan, insanlarla ilişkileri düzensiz kimselerin çoğaldığı bir toplumda kardeşlik ve dostluklar azalır, yardımlaşma duygusu zayıflar, mukaddes sayılan mefhumlar ortadan kalkmaya başlar‼ ve takvâ sahiplerine rastlamak neredeyse mümkün olmaz. Çünkü bütün iyilikler ve güzellikler, iyilerin hakim olduğu veya çoğunlukta bulunduğu bir toplumda gelişip, yaygınlaşır. Kötülüklerin ve kötülerin çoğunlukta olduğu toplumlarda ise, iyiyi ve iyiliği bulmak nâdirattandır. İslâm’ın yegâne hedefi,‼ yeryüzünde iyilikleri yaygınlaştırmak,‼ kötülükleri ortadan kaldırmak‼, bu tamamen mümkün olmasa bile asgariye indirmektir.

Bu hadisin benzer bir rivayeti 246 numara ile tekrar gelecektir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Müslümanlar birbirlerinin din kardeşidir.

2. Müslümanın müslümana yardımı terketmesi caiz değildir.

3. Müslümanın canı, malı ve ırzı başka müslümana haramdır, bunlara tecavüz yasaklanmıştır.

4. Takvânın yeri kalbdir. Belirtileri ise, işlediğimiz fiillerdir.


5. Müslümanı hakir görmek, küçümsemek, büyük günahlardandır.


Devamını Oku »

İLİM VE SOHBET MECLİSLERİNİN GEREĞİ VE EDEPLERİ -4


Büyük muhaddis ve tarihçi Hatib el-Bağdadi, ilim yolculuklarını söz konusu ettiği ünlü eseri “er-Rıhletu fi talebi’l-hadis”te böyle onlarca misal zikreder. Yine mezkûr eserinde, ilim için ilk yolculuğa çıkanlardan birinin de Hz. Musa (aleyhisselam) olduğunu anlatır. (Hatib, er-Rıhle, 97–107)

Tafsilatı sahih hadis mecmualarında anlatıldığı gibi (Mesela Bkz. Buhari, Kitabu’l-ilm, 44), Hz. Musa kendisine sorulan “Yeryüzünde en bilgili insan kim?” sorusuna, ilmi gerçek sahibine irca etmesi gerekirken belki bir anlık bir zihin kaymasıyla “benim” cevabını vermiş, bunun üzerine Cenabı Hakk: “Hayır! Hızır kulumuzdur” buyurmuştu.

Bundan sonra Hz. Musa kendisine “özel bir ilim” verildiği ifade edilen Hz. Hızır ile (aleyhi esselam) tanışıp görüşmek için izin isteyecek ve ona bir talebenin hocasına göstermesi gereken tevazu ile şu teklifi yapacaktı: “Sana öğretilenden, doğruyu bulmama yardım edecek bilgiyi öğretmen için sana tabi olayım mı?” (Kehf, 66)

Kehf suresi 66.âyette bir peygamber olmasına rağmen "sana öğretilen ama bana verilmeyen  ilmi öğrrnmek için sana tabi olayım  mı"
diye hızır aleyhisselamla yolculuk yapmıştı. Bugün  cuma inşaallah herkes bu sureyi okuyup bugün  nurlanır 📖☀

İLİM ÖĞRENMEK İÇİN  HAKKA UYMAK GEREKİR

Kutlu bir gelenek

İlim tahsili için bu uzun yolculuklara çıkmak sonraları öyle zorunlu bir hale gelecekti ki, bu, kişinin ilimdeki güvenilirliğinin ölçüsü olacaktı. Bu yolculuklara çıkmamış olanlar ihmalkârlıkla suçlanacak, bir özrü bulunan veya İmam Malik gibi belli istisnaları dışında bu kimseler belki ciddiye bile alınmayacaktı. Bu uzun yolculuklarla ilim merkezlerini gezmiş olanlar ise “Rahhal,‼ cevval,‼ tavvaf”‼ gibi şeref unvanlarıyla anılacaklar ve döndüklerinde haklı olarak meclislerde sadaret makamını işgal edeceklerdi.

Büyük hadisci imamı Ahmed ibn Hanbel’in oğlu Abdullah babasına: “İlim talebesi, bir âlime mülazemet edip ondan yazmakla yetinmeli mi, ilmin olduğu bölgelere kadar gidip oradaki âlimlerden de dinlemeli mi?⁉” diye soruyor, İmam Ahmed’den “Gidecek, Kûfelilerden, Basralılardan, Medinelilerden, Mekkelilerden yazacak, onlarla oturup kalkacak, onların ağzından dinleyecek” cevabını alıyordu. (Hatib, a.g.e., 88)

Yine, cerh ve ta‘dîl (hadis ilmi ile ilgili)  ehlinin imamı Yahya ibn Ma‘în: “Bir adam sadece kendi beldesinde oturup hadis yazıyor, hadis öğrenmek için yolculuk yapmıyorsa ondan hayır göremezsin!”‼‼ diyordu. (Hatib, a.g.e., 89)

Ebu’l-Âliye de: “Biz Basra’da iken, Medine’de Rasûlullah’ın (aleyhissalâtu vesselam) ashabının rivayet ettiği hadisler bize kadar ulaşıyor, ama biz bu duruma razı olmayarak onların ayaklarına gidiyor ve bu hadisleri onların ağzından dinliyorduk” (Hatib, a.g.e., 93) demişti.
İşte bu titizlikle hadisler toplanıldı  ve bize  kadar  ulaştı‼📚📚📚

Sonraki asırlarda rıhle (yolculuk)

Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem) hayattayken ilmin kaynağı tekti. İnsanlar kaynağa, merkeze yani Medine’ye geliyorlardı. Medine ilim ve hicret yurduydu. Sorular Allah Rasûlüne (sallallâhu aleyhi vesellem) soruluyor, sıkıntılar ona arz ediliyordu. İslam’ı kabul etmiş ancak Medine’ye uzak olan bölgelere de, Allah Rasûlü'nün (sallallâhu aleyhi vesellem) yanında yetişmiş ilim ve irşad elçileri gidiyordu. Medine ilimde bu merkezî konumunu Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi vesellem) vefatından sonra da epey bir süre, hicri üçüncü asrın ortalarına kadar korudu. İmam Malik’in (rahmetullahi aleyh)birçok görüşü için Medine’deki yerleşik uygulamayı (amel-u ehli’l-Medine) esas alması boşa değildi.

Ancak Rasûlullah’ın (aleyhissalâtu vesselam) dâr-ı bekâya irtihali, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömerdönemlerinde Şam [Eski dönemlerde Şam, bugünkü Suriye, Ürdün, Filistin ve Lübnan’ı içerisine alan bölgenin ismi olarak kullanılıyordu], Irak, Mısır ve İran’ın fethedilip İslam topraklarına katılması, Hz. Osman döneminde İslam ordularının Maveraunnehir’e kadar dayanmaları neticesinde durum farklı bir boyut kazandı. Fethedilen bu bölgelerde yeni Müslüman olan kavimlere dinin öğretilmesine duyulan ihtiyaç üzerine, bir kısmı zaten savaşlara iştirak etmiş, bir kısmı da halifeler tarafından vazifelendirilerek gönderilen sahabilerin bu bölgelere yerleşmeleri yeni ilim merkezlerinin oluşmasına sebep olacaktı.

Fetihler Hulefâ-i Râşidîn dönemiyle de sınırlı kalmadı. İslam fütûhâtı Emevi halifeleri zamanında da olanca hızıyla devam etti. Sahabe asrı bitmeden, yani hicri birinci asır henüz sona ermeden İslam doğuda Horasan bölgesini [Tarihte bugünkü İran’ın kuzeydoğusunda yer alan çok geniş bir coğrafî bölgenin adıdır. Günümüzde bölgenin toprakları üç parçaya ayrılmış olup, Merv, Nesâ ve Serahs yöresi Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi Afganistan, geri kalan en geniş kısım da İran sınırları içinde bulunmaktadır. Bkz. DİA, Horasan Maddesi, XVIII, 234] aşarak Maveraunnehir’e [Ceyhun nehrinin kuzey ve doğusunda kalan bölge. En önemli iki merkezi Buhara ve Semerkand olan bölge günümüzde, Özbekistan ile Türkmenistan ve Kazakistan’ın bazı kesimlerini ihtiva eder. Bkz. DİA ,Maveraunnehir Mad., XXVIII, 177-179.], oradan Çin Seddi sınırlarına ulaşmış, batıda da Kuzey Afrika’yı baştanbaşa geçerek Endülüs’ü aşmış ve Pirene dağları eteklerine varmıştı.

Farklı kaynaklardan beslenmek için

ilim merkezleri çoğalmış, farklılaşmıştı. İlme ulaşmak isteyen talebe önce kendi memleketinde tahsil yapacak, kendi bölgesinin âlimlerinde nasibini arayacak, sonra belki kendi beldesinde bulunmayan farklı bilgiye ulaşmak için bu yeni ilim merkezlerine yolculuk yapacaktı.

Çünkü her âlimin farklı meziyetleri‼ Cenabı Hakk’ın kendisine bahşettiği başka kabiliyetleri vardı‼. İlimdeki seviyeler farklı farklıydı.‼ İlmin hepsi bir bölgede toplanmış da değildi. ‼Sonra, yeni yerlerde yeni üsluplara, yeni örflere muttali olacaklar, hayatlarını ilme vakfetmiş, ilimden başka hiç bir şeye gönül bağlamamış‼ bu salih insanlarla oturup konuşup karışacaklar,‼ bu rabbani imamlardan ilimle birlikte manevi bir ruh,‼ çürümüş cesetlere can verecek yeni, taze bir nefes devşireceklerdi.‼

Tıpkı bal arıları gibi…📚 Kendi yörelerinin çiçeklerinin 💐özünü aldıktan sonra farklı diyarlara uçacaklar, oraların çiçeklerinin kokularını  üzerlerinde taşıyıp geri dönecekler ve bu taşıdıklarını “insanlara şifa bir asel-i musaffa”(süzülmüş  bal) olarak ortaya koyacaklardı.‼‼

İşte  ilim öğrenmek bu merhalelerle olursa elbette çok büyük  faydalar hasıl olacaktır.

Şam’ın meşhur tabiîlerinden Mekhul: “Mısır’da hürriyetime kavuştum. Zannımca orada elde etmediğim bir ilim bırakmadım.‼ Sonra Irak’a geldim. Kanaatimce orada da ne varsa aldım‼. Sonra Medine’ye geldim, aynı şekilde.‼ Sonra Şam’a geldim, orayı da elekten geçirdim.‼ Buraların hepsinde fazladan bilgi arıyordum”📚 (Abdülfettah Ebu Ğudde, Safahât min sabri’l-ulemâ alâ şedâidi’l-ilmi ve’t-tahsîl, s. 52) demişti.

Çünkü ilim, salât ve selam olsun ona, Dürr-i yetîm’in mirası dürr-i yektâydı.yani efendimiz sallalllahu  aleyhi  vesellemin bıraktığı  tek inciydi‼‼📚 Zaman ve zeminin değişmesiyle değerinden bir şey kaybedecek değildi.‼‼ Dünya ve ahiret saadeti ona bağlıydı.‼‼ Dünyada iyi nam, nişan, ahirette yüksek makam ve büyük ihsandı. Öyleyse inci avcılarını, hak ve hakikat yolcularını ona gitmekten ne alıkoyabilirdi?⁉❓❓ Hazinenin yanında yılan olacakmış‼, inciyi çıkarmak için dalgalı denizlere dalınacakmış, ne gam!‼‼

İşte sadık niyetlerle,‼ büyük bir istek ve aşkla, ilimde ilk merhaleyi tamamlamış, âlet edevâtı tamam etmiş marifet yolcularının tevfik de karini(yanında) olunca, büyük ilim, hayır ve bereketle geriye dönmeleri de kaçınılmazdı.‼ Şüphesiz ki istifadeye açık insan için ma‘siyet sayılmayan her yolculukta faydalar vardı.‼‼ Ancak salih niyetlerle çıkılan ilim yolculuklarında sayısız faydalar, Cenabı Hakk’ın özel lütufları ve fetihler vardı.‼‼
Ey Rabbimiz ‼‼
Bize de; ilim öğrenmek  için  uzun  yolculuklar‼
Yapamasak da evimizden her hafta  düzenli çıkıp ‼Bir ilim halkasından ders alıp ilmi sadece senin için ‼sana daha iyi kul olup âyetletini daha iyi anlayıp emirlerini öğrenmek için ‼kendi yaşadığımız yerde de olsa ‼‼
Ilimde aşkı  ve ısrarı ‼
Bizlere de ver‼‼📚📚📚

İlmi, teneffüs ettiği hava kadar‼ zaruri, ‼ekmek ve su gibi aziz bilen,‼‼ gözlerinin aydınlığını,🌟 bedenlerinin afiyetini, gönüllerinin huzur ve rahatını onda bulan bu insanlar onu elde etmek için inanılmaz fedakârlıklara göğüs gerdiler. ‼📚Sahip oldukları en kıymetli şeyleri bu uğurda harcadılar,‼ kolay-zor her yola tevessül ettiler,‼ canlarını mallarını yol azığı yaptılar, ‼kimi zaman alışık olmadıkları denizleri,‼ kimi zaman kat edilmesi güç uzun çölleri, ‼ovaları geçtiler, sarp dağları, vadileri aştılar, ‼gençlik ve sıhhatlerini bu yolda helal saydılar.‼‼

Bütün bunları yaparken şöhret elde etmek,‼ makam sahibi olmak‼ yahut dünyevi kazanç sağlamak ‼gibi amaçlar gütmüyorlardı. Çünkü onlar ilmi, kazanç kapısı ve ticaret değil‼, Allah'a yakınlık sebebi ve ibadet sayıyorlardı.📖 Allah rızası ve ilim sahibi olmaktan başka hiçbir amaç taşımayan bu salih insanlar hakkında meşhur sûfî İbrahim ibn Edhem 
“Allah, hadis ehlinin yolculukları hürmetine bu ümmetten belaları kaldırır” ‼‼(Hatib, er-Rıhle, 90) demişti.
Gel kardeşim ‼
Bizler de‼ hadis ehlinin yolculukları gibi olmasa da‼ ilimi sadece ve sadece Allah İÇİN ‼📚
Öğrenelim‼
Aklımıza gelen hertürlü dünyevi meseleleri bir kenara atarak‼ilmi 
Allah a yakınlaşmak için öğrenelim ‼📚
Allah  bizlere de ilim aşkı versin‼📚📚📚
"Rabbim ilmimi artır "
Allah hepimizin ilmini,hikmetini ve nurunu ÇOĞALTSIN 📚📚📚
📖📖📖

İlim aşkı bu!

Çoğu fakirdi.‼ Bir bineğe sahip olanlar şanslı sayılıyordu.‼ Birçoğu bütün o sonu gelmez gibi görünen mesafeleri yürüyerek katediyordu.👣 Dolayısıyla, gidecekleri yere göre, bir yolculuk bazen bir ay, bazen aylarca sürebiliyordu.👣

Abdurrahman ibn Ebi Hâtim ricale dair ünlü kitabı “el-Cerhu ve’t-ta’dîl”e yazdığı mukaddimede babası büyük hadis tenkitçisi Ebu Hâtim er-Razi’nin ağzından onun ilim yolculuklarını şöyle anlatıyordu: “Babamdan dinledim: Hadis için çıktığım ilk yolculukta yedi 7⃣sene geçirdim.‼ Yürüyerek 👣katettiğim mesafeyi bin fersahtan [Bir fersah; yürümekle yaklaşık bir buçuk saatlik yol, ortalama beş kilometre kadardır.‼ Dikkat edilirse Ebu Hâtim sadece bir yolculukta bin fersah, yani beş bin kilometre yol yürüdüğünü, artık fazlasını saymayı bıraktığını söylüyor‼. Bu ve makalede zikredilen diğer misaller, biz yeni zamanların ilim talebeleri için ibretlerle doludur.]‼‼ fazlasına kadar saydım. Nihayet bini geçince bıraktım.‼

Ama Kûfe’den Bağdat’a kaç defa gittim,‼ sayamam. Mekke’den Medine’ye defalarca gittim. ‼‼Mağrib-i aksâ’daki (Kuzey Batı Afrika) Selâ şehri yakınlarından Mısır’a yürüyerek, 👣Mısır’dan Remle’ye (Bugün Filistin’de) yürüyerek,👣 Remle’den ayrı ayrı Kudüs’e, Askalân’a, Taberiyye’ye, Taberiyye’den Dımeşk’e, Dımeşk’ten Humus’a, Humus’tan Antakya’ya Antakya’dan Tarsus’a gittim.

Sonra Tarsus’tan Humus’a döndüm; Ebu’l-Yemân’ın hadisinden dinlemediğim bir kısım kalmıştı, onu dinledim. Sonra Humus’tan Beysan’a, Beysan’dan Rakka’ya, Rakka’dan Fırat nehrini geçerek Bağdat’a gittim. Şam’a çıkmadan önce Vâsıt’tan Nil’e, Nil’den tekrar Kûfe’ye döndüm. Bunların hepsi yürüyerekti👣👣, bütün bu mesafeleri yürüyerek👣 gidiyordum.

Bu, ilim için çıktığım ilk yolculuktu. Yirmi 2⃣0⃣ yaşındaydım, yedi sene gezmiştim; Reyy’den hicri 213 senesi Ramazanında çıkmış, 221 senesinde geri dönmüştüm.

İkinci yolculuğumda kırk 4⃣7⃣ yedi yaşındaydım. 242 senesinde yola çıktım, üç sene sonra 245 senesinde geri döndüm”. (Ebu Ğudde, Safahât, 60–61)

Bu yolculuklar bazen birkaç sene sürüyor, bazen beş on seneye uzanıyordu. Bu rıhle(yolculuk) erbabı içerisinde hayatının yirmi  2⃣0⃣ senesi bu yolculuklarda geçmiş çok sayıda insan vardı. Henüz genç, bekâr delikanlılar olarak bu yolculuklara çıkıyorlar, memleketlerine orta yaşlı, olgun insanlar olarak dönüyorlardı.‼‼ Bazen de evli, çoluk çocuk sahibi ilim talebelerinin gönlünde bu ateş alevleniyor, hanımı, çoluk çocuğu bırakarak‼‼ gurbet ellerinde yıllarca zaman geçiriyorlardı. Çünkü ilim mezara girene kadar sönmeyen bir ateşti,‼‼ sahiplerinin gönüllerinde… Ondan daha kıymetlisi yoktu.‼‼📚📚📚📚
HERŞEYDEN KIYMETLİ OLAN VE SENİ ALLAH'A GÖTÜRECEK OLAN FAYDALI  İLMİ 📚
HERGÜN ALLAH'TAN İSTEMEYİ  ‼ UNUTMA‼📚📚📚📚
BU İLİMDE;DİPLOMA VEYA YÜKSEK LİSANS OLMAYABİLİR‼
AMA SENİN SONSUZ OLAN HAYATINI KURTARACAK HAYAT KURALLARINI SANA GÖSTERECEKTİR ‼
İLİM ÖĞRENMEDEKİ HEDEF‼📚
SADECE RABBIMIIZİN RIZASI OLMALIDIR ‼📚

Kurtuba’lı büyük muhaddis Bakıyy ibn Mahled, İlim uğrunda iki2⃣ yolculuk yapmış, yolculuklarından ilki on dört  1⃣4⃣ sene , ikincisi yirmi  2⃣0⃣sene  sürmüştü. Endülüs’ten Mısır, Şam, Hicaz, Bağdat’a gelmiş, bütün bu mesafeleri yürüyerek👣👣 geçmiş, asla bir bineğe binmemişti.‼‼ (Ebu Ğudde, Safahât, 60)

Bundan fazlası da vardı.‼‼ Erken yaşta hadis dinlemiş olsunlar diye daha küçücük çocuklarını hadis meclislerine götürüyorlar,‼ hatta bazıları âlî isnad [Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem) ile aralarındaki râvî sayısını azaltacak, kendilerini Rasûlullah’a (aleyhissalâtu vesselam) daha fazla yaklaştıracak sened, sened zinciri] sahibi olsunlar diye, yavrularını laflayarak, tatlı hilelerle,‼ türlü oyunlarla oyalayarak memleket memleket dolaştırıyorlardı.‼‼

Yusuf ibn Ahmed eş-Şîrâzianlatıyordu:

Hocamız, ilim yolcularının gayesi, asrın müsnidi Ebu’l-Vakt es-Siczi’nin yanına gitmek için yola çıktım. Allah Kirman diyarının sonunda ona ulaşmayı mukadder kıldı.‼ Hemen selam verdim,‼ elini öptüm ve huzurunda oturdum.‼ Sonra aramızda şu konuşma geçti:

--- Seni buralara getiren nedir?

--- Yolculuğum sanaydı, Allah’tan sonra itimadım da sanadır‼. Bana ulaşan hadislerini kalemimle yazdım, şimdi de ayağımla koştum👣 sana geldim. Ki mübarek nefeslerine yetişeyim, âlî isnadına nail olayım.‼‼

--- Allah seni ve bizi rızasına muvaffak kılsın,‼ çabamızı onun için, yönümüzü ona kılsın.‼‼ Beni hakkıyla tanısaydın, ne selam verir‼ ne de yanımda otururdun‼, dedi ve uzunca ağladı,‼‼ etrafındakileri de ağlattı.‼ Sonra: “Allahım bizi sitr-i cemilinle ört ve örtünün altında razı olacağın bir hal üzere kıl”‼ dedi ve devam etti:

Evladım! Bilir misin, Sahih-i Buhari’yi dinlemek için ben de babamla birlikte, Herat’tan Dâvûdî’nin yanına Bûşenc’e gittim. Henüz yaşım 10'un altındaydı. Babam elime iki taş koyuyor, “Bunları taşı” diyordu. Ben de onun korkusundan taşları ellerimde tutuyor ve yürüyordum👣. O da yan taraftan beni izliyordu.

Artık yorulduğumu görünce taşlardan birini atmamı emrediyor, ‼ben de atıyor, böylece biraz ferahlıyordum.‼ Sonra yorgunluğumu iyice anlayıncaya kadar yürüyordum.👣 Bana: “Kesildin mi?” diye soruyor,⁉ korkusundan “Hayır” ‼diyorum, “Öyleyse niye yavaş yürüyorsun👣?” diyor, bunun üzerine bir müddet önünde hızlıca yürüyor👣 sonra bitkin düşüyordum.‼ O zaman elimdeki diğer taşı da alıp atıyordu.‼ Nihayet büsbütün takatim kesilinceye kadar yürüyordum. İşte o vakit alıp beni sırtında taşıyordu.

Yolumuzun üzerinde çiftçiler veya başka insan gruplarıyla karşılaşıyorduk. “Ey Şeyh İsa, şu çocuğu bize ver, ikinizi de Bûşenc’e götürecek bir binek verelim”‼ diyorlar, bunun üzerine babam: “Hazreti Peygamberin (sallallâhu aleyhi ve selem) hadislerini öğrenmeye giderken bir bineğe binmekten Allah’a sığınırız.‼‼ Hayır, biz yürüyeceğiz👣, eğer o bîtâb düşüp yürüyemeyecek 👣hale gelirse Rasûlullah’ın hadisine hürmeten ve sevap umarak onu başımda taşırım”‼‼ diyordu. İşte ben onun güzel niyetiyle bu kitap ve diğerlerini dinlemekten bir fayda istihsal ettim. Bugün akranlarımdan hayatta kimse kalmadı;‼ bütün şehirlerden kendisine yolculuk yapılır hale geldim”‼‼. (Ebu Ğudde, Safahât, 76–78)

Bütün bu sıkıntılara gönül hoşnutluğuyla, severek, Allah rızası için katlanıyorlardı‼. Onlar da insandı nihayet!‼‼ Yoruluyorlar, bazen umduklarını bulamıyorlar,‼ bazen varacakları yere ulaştıklarında, kendisi için bir aylık belki daha fazla bir yoldan geldikleri hocanın cenazesiyle karşılaşıyorlardı.‼ Bu ne büyük bir üzüntü‼ sebebiydi onlar için! Bazen memleketlerindeki tahsillerini bir an önce bitirip yanına gitmek için can attıkları yahut para biriktirdikleri âlimin vefat haberi ulaşıyordu. ‼Bu ne kara haberdi!!‼

İmam Ahmed üzüntüyle:‼ “Şayet doksan dirhem param olsa Cerir ibn Abdilhamid’in yanına Reyy şehrine [Bugünkü Tahran şehri olduğu söyleniyor. (Ebu Ğudde, Safahât, s. 54.) ] gidecektim. Bazı arkadaşlarımız gitti, ben gidemedim. Çünkü hiç param yoktu”‼ demişti. (Ebu Ğudde, Safahât, s. 54)

Evet işte ilim yolculukları ‼👣👣👣 ve ilim öğrenmek  için  yapılan fedakârlıklar 
Allah  bizlere de ilmin kıymetini ‼ idrak ettirsin ‼📚📚📚


Daha önce verdiğimiz  misallerde de görüldüğü gibi, ilim yolculukları 👣 kesilmeden devam etti. Son üç beş yüz yıldır eski coşku kaybedilmiş olsa da,📚 iyi-kötü bugünlere kadar geldi‼. İşte bu makalenin hazırlanmasında eserlerinin yüksek maneviyatından çok istifade ettiğimiz Abdülfettah Ebu Ğudde📚 merhum bu yakın misallerden biridir.‼ Hem ilim öğrenmek,‼ hem âlimlerle görüşüp tanışmak, ‼hem kütüphanelerde yazma eserleri 📚görmek için birçok bölgeye gitmiş,👣 önce memleketi Haleb’de, sonra Ezher’de talebe olduğu yıllarda yaklaşık elli5⃣0⃣ kadar hocadan ders okumuş,📚 farklı şekillerde istifade etmiş, bu sayı icazet aldığı âlimlerle yüz altmışı 
1⃣6⃣0⃣ geçmişti.

Hedefimiz‼ gönüllerde küllenmeye yüz tutmuş ilim meşalesini yeniden alevlendirmek,‼📚 olmalıdır.
NOT‼

Bu makale  hazırlanırken birçok kitaba bakılmış, birçok kaynaktan istifade edilmiştir.. Bunların bazısından belki yalnızca bir cümle, bir ifade alınmıştır. Kendilerinden doğrudan nakilde bulunulan  eserler vardır. İstifade ettiğimiz bütün bu eserlerin artık bugün hayatta olmayan sahiplerini rahmet ve minnetle, bugün hayatta olanlarını da selamet ve afiyet niyazlarıyla anıyoruz.

Elbette ki bu eserlerin hepsini burada zikretmek mümkün olmayacaktır. Ancak özellikle misallerin seçiminde eserlerinden istifade edilen Abdülfettah Ebu Ğudde Hoca Efendi merhumu burada bir daha anıyor, hayatının kitabı sayılan “Safahât min sabri’l-ulemâ alâ şedâidi’l-ilmi ve’t-tahsîl”📚 isimli eserini okumalarını, bütün ilim talebelerine‼📚 ısrarla tavsiye edilir‼📚

Ayrıca, burada verilen malumatın, seçilen misallerin özellikle hadis ehliyle ilgili olması, onların hakkındaki malumatın daha derli toplu olması, hatta yaptıkları yolculukların müstakil eserlere konu olması sebebiyledir.
 Sonra, ;

Süfyan es-Sevri, ‼Evzâî, ‼Malik‼, Ahmed ibn Hanbel ‼gibi birçok hadis âliminin aynı zamanda fıkıh ve diğer ilimlerde de imam oldukları‼📚 unutulmamalıdır. ‼

Bu faydalı makaleyi yazandan Allah razı  olsun.

Rabbim hepimizin ilim aşkını  artırsın 📚📚📚

Devamını Oku »