İLİM VE SOHBET MECLİSLERİNİN GEREĞİ VE EDEPLERİ -2

Efendimiz s.a.v. hac mevsiminde Medine’den gelen altı kişiyi İslâm’a davet etmiş ve onlar da ertesi sene, ilk Akabe Biatı denilen görüşmeye sayıları artarak gelmişlerdi. Bir sonraki sene sayıları yetmişi geçmişti. Allah Rasulü s.a.v. de onlarla birlikte Mus’ab b. Umeyr r.a.’ı İslâm’ı öğretmesi için göndermişti. Mus’ab r.a. Medine’ye varır varmaz kolları sıvamış ve İslâm devletinin ilk merkezi olacak bu şehrin insanlarına İslâm’ı öğretmişti.
İlk öğretmenler: Ashab-ı Kiram
Hicret’ten sonra Medine’de müslümanlar rahatladılar ve İslâm’ı baskı altında kalmadan öğrendiler. Bu konuda Sahabe-i Kiram efendilerimiz çok gayretlilerdi. Her fırsatta Allah Rasulü s.a.v.’e sorular soruyorlardı. Onlar sormadıklarında da Allah Rasulü s.a.v. çoğu zaman bir soru ile konuşmaya başlıyor, dikkatleri konuya yönlendiriyor ve sonra meseleyi izah ediyordu. Zaten her yeni hüküm O’nun tarafından mescidde insanlara tebliğ ediliyor, sonra da Medine sokaklarında duyuruluyordu. Nitekim içkinin haram olduğu böyle duyurulmuş, sonrasında Medine sokaklarında dökülen şaraplar akmıştı.
İslâm’ın yayılışı ve öğretilmesi de Sahabe-i Kiram ile oldu. Onlar dinimizi öğretmek için ilk olarak komşu kabilelerden başlayarak topluca gitmişlerdi. Hatta bazı seriyyeler (küçük bir birlikle yapılan sefer) bu öğretmen sahabilere saldırılması sonucu gönderilmiştir. Medine’de dinin öğrenilmesinde Suffe Ashabı denilen yoksul ve Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde yaşayan sahabilerin payı büyüktür.

Ey Rabbimiz‼
Nasıl efendimize tabi olup biat eden sahabiler 1 yıl sonra sayıları artarak geri döndüler bizim de sayımızın ihlaslı olarak artmasını nasip et.sahabeyi kiram nasıl ilim öğrenme konusunda gayretli olduysa bizlere de o gayreti ve hırsı ver.ilmin  önemini kavramayı ve hakiki ilmi elde etmeyi bizlere nasip et.📚📖📖📖

İslâm tarihi bir süreç olarak göz önüne alındığında başlangıç dönemi olan Asr-ı Saadet’te dinî ihtiyacın karşılanması, doğrudan vahiyle ve bizzat Hz. Peygamber s.a.v. ile olmuştur. Sahabe karşılaştığı problemleri Allah Rasulü s.a.v.’e arz etmiş, duruma göre çözüm bazen vahiy şeklinde, bazen de Hz. Peygamber’in bir sözüyle olmuştur. Sahabe ve sonraki nesil olan Tâbiûn döneminde ise Kur’an-ı Kerim’in yanında sahabenin Hz. Peygamber s.a.v.’den ve tâbiûnun sahabeden duydukları ile ortaya çıkan problemler çözüme kavuşturulmuştur. Böylece Kur’an ve Sünnet, karşılaşılan sorunlarda iki ana kaynak olmuştur. Bu süreçte ayet ve hadislerin yorumlanmasında içtihad veya fetvanın da kaçınılmaz olarak devreye girdiğini belirtmemiz gerekir.
Diğer taraftan bu anlama ve yorumlama sırasında değişik anlayışlardan hareketle farklı ekollerin ve mezhepleşme sürecinin de başladığı görülür. Nitekim İslâm’ın ilk üç asrı bitmeden bugüne ulaşan itikadî ve amelî hak mezhepler teşekkül etmiş durumdadır.
Mezheplerin oluşmasından önceki döneme ait, fıkhî konuları içeren birtakım risaleler günümüze ulaşmakla birlikte asıl yazma faaliyetinin mezheplerin teşekkülünden sonraya denk geldiği görülmektedir. Bu sürecin ilk örnekleri arasında Ebu Hanîfe rh.a.’in (v. 150/767) el-Fıkhü’l-Ekber, el-Fıkhü’l-Ebsat, er-Risâle, el-Âlim ve’l-Müteallim ve el-Vasiyye adlı beş eseri gelir. Ancak bunlar fıkhî konuları değil de inanç konularını içermektedir. Ebu Hanîfe rh.a. de dahil olmak üzere mezhep imamlarının fıkhî konulardaki içtihatları kendilerinden sonra öğrencileri tarafından derlenmiş ve böylece ilk yazma faaliyeti başlamıştır. Bununla birlikte Ahmed b. Hanbel rh.a.’e (ö. 241/855) Kitâbü’s-Salât ve Kitâbü’l-Eşribe (Namaz Kitabı ve İçecekler Kitabı) gibi risaleler atfedilmektedir. Yine onun fıkıh, akaid ve ahlâka dair sorulara verdiği cevaplar bazı talebeleri tarafından Mesâil adıyla bir araya getirilmiş ve bu derlemelerden bazıları günümüze ulaşmıştır.

 Yine Osmanlı’nın son yıllarında Mehmet Zihni Efendi’nin kaleme aldığı Ni’metü’l-İslâm çok kısa sürede büyük yaygınlık kazanmıştır. Günümüzde en çok okunan ilmihalin sahibi Ömer Nasuhi Bilmen hazretleri de Büyük İslâm İlmihali’ni, Nimetü’l-İslâm ve İbn Abidin hazretlerinin oğlunun Arapça kaleme aldığı ilmihal olan Hediyyetü’l-Alâiyye’yi esas alarak günümüz şartlarına göre yazmıştır.

İLMİHALSİZ DİNDARLIK OLUR MU‼⁉❓


Yukarıda belirttiğimiz gibi İslâm’ın temel hükümleri itikad, ibadetler ve muamelat, helal, haram, mübah, mekruh ve ahlâka dairdir. Onlarca ciltlik eserlerden küçücük namaz hocalarına kadar her eser bu konuları detaylı yahut kısaca ele almaktadır. Bu konuların her birinin önemi anlaşılmalı ve öğrenilmesi için gayret sarf edilmelidir.
Ömer Nasuhi Bilmen hazretleri Büyük İslâm İlmihali’nin önsözünde ilmihalin gerekliliğini şöyle anlatır:
“Müslümanlar için her hususta bilgi sahibi olmak bir vazifedir. Din hususunda bilgi ise ‘İlmihal’ adını alarak en birinci vazifeyi teşkil eder.
Her müslüman için en büyük vecibedir ki, mensup olduğu mukaddes İslâm dini hakkında yeterli derecede bilgi sahibi olsun, bu bilgisine göre dinî vazifelerini yapsın, dinî hayatını düzenlesin.
Zaten bütün insanlığın bir manevi ruhu karşılığında olan dine, din bilgisine ihtiyaç duymaması düşünülemez. En eski zamanlardan beri gerek ilkel kavimlerden gerekse medeni milletlerden hiçbiri yoktur ki dine bağlı bulunmuş olmasın.”
Günümüzde, müslüman değilken ihtida edip müslüman olan kişilerin İslâm öncesi ve sonrasındaki hayatında maalesef önemli bir değişiklik olmuyor. Bunun temel sebebi İslâm’ın kuldan istediği görevlerin ve bütün bir hayat tarzının yeterince öğrenilmiyor olmasıdır. Biz müslümanlar İslâm olmuş kişilere dinimizi öğretemiyorsak bu konudaki eksikliğimizi görmemiz gerekiyor. Aynı şekilde aileden müslüman olan fakat kul olarak görevlerini yerine getirmeyen milyonlarca kişi, kimi zaman çeşitli sebeplerle dine yöneliyor, dinine muhabbet beslemeye başlıyor. Ancak yine günlük hayatında bir değişiklik olmuyor. Dolayısıyla “ilmihalsiz bir dindarlık” ortaya çıkıyor.

“İslâm dairesine giriş itikad ile, orada kalış ise fıkıh ile mümkündür. Kelime-i şehadeti dil ile ikrar, kalp ile tasdik etmek suretiyle ‘kurtuluş gemisi’ne ilk adımı atan kişi, o andan itibaren hayatını ilahî emir ve hükümlere riayet ederek yaşama konusunda Yüce Yaratıcı’ya söz vermiş oluyor. Hayatı O’nun muradı doğrultusunda yaşamak, ancak O’nun emir ve yasaklarını hakkıyla kavramak ve detaylarıyla hayata intikal ettirmek suretiyle mümkün olur. İşte bunu sağlayacak olan, ancak ve yalnız fıkıhtır.”

İLEDE İLMİHAL EĞİTİMİ

Çocukluk çağı altın yıllardır, kıymeti bilinmelidir. İleriki yaşlardaki kişilik ve yaşantıya dair olumsuzlukların temelleri büyük ölçüde bu yıllarda atılmaktadır. Hadis-i Şerif’te buyrulduğu gibi “Her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar.” Daha sonra anne-babası ve çevresi çocuğu şekillendirirler.
Bizim dünyamız müslüman bir dünya. Telakkimiz de böyle olmalı. Arka plan ve kültür dünyamız müslüman bir ailenin ve cemiyetin kültürü ve anlayışı çerçevesinde oluşmalıdır. Şair Sezai Karakoç “Çocukluğumuz” şiirinde bir çocuğun nasıl bir anlatıma ihtiyaç duyduğunu çok güzel dile getirir:
“Annemin bana öğrettiği ilk kelime / Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde / Annem bana gülü şöyle öğretti / Gül, O’nun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi.”
Asırlar boyunca İslâm toplumları çocuklarına dinini öğretmeyi öncelik bilmişlerdir. Ebeveyn, çocuklarına ilmihal bilgilerini, İslâm’ın kavramlarını öğretmelidir. Sonra İslâm tarihini sevdirecek, öğretecek, çocuğun o dünyaya girmesini sağlayacak kitaplar, belgeseller tercih edilmelidir. Bu yöntem de bıktırmadan, usandırmadan, tepki doğurmadan tatbik edilmelidir.
İslâm alimlerimizin hayatını okuduğumuzda ilk dinî eğitimlerini çoğunlukla ailelerinden aldıklarını görürüz. Mesela Kur’an’ı annesinden, namaz kılmayı babasından öğrenmiştir. Ailenin dindar bir birey yetiştirmede büyük rolü vardır. Çocuk Kur’an eğitimine onların teşvikiyle başlar, namazı onlardan öğrenir, babasıyla camiye gider gelir. Efendimiz s.a.v.’in mübarek ahlâkını, hayatını, çocuklarını, sahabilerini onlardan dinler. Büyüklerine özenerek oruç tutar, kurban ibadetini onlarla yaşar. İslâm ahlakını, sadaka vermeyi, mukaddesata hürmeti büyüklerinden öğrenir.
Bir eğitim kurumu olarak camilerimiz
İslâmiyet’in başlangıcında ilim camilerde okutulurdu. Sonraları medreseler ve mektepler yapıldıysa da, alimler halka dönük derslerini camilerde vermeye devam ettiler. Nitekim yakın tarihe kadar İstanbul ve Türkiye’nin bütün şehir ve kasabalarında bazı medrese dersleri camilerde okutulurdu.
Özellikle Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı’nın ilk üç asrında “fakih”lik kurumu çok yaygın biçimde din öğretiminde kullanılıyor ve on binlerce fakih köylerde, kasabalarda, şehirlerin cami ve mescitlerinde öğretici olarak görev yapıyorlardı. Dolayısıyla camiler dinî hayatın en güzel ve yaygın biçimde öğretildiği yer konumundaydı. Cumhuriyet döneminde bu durum resmî olarak zayıflamış ise de, gayret sahibi nice imam cemaatine Kur’an ve ilmihal öğretmeye devam etmiş ve etmektedir.

Rıhle, “rahale-yerhalu” babından mastardır. Sözlükte: “yürüyüp gitmek, bir yerden bir yere göçmek, yolculuk yapmak” manalarına geliyor. İlim ve kültür tarihimizde ise “ilim tahsil etmek, daha özel olarak, hadis tahammül ve ahzeylemek için yapılan yolculuklara” deniyor. Çoğulu: “rıhlât” ve “rıhal”.

İndirdiği ilk ayetle “Yaratan Rabbinin adıyla oku”mayı emreden (Alak, 1), insana kalemle yazmayı (Alak, 4), Kur’an’ı (Rahman, 2), konuşarak maksadını açıklamayı (Rahman, 4) ve bilmediğini (Alak, 5) öğreten, “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) diyen, vahdâniyyetine kendisi ve meleklerinden sonra ilim sahiplerini şahit tutan (Âl-i İmran, 18), ilim sahiplerini derece derece diğer müminler üzerine yükselten (Mücadele, 11), müminleri daha fazla ilme sahip olmak için duaya teşvik eden (Taha, 114) ve “Allah’tan ancak âlim olan kulları gereğince korkar” (Fâtır, 28) buyuran Cenabı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de hem ilmin mahiyet ve hedefini tayin, hem de insanları bu yüce makama rağbet  ettiriyor.

Onun “Onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor” (Âl-i İmran, 164) diye takdim ettiği Muallim Peygamber (sallallâhu aleyhi vesellem) de ısrarla ilmin kıymeti ve ilim adamlarının dindeki makamı üzerine vurgu yapıyor.  

Rivayetlere göre, bir gün hücre-i saadetlerinden mescide çıkmış, bir tarafta Kur’an okuyan, dua eden, bir tarafta da ilim öğrenmek ve öğretmekle meşgul iki halka görünce: “Her ikisinde de hayır var… Ancak ben muallim olarak gönderildim” diyerek ilim öğrenmekle meşgul olan halkada oturmuştu (İbn Mace, Mukaddime, 17; Darimi, Mukaddime, 32).

Ey kardeşim ilim öğrenmek için sen de bir halkanın içine girdiğin zaman Allah Resulünün yaptığını yapmış oluyor ve yüce makamlara eriyorsun.
NE MUTLU BU ULVİ MAKAMA EREBILENLERE‼

Allah hepimizin ilmini artırsın ve hakiki olan faydalı ilmi öğrenmeyi nasip etsin