HERKES İÇİN SİYER - 22. BÖLÜM (BARIŞ İLE GELEN MÜJDE HUDEYBİYE)
Bismillahirrahmanirrahim.
• FETİH SURESİ
Fetih olmadan suresi gelmiştir. Suresinin 29. ayeti Kur’an-ı Kerim içerisinde hem Peygamberimizi (s.a.v.) hem de Ashab-ı Kiram’ı en güzel şekilde anlatan ayettir. Tahrip olmalarına rağmen Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan sahabenin vasıflarını saymaktadır: “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”
Bu ayetin neresinde olduğumuz hakkında tefekkür etmememiz gerekir ve buradaki vasıfları hayatımıza intikal ettirmek istiyorsak verdiği mesajlar ile yoğrulmalıyız. Kur’an’ın her bir ayetini bu şekilde okumak gerekir. Önce okumak, anlamak, kavramak ve sonra yaşamak lazım ki Rabbimizin bizden istediği karşılığı ortaya koyabilelim.
• HUDEYBİYE NEDEN ÇOK ÖNEMLİ?
Hudeybiye İslam tarihi için bir dönüm noktasıdır. Herkesin olumsuz gördüğü bir yerden hayırlar çıkmıştır. (Mekkeliler, Müslümanların siyasî varlığını resmen kabul ettiler. Barış ortamının oluşması İslamiyet'e geçişi hızlandırdı. Mekke'nin fethi kolaylaştı.)
Hudeybiye’de 1400 sahabe ile bir miktar münafık vardı. Allah Resulü (s.a.v.) o 1400 kişi içerisinde Allah’ın lütfu ile meseledeki hayrı görebilen tek kişi idi. Bu nebevi ufuktu. Bugün ümmet olarak ufkumuzu nebevi ufkuna dayandırmadığımız için, ondan ilham almadığımız için, olan bazı şeyleri hayatımıza taşıyamadığımız için hayata dar açılarla bakıyoruz ve sıkıntı yaşıyoruz. Bunun için Hudeybiye çok önem arz etmekte ve burada Allah Resulü’nün yaptığı şeyleri okuyup çok iyi anlamamız gerekir.
• HUDEYBİYE’YE GİDEN SÜREÇ
Rüyalarımızın kendine özgü fıkhı vardır. Eğer rüya sâdıka ve saliha ise üç tane mesaj taşır: ♦️ İltifat-i Rabbani – Allah’ın iltifatı ve özel ihsanı. Yani Allah takdir etmiştir.
♦️ İkâz-ı Rahmani – Allah şefkat tokadı ile uyarıyordur.
♦️ Mübeşşirat-ı İlahi – Allah müjde veriyordur.
Efendimiz (s.a.v.) ahir zamanda salih ve sâdıka rüyanın mümin kul için büyük bir teselli olduğunu söylemiştir. Onun için burada dikkatli olmalı ve rüya fıkhına uyulmalıdır. (→ Siyer TV - Rüya fıhkını/ahlakını izleyebiliriz.)
Allah Resulü (s.a.v.) bir rüya görmüştü. Peygamberlerin rüyaları vahiy alma çeşitlerinden birisidir. Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v.) gördüğü rüyanın vahiy olma hasebi ile harekete geçti ve sahabeyi de harekete geçirdi.
Rüyasında umrede Kâbe’nin anahtarlarının kendisine verildiğini gördü. Ashabına umreye gidileceğini müjdeledi ve 1400 kişi ile yola çıkıldı. Müslümanlar ilk kez Resulullahla umre yapacaklardı ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bu, İslam döneminin ilk umresi olacaktı.
Allah Resulü (s.a.v.) sahabe ile birlikte hicretin 6. yılı, Zilkade ayının başlarında (miladi Mart- Nisan 628) Zü’l-Hüleyfe’ye doğru yola çıktı (Medine’den gelenler için mîkat yeri). Zü’l-Hüleyfe’de öğle namazını kıldıktan sonra ihrama girip iki rekât ihram namazı kıldırdı ve telbiyeler getirdi. Allah Resulü (s.a.v.) Mekke’ye giderken sahabeye yanlarına yaban hayvanlardan korunacak kadar silah almalarını emretmişti. Hareket edecekleri sırada Sa’d b. Ubâde ve Hz. Ömer gelerek Mekkelilere güven olmayacağını ve bu yüzden daha fazla silahlanmayı teklif ettiler ama Efendimiz (s.a.v.) dertlerinin savaş olmadığını söyleyerek buna izin vermedi. Hicaz’a ve tüm Araplara umre için yola revan olduklarını göstermek istiyordu.
• YAŞANANLAR
Yol güzergâhında bazı olaylarla karşılaştılar. Örneğin; Sahabe açtı ve o sırada karşılarından bir zebra geçti (ihramlı iken avlanma yasağı vardır).
Öncü birlik olduğu için Ebu Katâde’nin hala ihrama girmediğini duydular. Zebrayı onun görmesi için dua ettiler çünkü ihramlının avı göstermesi de yakala demesi de yasaktı. O yüzden hiçbir şey yapamadılar. Ebu Katâde sonunda zebrayı gördü, okunu ve kılıcını aradı ama sahabe oralı olmadı, olamazdı. Bunun üzerine kendisi gidip zebrayı avladı ve getirdi. Sahabenin yardım etmemesine alınmıştı ama sonra bunun bir hüküm olduğunu öğrendi. Sonra Allah Resulü de dâhil olmak üzere hep birlikte o zebrayı yediler.
Hudeybiye Mekke’ye 23-24 km uzaklıkta olan bir yerdir. Sahabe Hudeybiye’ye geldiklerinde Efendimiz’in yanına gelerek devesi Kusva’nın (Cedva, Adba gibi isimleri de var) inat edip kalkmadığını söylediler. Resulullah (s.a.v.) “Benim Kusva’m inat etmez.” dedi. Yanına gitti ve sahabeye “Ebrehe’nin filini hareket ettirmeyen Allah, Kusva’yı hareket ettirmiyor. Bizim yolumuz bu kadar.” dedi. Kusva yönünü Medine’ye çevirdiklerinde gidiyor, Mekke’ye çevirdiklerinde ise gitmiyordu. Sahabe buradan bir mesaj almalıydı ama Kâbe aşkı o mesajı engellemişti.
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) ve sahabe Hudeybiye’de bir müddet konakladılar. Bu sırada Mekkeliler onların geldiklerinden haberdar oldular ve Müslümanları Mekke’ye sokmamaya karar verdiler. Gelip Hudeybiye’ye yakın bir yerde karargâh bile kurdular.
♣️ Harem sınırlarını Allah Resulü (s.a.v.) Cebrail (a.s.) ile belirlemiştir. Bu coğrafyanın sınırları Cebrail (a.s.)’ın kalemi ile çizilmiştir. Arafat’ın, Müzdelife’nin, Mina’nın başlangıcı ve bitişi de Cebrail (a.s.)’in Efendimiz’e (s.a.v.) öğretmesi sonucu belirlenmiştir. Bu sınırlar aslında İbrahim (a.s.) zamanından gelmektedir. Cebrail (a.s.) ona da öğretmişti. Dolayısıyla sınırlar cahiliye devrinde de biliniyordu.
İşaret taşının sınırları içerisinde namaz kılmak 1’e 100 bin, sınır dışında kılmak ise 1’e 1 faziletindedir. Resulullah’ın konakladığı yer harem dışında kalıyordu. Allah Resulü bu sevaptan mahrum olmamak için sahabeyi tek saf dizdirerek sınırın içinde namazları kıldırmıştır. (1400 kişi tek safta idi!
Müslümanların bu namazı Hâlid b. Velîd’in gönlüne iman tohumunu eken namazlardan biriydi ama o bir yandan iç âleminde çatışmalar yaşamaya devam ediyordu. Müslümanların namazı kendi çocuklarından fazla sevdiklerini düşünüyordu. Namazı onların zaafiyeti olarak gördü ve ikindi namazında onları öldürmeye karar verdi. Ancak Cebrail (a.s.) bunu Efendimiz’e haber verdi ve Efendimiz ikindi namazını korku namazı olarak kıldırdı.
• ELÇİLER VE YAPILAN ANTLAŞMA
Davet ve tebliğ faaliyetinin en önemli üç maddesi:
► Mesajın mükemmel olması
► Muhatabın muhterem olması
► Metodun müceddit olması (her an değişmesi)
Allah Resulü (s.a.v.) davetini yaparken muhatabını çok iyi tanıyordu ve muhatabına göre söz söylüyordu, yani sözü zayi etmiyordu. Onun için de tesirli oluyordu.
Bizim için Hudeybiye’de muhatabı tanıması ve muhataba göre söz söylemesi ile ilgili muhteşem bir örnek vardır. Efendimiz’in (s.a.v.) huzuruna beş kişi gelmişti ve hepsine ayrı ayrı konuştu çünkü hepsini de tanıyordu. Burada peygamber olması bir yana, insanları tanıma noktasındaki kendi özel gayreti ve elde ettiği tecrübeleri dikkatlerden kaçırmamak gerek.
İlk gelen şahıs Huzâa kabilesinden Büdeyl b. Verka idi. Efendimiz (s.a.v.) onun için “Bu akıllı bir adımdır.” dedi. (Aklı önceleyen bir adama hissiyatla konuşulmaz.) Resulullah ona ikna edici şeyler söyledi ve niyetlerinin sadece umre yapmak olduğunu anlattı. Öyle güzel konuşmuştu ki Büdeyl ikna oldu ve hatta Resulullah isterse gidip Kureyşle konuşabileceğini söyledi. Efendimiz bunu kabul etti. Büveyl gidip Kureyşlilerle konuştu ama onlar ona hakaret edip onu dinlemediler.
Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) Kureyş’e Hırâş b. Ümeyye isimli bir elçi gönderdi. Kureyşliler peygamberin elçisine hakaret ettiler ve bineğini kestiler. Hırâş b. Ümeyye canını zor kurtararak onlardan ayrıldı.
Mekke’den Urve b. Mes’ud es-Sakâfi, Efendimizle konuşmak için Hudeybiye’ye geldi. Efendimiz (s.a.v.) onun geldiğini öğrendiğinde onun için bu işleri bilen biri olduğunu ve onunla bir yol bulabileceklerini söyledi.
Uzun konuşmalardan sonra Urve b. Mes’ud orada bir şeye şahit oldu: Araplarda bir gelenek olarak karşıdaki adamın sakalı ile oynamak yakınlık göstergesi idi. Urve b. Mes’ud bunu Resulullah’a yaptığında yüzü gözü kapalı olan birisi eline sertçe vurdu ve bir daha bunu yapmamasını söyledi. Urve b. Mes’ud kendisine vuran adamın kim olduğunu sorduğunda Efendimiz gülerek kendi yeğeni Muğire ibni Şûbe olduğunu söyledi. Bunu öğrendiğinde Urve yeğenine orada kızmıştı. Sonra sahabeye bakarak onları küçümseyici ve kışkırtıcı bir söz söyledi. O anda yine yüzü gözü kapalı olan birisi çok ağır bir laf etti. O kişi Hz. Ebubekir (r.a.) idi.
Allah Resulü (s.a.v.) ona da ikna edecek şeyler söyledi. Urve b. Mes’ud döndüğünde Kureyş’e olanları anlattı ve onlara Hz. Muhammed ile anlaşmalarını ve yolu açmalarını tavsiye etti. Kisra’yı, Kayser’i, Habeşistan’ı bildiğini ama bunların hiçbirinde Hz. Peygamberin adamları gibi adamlar görmediğini ve onların bir başka olduğunu dile getirdi. Kureyş’i ikna etmeye çalıştı ama edemedi.
Bu sefer Mekkeliler Mikrez b. Hafs’ı gönderdiler. Efendimiz (s.a.v.) onun geldiğini öğrendiğinde “Bu adam laf dinlemez bir adamdır.” dedi çünkü zor bir adamdı. Mikrez Allah Resulü’n ne istediğini sorduğunda Resululllah (s.a.v.) “Ben isteğimi Büdeyl’e söyledim, sana söyleyecek bir şeyim yok.” deyip sözü zayi etmedi. O adamla konuşmayı israf olarak gördü.
Aradan bir müddet geçince Allah Resulü (s.a.v.) Mekke’ye Hz. Ömer’i göndermek istedi. Hz. Ömer ile istişare ettiğinde Hz. Ömer kendisinin yerine Hz. Osman’ı göndermesini önerdi. Onun Mekke’de akrabaları vardı (Ebu sufyan amcasının oğlu idi) ve Hz. Ömer’e göre daha halim selim birisi idi. Bu sebeple Efendimiz (s.a.v.) konuşması için Hz. Osman’ı gönderdi. Hz. Osman giderken sahabe “Ne mutlu Osman’a ki bizden önce Kâbe ile buluşacak ve ziyaret edecek.” dedi. Resulullah (s.a.v.) bunun üzerine onlara “Eğer Osman benim tanıdığım Osmansa, ben Kâbe’yi görmeden Osman görmez.” dedi. Nitekim öyle de oldu. Hz. Osman Mekke’de birkaç gün kalmış olmasına rağmen Efendimizden önce bakmamak için avlusundayken bile başını kaldırıp Kâbe’ye bakmadı. ♥️ Üstelik muhacirler 6 yıldır Kâbe’den mahrum iken Hz. Osman (r.a.) 13 yıldır Kâbe’yi görmemişti. (Habeşistan’daydı.)
Müşrikler Hz. Osman’ı biraz engellediler ve Resulullah ile görüşmesi için bu sefer Huleys b. Alkame’yi gönderdiler. Allah Resulü (s.a.v.) onun geldiğini öğrendiğinde “Huleys Allah’ın sembollerine çok riayet eden bir adamdır. Siz kurbanlıklarınızı onun önüne doğru sürün ve hep bir ağızdan telbiye getirin.” buyurdu. Sahabe denileni yaptığında Huleys etkilenerek ağlamaya başladı. Geri döndüğünde de Kureyş’e Müslümanların girmesine izin vermelerini söyledi.
• RIDVÂN BİATI
Hz. Osman’ın dönüşü gecikince onun öldürüldüğüne dair bir haber yayıldı. Bunu duyunca Allah Resulü (s.a.v.) sahabeyi ayağa kaldırdı ve kardeşleri Osman’ın (r.a.) kanının bedelini sormadan buradan dönmemek için Semûre ağacının altında biate davet etti. O anda Sinan b. Ebi Sinan (r.a.) ilk biat eden olmak için Efendimiz’e doğru koştu ve elini Resulullah’ın elinin üstüne koydu. Efendimiz (s.a.v.) ona neye biat edeceğini sorduğunda Allah Resulü’nün gönlünden geçen neyse ona biat edeceğini söyledi.
Allah Resulü (s.a.v.) orada 1400 sahabe ile tek tek biatleşmek için elini koydu. Resulullah bir süre sonra yorulunca Hz. Ömer elinin altına kendi elini koyarak destek verdi. Efendimiz (s.a.v.) herkesle biatleştikten sonra bir elini Hz. Osman’ın eli sayarak diğer elinin üzerine koydu ve Hz. Osman’ın yerine de orada biat etti. Sahabe “Keşke Osman’ın yerinde biz olsaydık.” dediler çünkü Allah Resulü ona vekillik ediyordu. Hz. Osman biraz alıkonulduktan sonra sağ salim bir şekilde geri döndü.
• HUDEYBİYE ANTLAŞMASI
Müşriklerden en son Süheyl b. Amr geldi. Süheyl ismi kolaylık demekti ve Efendimiz (s.a.v.) onun geldiğini duyunca tefe’ül yaptı (iyiye yormak. Bu bir sünnettir). “Gelen Süheyl ise işimiz kolay.” dedi çünkü Mekke Süheyl b. Amr’ı devletlerarası anlaşmalar için gönderirdi. Bu Kureyş’in Medine İslam Devleti’ni resmen tanıdığı anlamına geliyordu.
Bu diplomatik bir zaferdi ve artık orada ne konuşulursa konuşulsun Müslümanların kazandığına dair bir işaretti.
Süheyl b. Amr ile konuşulunca 11 tane madde içeren bir antlaşma yapılmaya karar verildi. Kâtipler ve şahitler belirlendikten sonra Allah Resulü (s.a.v.) kâtip olan Hz. Ali’ye “Bismillahirrahmanirrahim.” yazmasını buyurdu. Süheyl b. Amr, Rahman ismini tanımadıklarını öne sürerek buna itiraz etti. (Mekke’nin Rahman ismi ile problemleri vardı çünkü çok merhamet eden hayata çok müdahale eder. Böyle bir Allah istemiyorlardı. Onlar için Rahman Yemamelilerin tanrısının adıydı). Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali’ye Süheyl’in dediği gibi yazmasını söyledi.
“Bismikellahümme (Allah’ın adıyla)” yazıldı. Akideye zarar vermediği için bu şekilde yazılmasında bir mahzur yoktu.
Süheyl b. Amr “Muhammedün Resulullah ile Amr’ın oğlu Süheyl arasındaki antlaşma” yazılmasına da itiraz etti. “Allâh’ın Rasulü olduğunu kabul etseydik, seninle savaşır mıydık, bugün Kâbe’yi ziyaretten alıkoyar mıydık?” dedi. Bunun yerine “Abdullah’ın oğlu Muhammed ile Amr’ın oğlu Süheyl” yazılmasını istedi. Efendimiz buna da tamam dedi ama Hz. Ali “Vallahi ben silmem!” dedi. O vallahi dediği için Efendimiz (s.a.v.) kendisi sildi.
Bunlar yazılırken Hz. Ömer çıldırmış bir vaziyetteydi çünkü Süheyl b. Amr Bedir’de esirlerin içindeydi. Kureyş’in hatibiydi. Bedir’den önce yaptığı konuşma ile Müslümanları kızdırmıştı. Hz. Ömer de onu esirler içinde gördüğü zaman ön dişlerini sökmek için Resulullah’tan izin istemişti ama o izni alamamıştı. Allah Resulü (s.a.v.) ona “Ben işkence yapmak ya da yaptırılmak için gönderilmedim.” cevabını vermişti. Dönüp gelirken de “Ey Ömer! Sabret, gün gelecek Süheyl’in yaptığı şeyden memnun olacaksın.” demişti ama şimdi Süheyl b. Amr “Resulullah” yazılmasına müsaade etmiyordu. Bu yüzden Hz. Ömer zamanında onun dişlerini sökemediği için kızgınlık içerisindeydi.
İki sene sonra veda haccında Efendimiz (s.a.v.) tıraş oluyordu. İsteyen sahabeye kesilen saç tellerinden veriyordu. Bir miktarını da yaşlı bir sahabiye vermişti. O yaşlı zat gözyaşlarını o saç tellerinin üzerine akıtıyordu. Hz. Enes muhacirlerden birine bu zatın kim olduğunu sorduğunda onun Süheyl olduğunu öğrenmişti.
Veda haccından bir yıl sonra ise, yani Allah Resulü (s.a.v.) vefat ettikten sonra, Hz. Ebubekir (r.a.) hilafete geçince Mekkeliler ona biat etmek istememişlerdi. Süheyl b. Amr Kâbe’nin avlusunda kılıcını çekip Mekkelilere Hz. Ebubekir’e biat etmezlerse karşılarında önce kendisini bulacaklarını söyleyerek rest çekti. Hz. Ömer o zaman Efendimizin verdiği müjdeyi anladı.
• Antlaşma Maddeleri
1. Bu antlaşmanın süresi on yıldır. Bu süre zarfında iki taraf birbiriyle savaşmayacak ve
birbirlerine hiçbir surette saldırıda bulunmayacaklardır. Bu, iki tarafın müttefikleri için de geçerlidir.
(Sahabe buna sinirlenmişti çünkü bu Kureyş’in en zayıf olduğu bir nokta idi. Ancak barış her zaman hayırlıdır. Her barış ortamından Müslümanlar kar etmiştir. Savaş en son çaredir. Öncesindeki bütün alternatifler kullanılır.)
2. Müslümanlar bu yıl Kâbe’yi ziyaret etmeden geri dönecekler; ancak gelecek yıl Mekke’ye gelip umre yapabileceklerdir. Kâbe ziyaretleri esnasında üzerlerinde silah olarak sadece kılıç taşıyabilecekler ve ziyaretlerini üç günde tamamlayacaklardır.
3. Sulhun devam ettiği süre zarfında Mekke müşriklerinden İslâm’ı kabul edip velisinin iznini almadan Medine’ye sığınanlar Mekke’ye geri gönderilecektir. Ancak Müslümanlardan birisi Mekke’ye giderse Mekkeliler onu geri vermek zorunda değildir.
4. Diğer Arap kabileleri, iki taraftan biriyle ittifak kurabilecektir.
Hz. Ali’nin kaleme aldığı, iki nüsha olarak hazırlanan bu antlaşma metnine Allah Resulü (s.a.v.) itiraz etmedi. Tam imzalanacağı sırada Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel ellerinde ve ayaklarındaki zincirlerle Efendimiz’in önüne atıldı. Müslüman olduğu için müşriklerden çok işkence görmüştü. Bir fırsatını bularak ellerinden kaçmış ve kendini Müslümanların arasına atmıştı. Efendimiz (s.a.v.) Ebû
Cendel’in antlaşma hârici bırakılmasını ve onun kendisine bağışlamasını Süheyl’den rica etti ama o kabul etmedi. Efendimiz (s.a.v.) bunun üzerine Ebu Cendel’e sabretmesini ve Allah’ın kendisine bir çıkış yolu göstereceğini söyledi. Sahabe duruma çok üzülüp ağladı. Bir yandan Süheyl elindeki dikenli sopa ile oğluna vuruyordu. Bu hem Allah Resulü hem sahabe için büyük bir imtihan olmuştu ama Allah Resulü (s.a.v.) bir lider ve peygamber olarak dirayetini korudu.
• SAHABE’NİN ANTLAŞMAYA KARŞILIĞI
Süheyl b. Amr oğlunu alıp gittikten sonra Allah Resulü (s.a.v.) sahabeye kurbanlarını kesmesini söyledi ama hiçbiri hareket etmedi çünkü onlar Allah Resulü’nün rüyasının vahiy olduğunu bildikleri için acaba son anda bir şey olur mu umudu ile bekliyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) üçüncü kez kurbanları kesmelerini söyledi ve sahabede yine hareket olmayınca üzüntü ile çadırına gitti. Ümme Seleme annemiz Efendimize ashabın bu davranışının sebebinin itaatsizlik olmadığını ve hala umut ettikleri için beklediklerini söyledi. Efendimiz’e dışarı çıkıp kurbanını kesmesini tavsiye etti. Allah Resulü (s.a.v.) annemizin dediğini yapınca sahabe de kurbanlarını kesmeye başladı.
• HZ. ÖMER’İN HALİ
Geri dönecekleri sırada Hz. Ömer hala teskin olmamıştı ve Efendimize gelerek anlaşmayı neden kabul ettiklerini sordu çünkü aziz olan Müslümanlar zelil olan müşriklerdi. Allah Resulü (s.a.v.) ona “Ben Allâh’ın elçisiyim, O’na isyan edemem. Yardımcım O’dur!” buyurarak yaptığı işin sevk-i ilâhî ile olduğuna işaret etti. (Buhârî, Meğâzî, 35; Müslim, Cihâd, 90-97)
Hz. Ömer Hz. Ebubekir’e gidip aynı şeyleri ona söyledi. Hz. Ebubekir ise onu uyardı. (Hz. Ömer’deki bu hal din gayretindendi, bunun adına hamiyyet denir.) Ebu Ubeyde b. Cerrah’a gitti. O Hz. Ömer’i ciddi bir şekilde sarstı. Hz. Ömer daha sonra bu davranışının cezasını kendisine bir ömür boyu ödetti. Yaptığından dolayı pişmanlık ve üzüntü duyuyordu. Efendimizin yanına gidip birkaç kere sohbet açmaya çalıştı ama Resulullah (s.a.v.) ona hiç cevap vermedi. Bunun üzerine Hz. Ömer’in dünyası başına yıkıldı ve aleyhine ayetler ineceğini düşünerek büyük bir üzüntü duydu. Resulullah’a görünmemek için kafilenin en başına gitti.
• DÖNÜŞ YOLU VE NAZİL OLAN FETİH SÜRESİ
Yolun bir yerinde Fetih Suresi nazil olunca Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Ömer’i çağırdı. Hz. Ömer Allah’ın kendisi hakkında ayetler indirdiğini düşünerek o anda korka korka gittiğini dile getirmiştir. Allah Resulü (s.a.v.) fetih suresini okudu ve ashaba fethin müjdesini verdi.
Hudeybiye taviz değil, takviyedir; zillet değil, izzettir; sadece fetih değil “feth-i mübîn” apaçık bir fetihtir. O fetih Hudeybiye’nin kendisidir çünkü fetih açmak demektir ve Hudeybiye gönülleri açmıştı. Toprak fethinden önce gönüllerin fethini başlatmıştı. Hicretin 6. Yılında (nübüvvetin 19. Yılı) Müslümanların sayısı 10 bin civarında idi. Mekke’nin fethine kadar (21.yıl) aradaki iki yılda Müslüman olanların sayısı on kat arttı. Mekke fethine 10 bin civarında Müslümanla gidilmişken veda haccına 100 bin civarı Müslüman ile gidildi.
İslam’da aslolan fetih yüreklerin fethidir. Aralarında Hâlid bin Velîd ve Osmân bin Talha, Abdullah b. Ebi Ümeyye, Süheyl b. Amr, Amr bin Âs, Ebu Sufyan gibi ileri gelen müşriklerin de olduğu pek çok kişi Müslüman oldu.
• MEDİNE’YE DÖNDÜKTEN SONRA OLANLAR
Ebu Cendel’den sonra Ebû Basîr adında Müslüman olmuş bir Mekkeli de Medine’ye sığındı. Hemen arkasından iki Mekkeli de arkasından gelmişti. Hz. Peygamber antlaşmaya göre onu müşriklere teslim etmek zorunda kaldı. Ebu Cendel’de olan tablo yeniden yaşandı, sahabe çok üzgündü. Dönüş yolunca Ebû Basîr yanındaki iki kişiden birisini güzel laflarla kandırıp kılıcını aldı ve onlardan birini öldürdü. Sonra da Îs denilen yere gitti. Orası Müslümanların sığındıkları bir yer oldu. Ebu Cendel de oraya gitti. Bir müddet sonra Mekke’den kaçıp oraya sığınan Müslümanların sayısı 70 oldu. Orada bir gerilla savaşı başlattılar ve Mekke’nin kervanlarını vurdular.
Aradan 1-2 sene geçtikten sonra Ebu Sufyan Efendimiz’e gelerek antlaşma maddesinden vazgeçtiklerini söyledi ve o Müslümanları yanına almasını istedi çünkü ciddi anlamda Mekke’ye sıkıntı yaşatmışlardı.
Bu süreç içerisinde Medine’den Mekke’ye giden olmadı.
Efendimiz (s.a.v.) Ebû Basîr’e bir mektup yazdı. Mektup geldiğinde Ebû Basîr ölüm döşeğinde idi. O mektubu gözlerine süre süre vefat etti. Sahabe onu oraya defnetti. Geri kalanlar ise Medine’ye geldi. Ebu Cendel de geldiğinde Hz. Ömer Allah Resulü’nün ne kadar isabetli olduğunu bir kere daha anlamış oldu.
Mekke’den kaçıp gelen iki hanım da olmuştu: Ümmü Gülsüm binti Ukbe (Mekke’nin en tanınmış ailelerinden birinin kızı) ve Erva binti Kureyz. Mekke’den birkaç kişi o kadınları da almaya gelmişlerdi ama Efendimiz (s.a.v.) onlara anlaşmada kadınlar için bir maddenin yer almadığını söyledi. Efendimiz bunu daha önceden fark etmişti ama iş fayda sağlayana kadar bunu ifşa etmedi ve kadınları geri göndermedi.
Mekkeliler antlaşmaya sadık kalmadılar ve antlaşma da 10 yıl sürmedi. İttifak ettikleri Beni Bekir kabilesi (Mekke) Huzâa kabilesine (Medine) saldırdı. Bu saldırıya karşı Mekke tarafının önlem alması gerekiyordu. Önlem almadıkları için suçlu taraf Mekke oldu. Ebu Sufyan bunun istisna olmasını istedi ama Efendimiz (s.a.v.) onların Ebu Cendel’e istisna hakkı tanımadıkları gibi bunu kabul etmedi.
Allah Resulü (s.a.v.) barış ortamı sağlanınca rahata kavuşmak yerine yine durmadı ve hemen Hayber’e yöneldi. O anları Efendimiz (s.a.v.) tebliğ ve davet adına güzel bir şekilde değerlendirdi. Hudeybiye birlerce insanın iman etmesine vesile olacak bir zemine dönüşmüş oldu.
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.