HERKES İÇİN SİYER - 21. BÖLÜM (KÜFRÜN TEK MİLLET OLDUĞU SAVAŞ: HENDEK GAZVESİ)






HERKES İÇİN SİYER - 21. BÖLÜM (KÜFRÜN TEK MİLLET OLDUĞU SAVAŞ: HENDEK GAZVESİ) 

Bismillahirrahmanirrahim.

“Küfür tek millettir.”

Bu söz bize birçok ayetin ve hadisin mesajını verir. Kur’an’ı Kerim’de ehl-i kitabın, müşriklerin ve diğer din mensupların birbirlerinin dostları ve destekçileri olduğu belirtilmektedir.

Allah Resulü (s.a.v) bunlarla nasıl mücadele edeceğimizi öğretmiştir bize. Çünkü O, düşmanını çok iyi tanıdı ve onların zafiyetlerini bilerek bunun üzerinden strateji geliştirdi ve eldeki imkânlara göre hareket tarzı belirledi. Her zaman doğru işi doğru zamanda yaptı.

Bugün Uhud da Bedir de Hendek de var hayatımızda ve iki alanda mücadele ediyoruz: ilim ve iktisat. Bu iki alanda cihat adına sorumluluklarımızı tespit edip gayret içerisinde olmalıyız. Küfürle savaş aynı, değişen sadece savaşın içinde kullanılan aletlerdir.

• HENDEK GAZVESİ’NİN SEBEPLERİ

Hicretin beşinci yılı, aylardan Şevval (miladi Şubat) idi. O aylarda Medine’de ciddi soğuklar

vardı.

Allah Resulü (s.a.v.) Uhud’dan sonra toparlanmış ve Beni Nâdir’i sürüp çıkarmıştı. Beni Nâdir Yahudileri Hayber’e gittiler ve Efendimiz’in aleyhine yönelik planlar kurmaya başladılar. Küfrün önderleri olarak -biri Safiye annemizin babası Huyey b. Ahtab idi- ne yapacakları konusunda istişare için bir araya geldiler. Tek başlarına hareket etmek yerine Hz. Muhammed’e düşman olan diğer kabileleri de toplayıp bir güç oluşturmayı ve son bir darbeyle bu işi kökünden halletmeyi plandılar. Efendimiz’e en çok düşman olan Mekke idi. Bu sebeple bir heyet toplandı ve Mekke’ye gitti. Ebu Sufyan ve Mekke’nin ileri gelenleri ile toplantı yaptılar. Ebu Sufyan onlara “Muahmmed’e (s.a.v.) düşmansanız bizim dostumuzsunuzdur.” dedi. Heyet, her kabileden 50 insanın gelmesini teklif etti. (12 tane ana kabile vardı ve toplam 600 kişi eder) ve hepsi ile konuştuktan sonra hep birlikte Kâbe’nin örtüsünün altına girip dua ettiler (Yahudiler Kâbe’yi mabet olarak kabul etmemelerine rağmen).

Ebu Sufyan biraz daha güven oluşturmak için gelen heyete “Bizi mi daha hayırlı görüyorsunuz yoksa Muhammed’i mi?” diye sordu çünkü Yahudiler de ehl-i kitap mensubu idi ve bu yüzden Ebu Sufyan onların Hz. Peygamberle ortak noktaları olduğunu vurgulamak istiyordu. Yahudiler de cevaben Mekkelilerin daha hayırlı olduğunu söylediler çünkü Kâbe onlardaydı.

Mekkeliler ile anlaşan Yahudiler, Gatafân ve civar bölgelerdeki diğer Araplara da haber gönderdiler. Netice itibariyle 10-12 bin kişilik ortak bir ordu kuruldu.

Huzâalılar, Allah Resulü’nün (s.a.v.) müttefikleriydiler ve Yahudiler ile Kureyş’in savaşa hazırlandığını Hz. Peygamber’e bildirmişlerdi. Efendimiz (s.a.v.) aldığı haber üzerine istişare etmek için sahabeyi topladı (Tevhid, adalet ve meşveret/istişare her zaman için olmazsa olmaz!). Şehir savunması mı yoksa meydan savaşı mı yapacakları konusunda alternatifleri tartıştılar. Aralarından Selmân-ı Fârisî söz aldı ve İranlılar olarak sayıca kendilerinden daha fazla bir ordu ile karşılaştıklarında şehri hendekler kazarak koruduklarını beyan etti. Efendimiz (s.a.v.) de sahabe de bunu ilk kez duyuyorlardı çünkü bölgede daha önce uygulanan bir yöntem değildi. Allah Resulü (s.a.v.) onun bu fikrini makul gördü ve birkaç sahabeyi de yanına alarak keşfe çıktı.


• HAZIRLIKLAR

 Medine, arkasında ve iki kenarında sönmüş volkanik dağlarla U şeklinde doğal bir korunma altında idi. Allah Resulü (s.a.v.) burada açık alanı tespit etti ve eline bir asa alarak hendeklerin nereden nereye kadar çizileceğini belirledi. Medine’nin giriş yolunu hendeklerle kapattıklarında düşmanın girebilmesi mümkün olmayacaktı. Bunun üzerine hendeğin kazılmasına karar verildi.

Düşmanlar Kanât Vadisi’nden geleceklerdi ve o tarafa 5,5 km’lik bir hendek kazıldı.

Burada tek sıkıntı Kurayzaoğulları idi. Efendimiz de onlar için başka bir önlem aldı.

• KAZILAN HENDEKLER VE YAŞANANLAR

Allah Resulü (s.a.v.) hendekleri kazmaları için 3000 sahabeyi onar kişilik gruplara ayırdı ve her gruba kazmaları için 20 m tayin etti. Efendimiz de dâhil olmak üzere gece gündüz çalıştılar. Sadece kaytaran münafıklardı.


Dolayısıyla bazı yerlerde biraz aksaklıklar oldu ve bu yüzden bazı kaynaklarda sahabenin acele ettiği rivayet edilir ve yine kaynaklarda hendeklerin 6 – 20 gün arasında tamamlandığı belirtilir.

Efendimiz (s.a.v.) hendek kazıldığını haberinin Mekke’ye gitmesini engelledi. Bu konuda bütün tedbirleri almıştı.

Gruplar oluşturulurken fikir Selmân-ı Fârisî’den geldiği için herkes onun kendi grubunda yer almasını istiyordu. Efendimiz (s.a.v.) bunun üzerine “Selmân bizdendir, ehli beytimizdendir.” dedi. Selmân-ı Fârisî İranlı ve Fars kökenli idi. Yaptığı iş Allah Resulü’nün yoluna uygun olduğu için Efendimiz (s.a.v.) böyle demişti çünkü mesele soy meselesi değil yol meselesi idi. Efendimiz (s.a.v.) bu sözüyle aslında ona büyük bir rütbe vermişti. (Onun yolundan yürüdüğümüz sürece salli barik dualarında okuduğumuz gibi biz de âli Muhammed’iz inşallah.)


Hendekler soğuğa ve açlığa rağmen gece gündüz kazıldı. Efendimiz (s.a.v.) de gruplara dâhil olarak çalıştı. Çadırını oraya kurdurmuştu. Arada sahabeyi hareketlendirmek için şiirler ve motive edici sözler söyledi, ensar ve muhacire dualar etti. Abdullah b. Revâha da Hz. Peygamberin şairi idi. Allah Resulü (s.a.v.) bir söz söyleyince onun üzerine destan oluşturdu. Yine Amr isimli bir sahabi sözleriyle develeri bile coşturmuştu, Allah Resulü onun için dualar etti. O ruh hali içerisinde birbirlerini yüreklendiriyorlardı. Kim ki müminleri yüreklendirirse salih bir amel yapmıştır. Yiğit adam müminlerin üzerinden korkuyu kaldıran adamdır.

Bir gün hendeği kazarlarken yerinden etmesi güç olan koca bir kaya ile karşılaşıldı. Sahabe kazı güzergâhını değiştirip değiştirmemek için Efendimiz’e danıştı. Allah Resulü (s.a.v.) kayaya baktı ve Selmân-ı Fârisî’nin elinden balyozu alarak kayanın üzerine çıktı. “Bismillahi Allahu Ekber!” diye vurduğu her seferde kayadan kıvılcımlar çıktı ve kaya paramparça oldu. Efendimiz (s.a.v.) sahabeye dönüp Allah’ın her bir kıvılcımla Kisra’nın (İran), Kayser’in (Bizans), San’a’nın (Yemen) saraylarını ve topraklarını müjdelediğini söyledi. Bunu duydukları zaman müminlerin gelecek zaferlerin heyecanı ile imanları arttı ve “Allahu Ekber!” nidaları yükseldi. Onların arasında İstanbul’un müjdesi de vardı. Allah Resulü (s.a.v.) bu müjdeleri verdiği zaman Mekke ve Kâbe işgal altındaydı ama O, hedefleri büyütmüştü çünkü hedefler büyürse himmet de büyür ve o hedeflerin altı doldurulursa Allah’ın yardımı da gelir.

Cabir b. Abdullah, hendekler kazılmaya devam edilirken gelip eşine Allah Resulü’nün günlerdir hiçbir şey yemediğini söyledi ve bir şeyler hazırlayıp evlerine çağırmak istediğini söyledi. Cabir b. Abdullah, Allah Resulü’nü özel olarak davet etmek istiyordu ve bunun için fırsat kolluyordu. Bir fırsatını bulduğunda da Efendimiz’in (s.a.v.) yanına giderek davetini yaptı. Allah Resulü yüksek sesle sadece ben mi diye sordu. Cabir b. Abdullah isterse Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in de gelebileceğini söyledi. Efendimiz bu sefer sadece biz mi diye sorunca Cabir (r.a.) yemeklerinin bu kadar olacağını açıkladı. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) ayağa kalkarak tüm sahabeyi Cabir b. Abdullah’ın evine davet ettiğini duyurdu. Cabir b. Abdullah eve geldiğinde durumu eşine izah etti ve eşi de ona eğer Allah Resulü böyle dediyse mutlaka bir bildiğinin olduğunu dile getirdi. Sahabe eve onar onar girdiler ve yemeklerini yediler. Ordunun hepsi karnını doyurduğunda Efendimiz (s.a.v.) Cabir b. Abdullah’a gidip ehli ile birlikte yemeğini yemesini söyledi. Cabir b. Abdullah eve girdiğinde yemek olduğu gibi duruyordu. Bu, Resulullah’ın eli ile yemeğin bereketlenmesi idi. Allah (c.c.) Efendimiz’e bu ikramı defalarca yapmıştı. (Bunun adı mucizedir ve Müminlerin imanını artıracak bir şeydir.)

Kazmalar işlemleri nihayete erdiği anda 12 bin kişilik hizipler ordusu da gelmişti. Medine’ye yaklaştıklarında hiç ummadıkları bir şey ile karşılaşmışlardı. Bu yüzden Efendimiz’e karşı sinirlendiler.

Hendeğin bazı yerlerinde dar yerler vardı ve geçişler oluyordu. “Bin savaşçıya bedel” lakaplı Amr b.Abd-i Vudd hendeğin dar bir yerinden İslam ordusunun bulunduğu tarafa geçti ve "Cennet iddiacıları neredeler? İçinizden beni cehenneme göndermeyi veya kendisi cennete gitmeyi isteyen yok mu?" diye bağırarak mübâreze için kendisine bir rakip istedi. Onun bu meydan okuması herkesin kalbine bir korku düşürmüştü. Hz. Ali, "Ben çıkarım ya Resûlallah" dedi ama Resûlullah onu oturttu. Amr ikinci ve üçüncü kez savaşacak birini talep etti. Hz. Ali'den başka kimse ona cevap vermedi. Resûlullah her defasında onu oturtuyor ve "Ya Ali, bu Amr'dır." diyordu. Bu olay üçüncü kez tekrarlanınca Hz. Ali yerine oturmadı ve “Ya Resûlallah! Eğer o bin savaşçıya beden Amr ise, ben de anamın isimlendirmesiyle Haydar-ı Kerrar’ım." dedi. Sonunda Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Ali'nin gitmesine izin verdi ve başına kendi sarığını geçirdi. Ardından ellerini kaldırarak şöyle dua etti: "Allah'ım Hamza'yı Uhud günü aldın. Bu da kardeşim ve amcamın oğlu Ali'dir. Beni yalnız bırakma,


Sen mirasçıların en hayırlısısın." (Mevsuatu't-Tarihi'l-İslami, c.2, s.491-492; El-Menakıb Harezmi, s.144; Es-Siretü'n Halebiyye, c.2, s.318).

Amr b. Abd-i Vudd, Hz. Ali'yi karşısında görünce şaşırdı. Hz. Ali onu imana davet etti. Amr kabul etmedi. Hz. Ali bunun üzerine, "O halde benimle savaşacaksın" dedi. Amr, "Geri dön. Baban arkadaşımdı. Seni öldürmek istemem" deyince, Hz. Ali, "Ama ben, Hakk'a yüz çevirdiğin müddetçe vallahi seni öldürmek isterim." diye cevap verdi.” (El-İrşad, Şeyh Müfid, s.43-45) ve onu öldürdü. Hz. Ali'nin tekbir sesleri duyulduğunda herkes Hz. Ali’nin Amr b. Abd-i Vudd’u öldürdüğünü anlamış oldu.

Hendeği geçmeye çalışan başkaları da oldu ama sahabe izin vermedi. Nevfel b. Abdullah yaya olarak geçmeye çalışınca sahabe tarafından ok yağmuruna tutuldu, sonra taşlandı. Yahudiler ve Kureyş ordusu onun cesedini almak istediler ama yaklaşamadılar. Bunun üzerine Efendimize haberci yolladılar. Cesedi alma karşılığında 10 bin dirhem teklif ettiler. Efendimiz (s.a.v.) parayı reddederek cesedi almalarına izin verdi. Allah Resulü’nün bu eylemi onların yüreğinde farklı bir etki oluşturdu çünkü İslam’a ve Hz. Peygambere karşı önyargıları vardı.

• ZOR ZAMANLAR, AĞIR İMTİHANLAR, DERİN İHANETLER

Süreç uzadıkça uzadı. Bir gün Resulullah (s.a.v.) ve Müslümanlar öyle bir ok yağmuruna tutuldular ki o gün namaz kılamadılar. Eğer çatışma varsa korku namazı kılınabiliyordu. (Efendimiz en az dört kez korku namazı kıldırdı.) Ama o gün onu bile kılamadılar. Akşama kadar namaz için imkân bulamadılar ve akşam imkân doğduğunda Efendimiz (s.a.v.) ellerini açtı ve orada beddua etti.

Uhud’da mağaranın önüne geldiklerinde Allah Resulü’nün yanında Talha b. Ubeydullah ve Sa’d b. Ebi Vakkas vardı. Hz. Talha orada Efendimiz’den müşrikler için beddua etmesini istemişti. Efendimiz (s.a.v.) de o kadar eziyet görmesine rağmen ellerini açıp “Ey Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” şeklinde dua etmişti. Hendekte namaz söz konusu olduğunda ise “Ey Kitabı indiren, hesabı çabuk gören Allah’ım! Ahzabı (hizipleri) hezimete uğrat. Allah’ım, onları yenilgiye uğrat ve onlara sarsıntı ver.” diye bedduada bulundu.

Sonuçta ordu Allah Resulü’nün söylediği gibi darmadağın oldu.

!!! Efendimiz (s.a.v.) savaşta bile namaza bu kadar ehemmiyet vermişken bizim hangi işimiz namazdan daha önemli ve daha hayırlı olabilir? !!!

• NEBEVİ STRATEJİNİN EN GÜZEL ÖRNEĞİ

Süreç uzayınca Kurayzaoğulları Yahudileri de ortalığı karıştırmaya niyetlendiler. Huyey b. Ahtab orduya gidip Müslümanları iki ateş arasında bırakmayı ve kalelerde saklanan aile üyelerine saldırmayı teklif etti.

Efendimiz (s.a.v.) de bu arada beşer planında olması gerekenleri yapıp stratejiler üretiyordu. Zübeyr b. Avvâm’ı Kurayzaoğulları’nı kontrol etmesi için gönderdi. Hz. Zübeyr üç kez gidip geldi ve bir hazırlık içerisinde olduklarını haber verdi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) Sa’d b. Muâz ve Kurayzaoğulları ile anlaşmaları olan birkaç Medineliyi onları ikna etmelerini için görevlendirmişti ama onlar iknada başarılı olamadılar. Efendimiz (s.a.v) neticeyi sorduğunda sahabenin moralini bozmamak için Sa’d b.Muâz sadece “Adel ve Kare” cevabını verdi. Onların ihanet üzere olduklarını kastetti. (Çünkü o kabileler Recî vakasında ihanet etmişler ve muallim olarak giden sahabileri öldürmüşlerdi.)


Efendimiz (s.a.v.) 200 ve 300 kişilik birlikler hazırlayıp onlardan Medine’de büyük bir ordu varmış gibi ayrı ayrı yerlerde ve yüksek sesle kendilerini Yahudilere hissettirmelerini istedi. Bir güç gösterisi ve psikolojik harp oluşturdular. Öyle ki Yahudilerin bundan ödü koptu.

Yahudilerden bazıları Müslümanların hanımlarının ve çocuklarının oldukları kaleye yaklaşmaya başladı. İçeride savaşmayı bilmediği için sadece Hassan b. Sâbit vardı. Hz. Hamza’nın kız kardeşi Hz. Safiye annemiz Hassan b. Sâbit’in yerine kaleye girmeye çalışan adamı yere serdi. Geldiğinde Hassan b. Sâbit ‘e adamı öldürdüğünü ve gidip ganimetleri almasını ve adamı kaleden aşağı devirmesini söyledi ama Hz. Hassan bunu yapamayacağını söyledi. Hz. Safiye annemiz gidip dediklerini kendisi yaptı (“İş başa düştüğünde ümmetin hanımları da aslandır.” M. Emin Yıldırım). Hassan b. Sâbit’in (r.a.) bunları yapamaması savaşma kabiliyetinin olmamasından dolayı idi. Efendimiz (s.a.v.) onun için “Onun dilinin üzerinde meleğin dili vardır. Başkalarının kılıçla yaptıklarının kat kat fazlasını Hassan sözüyle ve şiiriyle yapmaktadır. Onu Ruhu’l Kuds ile Allah desteklemiştir.” buyurdu.

Yahudiler Gatafân oğullarını Hayber’in bir yıllık tüm mahsullerini verme şartıyla ikna etmişlerdi. Allah Resulü (s.a.v.) Gatafân oğullarını çağırıp onlara Medine hurmalıklarının 1/3’ünü vermeyi teklif etti ama onlar tamamını istediler. Efendimiz (sa..v.) itiraz etti ve onlar da dönüp gittiler. Efendimiz ’in böyle yapmakta ki amacı Yahudiler ile Gatafân Araplarının arasına güvensizlik sokmaktı. Nitekim bu stratejisi ile de başarılı oldu.

Allah Resulü (s.a.v.) yine onların kabile liderlerinin olduğu bir yerde konuşurken Sa’d b. Muâz ile Sa’d b. Ubâde Resulullah’a bunu kendisinin mi söylediğini yoksa bir vahiy mi olduğunu sordular. Eğer bu Allah’ın isteği ise söyleyecekleri bir şey yoktu ama Resulullah’ın kendi içtihadı ise bunu ensar daha fazla bedel ödemesin diye yapıyordu. Onlar da Allah Resulü’nden kendileri için böyle bir şey yapmamasını istediler ve “İslam’dan önce bile olsa Medine’nin bir tek hurmasını onlara vermezdik.” dediler.

Yahudiler ile Gatafânlılar arasındaki güvensizlik devam ederken Gatafân’dan Nuaym b. Mes’ud gelip Efendimiz’e Müslüman olduğunu söyledi ve hemen ne yapmasını gerektiğini sordu. Allah Resulü (s.a.v.) de onları birbirlerine düşürmesini istedi. (“Harb hiledir.” sözünü Efendimiz ilk kez burada kullandı. Bu bir strateji üretme idi, ilkelerden taviz vermek yoktu.) Nuaym b. Mes’ud Efendimiz’in isteği üzerine Kurayzaoğulları ile hizipler ordusunun aralarını karıştırdı.

Allah Resulü (s.a.v.) en son hizipler ordusunun halini tam anlayabilmek için sahabeden birini yanlarına göndermek istedi. O kişi de Huzeyfe-tü’l Yemânî idi.

Yıllar sonra Huzeyfe-tü’l Yemânî (r.a.) Medain’deyken yanındaki birkaç kişi “Keşke biz de Resulullah’ın zamanında yaşasaydık, biz de Uhud’a, Hendek’e katılsaydık da destan üzerine destan yazsaydık...” gibi söylemleri dile getirince onlara Hendek’te Allah Resulü’nün kendisini düşman ordusuna yollayışını anlattı: Allah Resulü (s.a.v.) Hendek gecelerinden birinde üç kez kimin düşmanın içerisine gidip kendilerine haber getireceğini sormuştu. Sahabe aşırı soğuktan büzüşmüş bir haldeydi ve başlarını bile kaldıracak mecalleri yoktu. Allah Resulü (s.a.v.) “Kim gider bana düşmandan bu haberi getirirse cennette ben onunla yan yanayım.” buyurdu. Sahabe buna can atardı ama hallerinden dolayı hiçbiri kendisinde o cesareti bulamamıştı. Sonunda Efendimiz (s.a.v) bu görevi Huzeyfe-tü’l Yemânî’ye verdi ve o gidip gelene kadar ne açlık ne üşüme hissedeceğini söyledi. Asla kılıç ve ok kullanmaması konusunda da onu tembihledi. Sonra da Resulullah (s.a.v.) onu dualarla gönderdi


Huzeyfe-tü’l Yemânî (r.a.) düşmanın komuta çadırına kadar yaklaştığında Ebu Sufyan’ı gördü ve onu okuyla öldürmek istedi.


Yayını bile germişti ama Allah Resulü’nün sözünü hatırlayınca bundan vazgeçti ve düşmanların yanına oturdu. Ebu Sufyan bir şeylerden şüphelenmiş olacak ki askerlerden hepsinin yanındakini tutup ona kim olduğunu sormasını istedi. Huzeyfe-tü’l Yemânî yanındakilerden önce davranarak onlara kim olduğunu sordu ve böylelikle düşman askerlerin kendilerini fark etmelerini önlemiş oldu. Konuşmaları dinledikten sonra hizipler ordusunun ittifaklarının ve morallerinin bozulmuş olduğunu gördü.

Kendi ordusuna geri döndüğünde Allah Resulü (s.a.v) o anda hanımlarına ait bir kilimin üzerinde ibadet ediyordu ve Huzeyfe-tü’l Yemânî’ye yanına oturmasını söyledi. Oturdu anda üşümeye tekrar başladı. Efendimiz (s.a.v.) onun üşüdüğünü fark ettiğinde o kilimin bir parçasını üzerine attı ve duyduklarını anlatmasını istedi. Huzeyfe-tü’l Yemânî başından geçenleri anlattığında Efendimiz hamd etti ve ona dualarda bulundu.

Huzeyfe-tü’l Yemânî, Allah Resulü’nün sırdaşı olmuştu ve Efendimiz (s.a.v.) kimseye vermediği sırlarını ona vermişti. Ümmetin kara kutusu pozisyonundaydı. Efendimiz (s.a.v.) ona münafıkları isim isim bildirmişti. Hz. Ömer bu isimlerin arasında kendisinin olup olmadığını sormuş ama Huzeyfe-tü’l Yemânî’den bir cevap alamamıştı çünkü bu bir sırdı. Bunun üzerine Hz. Ömer ve sahabeden bazılarını bunu bildikleri için onun hangi cenazelere katıldığını, kime nasıl davrandığını gözlemlemeye başlamışlardı. (Sır saklayan insan şahsiyet sahibi insandır.)

Nifakı ve münafıklığı bu kadar iyi tanıyan biri olan Huzeyfe-tü’l Yemânî’ye nifakın ne olduğu sorulduğunda: “Nifak, İslam’dan dem vurup onunla amel etmemektir.” demiştir.

• KURAYZAOĞULLARININ İHANETİ VE VERİLEN CEZA

Allah Resulü (s.a.v.) hizipler ordusu çekilmeye başladıklarında İslam ordusunu da yavaş yavaş

çekti. Onlar tamamen çekildiklerinde de Efendimiz Mescid-i Nebevi’ye döndü.

Sahabeden Sa’d b. Muâz yaralanmıştı. Giydiği zırh biraz kısaydı ve zırhın kaplamadığı yerden koluna ok gelmiş ve çok kan kaybetmişti. Efendimiz (s.a.v.) Mescid-i Nebevi’deki yaralılar çadırında onunla ilgilendi. Kendi hücresine çekildiği anda Cebrail (a.s.) geldi ve melekler olarak kendi zırhlarını çıkarmadıklarını, Kurayzaoğullarının ihanetinin cezasının ödetilmesi gerektiğini söyledi. Burada zafiyet göstermek doğru değildi, Cebrail (a.s.) de bunun için gelmişti.

Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) ikindi namazını kılmadan sahabeyi harekete geçirdi. (Sahabe arasında namazı ne zaman kılacakları konusunda ihtilaf olmuştu.) Gidip Kurayzaoğullarının kalelerini 15 gün boyunca kuşattılar. Kurayzaoğulları direnemeyince Efendimiz’den Sa’d b. Muâz’ın hakem olmasını istediler. Sa’d b. Muâz bunu kabul etti ve onu yaralı bir halde taşıyarak getirdiler. Sa’d b. Muâz onlara uyarmış olmasına rağmen kendisini dinlemediklerini hatırlatarak “Hz. Muhammed’e gelen Kur’an’a göre mi yoksa elinizdeki Tevrat’a göre mi hüküm vereyim?” diye sordu. Kur’an’da ihanete verilen hüküm sürgün edilmekti. Tevrat’a göre ise de öldürülmekti ve onlar da bunu istediler. Efendimiz (s.a.v) Sa’d b. Muâz’a verdiği hükmün göklerdeki hükme denk geldiğini söyledi.

Sa’d b. Muâz yine yaralı bir şekilde taşındı. Allah Resulü (s.a.v.) gece evindeyken Cebrail (a.s.) gelip ona ümmetinden birinin vefat ettiğini ve meleklerin saf saf yeryüzüne indiğini haber verdi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) koşarak yetişmeye çalıştı. O sırada Sa’d b. Muâz’ı kavmi Abdüleşhel oğulları almış ve mahallelerine doğru götürüyorlardı. Efendimiz’in telaşlı halini gören sahabe meraklandı. Allah Resulü (s.a.v.) onlara “Kardeşiniz Sa’d vefat etti, melekler saf saf onun cenazesi içininiyor. Korkarım ki melekler onu Hanzala gibi bizden önce yıkasınlar ve bizi bu sevaptan mahrum etsinler.” dedi ve Sa’d b. Muâz’ın cenazesine de yetişti ve bizzat kendisi ilgilendi. Bâki kabristanlığına defnedileceği zaman kalıplı biri olmasına rağmen tabutu çabuk hafifti. Efendimiz (s.a.v) sahabeye “Siz mi taşıyordunuz sanki?” diye cevap vermiştir çünkü onun vefatı ile arş titremiştir. Resulullah (s.a.v.) cenaze namazını kıldırırken gözyaşlarını tutamamış ve 6-7 kez tekbir almıştır.

Allah Resulü (s.a.v.) Hendek Gazvesi’nden sonra hizipler ordusu için “Bundan sonra biz gidip onlarla çarpışacağız; artık onlar, gelip bizimle çarpışamayacaklardır!” buyurdu. (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 4, s. 262.)

• YEDİ MESCİDLER

    Efendimiz ‘in fetih/komuta çadırı diye kurdurduğu kendi çadırının yeri

Hendek çadırlarının kurulduğu yer

* Bu mescitleri ilk yaptıran Ömer b. Abdülaziz’dir.

*

  NOT: Hudeybiye’den dönerken Fetih suresi nazil olmuştur. Fetih olmadan suresi inmiştir. Fetih suresini bu nazarla okuyalım. 29. Ayet sahabeyi Kur’an’da en güzel anlatan ayettir:

“Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”

Hiç yorum yok: