KİBİR BAHSİ -11

Âlim kişi kâfir bir kimseye baksa dahi, ona karşı tekebbür etmesi mümkün değildir; zira kâfirin müslüman olması ve sonunun imanla mühürlenmesi, âlim kişinin de dalâlete gitmesi, sonunun da küfürle son bulması düşünülebilir.

Âhirette Allah katında değerli olan kimse büyüktür. ; zira nice müslüman vardır ki Hz. Ömer'e müslüman olmadan önce bakıp onu hakir görmüş, küfründen dolayı ona aldırmamıştır.
Oysa Allah Teâlâ Hz. Ömer'e İslâm'ı nasib etti. Hz. Ebubekir hariç, bütün müslümanlardan üstün kıldı. Bu bakımdan neticeler insanlardan gizlidirler. Akıllı bir kimse de ancak neticeye bakar. 

Dünyadaki bütün faziletler ancak netice için talep edilir. Durum bu iken kulun hakkı hiçbir kimseye karşı gurura kapılmamaktır. Cahil bir kimseye baktığı zaman 'Bu cehaletiyle Allah'a isyan etmiş, ben ise ilmimle Allah'a isyan ediyorum. Bu bakımdan Allah katında onun özrü benimkinden daha makbuldür!' demelidir. 
Âlim kişiye baktığında 'Bu benim bilmediklerimi öğrenmiş. Ben nasıl onun gibi olurum!' demelidir. Yaşça kendisinden daha büyük olan birine baktığında şöyle demelidir: 'Bu benden önce Allah'a itâat etmiştir. Bu bakımdan ben nasıl onun gibi olabilirim?' Küçüğe baktığı zaman şöyle demelidir: 'Ben ondan önce Allah'a isyan etmişim. O halde ben nasıl onun gibi olabilirim?' Bid'atçı ve kâfire baktığı zaman 'Ben ne bileyim, belki bu, sonunda müslüman olur. Ben de onun şimdi üzerinde bulunduğu (Allah korusun) duruma düşerim. 
O halde "hidayetin devamı benim elimde değildir.
Nitekim başlangıcının da bana ait olmadığı gibi..." demelidir. 
Öyle ise neticenin düşünülmesiyle kul, kibri nefsinden uzaklaştırmaya muktedir olur. 

Bütün bunlar kemâlin ahiret saadetinde ve Allah'a yaklaşmakta olduğunu, devamlı olmayan dünyanın şâşâlarında olmadığını bilmesine bağlıdır. Yemin ederim bu tehlike, gurura kapılan ve kendisine karşı kibir taslanan kişiler arasında müşterektir. Fakat herbirine himmetini kendi nefsine sarfetmesi, akıbetinden korktuğu ile meşgul olması uygun ve lâyıktır. Başkasının korkusuyla meşgul olmamalıdır. Çünkü şefkat gösteren insan, su-i zan yapmanın oburudur. Oysa her insanın şefkati kendi nefsinedir. Bu bakımdan bir cemaat, bir cinayetten dolayı hapsedildikleri zaman, hepsinin boynunun vurulmasıyla tehdid edildikleri an, artık bazısı diğerine karşı kibir takınmaya vakit bulamaz. Her ne kadar tehlike hepsini birden kaplamakta ise de; zira herbiri başkasına bakamayacak kadar meşguldür. Sanki onların her biri o musibet ve tehlikede tek başınadır.

Soru: Bu duruma göre Allah yolunda nasıl bid'atçı ve fâsık bir kimseden nefret edeceğim? Oysa onlardan nefret etmekle emredildim. Sonra buğz ile tevazuyu bir araya getirmek, ters düşenleri bir araya getirmek demektir?

Cevap:Bu karışık bir durumdur. Halkın çoğu burada hayrette kalır; zira Allah için bid'atı ve fıskı inkâr etmek hususundaki nefret, nefsin kibri, ilim ve takvanın ucb'a sürüklenmesiyle karışır. Nice cahil âbid ve mağrur âlim vardır ki fâsık bir kimsenin yanında oturduğunu gördüğü zaman, o fâsıkı rahatsız etmek suretiyle yanından kaldırmak ve nefsinde gizli olan bir gururdan dolayı ondan uzaklaşmak ister. Bu kimse Allah için o fâsıktan nefret ettiğini ZANNEDER. Nitekim daha önce İsrailoğulları'nın âbidinin onların rezil kimsesine karşı yaptığı gibi....
Bunun hikmeti şudur: Allah'a itaat eden bir kimseye karşı gurura kapılmanın şer olduğu belli... Bundan sakınmak da mümkün!
Fâsık ve bid'atçıyı gördüğün veya onlara emr-i bi'l-mâruf ve nehy-i an'il-münker yaptığın zaman ,kalbinde üç şeyin hazır bulunması gerekir:

O şeylerin birincisi; daha önce geçmiş günahlarına ve hatalarına bakmandır, bu bakış senin gözünden senin kıymetini düşürür.

O şeylerin ikincisi; senin alâmet-i fârikan olan ilminin, hakka inanmanın ve salih amelinin, ancak Allah'tan sana verilmiş bir nimet olduğunu düşünmendir. Bu bakımdan burada minnet senin değil, Allah'ındır. Bunu Allah'tan bilmelisin ki nefsin ucb'a kapılmasın. Ucb'a kapılmadıysa gurura da kapılmaz.

O şeylerin üçüncüsü;hem kendi akibetinin hem de o adamın akıbetinin mübhem olduğunu düşünmektir. Senin için son nefesin kötü bir şekilde kapanabileceğini, onun için de güzel bir şekilde kapanabileceğini düşünmelisin ki korku seni ona karşı böbürlenmekterı alıkoysun!

Soru: Bütün bu hallerle beraber ben nasıl öfkeleneyim?

Cevap:Sen sadece mevlân için, efendin için öfkeleneceksin; zira O, kendisi için öfkelenmeni emretmiştir. Senin NEFSİN İÇİN ÖFKELENMENİ emretmemiştir. Sen öfkelendiğin zaman NEFSİNİ KURTULMUŞ, ARKADAŞINI DA HELÂK OLMUŞ GÖRMEMELİSİN. Aksine Allah Teâlâ'nın senin gizli günahlarını bildiğini düşünerek nefsin için, o adamın cehaletle beraber akibetinin korkusundan daha fazla korkmalısın. Anlaman için bunu bir misâl ile anlatayım. Allah için, kendisine öfkelendiğin bir kimseye karşı BÖBÜRLENMEN, buğzetmen, zarurî birşey değildir. DEĞERİNİ ONUN DEĞERİNDEN üstün BİLMEN ZARURİ DEĞİLDİR.

Bu hususa şöyle bir misâl verebiliriz:

Sultanın gözünün nuru olan bir evlâdı vardır, bir de hizmetkârı... O hizmetkâra çocuğu muhafaza etmek görevini vermiş ve edebe mugayir bir harekette bulunup lâyık olmayanla meşgul oldu mu ona kız ve vur! diye emretmiştir. Eğer hizmetkâr efendisine mûtî ve dost ise, çocuğun edeb dışı bir hareketini gördüğü zaman, öfkelenmeyi kendisine zarurî görür. Çünkü köle, ancak mevlâsının emrini yerine getirmek suretiyle mevlâsına yaklaşmak ister. Mevlâsının hoşuna gitmeyen bir hareket çocuktan sâdır olduğu zaman gururlanmaksızın döver ve öfkelenir. Fakat mevlâsının evlâdına karşı mütevazidir. Mevlâsının nezdinde o çocuğun kıymetinin, kendi kıymetinden üstün olduğunu bilir. Çünkü evlâdın hizmetçiden daha aziz olduğunda şüphe yoktur. Bu bakımdan GURUR ve ADEM-İ TEVAZU, ÖFKELENMENİN GEREĞİ DEĞİLDİR. İşte aynen bunun gibi bid'atçı ve fâsığa bakıp onların ahirette Allah katında kıymetleri ezelde takdir edilen imandan ötürü senin kıymetinden daha üstün olduğunu düşünmen mümkündür. Senin de ezelde kötü kaza ve kaderinden ötürü gafil olduğun halde, onların senden üstün olduklarını sanabilirsin. Bununla beraber, sen mevlânın sevgisinden ötürü emrin hükmüne uyarak bid'atçı ve fâsığa kızarsın. Çünkü onlardan mevlânın hoşuna gitmeyen hareketler sudur etmiştir. Bunu, mevlânın nezdinde ahiret âleminde mevlâya senden daha yakın olması muhtemel olan bir kimseye tevazu göstermekle beraber yaparsın. İşte bazı âlim ve akıllılar böyle yapardı. Buna korku ve TEVAZU da eklenirdi.
Mağrur bir kimseye gelince, o gururlanır, başkasına ümit ettiğinden daha fazlasını kendisine ümit eder. Neticenin bilinmemesine rağmen böyle hareket eder. Bu, gururun son derecesidir. ALLAH'A karşı isyan eden veya bid'at oluşuna inanarak emr-i ilâhînin hükmüyle bid'atçıya kızıp ondan uzaklaşan bir kimse için tevazuyu elde etme yolu budur!