ALLAH Teâlâ’nın verdiği en büyük nimetlerden biri olan zaman, su gibi akar ve bir daha geri gelmez. Hele bu “sayılı günler” olursa, bir de Kutsal iklimde coşku ve heyecanla geçirilen sınırlı bir zaman dilimi ise, bir rüya gibi gelir insana. Daha o mübarek mekânlara alışayım, doyasıya yaşayayım derken, yoğun hac görevlerinin tamamlanmasıyla bir de bakarsınız ayrılık vakti gelivermiştir. Hacı “Kavuşmak güzel de, bir de ayrılık olmasa!” diye hüzünlenir. Belki de ilk defa kendi evine dönüşüne sevinemez.
ALLAH Teâlâ’nın evinden ayrılıp, kendi evine gidesi gelmez. Zoraki annesinden koparılan küçük bir çocuk misali, boynu bükük, gözü yaşlı, yüreği dağlı, hüzünlü bir şekilde çaresiz veda eder.
Aslında fani olan insanın geçici ömrü de böyle değil mi? İnsanın hayatı da nihayet sayılı günlerden ibaret değil mi? Keşke geçirdiğimiz zamanlar, hep bu iklimde geçirdiğimiz günler kadar bereketli ve iyi değerlendirilmiş olsa...
“Taze hacılar” şimdi sudan çıkmış balığa dönmüştür. Âdeta Cennet gibi bir iklimden, günah soğuğuyla dolu bir dünyaya dönüşün şaşkınlığı içerisindedirler. Tıpkı kızgın demirin suya daldırılışı gibi. Muhabbe-tullahın âdeta elle tutulur, gözle görülür hale geldiği, kâinatın sevgilisinin kokusunun hissedildiği beldelerden ayrılmak kolay mı?
Kâbe’den ayrılırken, hacının kalbinde fırtınalar eser. Bir taraftan böyle bir imkâna kavuştuğu için, içinde taşıdığı sonsuz şükür duygusu, dünya Müslümanlarıyla beraber olmanın sevinci, İslâm tarihini yerinde okumanın kazancı, ALLAH Teâlâ’nın misafiri olmanın verdiği iç huzur, haccı ifa etmenin verdiği hoşnutluk; diğer taraftan henüz Kâbe’ye, Zemzem’e ve Arafat’a doyamadan, belki de bir daha kavuşamamak üzere ayrılık... Haccının kabul edilip edilmediğinden emin olamadan ayrılık. Belki de şeytanı dize getiremeden, nefsini dizginleyemeden ayrılık... Yeterince arınamadan, manevi dirilişi ve silkinişi tam olarak gerçekleştiremeden ayrılık...
Bu duygu ve düşünceler içerisinde, bedenen ayrılmak zorunda olan hacı, kalbini Kâbe’de bırakamayacağı için, Kâbe’yi yükler yüreğine. ALLAH Teâlâ’nın evi olan Kâbe ile, ALLAH Teâlâ’nın nazargâhı olan kalbini birleştirir. Bundan sonra yüzünü her namazda Kâbe’ye çevirmekle kalmayacak, damarlarındaki kan, her an tavaf edecek yüreğindeki Kâbe’yi. Ölünceye kadar şirkin, küfrün, nifakın, fıskın giremeyeceği bir Harem bölge ilan ettiği kalbini, ruhunu iman, ihsan, takva ve sabır duygularıyla güçlendirdiği Mekke-i Mükerreme’den, yüreğine Kâbe’yi yükleyerek ayrılır. ALLAH Teâlâ’ya verdiği ahdi, sözü yenileyerek Hacer-i Esved’de biatını tazeleyerek döner.
Yüklendiği sadece Kâbe değildir aslında. ALLAH Teâlâ aşkı, ALLAH Teâlâ sevgisi, peygamber sevgisi, sahabe sevgisi, Müslümanlara karşı sevgi, saygı, kardeşlik duyguları... Bunların yanında, kardeşlerinin dertleri, sıkıntıları, yoksullukları, geri kalmışlıkları ve bütün bu olumsuzluklar karşısında bir şey yapamamanın üzüntüsü vb. nice duygular yüklenmiştir. Yoğunlaştırılmış hac eğitiminde bütün Müslümanların kardeş olduklarını, aynı inanç, ibadet ve ahlâka sahip olduklarını yaşayarak öğrenmiştir. Dilleri farklı olduğu için konuşamasalar da, beden dilleriyle tek bir vücut olduklarını kavramıştır.
ALLAH Teâlâ’nın evinden kendi evine dönerken, bu dönüşün aslında yine ALLAH Teâlâ’ya yapılan bir dönüş olduğunu bilir.
Zühdü ilke edin. Zühd, dünya işlerini terk etmek değildir. Zühd, dünyaya meyletmemektir. Parayı kalbine değil kasana koymandır. Bir camiye kapanıp gün boyu namaz kılarak zühde girmiş olmazsın. Yine ticaret yap, fabrikanda çalış. Ama yeğlediğin ahiret yurdu olsun. ALLAH'a itimadın sonsuz olsun.
Ahlâkını yüceltmeye devam et. Gözünü, kulağını haramdan koru.
Kur'an tilavetini ihmal etme. İlim meclislerine katıl. Kesinlikle hadis oku, fıkıh oku. Bir tefsir dersi izle.
Hacılara üç not
En büyük medreselerden biri olan haccı eda eden Müslüman, toprağın üzerinde iken bahşedilebilecek en büyük nimetlerden birini yaşamıştır. Tevhid ve teslimiyetin en çok ortaya çıktığı yerlerden biri olan hac, vahdet, adalet, denge, nefis terbiyesi ve ahlâk gibi bu ümmete ait meziyetlerin sindirildiği bir yer ve zamanı ihtiva etmektedir. Hac ibadeti ile müşerref olan bir Müslüman bunları düşünmelidir.
Bütün ibadetlerde olduğu gibi hacc ibadetinde de bir muhasebe yapmak gerekir. Haccın kalıcılığı, tesiri için gereklidir. Haccı Mekke-i Mükerreme'de bırakıp gelmek büyük bir kayıptır.
Birinci not: Şükret. Hacca layık bir şükür yap.
Milyonlarca mü'min arasından sana nasip oldu bu nimet. Seçilmiş olduğunu bil. Seni seçen ve Kâ'be'de bekleyen Rabbine şükretmen gerekir. En mübarek yerlere, en mübarek zaman diliminde ulaştın. Sıhhat ve afiyet içinde haccettin. Yüzün gülsün, için dolsun, gözlerin taşsın. Haccın coşkusu seni mutlu etsin. Aylarca, yıllarca o heyecanı kaybetme. Şükretmek, sadece 'elhamdülillah' deyivermek olamaz. Şükür, yürüyüşünde, tutuşunda belli olur. Konuşurken anlaşılır.
İkinci not: Haccetmeye şükret; evine kazasız, belasız dönüşüne şükret. Bıraktığını bulmana şükret. Şükrün gece sürsün, gündüz sürsün.
Haccın bütününe şükret, haccın içinde kazandıklarına şükret. Umreye şükret. Rengârenk din kardeşlerini görmene şükret. Günahlarından arınmana şükret. Zemzeme doymana şükret. Tarihin derinliklerini gözlerinle görmene şükret. Yolculuğunun iyi geçmesine şükret.
Üçüncü not: Sehl b. Sa'd es-Sâidî (R.A.) şöyle dedi: Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimiz Hayber harbinde müşriklerle savaşmakta olan bir adama baktı. O adam savaştaki yeterlilik bakımından en büyüklerdendi . Ona baktı da:
“Her kim cehennem ehlinden bir adama bakmak isterse, şu adama baksın!” buyurdu.
Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimizin bu sözü üzerine sahâbîlerden bir zât hiç ayrılmaksızın o adamı ta'kîb edip gözledi. O adam sonunda yaralanınca çabuk ölmek isteyerek kendi kılıcının sivri ucunu iki memesinin arasına koydu. Sonra üzerine dayanıp yüklendi, kılıç iki küreği arasından dışarı çıktı ve öldü. Onun bu işi Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimize ulaşınca:
“Kul, insanların görüşünde cennet ehlinin amelini yapar, hâlbuki o, muhakkak ateş ehlindendir. Yine kul insanların görüşünde ateş ehlinin amelini yapar, hâlbuki o, cennet ehlindendir. Ameller ancak ölüm sırasındaki sonlarına göre değerlendirilir.”9 Buyurdu.
Büyük bir gayretin boşa çıkması, biriktirdiklerinin heba olması ne büyük bir afet olur. Hac en büyük yatırımlardandır. Onu korumak, onunla ölmek hedefin olmalıdır.
Eskilerin sık kullandıkları bir benzetme vardır. O hepimiz için öğüt olmalıdır. Derler ki: İyi yere güvenip aldanma. Cennetten daha iyi bir yer mi vardır? Hz.Âdem (A.S.)ın başına gelen de orada gelmedi mi?
Hiç ara vermeden ALLAH Teâlâ'nın rızasını kazanacak işlere yoğunluk ver.
Haccettin, yolun açıldı. Mola verme. Kendini ibadetten emekli olmuş biri zannetme. Asıl şimdi gayret zamanıdır diye düşün.
Hac, çok büyük bir ibadettir. Mekke-i Mükerreme'de bırakılıp gelinmeyecek kadar büyüktür. Bir ayda, bir yılda etkisi kaybolmayacak kadar ağırdır.
Hacdaki güzellikler anlatılmalı
Hacı, kendisini ziyarete gelenlere hacda şahit olduğu güzellikleri anlatmalıdır. Bu mübarek zaman ve mekânda yaşadığı birçok feyzi, bereketi ve muazzam sahneleri onlarla paylaşır. Milyonların birarada bulunduğu bir yoğunlukta birtakım rahatsızlıklar, olumsuzluklar müşahede etse de, kutsal iklime vefanın gereği, edeben bu gibi hususları anlatmaz. Orada şahit olduğu birtakım olumsuzlukların nasıl bertaraf edilebileceği üzerinde İslâm toplumunun bir parçası olarak kafa yorar. Bunları aktarmak yerine başkalarını teşvik olsun diye gönlünde iz bırakan iyi intibalarını, olumlu sahneleri anlatır. Karşılaştığı bir takım olumsuzluklardan bahsetmemelidir. Hacda kendisini gösteren birçok feyzi, bereketi ve muazzam sahneleri gözardı ederek şikâyetten başka anlatacak bir şey bulamayanların, hacdan gereken istifadeyi sağladıklarını söylemek mümkün değildir.
Aslında hac müslümana, Müslümanların derdini dert edinme bilincini kazandırmış olmalıdır. Çünkü Müslümanların derdini dert edinmeyen, onlardan değildir. Ka’be’nin etrafında müminler denizinden bir damla olarak onlarla aynı kalıba girip de hacdan sonra bu denizin bir damlası olmayı reddetmek, bir hacı için nasipsizliğin en büyüğü olur. Bu yüzden hacının gönlünde din kardeşine karşı en ufak bir kin, husumet ve nefret kalmamalıdır.
Müslümanların, damlaları birbirinden ayrılmayan bir okyanus gibi olmaları gerektiğini düşünerek, kendisini bu okyanusun bir damlası olarak görmeye devam etmelidir. Bu okyanusun içinde birtakım olumsuzluklara şahid olmuşsa, okyanusun bir parçası olarak bu olumsuzlukların nasıl bertaraf edilebileceği üzerinde kafa yormalıdır.
Hac, bu kadar büyük olmasaydı, bir hac bir ömür için yeterli olur muydu, değil mi?
Haccın kazandırdıklarının korunması
Mahşer provası yapmış olan hacı için artık hayat, hacdan önce ve hacdan sonra olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Elbette hac sonrasında açılmış beyaz bir sayfa, lekesiz bir kalp ve inşaALLAH günahları silinmiş bir amel defteri vardır. Hem geçmişe, hem de ahirete bir yolculuk yapan hacı, bu gördüğü ve yaşadığı hakikatlerden sonra, elde ettiği bu safiyetini korumaya gayret etmeli, ondaki bu olumlu değişikliği görenler, hacca özenmelidir.
Müslüman olmak kadar Müslüman ölmek ne kadar önemli ise, hac yapmak kadar hacdan döndükten sonra, orada kazanılan güzel hasletlerin korunması da o kadar önemlidir.
Her ne kadar İslâm’a göre, hacdan döndükten sonra, sorumlulukta herhangi bir değişiklik yok ise de, insanlar, hacıyı örnek bir Müslüman olarak görmek isterler. Halkımızın muhayyilesinde onun “iyi bir Müslüman” haline dönüşmüş olması beklentisi yatmaktadır.
Bu sebeple Hacdan döndükten sonra hacıların en çok özen göstermeleri gereken hususlardan biri: Yanlış anlaşılmaya sebep olacak tavır ve hareketlerden uzak durmalarıdır. Çünkü olumsuz tutum ve davranışların, hacının çevresinde daha çok dikkat çekeceğini ve İslâm’ın aleyhinde propaganda malzemesi olarak kullanılacağını göz önüne alarak hacı, kesinlikle doğruluktan, dürüstlükten taviz vermemeli, hakkı hukuku gözetmelidir.
Aslında her Müslümanın görevi olmakla birlikte özellikle hacı, İslâm’ın güzelliğini yaşantısıyla fiilî olarak göstermeli, kesinlikle doğruluktan, dürüstlükten taviz vermemeli, hakkı hukuku gözetmeli, İslâm’a uygun olmayan tavır ve davranışlardan son derece sakınmalı; yalan, haksızlık, emanete hıyanet, bencillik, ahde vefasızlık, aldatma, kandırma, eksik ölçme ve tartma gibi gayrı ahlâkî tutum ve davranışlardan daima uzak durmalıdır.
Gerek dürüstlük, doğruluk, özü sözü bir olmak... gibi ahlâkî nitelikler açısından ve gerekse İslâmi bilinçlenme noktasından bir hacının, hacdan sonraki İslâmî hayatının hac öncesinden daha ileride olması, makbul bir haccın en açık belirtisidir.
Yaptığı hac, ALLAH Teâlâ’ya saygısını, takvasını ve Ahiret hayatına daha iyi hazırlanma şevkini ne derece artırmışsa, ALLAH Teâlâ nezdinde haccı o derece kabul görmüş demektir. Bundan dolayı hacı, hacdan sonraki hayatını, hac günlerinde konsantre olduğu İslâmi yaşantı doğrultusunda sürdürme çabası içinde olmalıdır, ALLAH Teâlâ’ya verdiği sözü daima hatırında tutarak kötülüklerden, İslâm’ın onaylamadığı her türlü söz, fiil ve davranıştan uzak durmalı, ahdini bozmamalıdır. Umre bitip de memleketine döndükten sonra sırf menfaat, makam, mevki hırsı gibi birtakım basit düşüncelerle hacda kazandığı safiyeti bulandırmamalıdır.
Zaten hacılığın bir vasfı da bu ibadet vesilesiyle anadan yeni doğmuş gibi günahlarını erittikten sonra sılasına dönünce de günah olan her şeyden kaçınıp salih ameller işlemeye karar vermiş olmak değil midir?
Hacılara olan bu yazıları sizlerle paylaşmak istedim çünkü ben kendi adıma çok faydalı buldum inşaallah hacca giden ve gitmek isteyenler de faydalanırlar
Allah yazandan Razı olsun
Ve hepimize haccı mebrur yani kabûl olunan hac nasip etsin ...AMİN
Bu yazıları ve nicelerini bizlerle paylaşan ve bloğuma koymamda teşvik eden sevgili hocam
Sevgi Binabdullah'a sonsuz teşekkürlerimle ....Rabbim haccını mebrur eylesin ...AMİN