HAC ve KURBAN -3



174- وعن ابن مسعودٍ رضي اللَّه عنه أَنَّ النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « ليس مِنْ نفْسٍ تُقْتَلُ ظُلماً إِلاَّ كَانَ عَلَى ابنِ آدمَ الأوَّلِ كِفْلٌ مِنْ دمِهَا لأَنَّهُ كَان أَوَّل مَنْ سَنَّ الْقَتْلَ » متفقٌ عليه.

174. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Âdem’in ilk oğluna ayrılır. Çünkü o, insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.”

Buhârî, Cenâiz 33, Enbiyâ 1, Diyât 2, İ’tisâm 15; Müslim, Kasâme 27. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 4; Nesâî, Tahrim 1; İbn Mâce, Diyât 1



Açıklamalar

Âdem aleyhisselâm’ın ilk oğlu Kâbil’dir. O, küçük kardeşi Hâbil’i haksız yere öldürmüştü. Bu olay, yeryüzünde ilk kan dökme hâdisesidir. Bazı rivayetlerde bu cinayetin evlenme yüzünden işlendiği belirtilir.

Kâbil, işlediği bu haksız cinayetle kötü bir çığır açmış ve günahkâr olmuştu. Bu kötü çığırda yürüyen herkesin günahından bir hisse Kâbil’e ayrılır. Daha önceki hadiste ifade edildiği gibi, cinayet işleyenlerin günahından da bir şey noksanlaşmaz.

Haksız yere bir cana kıymak, İslâm nazarında en büyük suç ve günahlardan sayılır. Peygamberimiz, “kıyamet gününde insanlar arasında ilk görülecek dava, kanlarla ilgili olacaktır”   (Buhârî, Diyât 1)buyurur. Bu hadis, sebepsiz yere ve haksız olarak bir insanın hayatına son vermenin en büyük günahların başında geldiğini gösterir. Kıyamet gününde ilk önce câni ve kâtillerin hesaba çekilmesinin sebebi de budur.

Burada, “Kimse kimsenin günahını yüklenmez” [Fâtır sûresi (35), 18] âyetiyle bu hadisin aykırı düşmesi söz konusu değildir. Âyet “suçun şahsiliği” prensibini ifade etmektedir. Hadis ise, suça azmettirme, tahrik ve teşvik etmenin vebalini ortaya koymaktadır. Bu iki husus bugünkü hukukta da ayrı iki durum olarak değerlendirilmektedir.



Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Bir hayra veya bir şerre vesile olmak, mükâfat veya cezaya ortaklığı da beraberinde getirir.

2. İnsanlık tarihinde haksız yere ilk kan dökme hâdisesi, Âdem aleyhisselâm’ın çocukları arasında vukû bulmuştur.
                 

Zilhicce, bilindiği gibi hac aylarından biridir. İlk on gününde oruç tutmak suretiyle ibadet ve taati artırmanın büyük sevapları söz konusudur. Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin çoğu zaman devam edip kaçırmadıgı oruçlardan biri de, zilhiccenin ilk on günü idi. Buna ilaveten bir de hac menasikiyle meşgul bulunmadığında arafe gününün orucunu tutardı. Hac ibadetini yerine getirmek üzere Arafat'ta bulunan hacıların o gün oruç tutması mekruh sayılmıştır. 



Konuyla İlgili

1253. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; o da:

"Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur" buyurdu.[2]



* (Fecr: 89/2)’deki on gün (Hac: 22/28)’deki belirli günler (Bakara: 2/197)’deki sayılı günler Kurban bayramı ve teşrik günleri olarak da yorumlanmıştır. Dolayısıyla bu günleri ibadetle ve oruçla geçiren kimseye geçmiş ve gelecek birer yıllık günahlarına kefaret olmaya yetecek kadar sevap ve rahmet verilir. [3]
"Arafe günün orucu, biri geçmiş, diğeri gelecek olmak üzere iki yılın (günah ve kusurlarını) temizleyip bağışlatır. Aşura günün orucu ise, geçen bir yılın (içinde işlenen günah ve kusurları) temizleyip bağışlatır."[251] 

Tabii kul hakkı bu genellemenin dışında kalır.

Ebu Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayette adı geçen diyor ki: 

"Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz arafe günü Arafat'ta oruç tutmayı yasakladı."[252]

1- Hac ibadetini yapmakta olanların arefe günü oruç tutma­ları mekruhtur.

2- Diğerleri için mekruh değil, müstehabdır.

3- Zilhiccenin ilk on gününü oruç ve ibadetle geçirmek de müstehabdır. Bu, daha çok Hanefîlerle Hanbelilere göredir.


Kurban Bayramı ve Düşündürdükleri

Rabbimize hamdü senalar olsun. Bizleri bir Kurban Bayramı'na daha eriştirdi. 


Peygamber Efendimiz ve sahabileri birbirlerini bayramdan sonra tebrik ederlerdi. Tebrik şeklinin "tekabbelallah minnâ ve minkum" (bizden ve sizden Allah kabul buyursun) şeklinde olduğu rivayet edilir. 
İki bayramımızdan ikincisine adını veren kurban; yakınlaşmanın en derini, en kapsamlısı, en çeşitlisi. İnsanın yabancılaşmasının önüne geçmek için teşri kılınmış bir ibadet. Başta Allah'a, kendisine, tabiata, canlıya, cansıza, her şeye karşı yabancılaşmanın...Etrafımıza baktığımızda, herkes varlığını bir şeye adamış. Varlığını Allah'tan başkasına adayanlar kendilerini harcamışlar, Kur'an'ın ifadesiyle "kendilerini israf etmişler" dir. İnsan fiyatı değil, değeri olan bir varlıktır ve insanın değerini sadece O'nu yaratan hakkıyla takdir edebilir. Kurban Bayramı da bize Allah'a adanma'yı hatırlatır. 
Dua ve Kurban! Diğer bir ifade ile
adanma!' Çocuk hasretiyle geçen uzun yılların ardından, aşkla gönül diliyle yapılan dua neticesi bahşedilen çocuklar... Hz. İbrahim'in Kur'an'da dile getirilen "Rabbim bana Salihlerden olacak bir evlat bağışla!" ilticası sağlam aile, salih evlat talebinin ne kadar önemli olduğu, aile davamız'ın hiç gündemden düşmeyeceğinin de delili olsa gerek.


Rabbimiz bizleri, Ümmetin coğrafyasından feryatların yükselmediği, oluk oluk kanın akmadığı, sevmenin sevilmenin, özlemenin, özlenilmenin sevindirmenin ve sevindirilmenin hayata hakim olduğu nice nice bayramlarda buluştursun. Milletçe ve ümmetçe başımızın dik,  sevincimizin kursağımıza düğümlenmediği, yediğimiz lokmaların boğazımızda kalmadığı, ebedî hayatımızda bizi kurtaracak "Salih amel"ler işlediğimiz  bayramlarda buluştursun. AMİN