İYİ VEYA KÖTÜ ÇIĞIR AÇANLAR


 باب في مَنْ سَنَّ  سُنَّةً حسنةً أو سيئةً



İYİ VEYA KÖTÜ ÇIĞIR AÇANLAR  

Âyetler

قال اللَّه تعالى:  { وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا  


1. “Onlar: “Rabbimiz, bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder yap” derler.”

Furkân sûresi (25), 74

Mü’minler güçlerinin yettiği kadarı ile ve ellerinden geldiğince iyi bir aile yuvası kurmaya çalışırlar. Bu yönde gerekli olan dinî-ahlâkî hassasiyetleri göstermelerinin yanında, diğer taraftan Allah Teâlâ’ya dua ve niyazda bulunarak, eşleri ve çocukları hakkında iyilik ve hayır temenni ederler. Onların faziletlerle donanmış, en güzel ahlâkla bezenmiş kişiler olmalarını arzu ederler. Allah’ın koruması sayesinde cehennem azabından kurtulan bahtiyarlar zümresine önder kılınmalarını Allah’dan dilerler.

Bu sayılanların her biri hayırdır. İnsan hayırda en önde bulunmayı, yani imam olmayı arzu eder. Çünkü hayırda önderlik iyi çığır açmanın ve insanların ıslahına çalışmanın vesilesidir.

Âyet-i kerimedeki istekler, aile ve çocuk terbiyesine önem verilmesi gerektiğinin delili sayılmıştır.

Yalnız müttakî olmak, yani Allah’a karşı gelmekten sakınan bir kimse olmak değil, böylesi kimselerin imamı olmak arzusu büyük bir gâye ve mukaddes bir mefkuredir. Çünkü dinde takvâ mertebesinden daha üstün bir makam yoktur.

Bazı âlimler ve müfessirler, bu âyeti delil göstererek, dinde başkanlık ve devlet yöneticiliği istemeyi vâcip saymışlardır. Ehliyet sahibi kimselerin devlet yönetimine talip olması ve bu konuda teşvik edilmeleri, dînî bir görev kabul edilmiştir. Bunların her biri, hayırlı bir çığır açmanın vesileleridir.      
                  
 وقال تعالى:  { وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا 

2. “Biz onları, emrimiz uyarınca insanlara doğru yolu gösteren birer rehber kıldık.” Enbiyâ sûresi, (21) 73

Peygamberler insanlığın doğruluk rehberleridir. Allah Teâlâ insanlara olan lütuf ve merhameti sebebiyle pek çok peygamber göndermiştir. Onlar kendilerine uyulması gereken önderlerdir. Peygamberlerin asıl görevi tebliğdir. İnsanlara, Allah’ın emri ve izniyle, hakkı ve doğruyu gösterir, kurtuluş yollarını açarlar. Onların açtığı çığırdan gidenler, dünya ve âhiret mutluluğuna ulaşırlar.

Dinde önder ve örnek olacak kişilerin, önce kendi nefislerini ıslah etmeleri gerekir. Hidâyet önce onlar için gereklidir. Kendileri mükemmel olmayanlar, başkalarını kemale ulaştıramazlar.

Hadisler

173- عَنْ أَبَي عَمروٍ جَرير بنِ عبدِ اللَّه ، رضي اللَّه عنه ، قال : كُنَّا في صَدْر النَّهارِ عِنْد رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَجاءهُ قوْمٌ عُرَاةٌ مُجْتابي النِّمار أَو الْعَباءِ . مُتَقلِّدي السُّيوفِ عامَّتُهمْ ، بل كلهم مِنْ مُضرَ ، فَتمعَّر وجهُ رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، لِما رَأَى بِهِمْ مِنْ الْفَاقة ، فدخلَ ثُمَّ خرج ، فَأَمر بلالاً فَأَذَّن وأَقَامَ ، فَصلَّى ثُمَّ خَطبَ ، فَقالَ :  {يَا أَيُّهَا الناسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الذي خلقكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدةٍ }  إِلَى آخِرِ الآية: { إِنَّ اللَّه كَانَ عَليْكُمْ رَقِيباً} ، وَالآيةُ الأُخْرَى الَّتِي في آخر الْحشْرِ :  { يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمنُوا اتَّقُوا اللَّه ولْتنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمتْ لِغَدٍ} تَصدٍََّق رَجُلٌ مِنْ دِينَارِهِ مِنْ دِرْهَمهِ مِنْ ثَوْبِهِ مِنْ صَاع بُرِّه مِنْ صَاعِ تَمرِه حَتَّى قَالَ : وَلوْ بِشقِّ تَمْرةٍ فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ الأَنْصَارِ بِصُرَّةٍ كادتْ كَفُّهُ تَعجزُ عَنْهَا ، بَلْ قَدْ عَجزتْ ، ثُمَّ تَتابَعَ النَّاسُ حَتَّى رَأَيْتُ كَوْميْنِ مِنْ طَعامٍ وَثيابٍ ، حتَّى رَأَيْتُ وجْهَ رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، يَتهلَّلُ كَأَنَّهُ مذْهَبَةٌ ، فقال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :« مَنْ سَنَّ في الإِسْلام سُنةً حَسنةً فَلَهُ أَجْرُهَا، وأَجْرُ منْ عَملَ بِهَا مِنْ بَعْدِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ ينْقُصَ مِنْ أُجُورهِمْ شَيءٌ ، ومَنْ سَنَّ في الإِسْلامِ سُنَّةً سيَّئةً كَانَ عَليه وِزْرها وَوِزرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ بعْده مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أَوْزارهمْ شَيْءٌ » رواه مسلم .

       قَوْلُهُ : « مُجْتَابي النَّمارِ » هُو بالجِيمِ وبعد الأَلِفِ باء مُوَحَّدَةٌ . والنِّمَارُ : جمْعُ نَمِرَة، وَهِيَ : كِسَاءٌ مِنْ صُوفٍ مُخَطَّط . وَمَعْنَى « مُجْتابيها » أَي : لابِسِيهَا قدْ خَرَقُوهَا في رؤوسهم . « والْجَوْبُ » : الْقَطْعُ ، وَمِنْهُ قَوْلُهُ تَعَالَى :  { وثَمْودَ الَّذِينَ جَابُوا الصَّخْرَ بالْوَادِ }  أَيْ : نَحَتُوهُ وَقَطَعُوهُ . وَقَوْلهُ « تَمَعَّرَ » هو بالعين المهملة ، أَيْ : تَغَيرَ . وَقَوْلهُ: « رَأَيْتُ كَوْمَيْنِ » بفتح الكاف وضمِّها ، أَيْ : صَبْرتَيْنِ . وَقَوْلُهُ : « كَأَنَّه مَذْهَبَةٌ» هـو بالذال المعجمةِ ، وفتح الهاءِ والباءِ الموحدة ، قَالَهُ الْقَاضي عِيَاضٌ وغَيْرُهُ . وصَحَّفَه بَعْضُهُمْ فَقَالَ : « مُدْهُنَةٌ » بِدَال مهملةٍ وضم الهاءِ وبالنون ، وَكَذَا ضَبَطَهُ الْحُمَيْدِيُّ ، والصَّحيحُ الْمَشْهُورُ هُوَ الأَوَّلُ . وَالْمُرَادُ بِهِ عَلَى الْوَجْهَيْنِ : الصَّفَاءُ وَالاسْتِنَارُة .

173. Ebû Amr Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh  şöyle dedi:

Birgün erken vakitlerde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzurunda idik. O esnada, kaplan derisine benzeyen alaca çizgili elbise veya abalarını delerek başlarından geçirmiş ve kılıçlarını kuşanmış, tamamına yakını, belki de hepsi Mudar kabilesine mensup neredeyse çıplak vaziyette bir topluluk çıkageldi. Onları bu derece fakir görünce, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüzünün rengi değişti. Eve girdi ve sonra da çıkıp Bilâl’e ezan okumasını emretti; o da okudu. Bilâl kâmet getirdi ve Allah Resûlü namaz kıldırdı. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem  bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir” [Nisâ sûresi (4), 1].

Sonra da Haşr suresinin sonundaki şu âyeti okudu:

“Ey iman edenler! Allah’dan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın” [Haşr sûresi (59), 18]. Sonra:

“Her bir fert, altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir sa’ bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin; hatta yarım hurma bile olsa sadaka  versin” buyurdu.

Bunun üzerine ensardan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan aciz kaldığı, hatta kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahali birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu. Sonra Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:


“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.”Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64

Cerîr İbni Abdullah

Ebû Amr diye künyelenen Cerîr, sahâbe-i kirâmdandır. Hicretin, 10. yılı Ramazan ayında Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek biat etmiş ve müslüman olmuştu. Onun İslâm’ı kabul edişinin Peygamber Efendimiz’in vefatından 40 gün öncesine rastladığı da söylenir. el-Becelî diye nisbelenmesi hakkında çeşitli görüşler ileri sürülürse de, anneleri cihetinden Büceyle Binti Sa’b ismiyle ilgili olması daha çok kabul gören yaklaşımdır.

Ashâb-ı kirâmın en uzun boylu ve en güzel yüzlüleri arasındaydı. Hatta Hz. Ömer ona, “Cerîr, bu ümmetin Yusuf’udur” derdi. Kabilesinin önde geleni idi. Peygamberimiz’in huzuruna girdiğinde Efendimiz kendisine ikramda bulunmuş ve “Bir kavmin önde geleni size gelince, ona ikram ediniz” buyurmuşlardır.

Cerîr, Kâdisiye savaşı başta olmak üzere, Irak’ta yapılan çeşitli harplere iştirak etti. O, önceleri Kûfe’ye yerleşmişti. Daha sonra Fırat kenarında bir şehir olan Karkisiya’ya gitti ve orada vefat etti.

Cerîr’in rivayet ettiği hadis sayısı 100’dür. Buhârî ve Müslim onun hadislerinden 8’ini ittifakla naklederler.

Cerîr İbni Abdullah 51 (671) veya 54 (674) senesinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.



Açıklamalar

Peygamber Efendimiz, huzuruna gelen her fert ve toplulukla ilgilenir, onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. Hoşlanmadığı bir durum gördüğünde yüzünün rengi değişirdi. Sahâbe-i kirâm onun üzüntüsünü, sıkıntısını ve kederini yüzünden anlarlardı. Efendimiz’in saâdet ve sevinç hali de yüzünden anlaşılırdı. Bu hadisin ravisi Ebû Amr Cerîr İbni Abdullah, şahit olduğu ve anlattığı bu olayda, onun her iki halini de aynı anda görmüş ve bize hikâye etmiştir.

Peygamber Efendimiz, sahâbe-i kirâmı Kur’an’la eğitiyordu. Onları müjdelemesi, sevindirmesi, ümitlendirmesi, korkutması ve uyarması hep Kur’an’la veya Kur’an’ın doğrultusundaydı. Bazı kere onlara Kur’an’dan âyetler okur, kendisinin arzu ve isteklerinin o doğrultuda olduğunu hatırlatırdı. Bu durum, aynı zamanda kendisinden sonra nasıl hareket edilmesi gerektiğinin de bir işaretiydi. Böylece Kur’an-Sünnet birlikteliğini, içiçeliğini, ayrılmazlığını göstermiş oluyordu.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendilerinden herhangi bir şey istediğinde, sahâbîler bütün imkânlarını seferber eder, onun emrini ve arzusunu yerine getirmek için adeta birbirleriyle yarışa girerlerdi. Onların aralarındaki yardımlaşma ve ellerinde bulunanı paylaşma duygusu, sayısız örneklerinde görüldüğü gibi, eşsiz denecek seviyede idi. Peygamberimiz’in yüzünde hissedilen sevincin sebebi, kendi emrine adeta koşarcasına uyulduğunu gözleriyle görmesi ve fakir insanların problemlerinin halledildiğine şahit olmasıydı.


Peygamber Efendimiz, bu davranışı iyi bir çığır olarak nitelendirmiştir. Çünkü burada bir yardımlaşma, bir cömertlik ve müslüman kardeşlerini kendi nefislerine tercih etme güzelliği vardır. Allah Teâlâ da bu nitelikleri sebebiyle mü’minleri şöyle över:

“Zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler” [Haşr sûresi (59), 9].

İslâm dini, açları doyurmayı, çıplakları giydirmeyi, yokluk içinde olanların her çeşit zaruri ihtiyaçlarını karşılamayı, ümmetin zenginlerine, yerine getirilmesi gerekli bir vazife olarak yükler. Bu zaruri ihtiyaçları karşılanmadığı için kötülüğe itilen, suçlu duruma düşen veya hayatı tehlikeye girenlerden toplumu sorumlu tutar. Ferdî sorumluluğun yanında ictimâî sorumluluğu da getirir. Bu sayede toplumun fertleri arasında ictimâî muâvenet, sosyal yardımlaşma duygusu gelişir ve neticede müesseseleşir. İslâm toplumlarında yaygın olan sayısız vakıflar, bunun en canlı örneğini teşkil eder.

Açılan çığır iyi veya kötü olabilir. Bu çığırı açan ve o çığırda yürüyenler ecir, sevap veya günah kazanırlar. Bu hadiste, taşıyamayacağı kadar ağırlığı yüklenip gelerek yardım çığırını açan Medineli bir sahabiden bahsedilmektedir. Peygamberimiz onun bu davranışını takdir ederek kendisini övdüğü gibi, onun yolunu ve izini takib ederek hayır işleyenleri de över. Fakat bu konuda en büyük fazilet, örnek ve önder olanındır. Onun açtığı yoldan giden herkesin ecrinden bir pay, o kişiye ayrılır. Fakat o çığırda yürüyenlerin sevabından da hiç bir şey eksilmez. Buna karşılık kötü bir çığır açana da büyük bir vebal vardır. O kötü çığırda yürüyen herkesin günahından bir pay, kendilerinin günahı hiç eksilmeksizin, o çığırı açana yazılır.

Daha önce bid’at hakkında bilgi verirken, kötü karşılanan yasaklanan bid’atın yanında iyi görülen bid’atın da olduğunu ifade etmiştik. İşte bu hadis, yasaklanan ve kötü karşılanan şeyin mutlak anlamda her bid’at değil, bâtıl ve sapıklık sayılan bid’at olduğunu göstermektedir. Çünkü iyi bir çığır açmak, önceden bilinmeyen ve uygulanmayan bir düşünceyi, bir eylemi ortaya koymaktır.


Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, fakir ve muhtaçlara karşı şefkatliydi.

2. Fakir ve muhtaçların ihtiyaçlarını gidermek, zengin müslümanlar için bir vecibedir.

3. Yardımlaşma ve hayırda yarışma, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın ve İslâm kardeşliğinin temellerindendir.

4. Çok küçük sayılan şeylerle de olsa sadaka vermek ve hayır için malından harcamak, dinimizde teşvik edilmiştir. Büyük hayırlar, küçüklerin birikiminden oluşur.

5. Müslümanlar hayır yolunda yarışma ve Resûl-i Ekrem’in izini takip etme hususunda acele davranmalıdır.

6. İyiliğin her çeşidinde müslümanlar örnek ve rehber olmalı, kötülükten uzak durmada da en önde bulunmalıdır.

7. Güzel bir çığır açan, ecir kazanır. Üstelik kendi izinde gidenlerin sevabına da ortak olur. Kötü çığır açan da günahkar olur ve o yolda gidenlerin günahından hissesini alır.

8. Her bid’at, sonradan icad edilen şey, açılan her çığır sapıklık olarak nitelendirilemez.
Devamını Oku »

ZİLHİCCE AYI


بِسْمِ اللهِ، اَلْحَمْدُ ِللهِ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ اللهِ وَبَعْدُ



Zilhicce Ayının İlk On Gününün Fazileti

Zilhicce ayının ilk on gününün fazileti çok büyüktür. Allah-u Teâlâ katında yılın en faziletli günleridir. Bu günlerde yapılan salih amel, Allah-u Teâlâ’ya en sevimli gelen ameldir. Bu günlerde bol bol salih amellerde bulunmak müstehaptır.

1) Abdullah ibni Abbas(Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kendisinde salih amel işlenen günlerin Allah’a en sevimlisi bu günler yani (Zilhicce’nin ilk) on günüdür.”

Sahabeler:

−Ya Rasulallah! Allah’ın yolunda yapılan cihad da mı (o günler kadar sevimli) değildir? diye sordular.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Evet, Allah’ın yolunda yapılan cihad da! Ancak canı ve malı ile cihada çıkıp da onlardan hiçbir şeyi geri döndürmeyen (yani şehid olan) har  içtir.”
Ebu Davud 2438, Buhari 928, Tirmizi 754, İbni Mace 1727, Tergib ve Terhib 3/20, Beyhaki, Taberani, Bezzar, Ebu Ya’la, İbni Hibban

2) Cabir bin Abdullah(Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Dünya günlerinin en faziletlisi Zilhicce’nin ilk on günüdür…”
Tergib ve Terhib 3/22, İbni Hibban



Bu On Gün İçinde Yapılacak Şeyler


1) Bu günlerde ve özellikle de Arefe gününde oruç tutulmalıdır. Ama bu oruç, hac görevini yerine getiren için geçerli değildir! Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hacda iken Arefe günü oruç tutmamıştır! Bilindiği gibi Arefe günü orucunun fazileti oldukça büyüktür.

Ebu Katâde (Radiyallahu Anh)şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e Arefe günü oruç tutmak hakkında sorulunca, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“Geçmiş senenin ve gelecek senenin günahlarına kefarettir.”
Müslim 1162/197, İbni Mace 1731

Ebu Katâde (Radiyallahu Anh)şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Allah’ın, Arefe günü tutulan orucun, ondan önceki seneye ve ondan sonraki seneye kefaret etmesini umarım.”
İbni Mace 1730, Müslim 1162/197, Ebu Davud 2425, 2426, Beyhaki 4/286, 293, 300, Ahmed 5/297, Albânî İrva 952

Said bin Cübeyr (Radiyallahu Anh)Zilhicce ayı’nın ilk on günü girdiğinde çok ibadet etmeye çalışır, hatta neredeyse ona güç yetiremez olurdu.Terğib ve Terhib 3/20, Beyhaki

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu günlerde kurban kesmek isteyenin, kurbanını kesinceye kadar vücudundaki kıllarından ve tırnaklarından hiçbir şey almamasını va’zetmiştir. Yani kurban kesecek kişi, kurban bayramına 10 gün kala vücut temizliğini yapar ve kurbanını kesene kadar vücudundan hiçbir şeyi kesmez!!!

Said bin Müseyyeb (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:

Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha)’yı işittim şöyle diyordu:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i işittim şöyle buyuruyordu:

“Herhangi birinizin keseceği kurbanlık hayvanı varken Zilhicce Ayının hilali görülürse artık o kimse kurbanını kesene kadar vücudundaki kıllardan, saçından ve tırnaklarından hiçbir şeyi almasın!”Müslim 1977/42, Nesei 4373, 4376, İbni Mace 3149, 3150, Beyhaki 9/266, Ahmed 26536

3) Arefe günü sabah namazından bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar teşrik tekbiri getirmek.

Abdullah ibni Ömer ve Ebu Hureyre (Radiyallahu Anhum) bu on gün içinde çarşıya giderler, yüksek sesle tekbir getirirlerdi. Onları işiten insanlar da onlara uyarak yüksek sesle tekbir getirirlerdi.Buhari 926, Begavi, Beyhaki

Ali bin Ebi Talib (Radiyallahu Anh)Arefe günü sabah namazından sonra teşrik günlerinin son günü ikindi namazına kadar tekbir getirirdi. Son günün ikindi namazının akabinde de yine tekbir getirirdi.”
İbni Ebi Şeybe 2/72/1, Beyhaki 3/314, Albânî İrva 3/125

Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) o günlerde yani Mina günleri olan teşrik günlerinde namazların arkasında, yatağının üzerinde, çadırında, oturduğu yerde ve yürüdüğü yerde (yani aklına geldikçe) o günlerin hepsinde tekbir getirirdi.Buhari 928, 929, İbni Münzir

Kadınlarda teşrik gecelerinde mescitte, erkeklerle beraber tekbir getirirler.Buhari 928, 929, İbni Ebi’d-Dünya Kitabu’l-Îyd

Teşrik tekbirleri şöyledir:


“Allah-u Ekber Allah-u Ekber La İlahe İllallahu Vallahu Ekber Allah-u Ekber ve Lillahilhamd.”


Kurban kesmenin hükmü:


Fakihler kurban kesmenin hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptir. Acaba kurban kesmek vacip midir, yoksa sünnet midir?

Ebu Hanife ve talebeleri şehirlerde ikamet eden şehir halkı üzerine her sene bir defa kurban kesmek vaciptir, demişlerdir, Tahâvî ve başkaları Ebu Hanife'nin görüşüne göre vacip, Ebu Yusuf ile Muhammed'in görüşlerine göre sünnet-i müekkede olduğunu zikretmişlerdir.(Tekmiletü Fethi'l-Kadîr, VIII, 67; el-Lübâb, III, 232; Tebyînü'l-Hakâik, VI, 2; el-Bedâyi', V 62.)

Hanefilerin dışında kalanlara göre vacip değil, müekket bir sünnettir. (Bİdâyetü'l-Müctehid, 1, 415; el- Kavânînu'l-Fıkhiyye, 186; eş-Şerhu'l-Kebîr, II, 118; Muğni'l Muhtâc, IV, 282 vd.; et-Mühezzeb, I, 237; et-Muğni, VIII, 617; Şerhu'r-Risâle, I, 366.)

Gücü yeten kimsenin onu terketmesi mekruhtur. Malikîlerce meşhur olan görüşe göre Mina'da olan hacıların dışındakiler hakkındaki hüküm böyledir. Yine onlara göre daha mükemmeli, gücü yeten kimsenin yanında bulunan her kişi için bir kurban kesmesidir. Bir kimse yanında bulunan ve nafakasını sağlaması vacip olan her kişi için kurban kesmek isterse, mezhebin görüşüne göre caizdir. Şafîflere göre kurban kesmek, tek başına olan kimse hakkında ömründe bir defa aynî sünnettir. Eğer ev halkı birden fazla ise sünnet-i kifâyedir. Ev halkından her hangi birisi bunu yerine getirecek olursa, hepsi için yeterli olur.                        

Kurban kesmenin vacip oluşuna dair Hanefilerin delili Peygamberin (a.s.m) şu buyruğudur:"Kim genişlik ve imkân bulur da kurban kesmezse, bizim namazgahımıza yaklaşmasın." (Ahmed ve İbni Mace, Ebu Hureyre'den rivayet etmişlerdir. Neylü'l-Evtâr, V, 108.)

Hanefîler der ki: Böyle bir tehdit ancak vacibin terki hakkında söz konusudur. Diğer taraftan kurban kesmek, "kurban günü"denilmek suretiyle kurban kesme vaktinin kendisine izafe edildiği Allah'a yaklaştıncı bir ibadettir. Bunlar kurban kesmenin vacip olduğunu göstermektedir. Çünkü buradaki izafet, ihtisas dolayısıyladır. İhtisas da o günde kurbanın olmasına bağlıdır. Vücup ise, bütün insanlar açısından zahirde öyle bir şeyin varlığına götürür.


Cumhur ( şafi,maliki ve hanbeli)     gücü yetenin kurban kesmesinin sünnet olduğuna bir takım hadisleri delil göstermişlerdir: Bu hadislerden birisi Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Resulullah (a.s.) buyurdu ki: "Zilhicce'nin hilâlini görüp sizden her hangi birisi kurban kesmek isterse, saçlarını ve tırnaklarını kesmesin." (Buharî müstesna. Cemaat rivayet etmiştir. Neylü'l-Evtâr, V, 112.) Bu hadi s-i şerifte kurban kesmek, isteğe bağlı bırakılmıştır. İsteğe bağlı bırakmak ise vacip kılmaya aykırıdır.


Devamını Oku »

UYUMA VE UYANMA ADABI

UYUMA VE UYANMA ADABI 

🍃Mümin'in şerefi, gece namazına kalkmaktır!

Cibril (as), Peygamber Efendimiz'e gelerek şöyle dedi: "Ey Muhammed! Dilediğin kadar yaşa, nihayet öleceksin. İstediğini yap, neticede onun karşılığını mutlaka göreceksin. Dilediğini sev, bir gün ondan ayrılacaksın. Şunu iyi bil ki mü'minin şerefi, gece namazına kalkmaktır. İzzeti ise, insanlardan istememektir." (Taberani-2269)

🍃Allah'ın kula en yakın olduğu zaman...

"Allah'ın kula en yakın olduğu zaman gecenin son kısmıdır. Eğer bu saatte Aziz ve Celil olan Allah'a zikredenlerden olabilirsen ol. Zira bu saatte kılınan namaz, güneş doğuncaya kadar meleklerin beraberlik ve şehadetine mazhardır." (Müslim, Ebu Davud, Nesei, K.S.-2419)

🍃Peki Resulullah'ın gece namazı nasıldı?

Huzeyfe (ra) anlatıyor: "Bir gece Allah Resulü ile namaz kıldım. Bakara suresini okumaya başladı. İçimden, 'Bu sure bitince rükû eder.' Diye düşündüm. Yapmadı okumaya devam etti. Sonra Nisa suresine başladı, onu da okudu. Sonra Âli İmran'a başladı, onu da okudu. Hem de ağır ağır (tertil üzere) okudu. Öylesine ki, içinde tesbih geçen ayetlerde tesbih etti. Bir dilek ayetine rastladığı zaman dilekte bulundu. Sığınma ayetine gelince, azaptan Allah'a sığındı.

Sonra rükûa varıp; 'Subhane rabbiyel azim: Büyük olan Rabbimi tesbih ederim' dedi. Rükûsu da kıyamı kadar uzun oldu. Sonra 'semiallahu limen hamideh: Allah kendisine hamd edeni duydu' Dedi. Ardından hemen: 'Rabbena lekel hamd: Ey Rabbimiz hamd sana mahsustur' dedi. Sonra rükûu yaptığı kadar uzunca ayakta durdu, sonra secdeye vardı. Secdede: 'Subhane rabbiyel a'la: yüce olan Rabbimi tesbih ederim' dedi. Secdesinin uzunluğu kıyamına yakın idi. (Müslim, Nesei-2252)

🍃Uykudan uyanması;

Uyandıktan sonra ellerin üç kez yıkanmasını tavsiye ederdi:
"El nerede geceledi bilemezsiniz." 
(Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ebu Davud- K.S.-3625)

🍃Resulullah'ın uyanınca yaptığı dua!

Uyandıktan sonra şu duayı okuduğu hadislerde geçmektedir: 

الحمْدُ للَّهِ الذِي أَحْيَانَا بعد مَا أَماتَنَا وَإِليْهِ النُّشورُ

"Elhamdu lillâhillezi ehyânâ ba'de mâ emâtenâ ve ileyhinnuşûr"

" Bizi öldürdükten sonra tekrar hayat veren Allah'a  hamd olsun! Zaten dönüşümüz de O'nadır!"
 (Buhari, Tirmizi, Ebu Davud, K.S.-1822)
Devamını Oku »

YATMADAN ÖNCE OKUNMASI TAVSİYE EDILEN KUR'AN SURELERİ



Peygamberimizin(SAV)in🌹 yatmadan önce  okumamizi tavsiye edip📖 öğrettiği gece dualarına toplam 8 duaya ilave olarak geceleri okunması tavsiye edilen kur'an'dan sûre ve ayetler de var.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem'in yatmadan önce okuduğu bu sûreler sahih hadislerle✅ bildiriliyor.Tabiki bunların hepsini bizim okumamız şart değil.Ama; bu sünnetlerden ne kadarına güç yetirebilirsek yapalım inşaallah.
Aşağıdaki sekilde bir düzenleme ile bu duaları  oturtmaya çalışabiliriz insaAllah ve Rabbim bu sünnetleri hayatımıza geçirmede ve devam ettirmede yardimcimiz olsun🌷zamanlarımızı genişletip bereketlendirsin🍃 Amin❣



YATMADAN ÖNCE OKUNMASI TAVSİYE EDİLEN KUR'AN SURELERİ


✳ihlas suresi (3 kere)

✳Felak suresi (3 kere)

✳Nas suresi (3 kere)

✳Ayet-el kursi (bakara süresi 256.ayet) 

✳Amener-rasulu (Bakara 285-286)

✳Kafirun süresi


✳MULK
[29.cuz/67.sure / 30 ayet / sayfa:561] 

✳SECDE
[21.cuz/32.sure / 30 ayet /sayfa:414] 

✳ZUMER
[23.cuz/39.sure/75 ayet/sayfa:457]



Musebbihat sureleri:
[sebbeha veya yüsebbihu ile başlayan sûreler]


✳İSRA
[15.cuz/17.sure/111ayet/sayfa:281]

✳HADID
[27.cuz/57.sure/29 ayet/sayfa:536]

✳HAŞR
[28.cuz/59.sure/24ayet/sayfa:544]

✳SAF
[28.cuz/61.sure/14ayet/sayfa:550]

✳CUMA
[28.cuz/62.sure/11ayet/sayfa:552]

✳TEGABÜN 
[28.cuz/64.sure/18 ayet/sayfa:555]

✳A'LA
[30.cuz/87.sure/19ayet/sayfa:591]



Devamını Oku »

gece duaları 1 den 8'e hepsi bir arada

 UYUMADAN ÖNCE OKUNACAK HADIS SENEDLI DUALAR


1⃣.اللَّهمَّ أسْلَمْتُ نفْسي إلَيْكَ ، ووجَّهْتُ
 وجْهِي إِلَيْكَ ، وفَوَّضْتُ أمري إِلَيْكَ ، وألْجأْتُ ظهْرِي إلَيْكَ . رغْبَة ورهْبةً إلَيْكَ ، لا ملجَأَ ولا مَنْجَا مِنْكَ إلاَّ إلَيْكَ ، آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذي أنْزَلْتَ، وبنبيِّك الَّذي أرْسلتَ .


“Allahümme eslemtü nefsî ileyk. Ve veccehtü vechî ileyk. Ve fevvadtü emrî ileyk. Ve elce’tü zahrî ileyk, rağbeten ve rehbeten ileyke. La melce’e, vela mencee minke illâ ileyk. Âmentü bi-kitabikellezî enzelt, ve binebiyyikellezî erselt.”

"Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızânı) isteyerek, (azâbından) korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım."


2⃣.اَللَّهُمَّ إِنَّكَ خَلَقْتَ نَفْسِي وَأَنْتَ تَوَفَّاهَا، لَكَ مَمَاتُهَا وَمَحْيَا هَا، إِنْ أَحْيَيْتَهَا فَاحْفَظْهَا، وَإِنْأَمَتَّهَا فَاغْفِرْلَهَا اَللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْعَافِيَةَ“


"Allahümme inneke halagte nefsî ve ente teveffâhâ leke memâtühâ ve mahyâhâ in ahyeytehâ fahfazhâ ve in emettehâ fağfirlehâ. Allahümme innî es’elükel-âfiyeh."

 “Ey Allah’ım! Nefsimi (beni) sen yarattın Ölümü de senin elindedir Ölümü ve hayatı senin (irâden ile)dir Diriltirsen, onu muhâfaza buyur; öldürürsen de onu bağışla, mağfiret ve af eyle Ey Allah’ım! Senden âfiyet dilerim ”


3⃣.”اَلْحَمْدُللهِ الَّذِي أَطْعَمَنَا وَسَقَانَا، وَكَفَانَا، وَآوَانَا، فَكَمْ مِمَّنْ لاَكَافِيَ لَهُ وَلاَ مُؤْوِيَ“


"Elhamdulillahi ellezî et amenâ vesegâna vekefânâ ve âvânâ fekem mimmel lâ kâfiye lehü velâ mu'vîy."

“İhtiyaçlarını karşılayan kimseleri olmayıp, barınaksız nice kimseler varken bizi yediren, içiren, ihtiyaçlarımızı karşılayan ve barındıran Allahu Teâlâ’ya hamd (ve şükürler) olsun ”


4⃣."أَللَّهُمَّ رَبَّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبَّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ، رَبَّنَا وَرَبَّ كُل ِّشَيْءٍ، فَالِقَ الْحَبِّ وَالنَّوَى، وَمُنْزِلَ التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ، وَالْفُرْقَانِ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ كُلِّ شَيْءٍ أَنْتَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهِ اَللَّهُمَّ أَنْتَ الأَوَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَيْءٌ، وَأَنْتَ الآخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَيْءٌ وَأَنْتَ الظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَيْءٌ، وَأَنْتَ البَاطِنُ فَلَيْسَ دُونَكَ شَيْءٌ، اِقْضِ عَنَّا الدَّيْنَ وَأَغْنِنَا مِنَ الْفَقْرِ“


"Allahümme rabbes semâvâtis seb'ı ve rabbel arşil azıyım, rabbenâ ve rabbe kullî şey'i, fâligalhabbi vennevâ, Ve munzilettevratî vel incil, vel furgan,eûzu bike min şerri kullî şey'in , ente âhîzum bi nâsiyetihî. allahümme entel evvele feleyse gableke şey'un, ve entel ahîru feleyse be'adeke şey'un ve entel zahiru feleyse fevgake şey'un, Ve entel bâtınu feleyse duneke şey'un, igdı annâddeyne ve ağnina minel fakr."

 “Eyyedi kat göğün, azîm (büyük) Arş’ın, bizim ve her şeyin Rabbi olan ve çekirdek ile tohumu çatlatan, Tevrat, İncîl ve Kur’an-ı Kerim’i indiren Allah’ım! Sen kendinden önce kimsenin gelmediği Evvel’sin, ve sen kendinden sonra kimsenin gelmeyeceği Âhir’sin, fevkinde kimsenin olmadığı Zâhir’sin Sen (ey Rabbim!) Bâtın’sın, senden başka (kalıcı) bir şey yoktur Her şeyin özü ve hikmeti sana aittir, başkasına değil .Senin mâhiyetini kimse idrak edemez, Zâhir ve Bâtın’sın Borcumuzu edâ et ve fakirliğin sıkıntısından kurtar."


5⃣.بِاسْمِكَ رَبِّـي وَضَعْـتُ جَنْبيِ ، وَبِكَ أَرْفَعُهُ، فَإِنْ أَمْسَـكْتَ نَفْسـي فَارْحَمْهَا ، وَإِنْ أَرْسَلْتَهَا فَاحْفَظْهَا بِمَا تَحْفَظُ بِهِ عِبَادَكَ الصَّالِحِين.


Bismike Rabbî ve da'atu cembî, ve bike erfeuhu, fe in emsekte nefsî fârhamhâ, ve in erseltehâ fâhfezhâ bimâ tehfezu bihi ıbâdeke-ssâlihiyn.

“Ya Rabbi! Senin isminle (yatağa) uzandım Kalkınca da yine senin isminle kalkarım Rûhumu alırsan bana merhamet et Şayet uykudan canlı olarak kalkmayı nasip edersen, onu, sâlih - iyi kullarını muhâfaza ettiğin gibi koru ”


6⃣."اللَّهُمَّ قِنِي عَذَابَكَ يَوْمَ تَبْعَثُ عِبَادَكَ"


"Allâhümme kınî azâbeke yevme teb'asü ibâdek."

"Allah'ım! Kullarını yeniden dirilttiğin gün beni azâbından koru!"


7⃣."بِاسْمِكَ اَللَّهُمَّ  اَمُوتُ وَاَحْيَى "

"Bismike Allahumme  emûtu ve ahyâ"

"Allahim senin ismini anarak ölür ve dirilirim."


8⃣. اَللَّهُمَّ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَـادَة,ِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ، رَبَّ كُلِّ شَيْءٍ وَمَلِيكَهُ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ نَفْسِي، وَمِنْ شَرِّ الشَّيْطَانِ وَشِرْكِهِ، وَأَنْ
 أَقْتَرِفَ عَلَى نَفْسِي سُوءاً، أَوْ أَجُرَّهُ إِلىَ مُسْلِمٍ 


"Allahumme ălimel ğaybi ve şşehedet fetiras-semavati vel ard rabbe kulli şeyiv ve melikeh eşhedu ella ilahe illa ent euzu bike min şerri nefsi ve min şerrişşeytani ve şirkihi ve en egteri fe ala nefsi suen ev ecurrahu ila muslim."

“Gizli ve âşikarı bilen, göklerin ve yerin yaratıcısı Allahım! Her şeyin Rabbi ve sahibi! Senden başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilah olmadığına şehâdet ederim. Nefsimin şerrinden sana sığınırım. Şeytan ve şirkinin şerrinden, nefsime kötülük etmekten veya o kötülüğü bir müslümana götürmekten sana sığınırım.”                      

Devamını Oku »

Kur'an'ı Kerim'i Anlamak İçin...

Yazdıklarım Nouman Ali Khan' a ait 2014 senesinde verdiği bir sohbet videosunu seyrederken tuttuğum notlardan oluşmaktadır.
Nouman Ali Khan kimdir ? )


Müslüman bir toplumda bile imanımızın azalması mümkün mü?Allah'tan gittikçe uzaklaşmamız bir nesilden diğerine mümkün olabilir mi?Hem müslüman olup ve hem de müslüman bir ülkede yaşıyorsak gittikçe Allah'tan nasıl uzaklaşabiliyoruz? 
Daha materyalist ve daha gafil olabilir miyiz?Artık namazlarımızda Kur'an okuyormuş gibi hissetmiyor ve ağlamıyorsak,dualarımızın içi boşaldıysa  acaba ne anlama geldiğini bilmediğimiz sözleri tekrarlayıp duruyor olabilir miyiz?
Ve bu durumu umursamıyor olabilir miyiz? Bunlar mümkün mü?

Bu anlattıklarımın müslüman bir toplumda olması mümkün mü?Ve eğer bu duruma gelmiş bir müslüman toplum varsa bu durumu düzeltmek için ne yapmalı ve yeniden nasıl düzelip Allah'a yaklaşabilir,hiç düşündünüz mü?

Kur'an'ı  Kerim'deki ayetlere dikkatlice bakın ! Onlar Allah'ın (c.c) yolladığı kelamı.Yani bu ayetler benim,sizin ve tüm insanlar ile ilgili,alakalı..Yalnızca genel düşünmeyip millet ,toplum olarak değil kişisel olarak düşünün.İnanan olarak hiç mi Allah'tan uzak olduğunuz yada uzaklaştığınız günler olmadı?Ve siz bu durumdan rahatsızlık duyduğunuzda tekrar Allah'la (c.c) bağlantıyı nasıl kurdunuz?Veya Allah'la olan bağlantınızı yeniden kurmak için nereden başlardınız?Bir çok insan zaman zaman bu soruları kendi kendine soruyor .Cevapsa Allah'ın ayetlerinde ...

هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ 

Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).(Cuma /2 )

 "O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler."

Allah'ın kelamını yani ayetlerini okumamız gerekiyor.Her Kur'an'ı okuduğumuzda aslında Allah'ın (c.c) bizlerle konuştuğu gerçeğini düşünmemiz gerekiyor.Vallahi hayatınızda alabileceğiniz en mükemmel hediye Allah(c.c) 'ın sizinle konuşmasıdır.Hiçbir dinde Kur'an'daki gibi Allah doğrudan bizlerle,sizlerle konuşmaz,yani doğrudan bir ulaşım sağlamaz.
Fakat bazı insanlar Kur'an'ı Kerim'in Peygamber efendimiz(s.a.v)'e geldiğini düşünerek "Hayır hayır,Allah (c.c) yalnızca Peygamber efendimizle(s.a.v) konuşuyor ,bu kitap benim için değil,yalnız alimler ve ulemalar için .." diyebiliyorlar.Ve o nedenle de "yalnızca tecvidle güzel okumayı öğrenirim ama üzerinde düşünmem,düşünemem zaten de anlamıyorum "diyebiliyorlar.
Dünyadaki her müslümanın yapması gereken ve hatta sürekli olarak yapması gereken şey Rasulullah (a.s.v)ın sünnetini diriltmektir.Peki diriltmemiz gereken bu sünnet nedir?

 يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ  

"yetlû aleyhim âyâtihî  "( Cuma / 2 )

" Onlara ayetlerini okur"    

 ayetinde anlatıyor aslında ...biz müslümanlarca yapılması gereken ve Peygamber efendimiz(s.a.v) ile başlayıp dünyanın sonuna kadar da devam edecek olan sünnetini yapmaktır.Yani Kur'an'ı okumamız ve anlamamız ve öğretmeye çalışmamızdır,hepsinden önemlisi bu güzel sünneti yapmak için her birimizin çabalamasıdır.Fakat büyük bir çoğunluğumuzun bu konuyla ilgili hiçbir fikri bile yok.Eğer bu konuyu takmıyorsanız büyük problem var !yok eğer takıyorsanız sizleri suçlamıyorum/suçlayamıyorum.Çünkü bunu bilmemeniz sizin hatanız değil.Şöyle daha iyi açıklayabilirim bu durumu;
Allah (c.c) Peygamber efendimiz'i (s.a.v) ümmilerin arasından seçmişti.Yani kelimelerin nasıl okunup nasıl yazılacağını bilmeyen okuma yazması olmayan bir kişiydi.Ve bu ümmilerin hatası değildi.Ama eğer bir peygamber gönderilmiş ve size Allah'ın (c.c) ayetlerini okuyor ve siz umursamıyorsanız o zaman bu sizin suçunuz.İşte bunlar Allah'ın (c.c)  kur'an'da tarif ettiği kişilerdir.;

وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا 

"Vellezîne izâ zukkirû bi âyâti rabbihim lem yahırrû aleyhâ summen ve umyânen(umyânen)."
(Furkan / 73)

"Onlar, kendilerine Rabblerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler."

Bizim bütün dünyada bu sünneti devam ettirmemiz için bir hareket oluşturmamız lazım.Gelecek on yıl içinde Kur'an'ın anlamını bilmeyen tek bir müslüman genç olmamalı.15,16 yaşlarında olup Allah'ın ne dediğini bilmeyen anlamayan tek bir müslüman genç kalmamalı.Şimdilerde değil gençler müslümanım elhamdulillah diyen bir çok insan Bakara suresinde Allah ne diyor? hiçbir fikri yok!,Casiye suresi ve/veya Amme cüzünü bilmiyorlar.Çok yazık!!!

Bu durumumuzu on yıl veya daha az bir zamanda düzeltebiliriz.Fakat bunu gerçekleştirebilmemiz için "umursamamız" gerekiyor,bu çabanın bir parçası olmamız gerekiyor.Ve bu yalnız bir kişinin işi değil.Bu ümmetin her bir üyesi,siz ve ben kendimizi ve ailelerimizi eğitmek için ,çocuklarımızı eğitmek için sorumluyuz.Bu kitabın ne anlama geldiğini öğrenmek zorundayız.Bu kitap üzerinde düşünelim diye geldi;

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ 

"İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen leallekum ta’kılûn(ta’kılûne)" (Yusuf /2 )

"Biz onu, akıl erdiresiniz(anlayasınız) diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik." 

Bu ayeti okuyoruz ve sonra da diyoruz ki; "Hayır Hayır kur'an'ı tecvidiyle güzelce okumamız için gönderildi,arabamda cd 'de dinleyeyim diye gönderildi."işte hepsi bu !

Tecvid tabiki çok önemli,Güzel okumak tabiki çok önemli ! ancak işin aslını söyleyeyim mi? Tecvidli okumakta neden önemli biliyor musunuz?Kur'an'ı ağır okuyup açık açık okumak için önemli ve sonuçta ağır ve açıkça okunan bir şey de anlamanızı kolaylaştıracaktır.Kur'an'ı ezberlerken de kendi kendinize tekrar ettiğinizde hem anlamanız kolaylaşıyor ve hem de ezberlemeniz kolaylaşıyor.Sözün özü iş dönüp dolaşıp Kur'an'ı anlamamıza dönüyor.Nitekim insanlar eski zamanlarda sarhoşken yani alkol ve şarap henüz haram değilken şarapla ilgili en büyük problem neydi biliyor musunuz?


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْرَبُواْ الصَّلاَةَ وَأَنتُمْ سُكَارَى حَتَّىَ تَعْلَمُواْ مَا تَقُولُونَ وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّىَ تَغْتَسِلُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مِّنكُم مِّن الْغَآئِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُورًا

"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ takrabûs salâte ve entum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû. Ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâiti ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum. İnnallâhe kâne afuvven gafûrâ(gafûran)." ( Nisa / 43 )

" Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır."

O zaman için problem şarap içen birinin ne dediğini bilmeden ayeti okumasıydı.Yani Allah (c.c ) ne söylediklerini bilmeden namaz kılmalarını istemedi .Şu an elhamdulillah büyük bir kısmımız için şarap problemimiz yok.Ama diğer problemimiz var değil mi?Yani namaz kılarken okuduklarımızı bilmiyoruz,işte bu bir tehlike! Fiziksel tehlikelerden konuşuyoruz deprem mesela fiziksel bir tehlikedir,savaş fiziksel bir tehlikedir.Okuduğumuzda Allah(c.c) ın kelamını anlamamız fiziksel değil manevi bir tehlikedir.İşte tam da bu nedenle bu tehlikeyi umursamak durumundayım.Ben 30,35 veya 25 yaşındaysam ve öğrenmek için bir şansım olmadıysa bunu umursayıp hem kendimi ve hem de ailemi çocuklarımı bu durumdan kurtarmam lazım.Çocuklarımın benim yaşıma gelip " keşke Kur'an'ın anlamını bilebilseydim" dememelerini garantiye almam lazım.Bunun çocuklarıma olmasına izin vermemem lazım.80 yaşında veya 90 yaşında da olsam bugün öğrenmeye başlamalıyım.
Peygamberimiz Allah'ın ayetlerini Kureyş halkınıa okuduğunda Kur'an'ı anlamış mıydı? ve anlattıkları da anlamışlar mıydı? Evet! anlamışlardı.Bu çok büyük bir şey.Kur'an'da öyle kıssalar varki;Küffar yani yani müslüman olmayanlar İslam'dan nefret edenler Allah(c.c)'ın ayetlerini duyduklarında ağlamaya başladılar.Kafir ağlamaya başladı  düşünebiliyor musunuz?Bugün benim poroblemim elhamdulillah kafir değilim ve Allah'ın( c.c) kelamı okunuyor,duyuyorum ama hiçbir şey hissetmiyorum.Bu bir felaket!Kur'an bir kafirden daha çok karşılık aldı.Bana ise hiçbir etki etmiyor,ne büyük bir tehlike!
Peygamber efendimiz(s.a.v) in yaptığını yapmalıyız.O'nun yaptığı sünnetini devam ettirmeliyiz,bulduğumuz her fırsatta daha çok anlamak için çabalamalayız.,ezberlemeliyiz,tecvidli olarak okumasını öğrenmeliyiz ve öğretmeliyiz.Nasılki bir kaç saat geçince yemek yeme veya birşeyler içme ihtiyacımız beliriyor.Allah'da (c.c) bizleri ayetlerini anlamamız için beş vakit namazla bunu sağlamaya çalışıyor.Ve namazlarımızda uzun süren kısım "kıyamda" okuduklarımız da Allah'ın(c.c) ayetleri yani yine Kur'an'dan.

Nasıl bu anlattıklarımla aradaki bağlantıyı kurabiliyor musunuz?


Rabbim hepimizi doğru kaynaktan,doğru bilgilerle beslenerek Peygamber efendimiz'in (s.a.v) sünnetine uygun yaşamayı ve bize Kur'an'ın hakikatlerini kavramayı ve sırlarını keşfetmeyi,Kalbimizi Kur'an'ın nuruyla aydınlatmayı nasip etsin...amin 






Devamını Oku »

Gece duaları 5



بِاسْمِكَ رَبِّـي وَضَعْـتُ جَنْبيِ ، وَبِكَ أَرْفَعُهُ، فَإِنْ أَمْسَـكْتَ نَفْسـي فَارْحَمْهَا ، وَإِنْ أَرْسَلْتَهَا فَاحْفَظْهَا بِمَا تَحْفَظُ بِهِ عِبَادَكَ الصَّالِحِين.


Bismike Rabbî ve da'atu cembî, ve bike erfeuhu, fe in emsekte nefsî fârhamhâ, ve in erseltehâ fâhfezhâ bimâ tehfezu bihi ıbâdeke-ssâlihiyn.

“Ya Rabbi! Senin isminle (yatağa) uzandım Kalkınca da yine senin isminle kalkarım Rûhumu alırsan bana merhamet et Şayet uykudan canlı olarak kalkmayı nasip edersen, onu, sâlih - iyi kullarını muhâfaza ettiğin gibi koru ”
(7482)Sahih al-Bukhari 9:490)


Devamını Oku »

Gece duaları 8

 اَللَّهُمَّ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَـادَةِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ، رَبَّ كُلِّ شَيْءٍ وَمَلِيكَهُ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ نَفْسِي، وَمِنْ شَرِّ الشَّيْطَانِ وَشِرْكِهِ، وَأَنْ أَقْتَرِفَ عَلَى نَفْسِي سُوءاً، أَوْ أَجُرَّهُ إِلىَ مُسْلِمٍ 

okunuşu; Allahumme ălimel ğaybi ve şşehedet fetiras-semavati vel ard rabbe kulli şeyivve melikeh eşhedu ella ilahe illa ent euzu bike min şerri nefsi ve min şerrişşeytani ve şirkihi ve en egteri fe ala nefsi suen ev ecurrahu ila muslim


Gizli ve âşikarı bilen, göklerin ve yerin yaratıcısı Allahım! Her şeyin Rabbi ve sahibi! Senden başka hakkıyla ibâdete lâyık hiçbir ilah olmadığına şehâdet ederim. Nefsimin şerrinden sana sığınırım.Şeytan ve şirkinin şerrinden, nefsime kötülük etmekten veya o kötülüğü bir müslümana götürmekten sana sığınırım.”[19]

[19] Tirmizi, Ebu Dâvud; Bkz. Sahih-i Tirmizi (3/142).
Devamını Oku »

Gece duaları 6 ve 7


"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uyumak istediği zaman sağ elini yanağının altına koyarak şöyle derdi: 

اللَّهُمَّ قِنِي عَذَابَكَ يَوْمَ تَبْعَثُ عِبَادَكَ

"Allâhümme kınî azâbeke yevme teb'asü ibâdek."

"Allah'ım! Kullarını yeniden dirilttiğin gün beni azâbından koru!" 

(Tirmizî, Daavât 18)
 Ebu Davud 4/311.
 Sahih al-Tirmizi 3/143.

Bir kimse yatağa girince sağ tarafına dönüp sağ elinin sağ yanağının altına koyarak, şu duâyı okusun;

 'Bismike, Allâhümme emûtü ve ahya = Allah'ım, senin ismini anarak ölür ve dirilirim.' " (Buhârî, Daavât 7, 8, 16, Tevhîd 13                        

بِاسْمِكَ اَللَّهُمَّ  اَمُوتُ وَاَحْيَى 

„Bismike allahumme emûtü ve ahyâ“ duâsı okunur. Sağ yanak, sağ elin içine konularak sağ taraf üzerine yatılır.

بِاسْمِكَ 
senin ismi şerifin ile

اَللَّهُمَّ
ey benim şanı yüce olan Rabbim!

اَمُوتُ
 ölürüm

وَاَحْيَى 

ve dirilirim

Devamını Oku »

Şifa veren Dualar ...EFSUN ve RUKYE nedir ?


Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hastalara ve ağrısı olanlara karşı okuduğu duâlar…

Hazret-i Âişe –radıyallahu anha-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– kendilerine bir hasta getirildiğinde şöyle duâ ederlerdi;


Türkçe Okunuşu: Ezhibil-be’se rabben’nasi eşfi ve enteş’şafi la şifae illa şifauke şifaen la yugadiru sekame

“Bu hastalığı gider ey insanların Rabbi! Şifâ ver, çünkü şifâ verici sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Öyle şifâ ver ki hiç bir hastalık bırakmasın.” (Buhârî, Merdâ, 20; Müslim, Selâm, 46; Ebû Dâvud, Tıbb, 18, 19)

Yine Âişe –radıyallahu anha-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz, kendisine bir hastanın şifâ bulması için duâ talebedildiği zaman:

Türkçe Okunuşu: Bismillahi turbetu ardina ve riikatu ba’dina yeşfi sakimuna bi-izni rabbina.

“Allah’ın adıyla duâya başlarım. Bizim yerimizin toprağı ve birimizin tükrüğü vesilesiyle Allah’ın izniyle hastamız şifâ bulur.” (Buhârî, Tıbb, 38; Müslim, Selâm, 54; Ebû Dâvud, Tıbb, 19)
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) HASTA OLDUĞUNDA OKUDUĞU DUA

Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz rahatsızlandıkları zaman onu Cibril tedavi eder ve:


Türkçe Okunuşu: Bismillahi arkıyke min kulli şeyin yu’zike min şerri kulli nefsin ev aynin hasidin, Allahu yeşfike bismillahi arkıyke.

“Allah’ın ismiyle seni rahatsız eden her şeyden sana okurum. Her nefsin veya hasetçi her gözün şerrinden Allah sana şifâ versin. Allah’ın adıyla sana okurum.” derdi.(Müslim, Selâm 40)

Peygamberimiz bir rahatsızlıkları olduğu zaman Muavvizeteyn  sûrelerini okur, kendi üzerine üfler ve onu eliyle üzerinden silerdi. Ve şöyle buyururlardı:


Türkçe Okunuşu: Bismillahi Allahümme dâvini bi devaike veşfini bi şifaike ve ağnini bi fadlike ammen sivâk vahzer anni ezake.

ŞİFA VEREN DUÂ

“Allah’ın ismiyle. Ey Rabbim! Beni kendi devân ile tedavi et, bana kendi şifân ile şifâ ver ve beni kendi fazlınla Senden başkalarından müstağni kıl ve beni ezalardan uzak tut.” (Heysemî, X, 180)

Henüz eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eden bir mü’min yedi defa:


Türkçe Okunuşu: Es-elullahil-azime rabbel arşil aziim en yeşfiyeke.

“Büyük Allah’tan, büyük Arş’ın Rabbi Allah’tan sana şifâ vermesini istiyorum!” derse muhakkak afiyet bulur. (Ebû Dâvud, Cenâiz, 8; Tirmizî, Tıbb, 32; İbn Hanbel, I, 2                        




Hadislerle Efsun ve Rukye

Efsun ve Rukye Nedir?

Efsun ve rukye iki kısıma ayrılır:

Birincisi Haram Olan: Efsun ve Rukye her ikisi de okuyup üflemekle insanı etki altına almak manalarına gelir. Bunun haram olanı büyü ve sihir yapan cincilerin uğraştığı, ayet ve dua dışında olan ve Allah’tan gayrını duaya ortak eden küfür ve şirk işleridir. Ayet ve duaları kullansalar bile bunun yanına meleklerin ismini yazarak veya Ashab-ı Kehf olan kimselerin isimlerini ve hatta köpeklerinin de ismini yazmaları yaptıkları işi batıla çeviren hususlardandır.

İkincisi Helal Olan: Hak olan Efsun ve Rukye’ye gelince; Kur’an’dan ayetler veya dualar okuyup şifa dilemektir. Hastaya eliyle dokunmak ve ona üflemeye de Efsun denir. Halk arasında avsunlamak diye tabir edilen bu tedavi Allah’tan şifa dilemeye muvafık olduğu sürece helal olan bir tedavi yoludur.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) içerisinde küfür ve şirk olmayan okuyup üflemeye müsaade etmiş, hatta tavsiye etmiştir. Bu duaları yazıp boyuna veya duvarlara asmak asılsız işlerdendir. Zira ne Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ne de onun ashabı böyle bir şey yapmamışlardır. Bilakis yasaklamışlardır.

(1) İmrân bin Husayn (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Göz değmesinden ve zehirli hayvanların sokmasından başka hiçbir şey için rukye yoktur’ buyurdu.”

Ebu Davud 3884

(2) Avf bin Mâlik (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Biz cahiliye döneminde rukye yapıyorduk. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

−Ey Allah’ın Rasulü! Bu rukye hakkında ne buyurursun? dedik.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Rukyenizi bana arzedin, içerisinde şirk olmadıkça rukyede bir sakınca yoktur’ buyurdu.”

Ebu Davud 3886

(3) Abdulaziz bin Suheyb (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Enes (Radiyallahu Anh), Sabit el-Bunânî’ye:

−‘Seni Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in duası ile tedavi edeyim mi?’ dedi.

Sabit el-Bunânî’de:

−‘Evet’ dedi.

Bunun üzerine Enes (Radiyallahu Anh):

اَللَّهُمَّ رَبَّ النَّاسِ، مُذْهِبَ الْبَاسِ، اِشْفِ اَنْتَ الشَّافِي، لاَ شَافِيَ اِلاَّ أَنْتَ، اِشْفِهِ شِفاَءً لاَ يُغاَدِرُ سَقَماً

−‘Ey insanların Rabbi ve sıkıntıların gidericisi olan Allah’ım! Şifa ver! Sen şifa vericisin. Sen’den başka bir şifa verici yoktur. Buna hiç hastalık bırakmayan bir şifa ver.’ diyerek dua etti.”

Ebu Davud 3890

(4) Osman bin Ebi’l-Âs (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e geldim ve:

−Bende bir ağrı var, neredeyse beni helak edecek dedim.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana:

−‘Sağ elinle ağrıyan yeri yedi defa ovala ve:

أَعُوذُ بِعِزَّةِ اللهِ وَقُدْرَتِهِ مِنْ شَرِّ مَا أَجِدُ

Duyduğum ağrının şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım diye dua et’ buyurdu.

Ben bunu yaptım, Aziz ve Celîl olan Allah bendeki bu ağrıyı giderdi. O günden beri aileme ve başkalarına sürekli bunu tavsiye ediyorum.”

Ebu Davud 3891

(5) Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh)’ın hanımı Zeynep (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

“Yaşlı bir kadın humre hastalığını okumak için bize gelirdi. Abdullah eve gireceği vakit öksürerek ses çıkarırdı. Bir gün Abdullah eve geldi kadın onun sesini işitince korkusundan sedirin altına gizlendi. Abdullah yanıma geldi oturudu. Bana dokundu ve (belimde) ip buldu ve bana:

−Bu nedir? dedi.

Ben de dedim ki:

−Humreden dolayı benim için okunmuş rukyedir. Onu çekip koparıp attı ve şöyle dedi:

−Andolsun ki Abdullah’ın âilesi şirkten uzaktır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyururken işittim:

−‘Şüphesiz temaim ve tivele şirktir.’

Zeynep (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

−Ben bir gün dışarı çıktım biri bana baktı ve gözümden yaş aktı. Gözümü okuduğum vakit yaş akması kesildi. Okumayı terk ettiğim vakit ise gözümden yine yaş aktı.

Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) dedi ki:

−O şeytandır. Ona itaat ettiğin vakit seni bıraktı. Ona asi olduğun vakit parmağını gözüne soktu. Eğer sen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yaptığı gibi yapsaydın daha hayırlı ve şifa bulmaya daha layık olurdun. Gözüne suyu serpersin ve şöyle dersin dedi.”

أَذْهِبِ الْبَاسَ رَبَّ النَّاسِ اِشْفِ، أَنْتَ الشَّافِي لاَشِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَماً

Temaim: Temimenin çoğuludur.

Tivele: Karı koca arasında ki muhabbeti artırmak veya onları ayırmak için yapılan şey.

İbni Mace 3530, Ebu Davud 3883, Ahmed 3615

(6) Amr bin Şuayb (Radiyallahu Anh) babasından oda dedesinden şöyle rivayet etti:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sahabelerine korkudan kurtulmaları için şu kelimeleri öğretiyordu:

اَعُوذُ بِكَلِماَتِ اللهِ التاَّمَّةِ، مِنْ غَضَبِهِ وَشَرِّ عِبَادِهِ، وَمِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَأَنْ يَحْضُرُونَ

“Allah’ın tam olan kelimeleri ile gazabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve şeytanların hazır olmasından sığınırım.”

Ebu Davud 3893

(7) Hârice bin Salt et-Temîmî (Radiyallahu Anh), amcasından şöyle rivayet etti:

“Amcam, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına gelip Müslüman olmuş. Sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanından ayrılıp geri dönmüş. Daha sonra bir topluluğa uğramış. Onların yanında demirle bağlanmış deli bir adam varmış. O delinin ailesi amcama:

−Bize anlatıldığına göre şu sizin arkadaşınız (Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem) hayırla gelmiş. Senin yanında bu deliyi tedavi edecek bir şey var mı? diye sormuşlar.

Bunun üzerine amcam şöyle devam etti:

Deliye Fâtiha ile rukye yaptım ve deli iyi oldu. Bana yüz tane koyun verdiler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip bunu anlattım.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Bundan başka (okuduğun bir şey) var mı?’ diye sordu.

Ben de:

−Hayır dedim.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘O koyunları al! Allah’a yemin ederim ki, bâtıl rukye karşılığında aldığını yiyen nice insanlar vardır. Allah’a yemin olsun ki, sen hak olan rukye karşılığında aldığını yiyorsun’ buyurdu.”

Ebu Davud 3896

(8) Suheyl’in babası Ebu Salih (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Eslem kabilesinden bir adam şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanında oturuyordum, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sahabelerinden biri gelip şöyle dedi:

−Ey Allah’ın Rasulü! Bu gece zehirlendim ve sabaha kadar uyuyamadım dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona:

−‘Seni zehirleyen nedir’ dedi.

Sahabe:

−Akreptir dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Eğer sen akşamladığın vakit:

اَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّاماَّتِ مِنْ شَرِّ ماَ خَلَقَ

Yarattığı şeylerin şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım diye dua etmiş olsaydın Allah Azze ve Celle dilerse zarar veremezdi’ buyurdı.”

Ebu Davud 3898

(9) Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), aile fertlerinden biri hastalanınca, sağ eliyle hastayı sıvazlar ve:

اللَّهُمَّ ربَّ النَّاسِ، أَذْهِب الْبَأسَ، واشْفِ، أَنْتَ الشَّافي لا شِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ، شِفاءً لا يُغَادِرُ سقَماً

‘Ey İnsanların Rabbi olan Allah’ım! Hastalığını giderip, şifa ver. Şifayı veren ancak Sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Buna, hiçbir hastalık bırakmayacak şekilde şifa ver!’ diye dua ederdi.”

Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace

(10) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim, henüz eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eder de onun yanında yedi kere:

بِسْمِ اللهِ، أَسْأَلُ اللَّهَ الْعَظِيمَ رَبَّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ أَنْ يَشفِيَكَ

Allah’ın adıyla, büyük arşın sahibi yüce Allah’tan sana şifa vermesini dilerim diye dua ederse, Allah o hastayı iyi eder’buyurdu.”

Ebu Davud, Tirmizi



SAHİH KAYNAKLARDAN ELIMIZE ULAŞAN EFENDIMIZ SALLALLAHU ALEYHİVE SELLEM IN TEDAVİ METODUDUR.
DİLEYEN BUNLARI KAYDEDER VE UYGULAR.
ALLAH BÜTÜN HASTALARA ŞİFALAR VE HEPİMİZE DE SAHIH KAYNAKLARLA BESLENİP SÜNNETİ UYGULAMAYI NASİP ETSİN
ALLAHÜMME AMİN
Devamını Oku »

Bid'atlardan sakınmak -3

172- وعن جابرٍ ، رضي اللَّه عنه ، قال : كان رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، إِذَا خَطَب احْمرَّتْ عيْنَاهُ ، وعَلا صوْتُهُ ، وَاشْتَدَّ غَضَبهُ ، حتَّى كَأَنَّهُ مُنْذِرُ جَيْشٍ يَقُولُ : «صَبَّحَكُمْ ومَسَّاكُمْ » وَيقُولُ : « بُعِثْتُ أَنَا والسَّاعةُ كَهَاتيْن » وَيَقْرنُ بين أُصْبُعَيْهِ ، السبَابَةِ ، وَالْوُسْطَى ، وَيَقُولُ: « أَمَّا بَعْدُ ، فَإِنَّ خَيرَ الْحَديثَ كِتَابُ اللَّه ، وخَيْرَ الْهَدْى هدْيُ مُحمِّد صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، وَشَرَّ الأُمُورِ مُحْدثَاتُهَا وكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلالَةٌ » ثُمَّ يقُولُ : « أَنَا أَوْلَى بُكُلِّ مُؤْمِن مِنْ نَفْسِهِ . مَنْ تَرَك مَالا فَلأهْلِهِ ، وَمَنْ تَرَكَ دَيْناً أَوْ ضَيَاعاً، فَإِليَّ وعَلَيَّ » رواه مسلم .

وعنِ الْعِرْبَاض بن سَارِيَةَ ، رضي اللَّه عنه ، حَدِيثُهُ السَّابِقُ في بابِ الْمُحَافَظةِ عَلَى السُّنَّةِ.

172. Câbir  radıyallahu anh  şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  hutbe irad ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, “Düşman sabah ve akşam üzerinize hücum edecek, kendinizi koruyunuz” diye ordusunu uyaran kumandan gibi öfkesi artar ve şehadet parmağı ile orta parmağını bir araya getirerek:

“Benimle kıyametin arası şu iki parmağın arası kadar yaklaştığı sırada ben peygamber olarak gönderildim” derdi. Sonra da sözlerine şöyle devam ederdi:

“Bundan sonra söyleyeceğim şudur ki: Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sel-lem’ in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlardır. Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.” Sonra da şöyle buyurdu:

“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha üstünüm. Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana aittir; yetimlere bakmak da benim görevimdir.”  Müslim, Cum’a 43. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 7


Açıklamalar

Peygamber Efendimiz çok çeşitli vesilelerle ashâba hitap eder, o andaki duruma, toplumun psikolojisine uygun konuşmalar yapardı. Arabçada “hutbe” denen, dilimizde de aynen kullanılan kelime, bizde olduğu gibi, sadece cuma günü hatibin minberden yaptığı konuşma anlamına gelmez. Bir hatibin, topluluğa hitaben yaptığı her konuşma hutbe olarak isimlendirilir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in konuşma yaparken gözlerinin kızarması, sesinin yükselmesi, kızması gibi burada anlatılan fizyolojik durumlar, bütün konuşmalarında görülmez. O, bir kötülükten sakındırdığı, bir yasaktan kaçınılmasını istediği veya kötü bir sonuçtan korkuttuğu zaman böyle bir görünüme sahip olurdu. Tehdid eden ve korkutan insanın tavrı elbette böyle olur. Bu şekilde hareket etmesi, şeriata muhalif bir hareketi yasaklamak için de olabilir.                        
Peygamberimiz, insanların tehlikelere karşı duyarsızlıklarını, bazı hakikatlerden habersiz oluşlarını, ihmalkârlık ve vurdumduymazlıklarını görünce kızmış, öfkelenmiş ve onları ciddi bir biçimde uyarmıştır. Bu uyarı, sadece sahâbeye has değil, ümmetin her ferdini ve her zamanı kapsayıcı niteliktedir. Ayrıca toplumu bilgilendirmekle, irşad ve îkaz göreviyle sorumlu kişiler, vâizler ve hatibler için de yol ve yön gösterici, örnek olucu özellikler taşır.

Peygamber Efendimiz, Allah Teâlâ’nın insanlığa gönderdiği son elçidir. Kur’ân-ı Kerîm bunu açıkça beyan ettiği gibi, kendisi de sık sık hatırlatır. Kıyamete kadar başka bir din, başka bir peygamber, başka bir ilâhî kitap gelmeyecektir. Dünyada yaşanan geçmiş zaman dilimine göre, kalan sürenin çok kısa olduğuna, Resûlullah Efendimiz şehadet parmağıyla orta parmağını birbirine yaklaştırarak dikkat çekmiştir. Ancak bu geri kalan zaman süresinin ne kadar olduğu ve hangi tarihte sona ereceği konusunda kimseye bilgi verilmemiştir. Ayrıca bu ifadeyle Efendimiz, şehadet parmağıyla orta parmak arasında başka parmak olmadığı gibi, benimle kıyamet arasında da başka peygamber yoktur, demek istemiştir.

Burada Peygamberimiz önce Allah’ın kitabı Kur’an’a sonra da kendisinin sünnetine dikkatimizi çekmektedir. Dinin bu iki temeline işaret ettikten sonra, bunlara önem verilmemesi durumunda ortaya çıkacak iki olumsuz noktaya da işaret ederek bizi uyarmaktadır. Bunlar da, sonradan ortaya çıkarılan sapıklıklar ve bid’atlardır.                        


Ey rabbimiz bizleri hertürlü bid"at ve  sapıklıktan koru.kuran"a ve sünnete sarılmayı ve YAŞAMAYI hepimize nasip et.
Allahumme Amin.                        

Sözün en hayırlısının Kur’an oluşu, birkaç açıdan ele alınabilir. Kur’an, fesâhat ve belâgatin bütün inceliklerini kapsayıcı niteliği ile insanlığa en mükemmel hitaptır. Bu ilâhî kitap, her hakikati, doğruyu ve yanlışı apaçık ortaya koyar. “Sana bu kitabı her şeyi açıklayan ve müslümanlara yol gösteren bir rahmet ve müjde olarak indirdik” [Nahl sûresi (16), 89]. Böyle olduğuna göre, müslümanların dünya ve âhiret işleriyle ilgili her konuda Kur’an’a baş vurmaları gerekir. Çünkü Kur’an, gerçeği ve kurtuluşu arayan herkesin, kendisine yönelince aradığını bulacağı bir hazinedir. Hazineye kavuşmak bazan ne kadar zor ise, Kur’an’ın ilâhî hakikatlerini kavramak, esrârına erişebilmek de kolay değildir. Ama bir hazinenin insanı cezbetmesi ve kişinin bu arayışla meşgul olması da işin başlangıç ve ilk adımıdır. Kur’an bir rehber olması sebebiyle, her an kendisiyle olmamız gereken bir kitaptır.

Yolların en hayırlısı ise, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ in yolu, yani sünnetidir. Çünkü onun yolu, Kur’an’ın rehberlik ettiği dosdoğru yoldur. Hayatını Kur’an’a uydurmak ve hayat programını Kur’an’dan almak isteyenler Peygamber’e tabi olur, onun izinde yürürler. “Yemin ederim ki, sizin için, Allah’ın huzuruna çıkmayı umanlar, âhiret gününe inananlar ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın Resûlü güzel bir örnektir” [Ahzâb sûresi (33), 21].                        

 Ey Rabbimiz🌷 Bize Kur'an-ın  hakikatlerini kavramayı ve sırlarını keşfetmeyi NASİP et💕💐
Kalbimizi KURAN'IN nuruyla aydınlat📖📖📖                        

 Allah ve Resûlü’nün yolundan ayrılanlar, birtakım farklı ve aykırı yollar îcat edenler, bid’ate, sapıklık ve yanlışlığa düşerler. Bundan önceki hadisin açıklamasında bu konu genişçe ele alınmıştır.

Peygamber Efendimiz’in “Ben her müslümana kendi nefsinden daha ileriyim” sözü, “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından bile üstün olmak gerekir” [Ahzâb sûresi (33), 6] âyetine uymaktadır. Çünkü, Peygamber’in emrettiği konular, mü’minleri dünya ve âhirette saadete kavuşturacak şeylerdir. İnsan tabiatı şerre, kötülüklere yönelmeye daha müsaittir. Nitekim Yûsuf aleyhisselâm: : “Ben, nefsimi temize çıkarmak istemiyorum. Çünkü nefis, daima kötülüğü emredicidir” [Yûsuf sûresi (12), 53] demişti.

Sahâbe-i kirâm, Resûl-i Ekrem Efendimiz’i kendi nefislerinden ileri ve önde tutarlardı. Onların Allah Resûlü ile iştirak ettikleri gazvelerdeki tutum ve davranışları, bunun canlı örneklerini teşkil eder.                                                
Peygamberimiz’in “Her kim geride bir borç veya yetimler bırakırsa, bunlar bana aittir” sözü, kendisinin her mü’mine kendi nefsinden daha ileri olduğuna dair beyanını açıklayıcı niteliktedir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İslâm’ın ilk yıllarında borçlu ölen ve borcunu ödeyecek mal bırakmayanların cenaze namazını kılmazdı. Böylece sahâbe-i kirâmı ihmalkârlıktan ve borçlanmaktan sakındırmayı hedeflemişti. Sonraları fetihler sayesinde hazinenin mâlî durumu düzelince, böylelerin borçlarını Peygamberimiz bizzat ödemeye başladı. Fakat bu, Peygamber’e has bir durumdu. Daha sonraları halifelerin bu yönde bir uygulama geliştirdiklerini görmüyoruz. Şu kadar var ki, yetim kalan çocuklara beytülmalden yani devlet hazinesinden nafaka ödendiğini görüyoruz. Hattâ Hz. Ebû Bekir’in, müslümanlar arasında ayırım yapmaksızın bu nafakayı ödediği, Hz. Ömer’in ise, bunun aksine, müslümanlar arasında tercihde bulunduğu söylenmektedir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Haramdan sakındırma, şeriata muhalif bir hareketi kınama gibi sebeplerle kızmak, sesi yükselterek konuşmak câizdir.

2. Peygamberimiz’le kıyamet arasındaki zamanda başka bir peygamber gelmeyecektir.

3. Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünnetiyle meşgul olmak, en hayırlı amellerden sayılır.

4. Bid’atlarla mücadele etmek müslümanlar için bir görevdir. Bunun yolu, Kur’an ve Sünnet’i öğrenmek ve hayata uygulamaktan ibarettir.

5. Yetimlere ve kimsesiz çocuklara beytülmalden yardım etmek gerekir.


6. Miras haktır ve helaldir.
Devamını Oku »

Bid'atlardan sakınmak -2

171- عن عائشةَ ، رضي اللَّه عنها ، قالت قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « منْ أَحْدثَ في أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فهُو رَدٌّ » متفقٌ عليه .

 وفي رواية لمسلمٍ : « مَنْ عَمِلَ عمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُو ردٌّ » .



171. Âişe  radıyallahu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez.”

Müslim’in bir rivayeti şöyledir:

“Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o merduttur, makbul değildir.”

Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdiye 17,18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 2

Açıklamalar

Bu hadis, İslâm’ın en önemli temellerinden birini teşkil eder. Kitab ve Sünnet esasına dayanmayan her şey merdut, yani kabul edilemez niteliktedir. Böyle bir şey dinden sayılmaz ve bâtıl olarak adlandırılır.

Riyâzü’s-sâlihîn’ in başlangıcında geçen “Ameller niyetlere göredir” hadisi, yaptığımız ibadetlerin ve işlerin sevap veya cezasında, kalbî bir amel olan niyetin önemini bize öğretmişti. Bu hadiste ise, ibadet ve tâatler de dahil, yaptığımız her işin görünüşte bile dine, Kur’an ve Sünnet esaslarına uyması gerektiği bize öğretilmiştir. Allah ve Resûlü’nün izin vermediği hiçbir şeyin dinden sayılmayacağını bu hadisin özlü ifadesinden gayet açık bir şekilde anlamış oluyoruz.

Dinde aslı olmayan bir şeyin sonradan ortaya konulması, dinimizde “bid’at” diye adlandırılır. Esasen bir çok âyet-i kerime ve sahih hadis, bu veciz kelâmda ifadesini bulmuştur. 

Hz. Peygamber, bu hadisleriyle, dinde haddi aşıp ileri gidenlerin aşırılıklarını, bâtıl yollara sapıp dini tahrif edenlerin tahrifatını din olarak kabul etmemek gerektiğine dikkatimizi çekmektedir. Bunların her biri bid’at olarak nitelenmiştir.

Daha dindar olabilmek veya öyle görünmek için Kur’an’da ve Resûl-i Ekrem’in sünnetinde bulunmayan birtakım ibadetler veya Allah’a yakın olmaya vesile sayılabilecek bazı ameller ortaya çıkartan kimse daha dindar değil, dine ilavelerde bulunan bir bid’atçidir. Kendisi ve yaptığı işi asla kabul edilemez. Bunun aksine, dinde bulunup da Kur’an ve Sünnet’e uygun olan ibadet ve amelleri yok sayan, noksanlaştıran veya değiştiren, böylece dini tahrif eden bâtıl ehli de bid’atçıdır. Onlar ve amelleri merdut olup, asla kabul edilemez.

Bu husus, Peygamberimiz’in bir sonraki hadislerinden daha net bir biçimde anlaşılmaktadır. Çünkü orada, sonradan ortaya çıkarılan her şeyin bid’at, her bid’atın da dalâlet, sapıklık olduğu beyan buyurulmaktadır. Bid’at, Kur’an ve Sünnet’e dayalı bir temeli ve bu yönde ümmetin uygulaması bulunmayan şeydir. Burada ise dinde delili olmaksızın ortaya konulan yenilikler anlamında kullanılmaktadır

“Her bid’at dalâlettir” sözü bir genelleme ifade etmekte ise de, İslâm âlimleri bu sözle ekseriyetin kastedildiği hükmüne varmışlardır. Zira onlara göre bid’at, vâcip, mendub, haram, mekruh ve mübah kısımlarına ayrılır.

Meselâ günümüz sistematiğine göre delilleri ortaya koyarak dinsizlere cevap vermek, İslâm’ı savunmak, teknik imkânlardan yararlanarak dini tebliğ etmek gibi görevler vâcip sayılır.

İlmî kitaplar yazmak, günün şartlarına uygun okullar ve hizmet binaları yapmak menduptur.

Çeşitli yemekler, mahzuru bulunmayan yeni icad edilmiş içecekler kullanmak mübahtır.

Haram ve mekruhların neler olduğu İslâm’ı öğreten kitaplarda, özellikle fıkıh eserleri ve ilmihallerde etraflıca belirtilmiştir.

Dinimiz, ferdin ve toplumun yararına olan şeyleri yasaklamamıştır. Helalleri ve haramları açıklamış, icmâ, kıyas ve ictihadı serbest bırakarak, Kur’an ve Sünnet’in naslarına aykırı olmamak şartıyla, kıyamete kadar ortaya çıkabilecek her konuya karar verme imkânı, yetki ve selâhiyetini âlimlerle, onlara başvuracak yöneticilere bırakmıştır.


Bid’at konusu, İslâm âlimlerinin her asırda ciddiyetle üzerinde durdukları bir konu olmuştur. İ’tisam denilen, Kur’an ve Sünnet’e bağlanma konusuyla bid’at hep bir arada mütâlaa edilegelmiştir. Çünkü buraya kadar söylediklerimizden de anlaşılacağı gibi, Kur’an ve Sünnet’in devreden çıkarılması veya ihmal edilmesi, bid’atları doğurur ve onların yetişip gelişmesine zemin hazırlar. O halde bid’atlara engel olabilmenin yegâne yolu, Kur’an ve Sünnet kültürünü yaygınlaştırmak, bunların hayat tarzı haline gelmesine zemin hazırlamaktır.

Din, Kur’an’a ve Allah Resûlü’nün sünnetine uymak, ortaya çıkan problemlere Kur’an ve Sünnet’e uygun çareler bulmak ve insanları çözümsüzlüğe mahkûm etmemek suretiyle hayatiyetini ve etkisini sürekli kılabilir. Özellikle hadiste geçen “dinde olmayan şey” ifadesi, Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmayan îcadların, yasaklanmış bid’atlardan sayılmayacağına işaret kabul edilebilir. Çünkü bir çok yeni icad vardır ki, bunlar fıkhen zarûrî ihtiyaçlardan bile sayılır olmuştur.

Öyle ise bid’atı nasıl algılayacağız?

Sahâbîler, Peygamber Efendimiz’in zamanında olmayan pek çok işler yapmışlar, onlara cevaz vererek kabulü hususunda icmâ etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir zamanında Kur’an’ın bir mushaf halinde toplanması, Hz. Osman’ın zamanında nüshaların çoğaltılarak çeşitli bölgelere gönderilmesi en çok bilinen örneklerin başında gelir.

Daha sonraki dönemlerde nahiv, ferâiz, hesap, tefsir, isnada dayalı söz ve hadis metinlerinin tamamının yazılmasına yönelik çalışmalar da bunun örneklerinden bir kaçıdır. Bunları bid’at olarak isimlendirsek bile, kötü ve merdut oldukları söylenemez. Çünkü ilmin muhafazası, yayılması ve sonraki nesillere intikâli bu sayede olmuştur.                                                
bid’atlerin alanı, yani kötü karşılanan, yasaklanan ve haram olan, sahibini bazı kere iman dairesinin dışına çıkartan bid’atların alanı, itikad, amel ve muamelât gibi sınırları Allah ve Resûlü tarafından çizilmiş, helal ve haramlığı belirlenmiş sahalardır. Bu hudutları aşanlar ve bunlara aykırı davrananlar bid’at çıkarmış olurlar. Bu tür bid’at ise merduttur, yani kesinlikle kabul edilmez.

İşte bu sebeblerden dolayı, itikâdî mezhepleri Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat ve Ehl-i bid’at ve’d dalâlet olarak adlandırmışlardır. Akâid kitaplarımız, hangi inanç sapmalarının bid’at ve dalâlet olduklarını delilleriyle birlikte açıklar. Fıkıh kitaplarında da bid’at sayılan ibadet ve muamelât türlerine işaret edilir.

O halde bid’atları, günlük hayatımızda kullandığımız basit anlamıyla algılamak doğru bir yaklaşım ve anlayış sayılmaz.



Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Bu hadis, İslâm’ın en büyük temellerinden birini teşkil eder. Bu temel, Kur’an ve Sünnet’e aykırı olarak sonradan ortaya çıkan her inanç, ibadet ve muamelâtın kabul edilemez oluşudur.

2. Sonradan ortaya çıkan bir takım îcadlar ve ihtiyaçlar, Kur’an ve Sünnet’e aykırı bir ciheti olmadıkça, merdut olan bid’atlar sınıfından sayılmaz.

3. Bid’at, hasene (iyi) ve seyyie (kötü) olmak üzere ikiye ayrılır. Kur’an, Sünnet, icmâ ve sahabe yoluna aykırı olmayanlar iyi, aksi olanlar kötü diye adlandırılır.

4. İslâm âlimleri bid’atları, vâcip, mendup, mübah, haram ve mekruh olmak üzere beş kısımda ele almışlardır. Savaş aletleri îcadı, zamanın şartlarına uygun kuvvet hazırlamak vâciptir. Üniversiteler, enstitüler kurmak, ilmî kitaplar hazırlayıp basmak, ilmi yaymak, insanlara öğretmek, okul binaları yapmak gibi şeyler mendup ve makbuldür. Helal olan şeyleri yeyip içmek mübahtır. Haram ve mekruh ise dinimizce tayin ve tesbit edilmiştir.


5. Bid’atı îcat eden de, onun yolunda ve izinde giden de aynı şekilde günahkârdır.


KUR’AN VE SÜNNETE DAYALI TEMELİ VE BU YÖNDE ÜMMETİN UYGULAMASI BULUNMAYAN ŞEYE BID'AT DENİR.
BU KONUYU ÇOK İYİ ANLAMAMIZ GEREKİR.
EY RABBIMIZ 🍃 BİZLERİ SAPIKLIK OLAN VE SONUCU ATEŞ OLAN BID’ATLERDEN KORU🌹

📖  CUMA GÜNÜNÜZ KEHF SURESİYLE NURLANSIN 📖⁠⁠⁠⁠
Devamını Oku »