TAHA SURESİ 120.ayet ve VESVESE BAHSİ

Tâhâ Suresi 120. Ayet

فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى 120

120 . Şeytan ona vesvese vermiş ve demişti ki: “Ey Âdem! Sana (yediğin takdirde ebedîleşeceğin) ebediyet ağacını ve tükenmeyecek mülkü göstereyim mi?” (20/Tâhâ, 120)


VESVESE

Vesvese, gizli sese denir. Bir mastar olan "vesvâs" kelimesinin şeytana isim olması da aynı manayla alakalıdır ki, şeytan "vesvesenin kaynağı" demektir. Ancak örfen meşhur olan manasıyla vesvese, nefsin veya şeytanın kalbe attığı hayırsız, faidesiz, alçak hatıra ve mülahazalara verilen bir isimdir. 
Hem nefsin hem de şeytanın vesvesesi, Kur'an-ı Kerim'de ayrı ayrı zikredilir.
Vesvesenin ilk makes bulduğu yer kalbtir. O, burada diğer azalara kalb vasıtasıyla yayılır. Onun içindir ki, vesvesenin ilk tesiri kalbde hissedilir. Tabii ki bu tesir, kabul veya red şekillerinden biri halinde tecelli eder. Eğer gelen vesveseler kalbte kabul görmezse, hayalde edep dışı tasvirler mahiyetine bürünürler. Muhayyilesi bu tasvirlerle meşgul olan insan, bir müddet sonra hiç farkında olmadan kalbini de onlarla meşgul eder. Zaten şeytanın istediği de budur. Zira o, varmak istediği hedefe bu yolla bir kaç adım daha yaklaşmış olur.
Halbuki kalbte kabul görmeyen vesvesenin hiçbir zararı yoktur. Zira vesvese, hayalden öte geçememiştir ve mantıkça da hayal bir hüküm değildir. Vesvesenin kalbte kabul görmediğini anlamak ise gayet basittir. Şayet kalb, gelen vesveseden dolayı üzülüyor ve ürperiyorsa, bu durum vesvesenin kalbte kabul görmediğine, aksi durum ise, neticenin de aksine bir delil ve bir işarettir. Eğer vesvese kalbte kabul görmüyorsa, bu durumda vesvesenin zararı, zararlı olduğunu düşünmeye münhasır kalır; başkaca da bir zararı yoktur. Hatta kalbin reaksiyonunun şiddeti, kişinin imanındaki kuvvetle doğru orantılıdır. Evet imanın kuvveti nisbetinde kalb vesveseye karşı reaksiyon gösterir. Bazen gafletle kalbin gösterdiği bu reaksiyon tasdik zannedilir. Bu zanna düşen bazı kimseler, kalblerinde müthiş bir heyecan ve helecan hissederler. Bazen de bu durumdan kurtulmak için huzurdan kaçıp gaflete dalmak arzu ederler. Halbuki ortada vesveseyi tasdik diye bir husus söz konusu değildir. Sadece bir reaksiyon vardır. Ve esasen bu reaksiyon da onun imanının salabet ve kuvvetini göstermektedir. Ve yine bu sebepledir ki, Allah Rasulü, bu hal ve durumu anlatırken, "İmanın ta kendisidir!" (Müslim, İman 211; Müsned, 2/456; 6/106) buyurmuşlardır.
Kalbten çıkan manalar ile hayalin dokuduğu lafızlar arasında bazen münasebet bulunmayabilir. Zira dıştan veya içten bir çok sebep her zaman hayale tesir edebilir. Muhayyile, duygular içinde en çabuk ve en çok tesir altında kalan bir duygudur. Dolayısıyla da, dokuduğu lafızlar, o anda müteessir olduğu sebeplerle ciddi şekilde alakadardır. Bu durum çoklar tarafından bilinmediği için, bunlar, en nezih anlarda hayalin dokuduğu çirkin lafızlar sebebiyle, kalblerinin bozulup tefessüh ettiğine hükmederler. Ve vardıkları bu hükümler de onları şeytanın kucağına iter.
Eğer, kalbten çıkan mukaddes manalara, arzettiğimiz şekilde, herhangi bir tesir ile müteessir durumda bulunan hayalin dokuduğu lafızlar arasında yakınlık veya temas varsa telaş edip heyecana kapılmamalı. Zira, mukaddes manaların mülevves suretlere yakınlığı zarar vermez; temas ise bir telebbüs (giymek, giyinmek) değildir. Ayrıca hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet, hayalde yakınlık sebebidir. İki zıttan birinin zikredilmesi, diğerini hatırlatır. Gece, gündüzü; ak, karayı; iyi, kötüyü hatırlattığı gibi... Bu münasebetle gelen tahattura çağrışım denilir. Çağrışım ise, çok kere ihtiyarsızdır ve onda mesuliyet yoktur. Eğer zihin, bu ve buna benzer hallere mübtela olursa, yapılacak tek iş, düşünceden vaz geçmek ve onun üzerinde fazla durmamaktır. Zira ehemmiyet verip tetkike daldıkça, vesvese kuvvetlenir ve hayalde bir hastalık meydana getirir. Evet, endişe edecek bir şey yoktur. Çünkü tesir, kalbte değil sadece hayaldedir.
Vesvese imanî meselelere ait ise, bilinmelidir ki gelen vesveseler, sadece hayale uğramıştır ve bunların akıl ve kalb tarafından tasdik edilmiş hükümlerle alakası yoktur. İnsanın, küfrü hayal ve tasavvur etmesi veya dalaleti düşünmesi hiçbir zaman, küfür ve dalaletin kendisi değildir. Tasdik, tasavvurdan başkadır. Çok şey vardır ki, tasdik ettiğimiz halde tasavvur edemeyiz. Ve yine nice şeyler vardır ki, tasavvur ettiğimiz halde tasdik edemeyiz. Zaten imkan da hiç bir zaman yakîne zarar vermez.
Bir de, yaptığı ibadet ve amellerin en güzelini araştırmadan doğan vesvese çeşidi vardır ki, çok kere bu vesveseye mübtela olanlar, en güzelini ve en iyisini yapayım derken güzel ve iyiyi de terkettiklerinin farkına bile varmazlar.

"Din bir kolaylıktır; zorlaştıran sonunda mağlup düşer." (Buhari, İman 29; Nesei, İman 28; Müsned, IV/422; V/350, 351)

hadisindeki hikmetli ikazın düstur edinilip yaşanması, herhalde şeytanın bu yolla insanı mağlup etmek istemesine karşı en güzel hareket tarzıdır.
Ayrıca, dinde zorlama yoktur... İslam'ın hükümleri, zâhire göredir. Biz, meselelerin içyüzünü tetkik ve tahkikle mükellef değiliz. Bu gibi durumlarda bilmeliyiz ki şeytan, bizim bir zayıf anımızı kollamakta ve her an hücuma hazır bekleyip durmaktadır.
Buraya kadar şeytanın insana karşı bir silahı sayılan vesvese üzerinde durduk. 
Şimdi bu hususu bir kaç madde içinde özetleyelim: 

1) Vesvese İmanın Kuvvetindendir  

Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki, vesvese aslâ korkulacak birşey değildir. Çünkü herhangi bir şahsa vesvesenin gelmesi, onda imanın bulunduğuna alamettir. Sahabe-i Kiram'dan Efendimiz'e gelip, "Ya Rasulallah, vesveseye müptelayım." diyen birine, Efendimiz (s.a.s.)'in cevabı: "Endişe edilecek bir şey yok; o mahz-ı imandır, imanın ta kendisidir." (Müslim, İman 211; Müsned, 2/456; 6/106) şeklinde olmuştu. Şeytan, sizde de iman sermayesi, ibadet hazinesi, namaz ve dine hizmet cevheri olduğunu bildiği içindir ki, korsanlık yapmakta ve size karşı sürekli taarruzda bulunmaktadır. Korsanlık, belki denizlerde yapılan şekliyle tarihe gömülmüştür ama, şeytana bakan yönüyle, Adem (a.s.) ile başlamış ve kıyamete kadar da devam edecektir.
Şeytan, kupkuru ve bomboş kalblerle uğraşmaz ve böyle sermayesiz kimselere vesvese okları göndermez. Deniz korsanlarının, her zaman hazine bulunan, yüklü gemilere taarruz etmeleri ve define bulunan adalara saldırmaları gibi şeytan da, her zaman iman cevheri taşıyan kalblere hücum eder.
Vesveseye düşen mü'min, "Şeytan bütün cephelerde mağlup oldu; bu yüzden, şimdi de imana, İslam'a ait meselelerde vesvese ve şüphelerle beni meşgul etmek, hazineme el atmak istiyor; ama -inşaallah- benden bir şey koparamayacaktır. Bu onun son çırpınışlarıdır; kapıma haydut kılıklı birinin gelip, birkaç gün el açtıktan sonra çekip gitmesi gibi, bir gün gelecek, o da benden bir şey koparamayacağını anlayınca çekip gidecektir. Zaten gitmese de kapılar ona sürmeli. Beni koruyan kale çok sağlam ve Allah'ın izniyle onun buna bir şey yapması söz konusu değildir." diye düşünmelidir. 

2) Vesvese Kalbin Malı Değildir

Kalb vesveseden rahatsız olduğuna göre, o vesvese kalbe mâl edilemez. Çünkü eğer o, kalbin malı olsaydı, kalb ondan rahatsız ve tedirgin olmazdı; zaten böyle bir kalble şeytan da uğraşmazdı.
Kalbin rahatsız ve tedirgin olması, kalb ve sahibinin vesveseye razı olmamasından ve vesvese ile o kalbin arasında mana ve mahiyet bakımından bir münasebetin bulunmamasındandır. Bunu, tıpkı vücuda giren yabancı mikroplara ve bu mikropların fizyolojik yapıda meydana getirdiği arızalara karşı vücudun antikorları devreye sokması neticesinde hararetin yükselmesi gibi, kişinin vesveseye karşı reaksiyon göstermesi, ateşinin yükselmesi, kaşlarının çatılması, başının ağrıması, iştahının ve ağız tadının kaçması.. gibi şeylerden de anlayabiliriz. İşte, şeytanın da kalbimize gönderdiği, bizim malımız olmayan yabancı hayal, düşünce ve vesveselere karşı, ma'nevi yapımız, iman potansiyelimiz adeta antikor üreterek, bu şer ve şerâreler ordusuna karşı kavga vermekte, bunun neticesinde de ateşimiz yükselip, kalbimiz sıkılmaktadır. Eğer vücudumuz, herhangi bir mukavemette bulunmuyor ve boğa yılanı görmüş bir keçi gibi hemen ona teslim oluyorsa -AİDS virüsüyle gelen mükavemetsizlik gibi- bizim de işimiz bitmiş demektir. Gelen vesvese karşısında kalbimiz, imanımız mukavemet etmezse, o zaman vesvese de olmaz, hararet de yükselmez! Bunun ma'nası şeytan'a "Gel, ne istersen yap!" demektir. Zaten şeytanın istediği de budur. 

3) Vesveseye Maruz Kalp, Kötülerin Çer-Çöp Attığı Pınara Benzer
Meseleyi bir de şöyle düşünebiliriz: 

Berrak, saf ve tertemiz bir su kaynağı düşünün ki bu, bileşikleri, tadı ve va'dettiği şifasıyla tam zemzem suyu gibi bir su kaynağı.. herkes tarafından malum ve meşhur hale gelmiş, dünyaca da kabul edilmiş bir mübarek kevser uzantısı... Şimdi, hain biri geliyor, sinsice o kaynağa yaklaşıp, su üzerine boya, toz, çer-çöp döküp kaçıyor. Siz bunu görünce, "Eyvah" diyorsunuz; "Pınarım bulandı, mahvoldu, pislendi ve ölüp gitti!" Oysa, hakikat böyle değildir. Akan su, üzerine atılan o çer çöpü götürecek ve safiyetini yine muhafaza edecektir. Sizin kalbiniz, imanınız berrak, pırıl pırıl bir pınar gibi ise, o zaman onu bulandırmak için üzerine atılan tozun, toprağın ona hiçbir zararı olmayacaktır. O toz, toprak zamanla akıp gidecek ve sizin o pislik kabul etmez kaynağınız her zaman temiz kalacaktır. Demek oluyor ki, o bulanıklık pınarın kendinden değil... 
Evet, işte vesveseye maruz bir kalble alakalı da böyle düşünülmelidir.

4) Vesvese İradî Olmayıp, Fiiliyata Dökülmüyorsa İnsanı Mes’ul 
Etmez

Malum olduğu üzere, mükellef ve mes'ul olmada irade ve şuur esasdır. Hayvanların yanısıra, mecnunlara ve aklı, şuuru yerinde olmayanlara da teklif yoktur. Bu itibarla gelen vesveseler iradî olarak gelmiyor ve biz planımızı, programımızı yapıp, "gel" diye kalb ve düşünce kapılarımızı bizzat kendimiz aralamıyorsak, mes'ul sayılmayız.
İrade, genellikle kendi kendine gelen vesvese ile karşı karşıya kalır ve davetsiz geldiğinden dolayı da ona karşı mukavemet edemez. Ayrıca insan, tedayi-i efkâr ile iradesi dahilinde olmadan, gördüğü, duyduğu, okuduğu şeylerle de bir takım hatıralara, hayallere, düşüncelere maruz kalabilir. İnsanın bu hali, yaratılışın muktezası olduğundan çok defa bunlardan kurtulmak da mümkün değildir.

5) Vesvese, İnsanın İlerlemesine Mani Olmayan Örümcek Ağı Gibidir

Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla iyi bilindiği zaman kat'iyen zararlı olmaz. Zira Kur'an'da,

"Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa, 4/76)

buyurularak, şeytanın tuzaklarının zayıflığına işaret edilmektedir. Evet şeytanın hilesi var ama, tutarsızdır ve yok gibidir. Mesela, iki duvar arasından geçmek istiyorsunuz; bakıyorsunuz ki, bir örümcek, ağını gerip yolunuzu kapatmış. Şimdi böyle bir durumda geri mi dönersiniz, yoksa yolunuza devam mı edersiniz? Örümcek ağı, sizin ilerlemenize mani olabilir mi, olamaz mı? Şüphesiz hiçbir şey yokmuş gibi onu bir engel gibi görmez ve yolunuza devam edersiniz.
Efendimiz (asm), şeytanın, kimsenin elinden tutup dalalet, küfür ve günaha sürükleyemeyeceğini ve zorla kötülük yaptırıp günah işletemeyeceğini beyan buyurur. (bk. İbrahim, 14/22) Şeytanın yaptığı, ancak fenalıkları süsleyip cazip ve çekici göstermektir. (bk: Muhammed, 47/25; En'am, 6/43) İyiyi de kötüyü de yaratan, dalalete de hidayete de sevkeden ancak Cenab-ı Hakk'tır. (bk. Fatır, 35/8; Hadis için bk. İbni Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, IV/409,410) Şeytanın vesveseleri, rengarenk köpüklerle süslenip imar edilmiş bir saray gibidir; ilk bakışta insanı çabuk etkiler ve kendine çeker. Bu cazibeye kapılanlar için o cazip görülen şeyin altında derin çukurlar bulunur, hem de kilometrelere ulaşan derin çukurlar...
Hülasa, gelip geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin zararı olmaz. Vesvese aslında, üflemekle uçup giden bir tüy kadar zayıftır. Veya bir ara toplanıp sonra dağılıveren bulutlara benzer, ama ardından ne yağmur gelir ne de yel!.. Bir başka ifade ile o, uçak yolcularının her zaman hissettikleri bir hava boşluğu gibidir ki içine girilince ne feryat etmeye değer ne de dövünüp yakınmaya!..

6) Vesvese, Üzerinde Durulmaz ve Dert Haline Getirilmezse Hiçbir Zarar Vermez

Düşüncenize bulaşıp da duygularınızı kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Zira vesvese, hayal aynasında sönüp gidecek kadar zayıf ve gelip geçici bir iz, bir leke ve pislik bulaştırmayacak bir görüntü, bir yansımadan ibarettir. Akla ve hayale gelen şeyler, hayır kaynaklı ise, akıl ve düşünceyi bir derece nurlandırır; fakat şek kaynaklı bir vesvese ise, akla, düşünceye ve kalbe kat'iyen tesir etmez, kirletmez ve zarar da vermez. Hz. Bediüzzaman'ın yaklaşımıyla, elinizde tuttuğunuz aynaya, karşıdaki yılanın görüntüsü aksetse, o aynadaki yılanın elinize zararı olmadığı, ya da aynaya akseden bir pislik elinizi kirletmediği veya yanan ateşi elinizdeki aynaya tevcih ettiğiniz zaman eliniz yanmadığı, keza elmasa zararı olmadığı gibi şeytanın dışta, ya da içte müessiriyet ölçüsünde herhangi bir zararı sözkonusu değildir.
Evet, üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert haline getirmediğiniz takdirde vesvesenin hiçbir zararı olmaz. Öyle ise ona hep tepeden bakmalı ve "Allah (c.c.)'ın izniyle bunun altından vurup, üstünden çıkarız." denmelidir.

7) Vesvese Zararlı Tevehhüm Edildiği Zaman Zarar Verir   

Şimdiye kadar anlattıklarımızın hilafına hareket edildiğinde az dahi olsa vesvesenin zararı olabilir. Evet vesvesenin zararsız olduğu bilinmeyip, zararlı tevehhüm edildiği zaman o zararlı olabilir. Yani üzerinde durulup kurcalandığı ve merakla karıştırıldığı zaman büyütülebilir.. büyük görüp önem verdikçe o da büyür ve bir balon gibi şişerek bizi yutacak hale gelebilir. Bir arı-kovanı içinde yüzlerce arı bulunur ama, siz önemsemeden onun önünden geçer gidersiniz.. onlar da size ilişmez. Vesvese karşısında da yapmamız gereken şey bundan farklı olmamalıdır.
Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar, biz de onu cazip bulur ve işletirsek, o bir karelik manzara, hayal sinemamızda saatleri içine alan bir film şeridi haline gelir; gelir ve biz bunun farkına bile varamayız. Hususiyle yalnız kalınca, bilhassa gençlerde ve hele nefsaniliğe bakan, bedeni tesir altına alan manzaralar karşısında... Evet, insan onu alır ve hayalinde maceralı bir film haline getirir. Halbuki şeytana ait olan, o ilk dar sahnedir. Öyleyse o ilk oltaya takılmamak, oyununa gelmemek ve onu işlettirmemek gerekir ki, şeytan da bizi işletmesin ve işlete işlete hayallerimizi gerçeğe dönüştürmesin; biz de neticede o bir karelik görüntünün kurbanı olmayalım.

8) Hassas ve Asabî Ruhlar, Şeytanın Vesvesesine Önem Verip Vehme Kapılmamalıdır

Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda, daha da zararlı bir hastalık, hatta zamanla meleke haline gelebilir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde, zararlı olacağı endişesiyle telaşa ve vehme kapılır, kalben, fikren ve im'ân-ı nazarla (iyice tetkikle) derinleşip, o meseleyi kendine mâl eder; derken kendisinde o, bir huy haline gelerek onunla bütünleşir. Bu ise, şeytan karşısında ye'se düşüp, büsbütün bir yenilgi ifadesidir. Böyle biri, ümitsiz bir halde "Artık ben mahvoldum" deyip, mağlubiyeti kabul eder ve merkezi, şeytanın kullanmasına hazır hale getirir ve hatta ona bırakır.
Bir kumandan düşünün; ilerde sağ tarafta bir kaç madeni parlama gördü diye, düşman o taraftan saldırıya geçecek vehmine kapılır ve ordusunun sağ kanadını boşaltıp o tarafa sürer; sol tarafındaki dağlarda da ağaç yapraklarının kıpırdanmalarından, düşmanın saklandığı ve hücum edeceği düşüncesine kapılarak, ordusunun sol kanadını da oraya sevkeder. Neticede merkez, hasmın taarruz ve imha hareketine açık ve hazır hale gelmiş olur. Esasen böyle bir davranış taktik bilememenin ve düşmanı tanıyamamanın ifadesidir. Bütün bunlardan açıkça görülüyor ki, şeytanın vesvese adına bir kibrit çöpü kadar önemi yokken, insan onu azmanlaştırıyor, azgınlaştırıyor ve kendi başına salıveriyor. Evet, dikkat etmeli ve onu hayalimizde, düşüncemizde büyütmemeliyiz.

9) İbadet İle Vesvesenin Manyetik Alanından Hemen Uzaklaşıp, Onun Psikolojik Tesirinden Çıkılmalıdır!..

Vesveseye karşı sizi onun manyetik alanından kurtaracak davranışlarda bulunmak çok önemlidir. Hadiste de ifade edildiği gibi, böyle bir şey ârız olduğunda, söz gelimi insan bir şeye gadaplandığında ayakta ise oturmalı, oturuyorsa ayağa kalkmalı veya kalkıp iki rekat namaz kılarak, iç dünyasında bazı değişiklikler yaparak içerisindeki sisi, dumanı dağıtacak birşeyler yapmalıdır. Evet, irade devreye sokularak, insan psikolojisine tesir edebilecek ve elde olmadan içine düşülen hava boşluğundan onu çıkaracak veya tutulduğu elektrik akımı gibi o güçlü vakumdan onu çekip alacak, küçük de olsa mutlaka bir vesile aranmalıdır. Efendimiz (asm), bir sefer dönüşü -bir defaya mahsus olmak üzere- yorgunluktan uyanamayıp sabah namazı kazaya kalınca

"Burayı derhal terkedin; şeytan burada hakimiyet kurmuş." (Müslim, Mesacid 309; Ebu Davut, Salat 11; Tirmizi, Tefsiru sure 20; İbni Mace, Salat 10; Muvatta, Salat 25)

şekilde ikazda bulunmuştu. Evet, her zaman şeytanın manyetik alanına karşı dikkatli olunmalı ve şayet bilmeyerek içine girilmişse, çarçabuk oradan uzaklaşılmalıdır. Gaflet ve dikkatsizlik, şeytan ve şeytanî şeylere birer hüsn-ü istikbalse, evrad-u ezkâr, Allah'ı ilan ve O'nunla irtibatlanma bütün şer kuvvetlere karşı bir müdafaa, hatta bir taarruzdur.
Burada, Efendimiz (asm)'ın şeytanın ezan sesinden nasıl kaçtığını hatırlatıp geçelim. Demek ki, onun ezana ve ezanın ihtiva ettiği manalara tahammülü yok. Öyle ise, şeytan vesveselerle taarruza geçtikçe, biz de Allah ve Rasulü'yle irtibatımızı kuvvetlendirmeli ve hep lahutî hatıralara dalmalıyız ki, şeytânî buuda yer kalmasın. Efendimiz (asm)'in Mirac yolculuğunu hatırlamanın vesveseyi, hususiyle namazda akla gelenleri, hatta esnemeyi bıçak gibi kestiği ve keseceği söylenir ki, bu mesele sahih sünnette olmasa bile üzerinde durmaya değer. Keza bir yerde, sol tarafınıza atacağınız üç tükürük, bir de bakarsınız onun geldiği sisli perdeyi yırtıverir. Şeytanın harama teşvik adına gelen vesveselerine karşı bazen yumruğu sıkıp meydan okuma, bazen de hafife alma manasına tebessüm edip geçme onun manyetik alanına karşı gerilimde bulunma ifadesi sayılabilir.
Bir genç arkadaşımıza şöyle dediğimi hatırlıyorum: "Şeytan, karşına çıkıp da bir harama bakmanı istediğinde şöyle düşün: Bakmakla eline ne geçecek? Bakacaksın, o boş... Daha ileri götürsen, yine boş... Kaldı ki, imanından ötürü duyacağın, sana vereceği pişmanlık ve ızdırabı da unutmamalısın. İşte, sonu böylesine boş, ızdırablı ve karanlık olacak bir bakışın artık ne manası olabilir ki!" Zaten, insan kendini böyle iknâ etmeye çalışırken o haram manzara da kaybolup gitmiş olur.
Akla gelen her vesvese, her süslü manzara, gelecekte ondan daha mükemmellerinin elde edilebileceğini düşünmekle de izale edilebilir.. hiç olmazsa ta'dil edilebilir. Kur'an'ın pek çok yerinde, dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret bulunduğu ve gerçek hayatın ahiret hayatı; yaşanacak gerçek yurdun da, ahiret yurdu olduğu ifade edilir. (Âl-i İmran, 3/185; Ankebut, 29/64) Biz de, bu türlü durumlarda, dünyanın bütün güzelliklerine karşı "İsteyene ver sen onu,/ Bana seni gerek seni." demeli ve o anlamsız hülyalardan uzaklaşmalıyız. Yaz aylarının kavurucu sıcağını bahane ederek, şeytan sizi hizmetten ve irşad gayesiyle etrafa gidip gelmekten alıkoymak ve başkalarına yaptığı gibi, sizi de deniz kıyılarına veya gölgesi serin mesire yerlerine çekmek mi istiyor? Ona cehennem ateşinin çok daha sıcak olduğunu hatırlatıverin. Öyle zannediyorum ki, kalbinize atmak istediği bu vesvese onun kendi gırtlağına takılıp kalacaktır.
Yine "Allah Rasulü (asm) ve O'nun sadık yaranı ve arkadan gelen salihler bizi bekleyip dururken, benim şurada burada avare ve bana yakışmayan bir vaziyette dolaşmam hiç doğru olur mu?" diyerek de şeytanın bu mevzuda telkin etmek istediği gaflet ve rehavet vesvesesini izale etmede bir yararı olur zannediyorum.

10) Abdest ve Namazda “Eksik mi Yaptım?” Şeklindeki Vesveselere de Önem Verilmemelidir

"Abdest ve namazımı yanlış ve eksik mi yaptım acaba?" şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir. Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama, mükerreren oluyorsa, mesela bir insan, abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşüyorsa, hiç vesveseye meydan vermeden o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye mübtela ise namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir.

11) Vesvesenin İlka Ettiği Şeyin Üzerine Üzerine Gidilmelidir

"Abdest ve namazımı yanlış ve eksik mi yaptım acaba?" şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir. Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama, mükerreren oluyorsa, mesela bir insan, abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşüyorsa, hiç vesveseye meydan vermeden o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye mübtela ise namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir.
Vesvesenin üzerinde durmadan tam tersi istikamette yürümek lazımdır. Hiç kâle almadan, önem vermeden, yapılan yanlış bile olsa, "Mezheplerimizden birine uyar." deyip geçmek, maslahata binaen daha muvafık olur kanaatindeyim. Bu türlü durumlarda esas olan şeytanın canını okuyup vesveseyi def etmektir.
Vesvesenin faydalı yanı da vardır. Daha önce de temas ettiğimiz gibi, vesvese çok kimsenin özellikle de hassas fıtratların mahiyetinde, âhir ömre kadar terakkilerine medar olabilecek bir zemberektir. Tıpkı saat zembereği gibi onun kalbi de vesveseye karşı kurulu kaldığı sürece, daima çalışır ve onu ileriye, daha ileriye götürür; çünkü bu sayede imtihan ve mücadele ölünceye kadar devam eder. Evet, itikadı sağlam, ameli yerinde ve nefsini teslim almış bir mü'minde böyle bir "Cihad-ı Ekber"i yaptırtan ve ona gazilik sevabı kazandıran kaynak, vesvesedir.
Diğer bir yönüyle de vesvese, insanı daima müteyakkız ve uyanık tutar. Mü'min, işini halletmiş olmanın ve duruma hakimiyetinin verdiği rehavet ve rahatlık içinde, uyku bilmez bir düşman olan şeytanın çukurlarından herhangi birine düşebilir; düşmemek için, daima tetikte bir asker gibi hep uyanık olmalıdır. Hasta, hastalık vasıtasıyla Allah (c.c)'a karşı yalvarış ve yakarışa geçtiği gibi, vesveseli insan da her vesvese emaresi karşısında: "Aman ya Rabbi!.." der ve kendini o ifritten kurtarıp gerilime geçer... geçer ve günahları içeri almayacak bir kalenin içine girer, kurtulur. Elverir ki o, vesveseyi büyütüp, zararlı hale getirmesin... (Vesvese ile alakalı bk. Bediüzzaman, Sözler, Yirmi Birinci Söz'ün İkinci Makamı)
Devamını Oku »

TAHA SURESİ 109.AYET ve ŞEFAAT BAHSİ

TAHA Suresi 109.Ayet ve ŞEFAAT Bahsi


يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً ﴿١٠٩


﴾109﴿ O gün -rahmânın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseler müstesna- şefaatin bir yararı olmaz.

109. âyette, böylesine dehşetli bir günden söz edilince insanın hatırına gelebilecek ilk ihtimal olan başkalarından medet umma eğilimine işaret edilerek, şefaatin de ancak Allah’ın izni ve rızâsına bağlı olduğu hatırlatılmaktadır 


Şefaat

Şefaatin Tarifi:

1) Şefaat: Dua anlamına gelir.
2) Şefaatin örfi manası: Başkalarına hayır istemektir.
3) Şefaatin şer’i manası: Kıyamet günü Allah’ın şefaat için izin verdiği kimselerin kendilerine şefaat için izin verilen kimselere günahlarının bağışlanması ve cennete girme hususunda Allah’a dua etmesidir.

Şefaatin Delilleri:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“De ki: Şefaatin tamamı Allah’ındır.” Zümer 44
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?..” Bakara 255
“...O’ndan başka ne bir velileri ne de bir şefaatçileri yoktur...” En’âm 51
“Göklerde nice melekler var ki, onların şefaati hiçbir fayda vermez! Ancak Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olursa (bu müstesnadır).” Necm 26
Buhari ve Müslim’in ittifakla rivayet ettiği hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Sonra Allah tarafından:
‘Başını kaldır ey Muhammed! Söyle, sözün dinlenir iste, sana verilir şefaat et, şefaatin kabul edilir’ denir. Ben bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabb’ime hamd eder, sonra şefaat ederim...”
Buhari 7281, Müslim 193/322

Kimler Şefaat Eder?

Allah başta olmak üzere Melekler, Rasuller, Nebiler ve mü’minler şefaat ederler.

1) Allah-u Teâlâ’nın Şefaati

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki: Şefaatin tamamı Allah’ındır.” Zümer 44
Amr bin Dinar, Cabir (Radiyallahu Anh)’ı Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den bu hadisi kulağıyla işittiğini söylerken dinlemiştir.
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Muhakkak Allah-u Teâlâ birçok insanları ateşten çıkarıp cennete girdirecektir!” buyuruyordu.
Müslim 191/317, Humeydi 1245, Tayalisi 1703, 1804, İbni Hibban 7483, Ahmed 3/381
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“...Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Melekler şefaat ettiler, Nebiler şefaat ettiler, mü’minler de şefaat ettiler, şefaat etmedik bir merhametlilerin en merhametlisi kaldı’ buyurur ve ateşten bir kabza iki kabza kabzalayıp Allah için hiçbir hayır işlememiş, ateşin içinde yanarak kömür haline gelmiş insanları çıkarır. Kendisine ‘Hayat’ adı verilen bir suya getirir, onların üzerine o sudan döker...”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201

2) Meleklerin Şefaati

Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Melekler şefaat ettiler.’ buyurur.”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201

3) Nebilerin Şefaati

Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“...Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Nebiler şefaat ettiler.” buyurur.”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201

4) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e Has Olan Şefaat

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e has olan şefaat şefaati uzmâdır. Bu hususta Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“...Böylece Rabb’in seni Makam’ı Mahmuda ulaştıracaktır.”
Makam’ı Mahmud: Büyük şefaat makamıdır.
İsra 79
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Kıyamet günü insanlar küme küme olup her ümmet kendi Nebisinin arkasına düşerler ve:
−Ey falan bize şefaat et! Ey falan bize şefaat et! derler. En sonunda şefaat dileği Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e erişip nihayet bulur. Bu şefaat vakıası Allah’ın, Nebisi Muhammed’i Makamı Mahmud’a erdirdiği gün gerçekleşir.”
Buhari 4521, 4522

a) Şefaati’l-Uzmâ (Büyük Şefaat)

Bu hususta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şu hadisler rivayet edilmektedir. Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah kıyamet gününde mü’minleri toplar. Onlar:
−İçinde bulunduğumuz bu durumumuzdan bizi kurtarması için Rabbimizden şefaat istesek derler. Müteakiben Âdem’e gelirler ve:
−‘Ey Âdem! İnsanların sıkıntı da olduğunu görmüyor musun? Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sana secde ettirdi ve her şeyin ismini sana öğretti. Bulunduğumuz bu durumdan bizi kurtarması için Rabb’in katında bizim için şefaatçi ol!’ derler.
Âdem:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve onlara işlemiş olduğu o ağaçtan yeme hatasını zikreder.
Sonra:
−‘Fakat sizler Nuh’a gidin! Çünkü o, Allah’ın yeryüzü ahalisine gönderdiği ilk Rasuldür’ der. İnsanlar Nuh’a gelir ve ondan şefaat isterler.
Nuh:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve işlediği bir hatayı zikreder.
Sonra:
−‘Rahmân’ın Halili olan İbrahim’e gidin!’ der. İnsanlar İbrahim’e gelip ondan şefaat isterler.
İbrahim de:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve onlara işlediği hataları zikreder.
Sonra:
−‘Fakat siz Allah’ın kendisine Tevrat’ı verdiği ve kendisiyle konuştuğu kulu Musa’ya gidin!’ der. Onlar da Musa’ya giderler.
Musa da:
−‘Ben buna ehil değilim! der ve bir hatasını zikreder.
Sonra:
−‘Fakat sizler Allah’ın Kulu, Rasulü, kelimesi ve ruhu olan İsa’ya gidin!’ der. Onlar İsa’ya gelirler.
İsa da:
−‘Ben buna ehil değilim! Fakat siz geçmiş ve geri kalmış günahları bağışlanmış bir kul olan Muhammed’e gidin!’ der. Bunun üzerine insanlar bana gelir. Ben de gider Rabbimin huzuruna izin isterim. Bana huzura girmem için izin verilir. Ben Rabbimi görünce hemen O’nun için secdeye kapanırım. Allah beni bu hal üzere bırakmak istediği kadar bırakır.
Sonra Allah tarafından bana:
−‘Ya Muhammed! Başını kaldır. Söyle, sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir’ denir. Ben, bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabb’ime hamd ederim. Sonra şefaat ederim’ buyurdu.”
Buhari 7281, Müslim 193/322

b) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, Cennete Giriş İçin Ümmetine Şefaat Etmesi

Enes bin Malik (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Ben cennette şefaat edecek kimselerin ilkiyim!..”
Müslim 196/300
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh)’ın şefaatle ilgili uzun hadiste:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ya Muhammed! Başını kaldır, iste isteğin sana verilecektir; şefaat et şefaatin kabul edilecektir’ denilir.
Ben secdeden başımı kaldırır:
−‘Ya Rab! Ümmetim ya Rab! Ümmetim’ der şefaat dilerim.
Bana:
−‘Ya Muhammed! Ümmetinden üzerinde hesap ve sual olmayanları cennetin kapılarından sağ kapıdan cennete koy! Onlar cennetin bundan başka öbür kapılarında da insanlarla ortaktırlar’ buyurulacak’ dedi.”
Buhari 4513, 4514, Müslim 194/327

c) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Hesap Görmeden Cennete Gireceklere Şefaat Etmesi

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ümmetimden bir zümre hesapsız cennete girer ki, onlar yetmiş bin kişidir! Onların yüzü ayın on dördü gibi parlar.’
Ukkaşe bin Mıhsan üzerinde bulunan çizgili elbiseyi kaldırarak:
−Ya Rasulallah! Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Ey Allah’ım! Bunu da onlardan kıl’ diye dua etti...”
Buhari 5870, 6542, Müslim 216/369

d) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Büyük Günah Sahibi Mü’minler İçin Şefaati

Enes bin Malik (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir.”
Ebu Davud 4739
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Her Nebinin, kabul edilmiş bir duası vardır. Her Nebi bu duasını kullandı. Bense duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım. Ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler İnşallah bu şefaate nail olacaktır!’ buyurdu.”
Müslim 199/338
Avf bin Malik el-Eşcei (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bazı seferlerinde onunla beraberdik dedi ve uzun bir hadis zikretti. O hadiste şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize geldi:
‘Bu gece bana Rabb’im tarafından bir melek geldi de şefaat etmemle, ümmetimin yarısının cennete girmesi arasında beni muhayyer kıldı. Ben şefaat etmemi seçtim’ buyurdu.
Biz:
−Ya Rasulallah! Bizi şefaat edeceğin kimselerden kıl dedik.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Şüphesiz sizler şefaatime ehil kimselersiniz!’ buyurdu.
Sonra biz Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir takım insanlarla karşılaştık. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara da:
−‘Bu gece bana Rabb’im tarafından bir melek geldi de şefaat etmemle, ümmetimin yarısının cennete girmesi arasında beni muhayyer kıldı. Ben şefaat etmemi seçtim’ buyurdu.
Onlar:
−Ya Rasulallah! Bizi şefaat edeceğin kimselerden kıl dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Hazır olanları şahit tutuyorum. Benim şefaatime ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi ortak yapmadan ölen kimseler nail olacaktır!’ buyurdu.”
İmam Acurri 806, Tirmizi 2558, İbni Mace 4317, Tayalisi 997, Abdurrezzak 20865, Ahmed 6/23, 28

e) Azabı Kesinleşmiş Bazı Kişilere Azabın Hafiflemesi İçin Şefaat Etmesi

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) amcası Ebu Talib’e azabının hafiflemesi için şefaat edecektir. Abbas (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
−Ya Rasulallah! Ebu Talib’e bir şeyle fayda sağladın mı? Şüphesiz o, seni daima muhafaza eder, senin için düşmanlarına karşı gazap ederdi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Evet, o, topuklarına kadar ateş havuzunun içindedir. Ben olmasaydım muhakkak o, ateşin en aşağı derekesinde olacaktı!’ buyurdu.”
Müslim 209/357

5) Mü’minlerin İman Üzere Ölen Kimselere Şefaat Etmeleri

Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın şefaat ile ilgili rivayet ettiği uzun hadiste:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘...Mü’minler ateşten kurtulup emin olduklarında nefsimi elinde bulunduran zata yemin ederim ki, mü’minlerin ateşe giren kardeşleri hakkında Rableriyle mücadele etmesi birinizin dünyada iken kendi hakkı için arkadaşıyla mücadele etmesinden daha şiddetlidir.
Mü’minler:
−‘Ey Rabb’imiz! Kardeşlerimiz bizimle beraber namaz kılıyor, oruç tutuyor, hac ediyorlardı, sen onları ateşe girdirdin!’
Allah:
−‘Gidin onlardan bildiklerinizi oradan çıkarın!’ buyurur. Mü’minlerse onların yanına gelir, onları yüzlerinden tanırlar. Ateş onların suretini yemez yüze ateş ulaşmaz! Ateş onlardan kiminin bacağına kadar isabet etmiştir, kiminin diz kapağına kadar isabet etmiştir! Oradan birçok beşeri çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimseleri çıkardık’ derler. Sonra mü’minler döner tekrar konuşurlar.
Allah da onlara:
−‘Gidin kalbinde bir dinar ağırlığınca iman olan kimseleri çıkarın!’ buyurur. Birçok halkı çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabbimiz! Emrettiğin kimselerden hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler.
Allah-u Teâlâ:
−‘Dönün kimin kalbinde yarım dinar ağrılığınca iman bulursanız onu oradan çıkarın!’ buyurur. Onlar birçok halkı oradan çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimselerden hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler.
Bu durum Allah-u Teâlâ’nın:
−‘Gidin kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan kimseleri oradan çıkarın!’ buyurması ve onlarında birçok halkı oradan çıkarmasına kadar devam eder.’
Ebu Said (Radiyallahu Anh):
−Kim, bu hadise inanmazsa Allah-u Teâlâ’nın:
“Şüphesiz Allah zerre kadar zulmetmez! Zerre miktarı bir iyilik olsa onu kat kat yapar ve kendi katından da büyük müKâfat verir.” Nisâ 40 ayetini okusun dedi, sonra hadisi anlatmaya devam etti:
Sonra mü’minler:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimseleri çıkardık kendisinde hayır olan hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler...’ buyurdu.”
Müslim 183/302
El-Mikdam bin Ma’di Yekribe (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah indinde şehid için altı haslet vardır:
1) Dökülen ilk damla kanı ile günahları bağışlanır.
2) Cennetteki makamı kendisine gösterilir.
3) Kabir azabından korunur.
4) En büyük korkudan emin olur.
5) Kendisine iman hüllesi giydirilir.
6) Hurü’l-İyn ile evlendirilir ve akrabalarından yetmiş kişiye şefaatçiliği kabul edilir’ buyurdu.”
İbni Mace 2799, Tirmizi 1663, Ahmed 167330

6) Mü’minlerden Şehitlerin Şefaati

Nimran bin Utbe ez-Zimari şöyle tahdis etti:
Biz yetim idik Ümmü’d-Derda’nın yanına girdik. Bize dedi ki:
−Size müjdeler olsun! Ben Ebu’d-Derda’nın şöyle dediğini işittim:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Şehid kendi ehlinden yetmiş kimseye şefaat edecek!” buyurdu.
Ebu Davud 2522

Şefaati İspat Hususunda İnsanlar Üç Kısma Ayrılmıştır

1) Müşrikler, Hristiyanlar ve tasavvuf müntesiplerinden haddi aşan sapık bidatçılar, tazim ettikleri kimseleri Allah ile kendi aralarında vasıta ve şefaatçi edinirler, bunun için de bazı ibadet çeşitlerini onlara sarf ederler.
2) Hariciler ve Mutezile, günahkâr kimselere şefaat edilmesini inkâr ederler.
3) Ehli sünnet, iman üzere ölen kimselere şefaat olunacağını ikrar edip kabul etmektedirler.
Bu hususta İbni Teymiye şöyle demiştir:
“Müslümanlar Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kıyamet günü Allah kendine izin verdikten sonra hesabın başlaması için şefaat edeceği üzere icma etmiştir. Ehli sünnet şefaat konusunda sahabenin ittifak ettiği hususlarda hem fikirdir. İttifak edilen hususlardan bir tanesi de büyük günah sahibi kimselere Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaat edeceğidir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaati Mutezilenin zannettiği gibi sadece sevabın artması ve derecelerin yükselmesi için değildir! Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in birçok şefaati vardır bunlar yukarda zikredildi.

1) Müşriklerin, Hristiyanların vb Şefaat Hususundaki İnançları

Müşrikler, Hristiyanlar ve tasavvuf müntesiplerinden haddi aşan sapık bidatçıların şefaat hususunda ki akideleri sahih değildir! Çünkü onlar tazim ettikleri varlıkların Allah katındaki şefaatini dünyada insanlar arası bilinen hatır atma ameline dönüştürmektedirler. Oysa Allah katındaki şefaatle insanlar arasındaki şefaat arasında fark vardır. İnsanların yanındaki şefaatçi şefaat olunana bir aracı ile müracaat eder ve onu aracı yapar. Allah katındaki şefaat, insanların yanındaki şefaatin hilafına sadece O’nun izninden sonra olur:
“Allah’ın razı olup izin verdiğinden başkasına şefaat edemezler ve onlar, O’nun korkusunda titrerler.”
Enbiyâ 28
İnsanların yanındaki şefaatçiler, şefaat talep edilen kimseye tesir etme güç ve imkânına sahip olabilirler. Allah katındaki şefaatçilerin Allah’a tesir etme vb. bir imkânı yoktur.

2) Harici ve Mutezilenin Şefaat Hususundaki Görüşleri

Hariciler ve Mutezile ümmetin günahkârlarına şefaat edilmesini inkar edip bu hususta nakli ve akli deliller ileri sürmüştür.
Nakli delilleri: Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekmez; kimseden şefaat da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz!”
Bakara 48
“Yaptığınız her harcamayı veya adadığınız her adağı Allah bilir. Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur!”
Bakara 270
“Onları yaklaşan güne karşı uyar! Zira yürekler, boğazlara dayanmıştır; yutkunur dururlar. Zalimlerin ne bir dostu ne de sözü dinlenir bir şefaatçileri yoktur!”
Gafir 18
“Üzerine azap kelimesi (hükmü) kesinleşeni mi, sen ateşte bulunanı mı kurtaracaksın?”
Zümer 19
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanların arasını bozmak için söz taşıyan, devamlı içki içen, babasına ve annesine asi olan kimseler cennete giremez!”
Nesei 8/284, Darimi 2/112, Ahmed 2/201, İbni Huzeyme 237, 237
İbni Münir Keşşaf’a yaptığı talikte şöyle demektedir:
“Haricilerin şefaati inkârı, itaatkâr kimselere itaatleri için mükâfat, isyankâr kimselere de masiyetleri için ceza akıllarınca Allah’a vaciptir demelerindendir.”
Haricilerin şefaati inkârdaki bu halleri akıllarını her şeyin üzerinde tartışılmaz ölçü ve tek hâkim kabul etme sapıklığının neticesidir. Haricilerin bu görüşü mutezilenin her fırsatta övgüyle dile getirdiği sapık görüşlerinden biridir. Mutezile günahkârlara şefaat edileceğini inkâr edip onu da mezkûr ayetlerle delillendirirken, şefaati ispat eden ayet ve hadisleri görmezlikten geliyor veya onlara gözlerini tamamen kapatıyorlar.
Özellikle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ümmetin büyük günah işleyenlerine yapacağı şefaati ret etmektedirler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir!” buyurduğu halde, Mutezilenin önde gelen sabıklarından Ebu Ali el-Cubai şöyle demektedir:
“Nebi günah sahibi kimselere şefaat edemez, böyle bir şeyi yapması ona caiz değildir! Çünkü sevaba layık olmayan kimseye sevap vermek çirkin bir iştir. Onun müstahak olduğu şey devamlılık üzere ateşte kalmasıdır. Hal böyle olunca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaatiyle o kimse ateşten nasıl çıkar?”
Şerhu’l-Usul 688
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hadisinde görüldüğü gibi, büyük günah sahiplerine şefaat edilmesi anlatılıyor. Hadisi reddeden Cubai ise büyük günah sahibine sevap verileceğini ve bunun çirkin olduğunu söylüyor. Günahkâr bir kimsenin günahının bağışlanması ayrı şey şefaatle günahının sevaba çevrilmesi ayrı şeydir. Mutezilenin ayağının kayıp dalalet çukuruna düşmesinin sebebi, büyük günah sahibi kimselerin, ondan tevbe etmeden ölürse ebediyen ateşte olduğunu; diğer hususlardaki iman ve amellerinin ona fayda vermeyeceği iddia etmelerindendir.
Ehli sünnet ise hariciler ve mutezilenin tam tersine büyük günah sahibi kimseler tevbe etmeden ölürlerse, onların Allah’ın meşietinde olduğunu dilerse affedeceğine dilerse azap edeceğine inanmaktadırlar. Biraz önce zikredilen hadis ise Ehli sünnetin bu görüşüne açık bir delildir.
Mutezilenin şefaati reddederken delil olarak zikredip tutunduğu ayetler, kıyamet günü gerçekleşecek şefaati ispat eden ayetlerden ayrı ayetlerdir. Mutezile ise onlara karşı tam bir körlük içindedir. O ayetlerden bir kaç tanesini burada zikredelim.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?..” Bakara 255
“Allah’tan gayrı dua ettikleri şeyler, şefaat etmeye sahip değillerdir! Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bundan müstesnadır.” Zuhruf 86
“O gün Rahmânın izin verip sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez!”
Ta-Ha 109
Bu ve benzeri şefaati ispat eden ayetler Kur’an’da çoktur. Onlardan bazısını şefaatin delilleri kısmında zikrettik.
Şefaati nefyeden ayetlere gelince, selefin onlardan anladığı Mutezilenin anladığının tam tersinedir. Bunun izahı şöyledir:
Mezkur ayetlerde nefyedilen şefaat ile kastedilen müşrik ve Kâfirlerin umduğu kendilerini Allah’ın elim azabından kurtarıcı şefaattir. Onların bu zannını Allah-u Teâlâ şöyle beyan ediyor:
“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda vermeyecek şeylere tapıyorlar ve: ‘Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir!’ diyorlar.”
Yûnus 18
Bunlara Allah’ın sevip kendisinden şefaat etmek üzere razı olduğu hiç kimse şefaat etmeyecektir. Kendilerinin tazim edip şefaatini umduğu kimselerin şefaati de fayda vermeyecektir.
Bu hususta Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sizi şu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? Dediler ki: Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla beraber dalardık. Ceza gününü yalanlardık. İşte böyle iken ölüm bize gelip çattı. Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez!”
Müddessir 42, 48
“Onlar ve azgınlar tepe takla cehenneme atılırlar. İblisin bütün askerleri de. Onlar orada (tazim ettikleri evliyalarıyla) çekişerek derler ki:
−Vallahi biz apaçık sapıklık içindeymişiz. Çünkü sizi Âlemlerin Rabb’ine denk tutuyorduk. Bizi o suçlulardan başkası saptırmadı. Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var. Ne de candan bir dostumuz.”
Şuara 94, 101
Öte yandan Mutezilenin kullandığı:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in:
“İnsanların arasını bozmak için söz taşıyan, devamlı içki içen, babasına ve annesine asi olan kimseler cennete giremez!” vb. hadislere gelince Ehlisünnetin bu gibi hadislere bir kaç yönden izahı vardır.
Onlardan bir tanesini burada zikretmekte yarar görüyorum:
“Bu gibilerinin cezası cennete girmemektir! Ancak Allah-u Teâlâ kerem edip onları bağışlar ve cennetine kor. Çünkü Allah Müslüman olarak ölen hiç kimseyi ateşte ebedi olarak bırakmayacaktır
Buna Allah’ın:
“Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz! Bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar...”
Nisâ 116
“Bir zaman gelir ki, Kâfirler keşke Müslüman olsaydık diye arzu ederler.”
Hicr 2
Ayetlerinin tefsirinde anlatılan ifadeler şahitlik eder. İbni Cerir tefsirinde rivayet ettiğine göre, İbni Abbas ve Enes (Radiyallahu Anhum) bu ayeti şöyle tefsir etmişlerdir:
“Allah günah sahibi kimseleri müşriklerle beraber ateşte hapsedince, müşrikler mü’minlere:
‘Dünyada iken Allah’a ibadet etmeniz sizden hiç bir şeyi gidermedi’ derler. Bu söz Allah’ı kızdırır, akabinde rahmeti ve fazlı ile mü’minleri oradan çıkarır da cennete kor. İşte bu anda Kâfirler:
‘...Keşke Müslüman olsaydık!’ diye temenni ederler.”
İbni Cerir 14/3, 4, İbni Kesir, 4/442, 443, Tefsiri İbni Atiyye 8/280

3) Ehli Sünnetin İspat Ettiği Şefaat

Ehlisünnetin ispat ettiği şefaate gelince onun şartları vardır:
a) Allah’ın şefaatçiye şefaat için izin verilmesi.
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?”
Bakara 255
“O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez!..”
Yûnus 3
b) Allah’ın şefaat olunacak kimseden razı olması.
“Göklerde nice melekler var ki, onların şefaati hiçbir fayda vermez. Ancak Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olursa (bu müstesnadır)!”
Necm 26
“Allah’ın razı olup izin verdiğinden başkasına şefaat edemezler ve onlar, O’nun korkusunda titrerler.”
Enbiyâ 28

Şefaat Talebi İçin Allah’tan Gayrına Dua Edilmez!

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den yahut başkalarından:
−Bana şefaat ya Rasulallah! Bana şefaat et ey filanca! Gibi ifadelerle şefaat talep edilmesi doğru değildir.
Ancak bir kimse:
−Ey Allah’ım! Rasulünü benim hakkımda şefaatçi et der dua ederse bu müstesnadır, bu caizdir. Bunun delili ise Osman bin Hanif (Radiyallahu Anh)’ın rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir:
“Gözleri görmeyen bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e geldi ve:
−Bana şifa vermesi için Allah’a dua et dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Dilersen dua ederim ama istersen sabret! Sabretmen senin için daha hayırlıdır!’ buyurdu.
Adam:
−Allah’a dua et dedi.
Osman bin Hanif (Radiyallahu Anh) dedi ki:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını, abdestini güzel yapmasını ve şöyle dua etmesini emretti:
−‘Ey Allah’ım! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i benim hakkımda şefaatçi et!’ dedi.”
Tirmizi 3811, İbni Mace 1385, Ahmed 4/138
Devamını Oku »